• Sonuç bulunamadı

Hipodonti (diş eksikliği) genellikle ailesel olmasına rağmen, ailesel geçmiş olmadan da ortaya çıkabilmektedir. Daha ziyade yalnız başına görülse de hipodonti bir sendromun göstergesi olarak da meydana gelebilir. Özellikle de ektodermal displazinin bir türünde bu durum söz konusudur. Hipodonti vakalarının çoğunda genetik faktörlerin fazlaca rol oynadığına inanılmaktadır. Hipodontili hastaların büyük kısmında genel eğilim mevcut dişlerin meziyo-distal boyutlarının da göreceli olarak küçük olması (özellikle diş eksikliği çoksa) şeklindedir. Hipodontinin en yaygın görülen şekillerinden biri (3. molarlar hariç) maksiller yan kesici dişlerin eksikliğidir. Bu eksiklik bazen tek bazen de iki taraflı olarak karşımıza çıkmaktadır (Hartsfield 2005).

Genel bir kural olarak, eğer sadece bir veya birkaç diş eksikse, eksik diş hangi tip diş grubundaysa o grubun en distalindeki diştir. Eğer molar diş konjenital olarak eksikse, bu hemen daima üçüncü molardır; eğer bir kesici diş eksikse, bu da yine hemen daima yan kesici diştir; eğer eksik olan bir premolarsa, bu genellikle birinci premolardan ziyade ikinci premolar diş olacaktır. Nadiren yalnız kanin dişinin eksikliği de görülmektedir (Proffit 1993).

Diş fazlalığı (süpernümerer dişler) veya diğer bir deyimle artı dişler; süt dişlerinde daha az, sürekli dişlerde daha fazla görülmektedir. Artı dişler belki biraz daha küçük fakat

normal şekilde (morfolojisi normal) olabildikleri gibi, morfolojik yapıları bozuk olarak da (örneğin konik kronlu) görülebilmektedir. Özellikle sürekli üst orta kesici dişler arasında görülen ve bu nedenle de meziyodens adı verilen artı dişlerin kronları konik bir yapıda olmaktadır (Ülgen 2000).

Bir veya daha fazla dişin agenezisi (konjenital diş eksikliği), insan dişsel gelişiminde görülen en yaygın anomalidir. Diş agenezisi yaygın olarak belirli birkaç dişte görülür ve bu normal bir değişim olarak kabul edilmiştir. Daimi dentisyon, süt dentisyonundan daha fazla etkilenmektedir. Genel populasyonda daimi diş agenezis oranı % 1.6-% 9.6 arasında değişmektedir (3. molarlar hariç). Süt dentisyonunda ise bu oran % 0.5-% 0.9 olmaktadır. Ciddi diş agenezis durumu ise (3. molarlar hariç 4 veya daha fazla diş eksikliği) genel populasyonda % 0.25 olarak rapor edilmiştir (Vastardis 2000).

Bredy ve ark (1991), 2550 ortodonti hastasının 20 yaş dişlerinin varlığı ve yokluğu durumundaki hipodonti oranlarını incelemişlerdir. Diş agenezisi (3. molarlar hariç) % 9.7 ile 248 hastada gözlenmiştir. Üçüncü molarların hepsinin birden ağızda bulunduğu hasta grubunda agenezis görülme sıklığı ise % 5.9 (1634 hastada 97 kişi) olarak belirlenirken, bir veya daha fazla 3. moların eksikliği durumundaki genel agenezis oranı % 27.6 ile daha yüksek değerde bulunmuştur.

Thilander ve ark (2001)’nın gerçekleştirdikleri araştırmada, konjenital diş eksikliği ve fazlalığı da değerlendirilmiştir. Buna göre, 3. molarlar dahil edilmediğinde, konjenital diş eksikliğinin toplamdaki ortalama oranı % 3.2 olarak bulunmuştur. Eksikliği en fazla kaydedilen diş, mandibular 2. premolar (% 0.9) olmuştur ve bunu takiben sırasıyla; alt kesici diş (% 0.7), maksiller yan kesici diş (% 0.6), maksiller 2. premolar (% 0.5) ve diğer dişlerin (% 0.5) eksikliği gözlenmiştir. Bulunan artı dişlerin (% 1.8) hemen hepsi meziyodenslerden oluşmaktayken, sadece birkaç tanesi alt çenede molar diş yanı veya arkasında gözlenmiştir.

Willems ve ark (2001)’nın, 1477 bireydeki kapsamlı çalışmalarının sonuçlarına göre agenezis oranı (3. molarlar hariç) % 10 olarak belirlenirken, artı diş sıklığı sadece % 2 değerinde tespit edilmiştir.

