• Sonuç bulunamadı

Grafik 3: Kelime Sıklıklarının Bütün Kelimelere Oranları

KULLANDIKLARI KELİMELER

5. 1. Abdi İPEKÇİ (Milliyet)

Abdi İpekçi 9 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. 1948’de Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu. Liseyi bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etmiştir. Yeni Sabah, Yeni İstanbul ve İstanbul Ekspres Gazetesi gibi çeşitli gazetelerde spor muhabiri, sayfa sekreteri ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. 1954’te genel yayın müdürlüğünü yaptığı Milliyet gazetesinde, 1959’da başyazar olmuş ve öldürüldüğü tarih olan 1 Şubat 1979’a kadar bu görevi yürütmüştür. Yazarın; Afrika, İhtilalin İçyüzü, İnönü Atatürk’ü anlatıyor, Liderler Diyor ki, Dünyanın Dört Bucağından gibi bazı eserleri de bulunmaktadır. Yazar 1 Şubat 1979’da düzenlenen bir suikast sonucu Mehmet Ali Ağca tarafından öldürülmüştür. (Tural vd., 2004: 272-273; Işık, 2006: 1840).

İpekçi; yazılarında Atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, temel hak ve özgürlükleri, bağımsızlığı, demokrasiyi savunmuştur. Milliyet gazetesinde “Durum” adlı köşesinde yazdığı yazılarda bu kavramlar üzerinde sıkça durmuştur.

Köşesinde genellikle siyasi konuları ele alan yazar hem iç siyasetle hem de dış siyasetle ilgili görüşlerini açıkça dile getirmiştir.

Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan İpekçi, yazılarında CHP ve Bülent Ecevit’e destek verip, Ecevit’in izlediği politikaları genellikle doğru bulmaktadır. Milliyetçi Cephe partilerini, liderlerini ve bu partilerin faaliyetlerini ise eleştirmektedir. Ona göre Milliyetçi Cephe (MC) iktidarında, koalisyonu oluşturan partilerin liderleri arasında zaman zaman görüş ayrılıkları olduğundan, ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetememektedirler. Bu da hem içte hem de dışta kaos ortamının oluşmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı ülkeyi CHP ve Ecevit’in yönetmesi gerektiğini savunmaktadır.

Sokak olaylarında sağcılar kadar solcuların da hatalı olduğunu söyleyen İpekçi, her iki grubun da ilkel ve fanatik olduğunu dile getirmektedir. İpekçi’ye göre, kendilerini birtakım sloganlara kaptırmış ve dünyadan haberleri olmayan bu

grupların çıkardıkları olaylar, Türkiye’yi hiç layık olmadığı bir ortama sürüklemektedir.

Dış siyasetle ilgili fikirlerini de köşesinde açıklayan yazar Kıbrıs sorunu başta olmak üzere Ermeni sorunu, ABD ile ilişkiler ve daha birçok konuda yazılar yazmıştır.

Yazarın fikir ve görüşlerinin, olaylara bakış açısının daha iyi anlaşılabilmesi bakımından çeşitli tarihlerde yazdığı yazılardan bir kısmını burada zikretmek uygun olacaktır.

“Koalisyonu oluşturan dört parti, benzer eğilimleri taşıyan seçmen gruplarına sahiptir. CHP’ye dönük kamuoyundan değil, birbirlerinden oy almak durumundadırlar. Bugüne kadar böyle olmuştur, bugünden sonra da öyle olacaktır. Dolayısıyla bir bakıma CHP’nin değil, birbirlerinin rakibidirler. Şimdi kurulan ortaklık, bu rekabetin geleceğini ilginç bir sorun haline getirmiştir.

Bu durum, şimdi sadece koalisyon ortaklığında buluşmuş bulunan sağ partilerin giderek bütünleşmeleri ve aynı çatıda birleşmeleri zorunluluğunu doğurmayacak mıdır?

Liderlerle yaptığımız konuşmalar bu zorunluluğun şimdiden duyulduğu izlenimini vermektedir. CGP seçim ittifakı girişimi gerçekleşmediği takdirde, birleşmekten başka çare kalmayacağı düşüncesindedir. MHP lideri de birleşme olasılığının bulunduğunu söylemiştir. Önemli olan husus, AP’nin de bu görüşü benimsemiş bulunmasıdır…

Ya MSP?

