• Sonuç bulunamadı

2. ROMANLARIN YAPISAL ÖZELLİKLERİ VE OSMANLI TARİHİNE

2.3. POSTMODERN KURGU İLE KALEME ALINAN TARİHÎ ROMANLAR

2.3.4. Konu Seçimi

Postmodernizmin etkisiyle kaleme alınan tarihî romanlarda kendilerine kadar gelen süreçte sürekli idealize edilmiş olan tarih anlayışının karşısında, bu tarihin kaydetmediğini iddia ettikleri “öteki”nin merkeze yerleştirildiği bir tarih anlayışı konumlandırılır. Yüceltilen ve öyle olduğuna inandırmak için dayatılan tarih anlayışına karşı farklı bir gözle bakmayı teklif eden bu yeni tarih anlayışındaki yazarlar, idealize edilmiş tarih anlayışında Osmanlı toplumunda yer alan çok katmanlı sosyal hayata yer verilmediği için oluştuğuna inandıkları boşlukları bir nevi doldurmaya çalışırlar.

Tarih, postmodern yazarlar tarafından bu amaçlarının yerine getirilmesi için bir “imge deposu” işlevindedir. Onlar, klasik gerçekçi romancıların aksine tarihi kullanarak okuyucuları da işin içine dahil etme arzusuyla kendi ideallerindeki tarihin

108 altın sayfalarındaki serüvenleri tekrar yaşatıp ideal bir devlet ve toplum nizamı yaratma gayreti göstermezler. Romanlarını postmodern bir tarih anlayışı çerçevesinde kurgulayan bu yazarlar, bugünün gözüyle tarihi yorumlamanın peşindedir. “Böylece tarih bilincinin öngördüğü, ‘her devri kendi tarihî şartları içinde değerlendirme’ kuralının dışına çıkarlar. Tarih, gerçeğin kendisi değildir; o da diğer metinler gibi, bir ‘metin’dir; bir yazıcısı vardır ve tarih bu yazıcının gerçeğidir, tezini ileri sürerler. Bu tez, postmodernist romancıya, tarihe ‘keyfî’ tasarruf imkânı da

vermektedir.”202

İnsanların tarihe daima ilgi duyduğu gerçeğinin bilincinde olan postmodern roman yazarı, romanın tarihe en yakın tür olduğu düşüncesinden hareket ederek eserlerinde nostaljik bir atmosfer yaratıp resmî tarih anlayışının yanında bu şekliyle “bireysel” bir tarih anlayışının da olabileceğini göstermek ister. Bu istek çerçevesinde de yaratılmak istenen atmosfere en uygun düşen “malzemeler”, Osmanlı toplumunun sosyal ve kültürel hayatının içerisinde aranır. Bu durum, bu anlayış doğrultusunda kurgulanan ilk Türk romanı olarak kabul edilen Orhan Pamuk’un “Beyaz Kale” (1985) romanından itibaren bu şekilde olmuştur. Bu romandan itibaren aynı anlayış çerçevesinde yazılan romanlarda alışılagelmiş tarihî romanlardaki gibi Osmanlı’nın kahramanlıkları, savaşları ya da yıkılışına yol açan sebepler ele alınmamış; onların yerine Osmanlı’nın eğitim anlayışı, sanat ve kültürel hayatı, düşünce sistemi gibi olgular romanın merkezine konumlandırılmıştır. Bu yapılırken de yine önceki tarihî romanlarda görülmeye alışkın olunan tek yönlü bir bakış açısı yerine postmodernizmin karakterinde olan çok yönlü ve eleştirel bir bakış açısı tercih edilmiştir.

“90’lı yıllardan önce yazılan romanların çoğunda fark edilen ulusal amaçların roman çerçevesinde değerlendirilmesi, yerini sorgulayıcı, eleştirel, yaratıcı kurgulara bırakmıştır. Osmanlı tarihi sadece resmî kaynaklardaki bilgilerle değil ya da gerçek kavramların sorgulanması eşliğinde konu olmaktadır romanlara. Yazarlar resmî tarih tezlerinin, söylemlerinin aktarımını yapmamaktadır kısaca.

