• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL AÇIKLAMALAR ve ĐLGĐLĐ ARAŞTIRMALAR

1.4. Konu ile Đlgili Çalışmalar

Taner ve Gökler “Çocuk istismarı ve ihmali: psikiyatrik yönleri” isimli çalışmalarında çocuk istismarının psikolojik olarak ele alınmasını amaçlamışlardır. Araştırmada çocuk

istismarının fiziksel ve cinsel boyutları incelenerek, bunların çocuk üzerinde bıraktığı etkilerin psikolojik olarak ne yönde olduğu üzerinde durulmuştur. Çocuk istismarı ve ihmali, ana baba ya da bakıcı gibi bir erişkin tarafından çocuğa yöneltilen, toplumsal kurallar ve profesyonel kişilerce uygunsuz ya da hasar verici olarak nitelendirilen, çocuğun gelişimini engelleyen ya da kısıtlayan eylem ve eylemsizliklerin tümüdür. Bu eylem ya da eylemsizliklerin sonucu olarak çocuğun fiziksel, ruhsal, cinsel ya da sosyal açıdan zarar görmesi, sağlık ve güvenliğinin tehlikeye girmesi söz konusudur (Taner ve Gökler, 2004).

Suğur ve “Doğru Koruma Altındaki Çocukların Aile Ve Devlet Algısı Üzerine Bir Araştırma” isimli çalışmalarında koruma altındaki çocukların aile ve devlet algılarını incelemişlerdir. Araştırmaya göre 1980 sonrasında uygulamaya konulan liberal politikalar, sosyal refah devleti olgusunu önemli ölçüde sınırlamıştır. Serbest piyasa odaklı politikaların uygulamaya konulması ile birlikte devletin başta eğitim ve sağlık olmak üzere sosyal harcamalarında önemli kısıtlamalara gidilmiştir. Devletin üzerinde mali açıdan yük olarak görülen sosyal harcamaların azaltılması ile birlikte bireyler, kendilerini sosyal ve ekonomik açıdan daha güvencesiz bir konumda bulmuşlardır. Liberal politikalar özellikle alt gelir grubundaki bireylerin aile yapılarını parçalamış ve buna bağlı olarak bakıma muhtaç durumdaki insanların sayılarının artmasına neden olmuştur. Sosyal ve ekonomik açıdan kendilerini güvencesiz konumda bulan bireyler devletin sosyal korumasına ve bakımına çok daha muhtaç hale gelmişlerdir. Özellikle parçalanmış ailelerin çocukları geleneksel sosyal dayanışma ağlarının da zayıflaması ile birlikte tam bir dışlanmışlık ve terk edilmişlik riski ile karşı karşıya kalmıştır. Araştırmacılar çalışmalarında, çoğunluğu yoksulluk sebebiyle parçalanmış ailelerden gelen ve yetiştirme yurtlarında kalan yoksul, aile içi şiddete maruz kalmış, yardıma muhtaç, kimsesiz kız ve erkek çocukların, aileye, devlete ve sosyal alana ilişkin algıları, kendilerini toplumun neresinde konumlandırdıkları, kurumda bulunmasından kimi sorumlu tuttukları, bu kurumdan ve devletten beklentileri sosyolojik bir bakış açısıyla ele almışlardır (Suğur ve Doğru, 2005).

Akandere, Acar ve Baştuğ “Zihinsel ve Fiziksel Engelli Çocuğa Sahip Anne ve Babaların Yaşam Doyumu ve Umutsuzluk Düzeylerinin Đncelenmesi” isimli araştırmalarında, zihinsel, fiziksel ve zihinsel - fiziksel engelli çocuğa sahip olan

anne-babaların umutsuzluk ve yaşam doyum düzeylerinin belirlenebilmesini amaçlamışlardır. Engelli çocuğa sahip anne-babaların yaşam doyumu ve umutsuzluk düzeyleri; çocuğa ait cinsiyet, yaş, özür grubu ve özel eğitim aldıkları süre ile anne-babalara ait yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir durumları gibi değişkenlere göre karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Araştırmanın örneklemini her üç engel grubundan toplam 300 anne ve baba oluşturmaktadır. Örnekleme alınan anne ve babalara Aile Bilgi Formu ile birlikte, Beck Umutsuzluk Ölçeği ve Yaşam Doyum Ölçeği uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde t testi ve One – Way ANOVA, Tamhane, Ki-kare testleri kullanılmıştır. Araştırmada sonuç olarak zihinsel, fiziksel, zihinsel-fiziksel engelli çocuğa sahip anne- babaların umutsuzluk ve yaşam doyum düzeyleri ile yaş, eğitim, gelir düzeyi, engeli çocuğun cinsiyeti arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Araştırmacılar özürlü çocukların eğitim ve tedavilerinin yapılabileceği kurumların yaygınlaştırılması ve erken dönemlerde anne-babalara, aile eğitimi, bireysel danışmanlık hizmetlerinin verilmesinin ailelerin belirsizlik ve yalnızlık duygularını azaltacağı düşünmektedir (Akandere, ve diğerleri, 2009).