İşte bu noktada kocaman bir soru işareti çıkmaktadır ortaya. Ve anlaşıldığına göre MSP, bu birleşmenin dışında kalacaktır. Kendisine ve geleceğine güvenen Erbakan’ın başkaları ile aynı potada kaynamak niyeti yoktur…

Sonunda birleşme muhtemelen AP-CGP-MHP düzeyinde olacaktır. Böylelikle DP’nin zaten eritildiğini düşünen AP, ‘oylarınızı bölmeyin’ hedefini büyük ölçüde gerçekleştirmiş olacaktır. Parlamentodaki kadroları zaten

CGP ve MHP yöneticileri de eriyip gitmektense şanslarını hiç değilse kişisel olarak AP ile birleşmekte bulabileceklerdir.

Seçim Kanunu’nda ittifak yapmak için hazırlanan değişiklik tasarısı gerçekleşemezse böyle bir birleşme için şimdiden başlayan hazırlıklar kesin kararlara dönüşebilir. Çünkü sağ partiler, gelişen CHP’yi durdurmak için aralarındaki oy bölünmelerini önleyecek her tedbiri zorunlu saymaktadırlar. Bu ihtiyaç, seçim ittifakı ile giderilemezse birleşme onlar için kaçınılmaz hâle gelecektir.” (21 Nisan 1975 / Sağ Partiler Arasında Birleşme Hazırlıkları)

“Yurt Dışından bakıldığında Türkiye’de günün en önemli sorunu hâline getirilip kavgası yapılan işlerin aslında ne kadar anlamsız olduğu daha iyi anlaşılıyor. İnsan temel davaları bir yana bırakıp, incir çekirdeğini doldurmayacak konuların büyütülmesine, bu yüzden değerli günlerin yitirilmesine dışarıdayken daha çok üzülüyor…

Cepheci liderlere bakılırsa bugün Türkiye’nin bir numaralı sorunu ne hükûmet bunalımıdır, ne yeniden alevlenen öğrenci çatışmalarıdır, ne hayat pahalılığıdır, ne de Kıbrıs ve kıta sahanlığı davaları… Onlara göre ülkemizin ve ulusumuz için başlıca dert TRT’dir. Aylardır yalnız bunu konuşmaktadırlar. Cephecilere göre TRT davası Türkiye’ye şimdi içinde yaşadığı hayati sorunları unutturacak kadar önemli hale gelmiştir…” (4 Haziran 1975 / TRT Mesele Değildi, Şimdi Mesele Oldu)

“Cepheci partiler, 12 Ekim seçimlerinde CHP’ye karşı yenik duruma düşmemek için aralarında işbirliği yapmak gereğini duymaktadırlar. Aslında bu gerek, cepheyi oluşturan belli başlı nedendir. MC partileri başlangıçta hükûmet kurmadan önce böyle bir işbirliğini oluşturmak üzere bir araya gelmişlerdir. Aldıkları ilk karar, seçimlerde CHP dışı oyların daha etkili biçimde değerlendirilmesini sağlayacak seçim ittifaklarının gerçekleştirilmesiydi. Bu amaçla yasalarda değişiklik yapılmasını öngörmüşler ve tasarılarını hazırlamışlardı. Ne var ki, hükûmete gelindikten sonra bu tasarının yasalaştırılması için gerekli çaba gösterilmedi. Özellikle AP kanadının bu konuda isteksiz kaldığı fark edildi.

12 Ekim seçimlerine böylece seçim ittifakı olanağından yoksun gelinmesi, cephecilerin seçimlerde CHP oylarını etkisiz kılma planını askıda bırakmıştır. Şimdi bunun yarattığı bir kaygı vardır: Sağdaki oyların dağılması hâlinde CHP üstünlük kazanabilecektir. İşte bu olasılığı önlemek üzere cepheci çevrelerin işbirliği istenmektedir…” (14 Ağustos 1975 / Yardan Mı, Serden Mi?)

