• Sonuç bulunamadı

2.1. MODERN DEMOKRASİ VE LİBERALİZMİN ŞEKİLLENMESİ

2.1.2. Liberal Siyasetin Gelişim Sürecinde Bireyin Doğal Hakları

Devletin bu hedefe ulaşabilmesi için yapacağı şey, bireyin doğuştan sahip olduğu ve iktidara devretmediği hak ve özgürlüklerini korumak olacaktır. Siyasal toplumların amacı, insanın doğal ve zaman aşımı ile kaybedilmeyen haklarının korunmasıdır. Doğuştan eşit ve özgür olan insanların doğal haklara sahip oldukları ve devletin bu haklara dokunamayacağı, liberal devlet anlayışının temel ilkesidir. Daha açık olarak, kişinin devlet düzeni içinde sahip olduğu haklarının kaynağı ve yaratıcısı devlet değildir. İnsanın devletin kuruluşundan önce hakları vardır, devlet kurulduktan sonra da bu haklara saygı göstermek zorundadır, çünkü devletin varlık nedeni, yani bireyler tarafından kuruluş nedeni bu hakların korunmasıdır54.

Liberal demokrasinin gelişimi ve tarihsel süreç içindeki yolculuğunda Hobbes’un düşüncelerinin etkisi büyük olmuştur. İnsanlar özellikle güçlü olanlar, diğerleri üzerinde bir tehdit olarak belirmeye başlayınca, işte bu noktadan sonra Hobbes çözümü sunmak için modelini devreye sokmaya başlamıştır. Buna göre toplumda ki tüm bireylerin birbiriyle bir anlaşma yapmaları sonucunda devletsiz toplum ortadan kalkacaktır. Vatandaşları yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten alıkoymanın, üretim ve tüketim yöntemlerinin toplum yararına işlemesinin yolu bütün gücü ve kudreti tek bir kişiye veya kişilerin meclisine vermektir.

Toplum içinde yaşayan insanlar, birbirlerine, ben haklarımdan vazgeçiyorum ve bütün haklarımı bu insanlar ya da insanlar topluluğuna veriyorum, demelidirler. Böylece güç ve kudret tek bir kişide toplanır. Bu, devlet ya da Latince civitas olarak adlandırılır. Böylece büyük Leviathan doğmuş olur. Burada Thomas Hobbes, toplum sözleşmesi ile doğal halde yaşayan insanları niteliksiz bir yığın olmaktan kurtarıp,

41

egemen bir halk konumuna sokmuştur. Bu daha ziyade insanların güvenlik içinde yaşamaları için yapılmıştır. Aksi halde kargaşa sürüp gidecektir.

Doğal durumdan devletli bir düzene geçerek, burada güvenli bir şekilde yaşamak amaçlanmıştır. Ancak Hobbes’un egemeni bu sözleşmeye taraf değildir. Egemen; bireylerin iradeleriyle oluşturulmuş yapay bir varlıktır. Egemenin sözleşmeye taraf olmaması, Hobbes’un bilinçli bir tasarımı sonucudur. Egemenin sözleşmeye taraf olması, onu boş bir sözcük durumuna getirir. Çünkü Egemen sözleşmeye taraf olmadığından dolayı bir yükümlülük altına girmiş değildir55. Liberal demokrasinin gelişim süreci ve onun bilgi teorisi bakımından normatif düzeyde değerlendirilmesi bakımından ilk oluşumu ve tarafların birbirlerine karşı ileri sürecekleri hak ve özgürlük sınırları ve kullanılmak istenen hukuki yetki düzeyleri tarihsel demokratik çatışmayı yani siyasal mücadeleyi ve onun sürekliliğini belirlemiştir. Hobbes’un toplumun haklarının egemene (devlete) devri, bu bakımdan önemlidir. Egemenin, bireyin yaşamının korunması amacını mutlaka gözetmesi gereği, kesinlikle en temel sınır olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta bireyin yaşamının korunması egemene devredilemez bir hak olarak görüldüğü için, sadece bu noktada, herkesin direnme hakkı ve itaatsizlik özgürlüğünün söz konusu olabileceği belirtilmektedir56.

Jean Jacques Rousseau, Hobbes’e göre Kurumsal olarak modern siyaset terminolojisinde kullanılanlara daha yakın kavramlar kullanıp demokrasiyi daha fazla ön plana çıkarmış ve bu nedenle de devletin oluşumu, egemenlik ve demokrasinin tanımının ortaya konulması süreçlerinde özgün bir yere sahiptir. Rousseau ve Locke, egemenliği, toplum kuramı sözleşmesi sayesinde, devleti oluşturan bireylere aidiyetle açıklama yolunu tercih ederek, demokratik bir içeriğe kavuşturmuşlardır. Hobbes’taki toplum sözleşmesinde bireyler, sözleşmeyi yapmış olmalarına rağmen, sözleşme sonrasında Leviathan’a karşı demokratik haklara sahip olamamışlardır. Hobbes ’ta, toplum sözleşmesiyle egemenlik, egemenliğin toplumdan kaynaklanmış olmasına rağmen, halk ya da ulus henüz egemenliğin sahibi olamamıştır. Rousseau’nun modeli bu bakımdan daha demokratik öze sahiptir. Rousseau’nun bu noktada en önemeli özelliği, felsefi, toplumsal ve ekonomik açıdan eşitlikçi olmasıdır. Bu, düşünürün egemenlik anlayışını da etkilemiştir. Onun egemenlik anlayışı, daha ziyade halk egemenliği biçimindedir ve eşitlik ön plandadır57.

