• Sonuç bulunamadı

Adli kontrol bir koruma tedbiridir ve koruma tedbirlerinin ortak özel- likleri gereği bu tedbirler ancak belirli bir süre için uygulanabilen tedbirlerdir.

Adli kontrol tedbirlerinde süre konusunda CMK, Anayasa ve AİHS metinleri incelendiğinde adli kontrol tedbirleri ile ilgili belirli bir süre sınırının düzenlenmemiş olduğu görülmektedir. CMK’da, adli kontrol kararının uygulanması ve sona erdirilmesi yahut da belirli aralıklarla bu kararın ve koşullarının kontrol edilmesine ilişkin olarak herhangi bir düzenlenme yer

127 CMK’nın çeşitli maddelerinde yasal yardım ile ilgili çeşitli düzenlemelerin olduğu görülmektedir. Örneğin; gözaltı koruma tedbiri bakımından CMK md.91/7; tutuklama koruma tedbiri bakımından CMK md.101/3 gibi. Ayrıca müdafi seçimi, görevlendirilmesi, müdafiinin görev ve yetkileri de CMK’da ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. bkz. CMK md.149-156.

128 Bkz. Dayanan v. Türkiye, no.7377/03, 13 Ekim 2009, pr.30 ve bu kararda yer verilen içtihat hukuku. Ayrıca bkz. Karadağ v. Türkiye, no.12976/05, 29 Nisan 2010, pr. 46; Bouamar v. Belçika, no.9106/80, 29 Şubat 1988, pr.60.

almamaktadır.129 Anayasa ve AİHS açısından da durum benzerdir; Anayasa

ve AİHS’de adli kontrol koruma tedbiri ile ilgili olan hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel düzenlemeler geçerlidir. Ayrıca AİHS’nin doğrudan taraf devletlere yasal düzenlemelerinde belirli bir süre sınırı konulmasına ilişkin bir yükümlülük getirdiği söylenemez.

AİHM kararları incelendiğinde de, konunun daha çok özgürlükten yoksun bırakılma hallerinde AİHS’nin 5/3. maddesi kapsamında makul bir süre içinde yargılanma ve salıverilme hakkı ile bağlantılı olarak ve Sözleşmeye ek 4 nolu protokolün 2. maddesi kapsamına giren durumlarda da bu hak ve özgürlüğe yapılan müdahalenin ölçülüğü konusunda gündeme geldiği söylenebilir.

Öncelikle makul süre değerlendirmesini her somut olayın özelliğine göre belirli kriterler çerçevesinde yapan AİHM’nin içtihatlarına göre, ulusal mevzuatlarda açıkça bir süre belirtilmemiş olmasının tek başına AİHS’nin ihlaline sebebiyet vermeyeceği belirtilmelidir. Bununla birlikte AİHM’nin bu

konuda yerleşmiş içtihatları kapsamında bu makul sürenin

değerlendirilmesinin zorunlu olduğu ise ayrıca vurgulanmalıdır.

Konu, Sözleşmeye ek 4 nolu Protokolün 2. maddesi açısından ele alındığında da AİHM’nin tedbirin uzun süre uygulanması konusunu ölçülülük kapsamında değerlendirdiği görülmektedir.130 AİHM, örneğin, belirli bir

yerleşim bölgesini terk etmemek şeklindeki yükümlülüğün süresinin yaklaşık 14 yıl131, 10 yıl132 ve 5 yıl133 gibi süreleri aştığı tespiti yaptığı olaylarda bu

süreleri açıkça orantısız bulmuştur.

AİHM süre konusunda ölçülülük ile ilgili yapmış olduğu değerlendirmelerde, sürenin hesabında yükümlülüğün uygulandığı tüm süreci dikkate almakta ve bu tedbirin haklılığı konusunda yeterli gerekçeler olup olmadığına bakmaktadır.134 Ayrıca kamu yararı ile bireyin özgürlükleri

arasındaki adil dengenin sağlanmasına da vurgu yapmaktadır.135

129 Bu konuya ilişkin eleştiriler için bkz. Centel, 2006, s.849.

130 Örneğin bkz. Prescher v. Bulgaristan, no. 6767/04, 7 Haziran 2011, pr.48. 131 Bkz. Luordo v. İtalya, no.32190/96, 17 Temmuz 2003, pr.96.

132 Riener v. Bulgaristan, no.46343/99, 23 Mayıs 2006, pr.106 ve 130.

133 Prescher v. Bulgaristan, no.6767/04, 7 Haziran 2011, pr.47 ve 52; Miażdżyk v. Polonya, no.23592/07, 24 Ocak 2012, pr.34.

134 Prescher v. Bulgaristan, no.6767/04, 7 Haziran 2011, pr.51.

135 Prescher v. Bulgaristan, no.6767/04, 7 Haziran 2011, pr.44; Miażdżyk v. Polonya, no.23592/07, 24 Ocak 2012, pr.41.

Ulusal hukukumuz bu konuda ele alındığında, AİHS kapsamında doğrudan bir çatışmanın olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin korunması için bu konuda Kanun’da açık bir düzenleme yapılarak süre sınırı getirebileceği gibi buna gerek olmadan da bu güvencenin sağlanabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Mevcut düzenlemeler kapsamında bu sonuca ulaşılmasında en önemli neden bir koruma tedbiri olan adli kontrolün, niteliği gereği zaten geçici olmak zorunda olmasıdır. Bu itibarla da, adli kontrol uygulanmasını gerektiren koşullar ortadan kalktığında ve hedeflenen amaca ulaşıldığında adli kontrol tedbirine son verilmelidir. Bir diğer açıdan da adli kontrolün pek çok temel hak ve özgürlüğe müdahale niteliğinde olduğu gözetilerek, gerek bu hak ve özgürlüklerin sınırlanması konusundaki ilkenin gerek makul sürede yargılanma, serbest bırakılma hakkı gibi temel ilkelerin bu tedbirin uygulanacağı süre bakımından da dikkate alınması gerekmektedir. Her ne kadar AİHM içtihatları gereği, CMK’da bu konuda bir üst sınır düzenlenmemiş olması tek başına AİHS ihlali olarak değerlendirilemeyecekse de makul sürenin dikkate alınmaması ve tedbirin uzun sürmesi ölçülü olma özelliğini etkileyecek ve AİHS’nin ihlaline sebebiyet verebilecektir. Bu nedenlerle de, AİHM’nin hem özgürlükten yoksun kılmanın makul sürede olmasına ilişkin hem de ölçülülük konusundaki içtihatları adli kontrol tedbiri hakkında karar verecek hakim veya mahkeme tarafından dikkate alınmalı, adli kontrol tedbirinin uygulanmasında da AİHM tarafından benimsenen kriterlerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yorum kural olarak, adli kontrolün ilgili olduğu her bir hak ve özgürlük bakımından belirlenen AİHM’nin yerleşmiş yaklaşımı için de geçerlidir. Bu itibarla da adli kontrol tedbirlerinin süresi konusunda AİHM içtihatlarının dikkate alınması ve bu şekilde her bir somut olayın kendine özgü koşulları içinde temel hak ve özgürlükler lehine mevcut düzenlemeler kapsamında yorum yapılması mümkündür.

Vurgulamak gerekir ki; bu değerlendirmeiz, yalnızca adli kontrol koruma tedbirine karar verilirken değil karar verildikten sonra bu şartların devam edip etmediğinin makul aralıklarla denetlenmesi bakımından da geçerlidir.136