“Avrupa, Orta Doğu ve Amerika’da yaşayan Ermeniler tarafından kurulmuş cemiyetler, on yıldır Türkiye’ye yönelik bir kampanyaya öncülük etmektedirler. 1915 olaylarının ellinci yıldönümünde başlatılan bu kampanya, günümüze kadar yoğunlaştırılarak sürdürülmüştür. Dünyanın birçok ülkelerinde gösteriler düzenlenmiş, kitaplar yayınlanmış, bildiriler dağıtılmış, konferanslar yapılmış, anıtlar dikilmiş, 1915 yılında Doğu Anadolu’da yaşayan bir buçuk milyon Ermeni’nin soykırımdan geçirildiği, geri kalanın kendilerine ait topraklardan sürüldüğü iddiası herkese duyurulmak istenmiştir. Böylelikle elli yıl sonra bir Ermeni davası yaratılmış ve bu davayı desteklemek üzere dünya kamuoyu oluşturulmasına kalkışılmıştır.

Amaç nedir?

Soruya verilen cevaplar değişiktir. Kampanya’ya katılan Ermeni örgütlerin bir bölümü, soykırım olayının uluslararası kuruluşlarca tanınıp, Türkiye’nin bu olayı resmen kabullenmesini beklemektedirler. Bazıları daha ileri gidip Türkiye’nin 1915 olaylarında zarara uğrayan Ermenilerin soyundan gelenlere tazminat ödemesini istemektedirler. Daha da ileri gidenler vardır. Bunlara göre, “Doğu Anadolu, o topraklardan atılmış olan Ermenilere verilmelidir!

Bu iddia ve istekler ne gerçeklerle bağdaştırılabilir, ne de mantıkla. Dünya haritası hangi topraklarda kimin daha önce yaşadığı esasına göre düzenlenebilir olsaydı, bütün Amerika kıtasının boşaltılıp o kıtanın ilk sahiplerine bırakılması gerekirdi. Ve bugün Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetlerden birkaç tanesinin toprakları Türklere ait oluverirdi.

Çağdaş gerçeklere ve mantığa aykırı isteklerin, iddiaların dünya kamuoyunu etkilemesi beklenemez…” (29 Ekim 1975 / Ermeniler İse… Neden?)

düzeyinde can güvenliğini tehlikeye sokacak boyutlara ulaşan, kamu düzen ve güvenliğini temelinden sarsan olaylarla demokratik hukuk devleti kuralları içinde etkili şekilde mücadele etmek büyük önem ve öncelik taşımaktadır.

Okul kapısının örgüt ve dernek üyeliğine göre, memurluk ve iş kapısının parti rozetine göre açılıp kapanması kabul edilemez. Devlet kapısı siyasi inançları ne olursa olsun bütün yurttaşlara, okul kapısı bütün gençlere açık olacaktır.

Dinin ve dinsel inancın baskı altına alınması da dinin siyasete alet edilerek şahsi veya siyasi çıkarlar için sömürülmesi de kabul edilemez.

Ülke içinde olduğu gibi dış ilişkilerde de gerginliğe değil yumuşamaya, çatışmaya değil barışa yönelen bir tutum izlenecektir. Hızlı gelişmenin sağlayacağı refah artışını toplumun her kesiminde ve yurdun her yöresinde dengeli ve adaletli biçimde yaygınlaştırmak gereğine inanıyoruz.

Siz Sayın Demirel ve yandaşları, siz Sayın Erbakan ve yandaşları, siz Sayın Türkeş ve yandaşları… Yukarıdaki satırların hangisine neden imzanızı atmazsınız?

Bu satırların altını bazı eksantrik kişiler dışında herkes imzalar diyen Cumhurbaşkanı’na karşı en ağır saldırılara kalkışırken önce bu soruyu yanıtlamanız gerekmez mi?...

Cumhurbaşkanı’nı CHP’yi tutmakla, CHP’li olmayan vatandaşların tümünü eksantrik saymakla suçlamaları ya anlayışsızlıklarının ya da öfkelerinin ürünüdür.