Bulut, “Korunmaya Muhtaç Genç Kızların Ruh Sağlığına Etki Eden Psikolojik Faktörler” isimli çalışmasında korunmaya muhtaç çocukların ruh sağlıklarına etki eden faktörlerin teorik ve uygulamalı olarak incelenmesini amaçlamıştır. Araştırmada bilgi toplama aracı olarak sosyo-demografik özellikler hakkında bilgi almayı amaçlayan kısa bir soru kâğıdı ile Kısa Semptom Envanteri (Brief Symptom Invantory) kullanılmıştır Kısa Semptom Envanteri (Derogatis, 1992), 90 maddelik SCL 90 Semptom Belirleme Listesi üzerine inşa edilmiştir Çeşitli durumlarda psikiyatrik sorunları da yakalamak amacıyla yapılan çalışmalarda isabetli sonuçları olan ekonomik bir ölçek olarak değerlendirilmektedir Ölçek oluştururken SCL 90'ın 9 faktörüne dağılmış olan 90 madde arasından her faktörde en yüksek yükü almış toplam 53 madde seçilmiş ve kısa surede uygulanan benzer yapıda bir ölçek elde edilmiştir Kısa Semptom Envanterinin Türkiye'deki geçerliğim saptamak üzere farklı gruplar üzerinde uç ayrı çalışma yapılmış (Şahin ve Durak, 1994), her uç çalışmada da bu envanterin alt ölçeklerinin Cronbach alfaları oc= 63 ile oc= 86 arasında bulunmuştur Genel puan üzerinden elde edilenler ise oc= 93 ile a= 96 arasındadır Diğer ölçeklerle Kısa Semptom Envanteri arasındaki ilişkiler beklenen yönde anlamlı çıkmıştır (Bulut, 2006).

Büküşoğlu, Aysan ve Erermiş “Okul Fobisi Olan Çocukların Davranışsal Özellikleri, Annelerinin Ruhsal Belirti Düzeyleri Ve Aile Fonksiyonlarının Đncelenmesi” isimli çalışmalarında okul fobisi görülen çocukların davranışsal özellikler, annelerinin ruhsal belirti düzeyleri ve aile fonksiyonlarını incelemişlerdir. Araştırmanın örneklemi 6-11 yaşları arasında 34 kız ve 36 erkek olmak üzere toplam 70 ilkokul öğrencisi ve annelerinden oluşmuştur. Ölçme araçları olarak okul fobisi olan çocuklar için 4-18 Yaş Davranış Değerlendirme Ölçeği (DDÖ), annelerin ruhsal belirti düzeylerini ölçmek üzere SCL-90-R ve aile fonksiyonlarına ilişkin bilgi elde etmek için Aile Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) kullanılmıştır. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda elde edilen veriler çocukların problem davranışları ve aile fonksiyonları ile annelerin ruhsal belirti puan ortalamalarının psikopatoloji düzeyini aşmadığını göstermektedir. Veriler olgu bazında ele alındığında ailelerin ve çocukların yaklaşık dörtte birinin aile işlevleri ve problem davranışları açısından annelerin ise ruhsal belirti düzeylerinin her bir alt ölçek için sağlıklı olduğu saptanmıştır. Bulgular okul fobisinin çok faktörlü olduğunu, her bir olgunun tek başına ele alınması gerektiğini gösterir niteliktedir (Büküşoğlu ve diğerleri, 2001).

Mazıcıoğlu, Baştürk ve Çetinkaya “Dağcılarda Kişilik Yapısının Araştırılması: Kısa Semptom Envanteri” isimli çalışmalarında, sporcularda araştırmada kullanılan Kısa Semptom Envanterinin uygulamasına yer vermişlerdir. Araştırmaya göre yüksek irtifada oksijen saturasyonu düşüklüğüne bağlı olarak birtakım nöropsikiyatrik değişiklikler olduğu bilinmektedir. Bunun bir göstergesi davranış değişiklikleri olup, kişiliği değiştirebilmektedir. Çalışmada, dağcılığa yönelmede kişilik özelliklerinin rolü ve yüksek irtifanın bu özelliklerde ortaya çıkarabileceği muhtemel değişikliklerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Kayseri Hacılar dağcılık kulübü tarafından düzenlenen Erciyes dağı zirve tırmanışına katılmak üzere farklı bölgelerden gelen 29 kişilik dağcı grubu Kısa Semptom Envanteri kullanılarak kişilik özellikleri yönünden değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar, dağcılar; yaş grubu, sigara kullanımı, alkol kullanımı ve meslekleri bakımından benzer özellikte randomize seçilen kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Çalışma grubu ile kontrol grupları arasında sürekli yaşadıkları irtifa, yaşları, sigara, alkol kullanımı ve meslekleri açısından belirgin farklılık gözlenmemiştir. Kısa Semptom Envanteri alt ölçeklerinden; anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk ve Somatizasyon açısından iki grup arasında önemli bir farklılık