Ülkemizde, Göyenç (1990)’in doktora tez çalışmasında, konjenital diş eksikliği olguları dişsel ve iskeletsel olarak değerlendirilmiştir. Araştırmaya yirmi yaş dişleri dahil edilmemiştir. Buna göre, tümü konjenital diş eksikliğine sahip, 55’i kız, 28’i erkek, toplam 83 bireyde 188 dişin konjenital eksikliği saptanmıştır. Bu 188 dişin 132’si kızlarda, 56’sı

da erkeklerde konjenital eksik olarak belirlenmiştir. Alt çenede 75 (% 39.89), üst çenede ise 113 (% 60.11) diş eksikliği saptanmıştır. Kız ve erkeklerde orta kesici dişlerin eksikliğine rastlanmamıştır. Üst yan keser kızlarda 49 (% 37.12), erkeklerde 21 (% 37.5), toplam 70 (% 37.2) konjenital eksiklik göstermiştir. Üst köpek dişi eksikliği sadece kızlarda tek bir dişte görülmüştür (% 0.76). Üst birinci küçük azı kızlarda 4 (% 3.03), erkeklerde 2 (% 3.57), toplam 6 (% 3.19) eksiklik göstermiştir. Üst ikinci küçük azı kızlarda 22 (% 16.67), erkeklerde 8 (% 14.28), toplam 30 (% 15.96) konjenital eksiklik göstermiştir. Üst birinci büyük azı sadece kızlarda 3 (% 2.27) ve üst ikinci büyük azı da sadece kızlarda 3 (% 2.27) eksiklik göstermiştir. Alt orta keser diş kızlarda 6 (% 4.55), erkeklerde 5 (% 8.93), toplam 11 (% 5.85) eksiklik göstermişken, alt yan keser dişin eksikliğine rastlanmamıştır. Alt köpek dişi kızlarda 2 (% 1.52), erkeklerde 2 (% 3.57), toplam 4 (% 2.13) eksiklik göstermiştir. Alt birinci küçük azı sadece kızlarda 2 (% 1.52) eksiklik göstermiştir. Alt ikinci küçük azı kızlarda 33 (% 25), erkeklerde 18 (% 32.14), toplam 51 (% 27.13) eksiklik göstermiştir. Alt birinci büyük azı sadece kızlarda 2 (% 1.52) ve alt ikinci büyük azı yine sadece kızlarda 5 (% 3.79) konjenital eksiklik göstermiştir.

Sarı ve ark (2003), Konya yöresindeki araştırma bulgularına göre, konjenital diş eksikliğinin % 3.05 oranında gözlendiğini bildirmişlerdir.

Meza (2003), 9-20 yaş grubunda 668 Meksikalı hastanın panoramik radyograflarını incelemiş, maksiller ve mandibular hipodontiyi araştırmıştır. İnceleme sonuçları, tüm dişler dikkate alındığında hipodonti oranının % 27, üçüncü molarlar hariç tutulduğunda ise % 2.7 olduğunu göstermiştir. Ulaşılan değerler, Meksika toplumunda konjenital eksikliğin, en çok 3. molar dişlerde, daha sonra maksiller lateral kesici dişlerde ve takiben mandibular 2. premolar dişlerde görüldüğünü onaylamaktadır.

İzlanda’da yapılan bir hipodonti prevelans çalışmasında, 8-16 yaş arasında olan 1116 çocuk (521 erkek ve 595 kız) değerlendirilmiştir. Buna göre, konjenital diş eksikliği (2. ve 3. molarlar hariç) oranı toplam % 7.9 bulunmuştur. Sırasıyla en çok eksik olan dişler; mandibular 2. premolarlar (kızlarda % 55-erkeklerde % 51), maksiller 2. premolarlar (kızlarda % 19-erkeklerde % 18) ve maksiller lateral kesici dişlerdir (kızlarda % 18- erkeklerde % 10). İzlandalı çocuklar arasında daimi dişlerde hipodonti ve/veya konjenital malformasyon oranı ise % 9.1 bulunmuştur (Magnusson 1977).

Portekiz’deki bir üniversite kliniğinde yapılan, maksiller lateral kesici diş agenezisi ile ilgili bir prevelans çalışmasında, 1993-2000 yılları arasında, yaşları 3-71 aralığında

olan, tam 16771 hastanın panoramik filmi değerlendirilmiştir. Konjenital lateral eksikliği 219 hastada tespit edilmiştir (% 1.3). Bu dişlerin bilateral olarak eksikliği % 44.7, tek taraflı eksikliği ise sağda % 33 solda % 21.9 oranında hesaplanmıştır. Tek taraflı lateral kesici diş eksikliği görülen 121 vakada, ağızda bulunan tek lateral dişte mikrodonti görülme oranı % 57 olarak belirlenmiştir (Pinho ve ark 2005).