Gerçekte Cumhurbaşkanı, o görüşlerin altını her sağduyulu vatandaş gibi kendisinin de imzalayacağını bildirirken bu sözlerin kâğıt üzerinde kalmamasını dilemiştir. Bunu yapmakla yeni hükûmete -şimdi bazılarının iddia ettiği gibi- körü körüne güvenmediğini, verilen sözlerin yerine getirilmesini istediğini belli etmiştir.

Bütün bunlardan sonra şimdi karşılaşılan tepkileri göstermek için, gerçekten eksantrik olmak gerekmez mi? (10 Ocak 1978 / Gerçekten Eksantrik)

“…Şimdi muhalefette bulunan MC partilerinin kendi yarattıkları durumun zorunlu kıldığı bu önlemlere anlayış göstermesi, onların kolaylıkla gerçekleşmesine yardımcı olması şüphelidir. Muhalefet büyük bir olasılıkla alınacak her önleme karşı çıkacak, bunları siyasal açıdan sömürmeye çalışacaktır. Önlemlerin niteliği, böyle bir sömürüyü kolaylaştıracaktır.

Anlaşıldığına göre Ecevit hükûmeti bunu göze almıştır ve hazırladığı önlemlerden vazgeçmek niyetinde değildir.

Başka çaresi de yoktur.

Büyük bir bölümün vadesi gelmiş 15 milyar dolarlık borçla 4 milyar dolar açık veren dış ödemeler dengesi ile ihracat gelirlerinin tümü sadece petrol ithalatına giden dış ticareti ile uluslararası düzeyde sadece güvenirliğini değil saygınlığını da yitirmiş hâli ile devralınan durum, kesin, ivedi ve köklü önlemleri zorunlu kılmaktadır. Bunların yerine getirilmesinde gösterilecek çekingenlik gecikmelere, yetersizliklere yol açarsa altından kimsenin kalkamayacağı bir patlama ve bir enkaz olur… (17 Şubat 1978 / Ecevit İle Görüşmeden İzlenimler)

“Carter’in girişimine karşı gösterilen Yunan tepkileri şu iddiaya dayanıyor: Türkiye’yi Kıbrıs’ta adilane bir çözüm için vermesi gereken ödünlere zorlayacak en etkili baskı ambargodur. Bu baskı kaldırılırsa Türkiye uzlaşma gereğini duymadan Kıbrıs’ta yarattığı oldubittiyi sürdürecektir.

Yanlışlığı çoktan kanıtlanmış bir iddiadır bu. Üç yıldır işitilen ambargo baskısının Kıbrıs sorununu çözümlemek şöyle dursun büsbütün güçleştirdiği ortadadır. Öyle bir baskı olmasaydı Türk tarafı masaya rahatlıkla oturabilir, çözüm için görüşmeler hiçbir komplekse kapılmadan yürütülebilirdi. Ambargo yüzünden bu yapılamadığı için Kıbrıs’taki durum katılaşmış, kesinleşmiş, yerleşmiştir. O nedenle durumda değişiklik yapma olanakları sınırlanmıştır.

Yanlışlığı ortaya açıkça çıkmış bu hatada ısrar, işi büsbütün güçleştirmekten başka neye yarayacaktır?...

çökme durumuna düşemez, düşürülemez. Kaldı ki ambargo Türkiye için tek seçenek değildir. O baskının sürdürülmesi, Türkiye’yi kullanabileceği öteki seçeneklere iter.

Türk hükûmetleri bu yola yönelmek hevesinde değildir. Ama zorunluluk doğarsa bunu yapacaktır. Kamuoyu da o doğrultuda oluşacak, hükûmetleri öteki seçeneklere zorlayacaktır. Bu, çok kimsenin sandığı ve Yunanlıların da göstermek istediği gibi kuru bir şantaj değil, ciddi bir olasılıktır.

Öyle bir olasılığın gerçekleşmesi, Güneydoğu Akdeniz’deki dengeleri değiştirir. İş bununla kalmaz. Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik, her an patlayabilecek bir düşmanlığa dönüşebilir. Kıbrıs’ta barışçı uzlaşma olanakları ortadan kalkar…” (8 Nisan 1978 / Yanlış Hesap)

“Ayrıntıları açıklanmamakla birlikte hükûmet ile TÜRK-İŞ’in vardıkları anlaşmanın genel çizgileri belli olmuştur. Verilen demeçler, konunun sadece bir ücret sorunu olarak ele alınmadığını, geniş kapsamlı ülkeler üzerinde durulduğunu ve hükûmet ile işçi kesimi arasında sürekli bir iş birliğini göstermektedir.

