• Sonuç bulunamadı

Birçok araştırmacı tarafından Land Art, dünyaya olan artistik tepkiler içerisinde en ilginç, en kompleks sanat akımlarından biri olarak tanımlanmaktadır. 60’lı yılların ortasında küçük bir Kavramsal sanatçı grubunun kozmopolit metalaşmaya karşı duruşlarıyla ilişkilendirilen, sonrasında; farklı biçim ve yaklaşımlarla geniş alanlara yayılan, geniş teorik açılımlara dahil olan42 bir sanat akımı olarak ele alınmaktadır.

Land Art tarihsel açıdan önemli bir sanat formudur. Bu yenilikçi eserler çağdaş sanat için bir açılım oluşturmuştur. Bu durum, yeni bir dil, yeni bir yönle birlikte, yeni bir bağlam olarak tanımlanır. Bir sanat formu olarak Land Art, metamorfik ve refleksif kalıpları ile günümüzde de hem yenilikçi hem de heyecan verici olmaya devam eden sanatsal bir yaklaşımdır.

Land Art, sürrealizm, ekspresyonizm ya da empresyonizm gibi bir araya gelen sanatçılar tarafından oluşturulan bir akım değildir. Tanımlı bir amacı, belli bir üyelik tanımı, bir bildirisi, bir manifestosu yoktur. Bir akım olmadığı gibi, sanatçılar arasında herhangi bir amaç ortaklığı da yoktur. Bir üslup birlikteliği olmadığı gibi, bahsedilen sadece, self-refleksif olan ve bireysel olarak farklılaşan tavırları ile Land Art sanatçılarıdır. Heizer, Smithson, DeMaria, Robert Morris, Nancy Holt, Dennis Oppenheim, James Turrell, Helen Mayer Harrison ve Newton Harrison, Charles Ross, AIan Sonfist… gibi Amerikalı ve Hamish Fulton, Long, Penone, Christo, David Nash, Andy Goldsworthy ve Herman De Vries gibi Avrupalı sanatçılar, Land Art ile birlikte anılırlar. Tufnell43 tarafından bu gruplama, bir stili imlemeyen, sadece tema ortaklığı içeren aynı zamanda önemli kavramsal ve ideolojik farkları örten, geniş bir gruplama olarak tanımlanır.

İlk tezahürleri kendilerini doğa aşığı olarak tanımlayan, günün koşullarına karşı tepkisel tavırlar ortaya koyan bir sanatçı grubuyla Amerika’da başlayan, daha

42 J. KASTNER ve B. WALLIS, Land and Environmental Art. 43 B. TUFNELL, Land Art.

35

sonraları Land Art olarak tanımlanarak, tüm dünyayı, ekoloji ve çevresel sanatı da içine alacak şekilde gelişen ve genişleyen bir akımdır.