saptanmazken; depresyon, fobik anksiyete, hostilite, kişiler arası ilişkilerde duyarlılık, paranoid düşünceler, psikotizm alt ölçekleri ile üç global indeksten; semptom rahatsızlık indeksi ve rahatsızlık ciddiyeti indekslerinde dağcılarda belirgin şekilde yüksek skorlar elde edilmiştir. Yüksek irtifada gözlenen kişilik özelliklerinin normal popülâsyondan farklılık gösterdiği ortaya konmakla beraber bu farklılığın ne kadarının yüksek irtifaya bağlı değişiklikler, ne kadarının kalıcı kişilik özellikleri olduğu tırmanış öncesi Kısa Semptom Envanteri uygulanamaması nedeniyle ayırt edilememiştir. Yapılan çalışmalar yüksek irtifada oksijen saturasyonunun düşmesine bağlı oluşan beyin hipoksisi sonucunda nöropsikiyatrik değişikliklerin oluşabildiğini ve bunların kısa süre sonra kaybolabildiğini veya bir kısmının uzun süre kalabildiğini göstermiştir. Buradan hareketle dağcılarda görülen davranış değişikliklerinin “akut organik kişilik sendromu” olarak kabul edilebileceğini ve bunun geçici ya da sürekli olabileceğini düşündürmüştür. Bulgularımız; yüksek irtifada oluşan organik değişiklikler veya dağcıların temel kişilik özellikleri ile bağlantılı olarak kısa Semptom Envanterlerinde dağcı olmayanlara göre farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur (Mazıcıoğlu, Baştürk ve Çetinkaya, 2000).

Aytekin “1914-1924 Yılları Arasında Korunmaya Muhtaç Çocuklar Ve Eğitimleri” isimli yüksek lisans tezinin I. Bölümünde, Tanzimat’tan I. Dünya Savası’na kadar korunmaya muhtaç çocukların eğitimi konusu işlemişlerdir. Bu bölümde, Mithat Paşa’nın Tuna Valiliği görevinde iken kurduğu ıslahhanelerinin faaliyetleri, Darüşşafaka, Darülacezeve Darülhayr-ı Âli’nin kimsesiz çocuklar ve bakıma muhtaçlar hakkındaki faaliyetleri, ilgili başlıklar altında incelenmiştir. II. Bölümde, I. Dünya Savaşı esnasında kimsesiz çocukların eğitimi konusu islenirken, Darüleytamların kuruluşu, işleyişi, öğretmen ve öğrenci özlük işlemleri ile verilen eğitimler, yurtdışına staj ve eğitim amaçlı gönderilen öğrencilerin durumları arşiv belgelerine ve gazetelere göre araştırılarak anlatılmıştır. III. Bölümde ise, milli mücadeleden Cumhuriyet’e kadar kimsesiz çocukların eğitimi ile ilgili faaliyetler işlenmiş olup, bu bölümde Himâye-i Etfal Cemiyeti, Gayr-i Müslim Yetimhaneleri, Kâzım Karabekir’in eğitim faaliyetleri ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ortaya çıkışı ile Atatürk’ün yetim çocukların himayesine verdiği destekler ele alınmıştır (Aytekin, 2006).

Şenocak “Korunmaya muhtaç Çocuklar: Đstanbul Yetiştirme Yurtları Üzerine Bir Alan Araştırması” isimli yüksek lisans tezi çalışmasında yetiştirme yurtlarının durumlarını incelemiştir. Araştırmaya göre korunmaya muhtaç çocuklara yönelik sosyal hizmetler çerçevesinde öncelikle aile refah hizmetlerine önem vermek gerekmektedir. Öte yandan, korunmaya muhtaç duruma gelmiş çocuğun öz ailesi yanında bakım ve korunmasını sağlayıcı hizmetlere öncelik verilmelidir. Çünkü aile, çocuk için en ideal ortamdır. Ancak, bu gerçekleşemiyorsa kurum bakımı, koruyucu aile uygulaması ve evlatlık gibi değişik bakım türlerine başvurmak faydalı olacaktır. Ülkemizde, hakkında korunma kararı alınan korunmaya muhtaç çocuklara yönelik hizmetler, 1983 yılında çıkarılan 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu hükümlerine göre yürütülmektedir. Ne var ki veriler, mevcut yapının, sorunların üstesinden gelinmesinde yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır. Zira, ülkemizde 550 bin civarında olduğu tahmin edilen korunmaya muhtaç çocuklardan sadece 19.233’üne hizmet verilebilmektedir (Şenocak, 2005).