Ecevit, dünkü açıklamasında bu noktayı vurgulamak istemiştir. Hükûmet olarak ekonomiyi yönlendirirken, ekonomik ve sosyal politikalarını saptarken işçi kesiminin temsilcileri ile birlikte hareket etmeye verdiği önemi belirtmiştir. Bu yönetimi uygulayan bazı ülkelerin, özellikle İskandinav ülkelerinin, aldıkları başarılı sonuçları hatırlatmıştır.

İskandinav örneği doğrultusunda atılan bu ilk adımda güncel ve ivedi sorunu olarak toplu sözleşmelere ağırlık verildiği ve bununla ilgili bazı düzenleyici ilkeler üzerinde görüş birliğine varıldığı anlaşılmaktadır…

CHP bugün parlamentodaki partiler arasında işçi kesimine en yakın olanıdır. CHP iktidarı, işçi örgütleri açısından bugün için en iyi seçenektir. Bu seçeneğin yitirilmesi onların çıkarlarına aykırı sonuçların doğmasına yol açabilir.

Duruma bu açıdan bakacak işçi örgütleri, ideolojik farklılıkları bir yana bırakıp hiç değilse bu dönemde CHP seçeneğinin korunmasında zorunluluk

görebilirler. O zaman Ecevit’in kurmak istediği iş birliği gerçekleşebilir.” (20 Temmuz 1978 / CHP ve İşçi Örgütleri)

“Amerikan kongresinde ambargocu üyelerin hiç değilse bir bölümünün tutumlarında yumuşama sağlandığı bildirilirken Kıbrıs’tan yeni gerginlik haberleri gelmeye başlamıştır.

Yunan ve Kıbrıslı Rum gazetelerinin ileri sürdüklerine göre, Türk tarafı tutumunu sertleştirmekte ve yeni bir askerî harekâta hazırlanmaktadır. Yunan iddiası şu olaya dayandırılmaktadır.

Bir süre önce Rum yönetimi Türk bölgesine sığınmak isteyen bir Kıbrıslı Türk grubunu engellemiş ve tutuklayıp dövmüştür. Buna bir misilleme olarak Türk yönetimi Karpas’taki Rumları Türk bölgesinden çıkarıp Rum bölgesine gitmeye zorlamıştır. Ve Denktaş bir demeç vererek şunları söylemiştir:

‘Rum yönetimi Türk bölgesine sığınmak isteyen soydaşlarımızı engellemeye ve onları baskı altında tutmaya devam ederse Türk bölgesindeki Rumları, Rum bölgesine aktarmaktan başka çaremiz kalmayacaktır. Rum yönetimi altındaki Türklerin özgürlük sorunu bir an önce çözümlenmelidir. Aksi hâlde onların özgürlüğünü sağlamak görevini biz kendi üzerimize alacağız.’

Rumları telaşlandıran Denktaş’ın bu son cümlesi olsa gerektir. Herhâlde o sözler, Türk tarafının yeni bir harekâta hazırlandığı şeklinde yorumlanmıştır.

Ve şimdi Rumlar bir yandan Türk tarafının tutumunu sertleştirdiği ve yeni bir askerî harekâta hazırlandığı iddialarını dünya kamuoyuna yaymaya başlamışlar, bir yandan da Türk bölgesinden çıkarılan Rumlar olayını Birleşmiş Milletlere götürmek için hazırlıklara girişmişlerdir.