Mojave çölü, kurumuş göl yatakları, El Mirage, güneşten kavrulan, boş, ıssız alanlar, çölün ıssız bucaksız yalınlığı, insanın ötesi ve sessizlik. Misafirperver olamayacak, yabancılaştırıcı bir parça olarak yalnızlığı imleyen, pasif güzelliği ile beyaz, boş bir tuvali temsil eden çöl ortamında, sanatçıların doğrudan yaptığı çalışmalar, Minimalist yaklaşım ve soyut ekspresyonist jestlerin büyütülmüş bir ölçekle çöle aktarımı gibidir. Devasa ölçülerle ölçek o kadar sorunsallaştırılır ki, işlerin bütünüyle kavranabilmesi için havadan bir bakışı gereksinirler. Bu bakış Land Art’ın Amerikan formu olarak en belirgin özelliğidir. Ulaşılması güç bölgelerde, geniş bir alana yayılacak şekilde oluşturulan yeryüzü sanatı eserleri, birçok araştırmacı tarafından, doğa üzerinde Amerikan kültürü ve teknolojisinin tahakkümünü vurguladığı için tam bir Amerikan sanat formu olarak tanımlanmaktadır. Yine birçok yazar tarafından aşırı derecede saldırgan ve hâtta sömürgeci nitelikleriyle ele alınmışlardır. Bu nedenle sanatçılar doğaya karşı duyarsız, haşin ve hatta kibirli olmakla suçlanmaktadır. Bu, kıtaya ilk yerleşen Avrupalıların geçit vermeyen doğaya ve kültüre karşı uyguladıkları baskıcı yaklaşımı anımsatmaktadır. Çoğunlukla madencilik, inşaat teknikleri ve ağır iş makineleri kullanılarak, ulaşılması güç bölgelerde, geniş bir alana yayılacak şekilde oluşturulan bu eserler, Avrupa’nın geleneksel güzel sanatlar geleneğini reddederek, Nazca’daki şekiller, Orta Amerika’daki Tapınaklar ve Kızılderili Höyükleri gibi Amerikan Yerlilerine özgü tarihi deneyimlere gönderme yapan biçim ve örneklerle doludur. Avrupa’ daki uygulamalar ise daha kısa ömürlü, küçük ölçekli, doğal süreçler ve malzemeler ile deneyim esasına dayanan, doğa temelli uygulamalar ile karakterizedirler. Çölün karşısında, Avrupanın coğrafi yapısı olarak çalılık, kayalık, çayır, dağ, orman, sahil, kumsal ve ıssız patikalar, tepeler, ırmak, nehirler, antik tepeler, mezarlık ve höyükler, bozkır ve ova peyzajlarında konumlanan çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Avrupalı sanatçılar, doğaya dokunmayı ve deneyimi merkeze alan, doğaya karşı daha özenli ve manevi bir yaklaşım sergilerken, yer yer bazı araştırmacılar tarafından Yoksul Sanat, Arte Povera ile ilişkilendirilmekte, Amerikan Land Art’ı ise, araziye gereksinim göstermeleri, iş makineleri kullanılması nedeniyle tam bir kapitalist sanat formu olarak tanımlanmaktadır.

36

Postmodernizmin içinde oluşan Land Art, Wallis’in44 ifadesiyle, modernizmin postmodernizme kayışının hem habercisi hem de bu geçişin içinde yer alan bir akımdır. Doğa ve kültür ilişkisini sorunsallaştırarak, sosyal açıdan ve fikir düzeyinde görünür kılmaktadır. Postmodernizmle birlikte, kültür ve doğa içiçe geçerek grift bir ağ oluşturmuş, elle tutulamayan bir gerçeklik yaratmıştır.

1960’ lı yıllarda dünya45 Vietnam savaşı ile sarsılırken, yeryüzünde karamsar bir politik atmosfer mevcuttur. Dünya genel olarak bir çöküş süreci yaşamakta, Vietnam savaşı, nükleer tehdit, nüfus patlaması, adaletsiz gelir dağılımı, büyümenin dengesizliği, çevre kirliliği gibi pek çok sorun gelişim umutlarının çöktüğünü, başarısızlığını simgelemektedir. Yine bu dönemde ekoloji bilinci oluşmakta, ekolojik hareketler hızlı bir şekilde büyüyerek, önem kazanmaktadır. 1960’ların birçok muhalif tavır alışları gibi ekolojik hareketler de modernizmin başarı ve başarısızlıklarına karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Böyle bir dönemde, Robert Smithson New York’taki Dwan Gallery’de “Earthworks” adı altında bir sergi düzenler. Sergi “Earthworks” adını Brian W. Aldiss tarafından yazılmış, toprağın bile değerli bir meta halini aldığı kötümser bir gelecekten bahseden, bir distopya bilimkurgu kitabından almıştır. Sergideki çeşitli eserler, doğa ve insan ilişkisini ekolojistler ile eşzamanlı ve erken bir şekilde sorunsallaştırıyordu. Serginin politik bir yönü olmamasına rağmen avangard bir tavır sergileniyordu. Sergide Herbert Bayer ve Claes Oldenburg’un yanında henüz tanınmayan, 14 genç sanatçının yaptığı, büyük ebatlı açık alan çalışmaları yer almıştı. Sergi ve satış gibi konvansiyonel kavramları sorunsallaştıran çalışmalar satışa ve kolleksiyonerlere uygun değildi. Sergi açık alanlarda gerçekleştirilen işlerin fotoğraflarından oluşuyordu. Ortada eser yok, fotoğraf vardı. Satın alınmaya uygun olmadıkları vurgulanıyordu. Earthwork sergisinin önemli yönü, yeni bir estetik öneri dile getirmesiydi. Serginin merkezinde, Robert Morris’e ait, sergiyle aynı ismi taşıyan bir çalışma yer alıyordu.