Örneğin. Abdülhamit'in, V. Murat’ın tek taraflı yargılanmaması, tarihte bilinmeyen pek çok yön olabileceği Selim

109 İleri’nin 1997 yılında yayımlanan Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba

İki El Revolver romanında değinilen bir konudur. Selim İleri bu romanında V. Murat’ın özgürlükten yana olduğunu, vatan şairi Namık Kemal'le dostluk ettiğini sonra da çıldırdığını yazan tarih kitaplarına bir eleştiri yöneltir roman kahramanı Cemil Şevket Bey aracılığıyla. Cemil Şevket Bey’e göre tarihî kahramanlar nasıl görünmek istenirse öyle görülür.”203

Postmodern kurgu ile kaleme alınan tarihî romanlarda konunun işlenişi genel itibariyle “Nasıl görünmek istenirse öyle görülür” anlayışının tezahürüdür. Tarih kitaplarında V. Murad’a dair yazılanları, Selim İleri’nin eleştirel bir gözle “gördüğü” gibi, Nedim Gürsel de yüceltilerek insan kimliğinin dışında bir konuma büründürülmüş şekilde tarih kaynaklarında işlendiğini düşündüğü Fatih Sultan Mehmed’i; istenirse farklı bir şekilde “görmek” mümkündür anlayışıyla hiç alışılmadık bir gözle “görmüş”tür. Bu “görme biçimleri”nin örneklerinin sayısını artırmamız mümkündür. Örneklerdeki bu artış doğru orantılı bir şekilde toplumda bu yönlü yazılan tarihî romanlara karşı eleştirel yaklaşma sonucunu doğurmuştur. Bu eleştirel yaklaşım karşısında kendilerine söz hakkı verildiğinde bu yazarlar, romanlarının tarihî bir kaynakmış gibi okunmasının bu sonuçları doğurduğunu dillendirmişlerdir. “Romanda anlatılanlar tarihî gerçeklere ne kadar uyuyor?” yaklaşımının meselenin başlangıcını teşkil ettiğini düşünen Orhan Pamuk, meselenin olumsuzluğundan doğan bir de olumlu getirisi olduğuna inanır:

“Romanda anlatılanlar tarihî gerçeklere ne kadar uyuyor?” tartışması hiç bitmez. Bunda bir görecelik vardır hep. Konstantinopolis’in Bizans’ın başkenti olduğundan -en azından bir dönem için- kuşkumuz yok. Bunu yanlış yazan bir romancıdan kuşkuya düşmekte haklıyızdır. Ama ya bir roman, sorununu bu tür ayrıntıları doğru vermeye dayandırtmıyor gücünü bu ayrıntıların doğru olmasından almıyorsa. Bu noktada işte yazarın hayal gücünün özerkliği sorunu ortaya çıkar. Yazarın gerçeklerden sapabilme gücü, otoritesi ve yetkisinin sınırları neresidir? Kim koyar bu sınırları? Roman sanatı popüler bir sanat olduğu için, şimdi tarif etmeye çalıştığım sorunların tartışması genel okuyucunun önünde yapılır. Bu tatlı bir bulanıklık ve kargaşa şeklinde yaşanır. Çünkü çoğu zaman popüler okur tarihin ayrıntılarına ‘gerçekçi’ bir şekilde uyulup uyulmadığı asabi bir şekilde sorar: ‘Bu gerçekten olmuş mu?’ sorusunu. Yazarın gerçek-hayal karışımının hangi düzeye oturduğunu belirlemek

110 zordur hep. Böylece yazarın hayal gücünün sınırları ile tarihin

belgeye dayanan verileri arasında bir çeşit bitip tükenmez kavga başlar. Yazarın hayal gücünü savunanlarla tarihe saygıyı savunanlar dövüşür. Bu kavga tarihî romanı hep popüler olarak besler. Yani romanları aslında bu kavgalara ilgi duyduğumuz için okuruz.”204

Orhan Pamuk, bu konuda olumlu düşünmek istese de tarihî romanlarda tarihin kendisini arayacak okur kitlesinin varlığından çekincelerini de dile getirerek asıl tehlike olarak gördüğü noktaya dikkat çekmektedir.

“Öte yandan tarihî romanda tarihin kendisini arayan yaygın okur ilgisi tehlikelidir. Çünkü hakiki bir dünya, birinci elden çıkarak yaratılmış bir dünya değildir o. Tarih değil, tarihî romandır. Tarihî romanın tehlikeli noktası işte tam orasıdır: Roman okurken tarih olamama, tarih okurken roman olamama yeri.”205

Orhan Pamuk’a göre yazar, romanın “gerçeklik” dünyası ile tarihin “gerçek” dünyası arasındaki çatışmadan kaynaklanan bu “tehlike” ile başa çıkmayı başarabilirse kendisini kanıtlamayı başarmış demektir. Başlangıcında “kavga” olan bu süreci, kendi istediği mecrada yürüten yazar aslında hem postmodernizmin istediği atmosferi yaratma adına başarı göstermiş hem de kendi yazarlık yeteneğini kanıtlamış demektir.