Aslında bu işin içinde bir oyun olabilir. Zira: Türk tarafının yeni bir askerî harekât tasarladığı düşünülemez. Çünkü şu sıralarda böyle bir girişim Türk tarafı için yarar değil, zarar getirir. Ama askerî bir harekâtla ilgili hazırlıkların Rum tarafında sürdürüldüğüne dair Türk istihbaratının elinde ciddi olduğu söylenen bilgiler vardır. Bu durumda Yunan propagandasının Kıbrıslı Rumların girişecekleri bir harekâtın

ve Denktaş’ın Hatası)

Abdi İpekçi’nin kullandığı kelimeleri bir tabloda şöyle gösterebiliriz:

sorun ambargo girişim görev politika sol örgüt

43 27 22 21 20 17 15

amaç dava işçi siyasal hak sosyal eğilim

14 13 13 13 10 10 9

yurt hedef adalet komünist özgürlük umut emperyalist

9 8 6 6 6 5 5

millî yandaş sömürmek ilke demokratik demokrat egemen

5 5 5 4 4 3 3

ideolojik siyaset siyasi ulusal anarşi millet ulus

3 3 3 3 2 2 2

Yukarıdaki tabloda dikkati çeken kelimelerden biri “ambargo”dur. Yazar bu sözcüğü incelediğimiz kısımda 27 kez kullanmıştır. Özellikle Batı emperyalizminin Türkiye’ye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uyguladığı yaptırımlar yazarın da üzerinde sıkça durduğu konulardandır. Bunun yanında yazar “emperyalist”i 5 kez, “emperyalizm”i de 1 kez kullanmıştır.

Metinlerde sıkça kullanılan sözcüklerden biri de “sorun”dur. “Sorun” 43 kez geçerken yakın anlamlı olabilecek kelimelerden “mesele” 5 kez kullanılmış, “problem” ise incelenen kısımda geçmemiştir. İpekçi, tablodan da anlaşılacağı gibi genellikle “politika” sözcüğünü tercih etmiş, “siyaset” kelimesini ise çok az kullanmıştır.

İpekçi’nin yazılarında dikkat çeken bir diğer kelime de “yurt”tur. Yazar bu sözcüğü 9 kez kullanmasına rağmen “vatan” kelimesini hiç tercih edilmemiştir. Ancak bu kelimeden türetilen “vatandaş”a 4 kez yer verilirken “yurttaş” 1 kez kullanılmıştır. Yine 9 kez geçen “eğilim”e karşılık, yakın anlamlı sayılabilecek “temayül” ve “meyil” incelenen kısımda yoktur. “Girişim” sözcüğü 22 kez

kullanılmasına rağmen “teşebbüs” sözcüğünün metinlerde yer almadığı görülmektedir. İpekçi’nin tercih ettiği kelimelerden biri de 21 kez kullanılan “görev"dir. Bu sözcüğe yakın olan “vazife” de metinlerde geçmemektedir. Ayrıca 5 kez geçen “yandaş” sözcüğünün yakın anlamlısı “taraftar” da metinlerde yoktur. Metinlerde “amaç” kelimesi 14, “hedef” kelimesi 8 kez geçmiş; fakat “maksat” ve “gaye” kelimelerine rastlanmamıştır. “Görüş” 26 kez, “yargı” 8 kez “fikir” ise 1 kez kullanılmıştır.

Abdi İpekçi’den aldığımız metinlerde dikkatimizi çeken bir diğer nokta da “devrim” ve “devrimci” gibi kelimelerin geçmemesidir. Belki tamamen tesadüf olabilir ama 10.000 kelimeden oluşan bir havuzda “komünist” sözcüğü 6, “komünizm” sözcüğü 3 kez geçerken “devrim” ve “devrimci” kelimelerinin geçmemesi ilginçtir.

Yukarıda belirttiklerimizin yanında Abdi İpekçi’nin yazılarında geçen bazı kelimeler şunlardır: “Cepheci” 5, “soykırım” 3, “çağ” 4, “çağdaş” 2, “milliyetçi” 2, “faşist” 1, “özgür” 1, “özgürlükçü” 1, “Mao” 2, “sömürü” 1, “bölücü” 1, “terörist” 1, “dikta” 1, anarşik 1, “kapitalizm” 1, “emperyalizm” 1…