44 J. KASTNER ve B. WALLIS, Land and Environmental Art. 45 B. TUFNELL, Land Art, “Travma and Idealism”, 12.

37

Resim 4: Robert Morris, Earthwork, 1968 Kaynak: https://www.studyblue.com

R.Morris’in46 anti-form enstelasyonlarının erken bir örneği olarak konumlanan bu eser, sergide yer alan diğer çalışmalar gibi gelip-geçici, anti-romantik, doğanın gerçekçi bakış açısının bir sunumu olarak ele alınıyordu. 25 feet çapında küçük bir toprak tepe, Robert Morris47 tarafından galerinin ortasına dökülmüş, ahşap, keçe, çelik borular, odun parçaları, tel, çubuk ve makaralar, yine sanatçının daha önceki çalışmalarından bazı heykel ve parçaları, toprağın içine gömülmek suretiyle oluşturulan bu çalışma, rastlantısal bir düzensizliğin düzenini imler. Robert Morris48 kendisinin ve sergideki diğer sanatçıların yaklaşımlarını,

“…..sanatın artık elindeki değişken maddeyle özgürce varolabileceğini, …….eserin statik bir ikon olma halinin sonuna gelindiğini, …… objeyle biten bir süreç nosyonunun da hiçbir öneminin kalmadığını…” ifadelendirir.

Sanatın doğayla ve hayatla buluştuğu noktada, dünya ardarda yaşanan radikal sosyal, kültürel ve politik değişimlerle sarsılıyordu. Amerika savaş karşıtı gösteriler, sivil hak arayan protestolar, ırkçılık karşıtı isyanlar ile sarsılırken, Martin Luther King ve Robert Keneddy suikastleri ile yaşanan krizlerle zirve yapıyordu. 1960’ların idealist yıllarının ardından, derin bir tatminsizlik ve umutsuzluğa dönüştüğü; sosyal yapıların sorgulandığı yıllardı. Avrupa’da da geniş bir tabana yayılan aynı huzursuz ortamı Tufnell şöyle ifadelendirir, Prag ilkbaharı, Paris’teki öğrenci hareketleri ve nükleer tehdit Avrupa’yı sarsıyordu. Nükleer üretim büyük bir tehdit algısı ve kaygı

46 B. WALLIS, Land and Environmental Art, Eartworks, 24. 47 A.g.k.

38

kaynağı yaratırken, nükleer tehdit yoluyla global yok olma gerçekleşebilir bir olasılık olarak görülüyordu. 60’lı yılların başında R.Carson49 tarafından yazılan “Silent Spring” ile ekoloji ilk defa gündeme geliyordu.

Resim 5: Apollo 8’den Dünyanın Görüntüsü, 1968

Kaynak: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/a/a8/NASA-Apollo8-Dec24- Earthrise.jpg

Apollo 8 ile aya ilk adımını atan insanoğlu, basılı mecrada ilk defa dünyanın uzaydan nasıl göründüğünü gözlemledi. Kendimizi dışarıdan izlemek gibi bir etki yaratan bu durum, bir çok araştırmacıya göre, dünyayı nasıl gördüğümüzü tamamiyle etkiledi ve değiştirdi.