Karatay “Cumhuriyet Dönemi Korunmaya Muhtaç Çocuklara Đlişkin Politikanın Oluşumu” isimli yüksek lisans tezi çalışmasında Osmanlı Devletinden günümüze geçişe kadarki süreçte korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin izlenen kamu politikaları üzerinde durmuştur. Türkiye’deki korunmaya muhtaç çocukların devletin koruyucu sisteminin dışında kalmışlık durumu, Batıdaki modernleşme süreçleri sonunda ortaya çıkan çocuk koruma modelleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Đlk bölümde modernitenin paradoksal bir süreç olarak toplumsal sorunlar üretirken öte yandan da toplumun kendini koruma refleksi içinde ‘koruyucu’ dinamikler ortaya çıkardığı ve Batı’da bu sürecin nasıl bir çocuk koruma sistemi doğurduğu tarihsel süreç izlenerek gösterilmektedir. 20. yüzyıl başına şekillenen çocuk merkezli yaklaşımlar ‘çocuk koruma sistemi’ (child protection), 20. yüzyılda refah devleti ve kamunun etkinliğinin artmasına paralel olarak ortaya çıkan ve çocuğu aile içinde korumayı hedefleyen dönem ise ‘çocuk refahı’ (child welfare) dönemi olarak adlandırılmıştır. Đkinci bölümde, Tanzimat döneminden itibaren çocuk korunmasında artan kurumsallaşmanın ‘savaşlar dönemiyle birlikte gerilemeye başladığı görülmektedir. II. Meşrutiyet döneminin kritik bir dönemeç olduğu; bu dönemde devletin zorunlu haller dışında (savaş yetimlerinin korunması gibi) çocuk koruma alanında yer almadığı ve bu politikanın Cumhuriyet döneminde 1949 yılına kadar

devam ettiği söylenebilir. Üçüncü bölümde, Cumhuriyet dönemindeki hızlı okullaşmayla çocuk yoksulluğunun görünürlük kazanması sonucu devletin ilgisinde artış olduğu tespit edilmektedir. Ayrıca 1940’lı yıllarda başlayan mevzuat çalışmaları ve ilk kanunların meclisteki görüşme serüveni daha sonraki çocuk koruma sisteminin dilini ve kurumsal zeminini oluşturduğu görülmektedir. Bunun yanında 1940’lı yıllara kadar çocuk sorunu bir nüfus artışı sorunu olarak algılanırken, daha sonra daha çok ‘kimsesiz’, ‘terk edilmiş’ ya da ‘sokak çocukları’ şeklinde tanımlanmaya başladığı tespit edilmiştir (Karatay, 2007).

Özşenol ve arkadaşları, “Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin Aile Đşlevlerinin Değerlendirilmesi” isimli çalışmalarında, bakıma muhtaç çocuklar sınıfından olan engelli çocuğa sahip ailelerin aile işlevlerini ve bu işlevlerin çocuk üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Araştırmaya göre Engelli çocuğa sahip ailelerin birçok problemi olabilmektedir. Bu araştırma, engelli çocuğa sahip ailelerin aile işlevlerine etkide bulunan değişkenlerin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Veri toplama aracı olarak Anket Formu ve aile işlevlerinin değerlendirildiği Aile Değerlendirme Ölçeği kullanılmıştır. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD Başkanlığı polikliniğinden hizmet alan 145 engelli çocuk ailesine anket formları dağıtılarak değerlendirilmiştir. Anne grubunda çocuğun özründen dolayı kendini suçlamanın genel fonksiyonu, rolleri ve emosyonel reaksiyonları etkilemiştir. Baba grubunda çocuğun özründen dolayı eşi suçlama genel fonksiyonu, emosyonel fonksiyonu ve iletişimi etkilemiştir.

Bu çalışma, engelli çocuğa sahip ailelerin sağlıksız olduğu boyutların belirlenmesine, güçlendirilmesine ve sorunlarının çözülmesine ihtiyaç olduğunu göstermiştir (Özşenol ve arkadaşları, 2003).

Özmen “Aile Đçinde Öfke ve Saldırganlığın Yansımaları” isimli çalışmasında aile içi öfke ve saldırganlığın çocuk üzerindeki etkilerini araştırmıştır. Araştırmada belirtildiği kadarı ile Literatür incelendiğinde, aile içinde öfke ve saldırganlığın çoğunlukla kadınlar olmak üzere eşler ve çocuklara yöneltildiği görülmektedir. Bu makalede, aile içinde öfke ve saldırganlık yaşantıları üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede, öfke ve saldırganlık kavramlarının ne olduğu, aile içerisinde ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler, aile içerisinde öfke ve saldırganlık içeren davranışların özellikle çocuklar