Abdi İpekçi’nin yazılarında en çok kullandığı ilk 100 kelime ise şöyledir:

bir 311 bu 301 ve 213 olmak 168 da, de 147 için 82 hükûmet 79 ile 75 o 74 ülke 53 iş 51 durum 46 vermek 46 değil 45 dış 44 kendi 44 sorun 43 bulunmak 42 şimdi 41 etmek 40 konu 40 gibi 39 kalmak 39 olay 39 yapmak 39 ara 38 ne 38

ama 37 her 37 gelmek 34 almak 33 hâl 33 seçim 33 gerekmek 32 göre 32 var 32 yapılmak 32 sonuç 31 kadar 30 karşı 30 yan 30 yeni 30 böyle 29 meclis 29 gerek 28 iktidar 28 ambargo 27 dünya 27 görüş 27 birlik 26 daha 26 büyük 25 gün 25 bazı 23 en (zarf) 23 ilişki 23 istemek 23 karar 23 anlaşılmak 22 fiyat 22 gelişme 22 girişim 22 ilk 22 neden 22 olanak 22 bırakmak 21 görev 21 oy 21 üzerinde 21 başbakan 20 hava 20 iki 20 mı, mi, mu, mü 20 orta 20 önce 20 önemli 20 politika 20 aslında 19 baskı 19 belli 19 bunlar 19 el (organ) 19 görüşme 19 göstermek 19 ki 19 yaratmak 19 başlamak 18

çok 18 devlet 18 gerçek 18 getirmek 18 içinde 18 iddia 18 dönem 17 hem 17 hiç 17 ilgili 17 sağlamak 17 sol (görüş) 17 son 17 zaman 17

24 Mayıs 1924 tarihinde Elazığ’da dünyaya gelen Ahmet Kabaklı, ilk ve orta öğrenimini Elazığ’da tamamladıktan sonra 1944’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanmış ve 1948’de buradan mezun olmuştur. Mezun olduktan sonra bir süre Diyarbakır ve Aydın’da öğretmenlik yapmıştır. 1955 yılında girdiği Ankara Hukuk Fakültesi’den 1959’da mezun olmuştur. 1956’da Tercüman gazetesinin açmış olduğu fıkra yarışmasında birinci olmuştur. 1961’de kısa bir süre İstanbul barosuna bağlı olarak avukatlık yapmıştır. 1969-1974 arasında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak çalıştı ve 1974’te emekli oldu. Kabaklı, 8 Şubat 2001’de vefat etti. (Tural vd., 2004: 272-273).

O, cumhuriyetimizi, millî kültür ve inançlarımızı, bilhassa dilimizi hiçe sayanlara karşı öğrenciliğinde, öğretmenliğinde, yazarlık ve fikir hayatının her safhasında inançla, kararlılıkla mücadele etmiştir. Hem Doğu, hem de Batı kültürünü iyi tanıyan yazar, birçok ülkede verdiği konferanslarda Türk kültürünü, sanatını anlatmak için çaba göstermiştir.

Ahmet Kabaklı; Son Saat, Tercüman, Yeni Haber ve Türkiye gibi gazetelerde halkın dikkatini çeken, kültür hayatımızla ilgili çok sayıda yazı yazmıştır. 1961 yılında Tercüman gazetesinde yayınlanmaya başlayan yazıları 1991’e kadar bu gazetede devam etmiştir. Yazar, bu tarihten köşe yazarlığını bıraktığı 2000 yılına kadar Türkiye gazetesinde yazmaya devam etmiştir. (Tural vd., 2004: 272-273).

1970 yılında Türk milletinin fikir, sanat ve edebiyat sahasında millî çizgiler içerisinde gelişmesine çalışmak ve genç kabiliyetleri desteklemek için zamanın ilim ve fikir hayatının tanınmış kişileriyle birlikte Edebiyat Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiştir. 1978 yılında kurulan Türk Edebiyat Vakfı’nın da kurucularındandır. Ahmet Kabaklı’nın öncülüğünde çıkarılmaya başlayan ve başyazarlığını yaptığı Türk Edebiyatı dergisi de 15 Ocak 1972’den beri yayın hayatına devam etmektedir. (Işık, 2006:1891-1892).

Ortaya koyduğu çalışma ve eserlere bağlı olarak hayatı boyunca çok sayıda ödüle layık görülmüştür. Bunların en önemlilerinden biri 14 Aralık 1996’da Aydınlar Ocağı’nın öncülüğünde kendisine verilen “Şeyhülmuharririn” unvanıdır. Çok sayıda

Benzer Belgeler