Land Art, sosyokültürel olarak oldukça karmaşık bir ortamda şekillenmiş sanatsal bir yaklaşımdır. Tufnell’e göre, idealizmin ve travmanın çelişkisinde vücut bulan Land art, aynı zamanda akımın kodundaki paradoksu yarattı. Aynı zamanda Land Art’ın kaynaklandığı şartlar izleyiciler tarafından nasıl karşılandığı ve yorumlandığını da tanımladı.

Earthworks sergisinin çarpıcı bir tarafı da eserlerin çoğunun fotoğraf ile dökümante edilmeleriydi. Çalışmaların çoğu çeşitli ve değişik lokasyonlarda, açık alanlarda, çölde vbg. gerçekleştirilmiş olmaları veya yok olmuş/yok edilmiş olmaları nedeniyle tüm konvansiyonel piyasa beklentilerini boşa çıkarıyor; yeni bir öneri olarak beliriyor, aynı zamanda garip bir boşluk hissi-kayıp-tuhaf bir problem ve bir soru ortaya çıkarıyordu: Gerçek bir sanat eseri neydi?

39

Craig Owens’a50 göre Land Art’ın yarattığı ana değişim “bakış açısı” nosyonunun radikal dislokasyonuna sebep oluşuydu. Bakış açısı artık fiziksel pozisyonun bir fonksiyonu değil, bir tarzın-bir üslubun fonksiyonuydu. Bu fotoğraf, sinema, video, text olabilirdi.

Bir oda toprakla doldurulmuş (Walter D.M), çölde bir mil uzunluğunda bir çizim yapılmış (Dennis O.), odun parçaları ormanda yanyana yerleştirilmiş (Carl.A.), yine ormanda negatif alanlardan heykeller oluşturmak üzere hendekler (Michael H.) kazılmıştı. Claes Oldenburg belki de en garip eserini Eartworks sergisi için gerçekleştirmişti. Central Park’ta profesyonel mezar kazıcıları tutarak bir çukur kazdırtmış, an ve an fotoğraflarla belgelemiş, sonra çukuru tekrar kapatırtmıştır. Bu eser sergide fotoğraflar ve plastik bir torba içine doldurulan toprak olarak sergilenmiştir.

Robert Smithson, düzenlediği bu serginin bir ay öncesinde “ A Sedimentation Of Mind: Earthproject”51 isimli, bu sergi için manifesto olarak kabul edilebilecek bir yazı kaleme almıştır. Bu yazısında Earthart’ın ne anlama geldiği konusunda üç öneride bulunur. Bu önerileri şöyle özetleyebiliriz:

1-Formalist, şekilcilerin “uygun”, “doğru” sınırlamalarına, şekilci heykel görüşlerine bir meydan okuma,

2-Çölün tabiattan ziyade bir konsept olarak ele alınması, Eartworks’un konvansiyonel doğa tanımları ile hiçbir alakasının olmaması,

3-Sınırları zorlayan sanatçıların yer ve mekanla ilgili oluşları.

Smithson yaklaşımıyla atlanmış ve gözden kaçmış belirli lokasyonları; izleyici ve sınırlar, içerisi-dışarısı, merkez-çevre ilişkilerini sorunsallaştırıyordu.52

Land Art o dönemin dünya ve çevreye yönelik çelişkili tutumlarını gözler önüne sermekte ve sorgulamaktaydı. İçeriğinde doğada iz bırakmak, doğada iz bırakmamak, endüstri tarafından bozulmuş, hasara uğratılmış toprağın ekolojik olarak iyileştirilmesi, değişim, devamlılık, saygı duyma dürtüsü ve isteği vardır.

50 B. WALLIS, Land and Environmental Art, Eartworks, 24. 51 B. TUFNELL, Land Art, 16.

40

Aynı zamanda fena halde, ağır şekilde materyal ve derin bir şekilde manevidir. Bizim yeryüzü ve doğa ile olan ilişkimizi tüm karmaşıklığı ile yansıtırken, içinde doğum/gömme/hayat/ölüm imajları ile doludur.