55Hakyemez, a.g.e. , s. 32. 56Hakyemez, a.g.e. , s. 33. 57Hakyemez, a.g.e. , s. 39.

42

Locke’un kuramında ise gerek siyasi iktidarın meşruiyet dayanağı gerekse belli oranda ideal şekli olarak yer alan doğa durumu, hukuki ve toplumsal bir ilişki ağı olarak tasvir edilir. Doğa durumunda; özgürlük, hukuki eşitlik ve herhangi bir iktidara tabi olmama, temel özellikler olarak hali hazırda var olan unsurlardır. Doğa durumu, bir yandan bireylere ahlaki ve maddi özerkliklerini korumak için özel bir alan sağlarken, diğer yandan bu alana sahip bireyler arasında ki ilişkileri, ortaya çıkabilecek herhangi bir iktidarın keyfi davranışları karşısında koruma işlevi görür. Bunun güvencesi doğa yasasıdır ve özgürlük, doğa yasası dışında hiçbir sınırlamaya tabi olmamaktadır. Başlangıçta insanlar doğa yasasının kuralları çerçevesinde özgürce yaşamaktadır, fakat herkesin doğa yasası önünde eşit olduğu bu düzende, sahip oldukları yaşam, özgürlük ve mallarından yararlanma hakları belli bir aşamada büyük ölçüde korumasız ve güvencesiz hale gelir. Bunun nedeni, çoğunluğun hakkaniyet ve adalet anlayışına sıkı sıkıya bağlı olmamasıdır. Rousseau’da kendi düşünce biçiminde bir demokrasi kuramına ulaşırken, Locke’un doğal hukuk görüşlerini ile Hobbes’un mutlaklığı birleştirmektedir. Onun öngördüğü egemenlik ve demokrasi modeli, gerçekten pek çok noktada kendine özgüdür. Rousseau’nun egemenliğinin devredilemez niteliği en fazla tartışılan noktalardan biridir. Buradan hareketle temsil sorunu karşımıza çıkmaktadır.

Rousseau Temsili demokrasiyi reddederken, halkın iradesine vurgu yapmak için ‘’Genel İrade’’ kavramını ortaya atmaktadır ve bunun bireylerin özel tüm iradelerinin toplamı olan, ’’Ortak İrade’ ’den çok farklı olduğunu belirtmektedir. Genel irade genelin çıkarını, genelin refahını amaçlarken, ortak irade ise sadece özel çıkara yöneliktir ve bu özel iradelerin toplamından başka bir şey değildir. Genel irade daima doğru yoldadır ve kamu yararını hedefler.

Rousseau’da genel iradenin yasa koyucu olarak mutlak belirleyici olması, aslında demokratik açıdan bakıldığında, çoğunluğun azınlığa tahakkümü sonucunu doğurur. Böylelikle çoğunluğun desteğini alan kesim, bu sözde yasallığı oluşturduktan sonra kapıyı kapatıp, her türlü muhalefeti yok edip, durumunu kalıcı kılabilir. Böylece çoğunluk, demokrasinin taraflarından biri olmaktan çıkıp, devlete dönüşebilir. Genel irade kavramı uygulamada totaliter bir devlet yapılanmasına dönüşebilir. Bu da azınlığın hak ve özgürlükleri kamu yararı iddiasıyla, çoğunluğun iradesine bırakılmış olur. Günümüz liberal demokrasisin eksik yönlerinden bir olarak ve birey hak ve özgürlüklerinin göz ardı edilmesi ve toplum kesimlerinin demokratik ve yönetimsel katılımlarının engellendiği eleştirilerinin kaynağı olmaktadır. Tam da bu nokta, Radikal Demokrasinin çözümleri ortaya konulmaktadır.

43

Liberal demokrasinin gelişimi sürecinde, ileri ki aşamalara ve kavramların tanımlarına geçmeden önce, toplamsal çıkarlar kavramına karşı, bireysel çıkarlar oldukça önemlidir. Demokrasiyi savunanlar, genellikle insanların, en temel çıkarlarını veya en iyisini üç şekilde yorumlamışlardır. Geçekleştirilebilir azami özgürlüğü elde etme, İnsan olarak sahip oldukları kendi kapasitelerini, potansiyellerini bütünüyle geliştirme ve uygulanabilirlik ile başkalarına karşı hakça olmanın gerektirdiği sınırlar içinde, kendilerinin önemli olduklarına hükmettiklerini diğer bütün çıkarlarını tatmin etme fırsatına sahip olmaları insanların faydasınadır. Böylelikle, demokrasinin bu temel çıkarlar açısından, gerçekleştirilmesi için vazgeçilmez bir araç olduğu ileri sürülebilir.