“O zaman tarih mi hayal mi, roman mı tarih mi, hem roman hem tarih mi kavgaları başlar gene. Unutmayalım ama: bu kavgalar çoğunlukla eğlenceli ve tartışmalar gibi bir yanlış anlamaya dayanır hep. Tarihi ve romanı yanlış anlama. Aslında yaratıcı yazarın özgünlüğü bu yanlış anlamaların sıklığı ve çokluğu ile de kanıtlanmış olur.”206

Orhan Pamuk, bu anlayışla tarih ve roman tartışmasına bakarken kendi romancılığı doğrultusunda tarihi kullanmaktadır. Onun romanlarında tarihin bulunuyor olması bir nevi kendi çıkarlarına hizmet etmesi içindir. Yani onun için tarih, kendisinden önceki anlayışlarda olduğu gibi “ulvî” bir amaç değil, “maddi” bir çıkardır.

204 Orhan Pamuk, “Temel Sorun Gerçekçi Ayrıntıya Saygının Sınırları”, Hürriyet Gösteri, S. 197-

198, s. 72.

205 Orhan Pamuk, a.g.m., s. 72. 206 Orhan Pamuk, a.g.m., s. 72.

111 “Benim için tarih, günümüz gibi anlamlandırılması gereken

bir dünya değildir; yalnızca bir imge deposudur. Hazineden işime yarayacak ne çekip kullanabilirim diye düşünürüm.”207

Bu tutumunun sanatçının yaratıcılık yönü ile çeliştiğini düşünenlere de katılmadığını söyleyebiliriz. Orhan Pamuk, bu yolla pek çok kimseden çok şey aldığını bu durumdan da rahatsızlık değil memnuniyet duyduğunu söyler: “Bir sanat

eseri yaratıyorum. (...) Nereden ne almışım önemli değil.”208

Orhan Pamuk’un postmodernizmin karakterine uygun bir şekilde tarihi romanlarında kullanmasını kendisiyle aynı anlayıştaki yazarlarda da görmemiz mümkündür. Bunu yaparken yukarıda da altını çizdiğimiz üzere tarih, bir üst kültür disiplini olmasının yanında popüler kültür alanlarını da kapsayan bir alandır ve postmodern tarih kurgusu ile kaleme alınan romanlarda tarih ikinci anlayış çerçevesinde ele alınmaktadır.

“Dönemin evlenme, doğum, ölüm, cinsellik, hastalık, eğlence ve gündelik hayatın daha başka eylemlerinin anlatımı da tarihin kapsamı alanına girer. Üstelik bunları anlatan tarihçi, yazdıklarının doğruluğunu müze, arşiv ve kütüphanelerde saklanan belge ve kaynaklara dayanarak ispatlamak gereğini de artık duymaz; çünkü tarihçiler arasında bile kaynaklardan çoğunun şu veya bu şekilde yanlış, eksik, önyargı veya çıkar kaygısıyla ortaya konulduğuna dair görüşler vardır.”209

Sonuç olarak postmodern kurgu ile kaleme alınan tarihî romanlarda Yeni Tarihselci anlayışın söylem ve sorunsalları edebiyat sahasında analitik bir tavırla işlenir. Geçmişin el değmemiş alanlarında postmodern roman için zengin kaynaklar mevcuttur. Romanı için tarihe yönelen ve “imge dükkânı” olarak gördüğü tarihten malzemelerini “seçerek” alan yazar, Yeni Tarihselci bir çözümleme çalışması içerisine girerek tarihin birden çok yorum ve bakış açısı ile yansıtılabileceğini göstermek ister. Bunu yaparken tarihsel olguların kurgusallaştırma sürecini göz önüne sermek ve tarihin geçmişi “gerçek” olarak aktardığı iddialarını yazınsal süreci ön planda tutarak çürütme amacı güder. Dolayısıyla da romanını tarih ve roman

207 Orhan Pamuk, Öteki Renkler, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999, s. 112-113.

208 Yıldız Ecevit, “Orhan Pamuk’un Romanlarında Ana Birleşenler”, Varlık, S. 1063, Nisan 1996, s.

46-55.

112 arasında kültürel bir ürün haline dönüştürme gayretiyle kurgular. Bu yüzden de postmodern tarih romanlarında ele alınan mevzular genellikle Osmanlı toplumunun sosyal ve kültürel hayatından seçilerek işlenir. Bu “seçme” ve “işleme” bu anlayış ile kaleme alınan tarihî romanlarda, postmodernizmin karakteri ve yazarın kendi dünya görüşünü bu karakter doğrultusunda kullanmasından dolayı genellikle Osmanlı tarihine “eleştirel” bir bakış açısı çerçevesinde tahakkuk eder.

Benzer Belgeler