Stamatiou ve Symons (1991), 112 hastada (70 kız, 42 erkek) konjenital lateral kesici diş eksikliğini detaylı olarak incelemişlerdir. Değerlendirme sonucunda, konjenital lateral kesici diş eksikliğinin en sık görülen halinin, maksiller lateral kesici dişlerin her ikisinin birden eksik olduğu durum olduğunu belirtmişlerdir (hastaların % 91’inde). Mandibular lateral kesici dişlerin konjenital eksikliğinin ise, nadir görülen bir durum olduğu kaydedilmiştir.

Basdra ve ark (2001)’nın, malokluzyonlar ile konjenital diş anomalileri arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmalarında, yaşları 7.2-42.8 olan, 200 (110 kız, 90 erkek) Sınıf III hasta ile yaşları 8.1-45.8 olan, 215 (101 kız, 114 erkek) Sınıf II, bölüm 1 hastası değerlendirilmiştir. Muayene sonuçlarına göre, maksiller yan kesici dişlerin agenezisi, Sınıf III malokluzyonlu 11 hastada (% 5.5) görülmüştür ve eksikliğin tek veya çift taraflı olması, hemen hemen eşit değerde bulunmuştur. Eksikliğin sağ veya solda yer alması bakımından ise hiçbir farklılık kaydedilmemiştir. Sınıf II, bölüm 1 malokluzyonlu hastaların ise, 4’ünde (% 1.9) maksiller yan kesici diş agenezisi belirlenmiş, eksiklik ya çift taraflı ya da sağ tarafta tek diş eksikliği olarak görülmüştür. Araştırmada, üçüncü molarların dahil edildiği genel konjenital diş eksikliğine, 14 yaşın üstündeki bireylerde (189 kişi Sınıf III, 200 kişi Sınıf II,1) bakılmış, ancak oranlamalar tüm bireylerin içinde yapılmıştır. Buna göre, tüm dişlerin dahil olduğu konjenital diş eksikliği, Sınıf III malokluzyonlu 32 hastada (% 16) ve Sınıf II, bölüm 1 malokluzyonlu 27 hastada (% 12.5) gözlenmiştir. Sınıf III malokluzyonlu hastalarda bulunan artı dişlerin (% 3.5 oranıyla 7 hastada) hepsi maksillada yer almaktayken, mandibulada hiç artı dişe rastlanmamıştır. Artı dişlerin çoğunluğu, maksiller anterior bölgede (yarısından fazlası meziyodens) olacak şekilde gözlenmiştir. Sınıf II, bölüm 1 malokluzyonlu hastalardan ise, % 1.4 oranıyla 3 kişide artı diş belirlenmiştir.

Onyeaso ve ark’nın 2002 yılı çalışmalarında artı dişler de değerlendirilmiş ve % 0.7 oranında bulunduğu gözlenmiştir.

Gabris ve ark (2001)’nın araştırmasında 6-18 yaş grubunda 1875 çocuk ve gençten alınan panoramik radyograflar analiz edilmiştir. Artı diş görülme sıklığı % 1.92 olup, sırasıyla en çok meziyodens, lateral kesiciler ve santral kesiciler görülmektedir. Maksilladaki ortaya çıkma oranı % 77.8 iken bunların çoğu (% 97.2’si) maksiller anterior bölgede yer almıştır.

Bilindiği gibi “Meziyodens” terimi, maksillanın orta hattında ve 2 santral kesici diş arasında yer alan artı dişler için kullanılır. Oluşum sebebi tam olarak anlaşılmamakla beraber dental laminanın proliferasyonunun ve genetik faktörlerin etkili olduğu tahmin edilmektedir. Meziyodens daimi kesicilerin sürme gecikmesine veya ektopik erüpsiyonuna sebep olabilir ki bu da ilerideki okluzyonu ve ağzın görünümünü etkileyebilir. Bu sebeple erken teşhis önemlidir. Toplumda meziyodens görülme sıklığının yaklaşık % 0.15-% 1.9 arası olduğu tahmin edilmektedir (Russel ve Folwarczna 2003).

Son yıllarda yapılan klinik ve radyografik bir çalışmada 4-26 yaş arası 40 meziyodensli birey incelenmiştir. Sonuçta 40 hastanın 10 tanesinde (% 25) 2 adet meziyodens olduğu gözlenmiştir (Kim ve Lee 2003).

Benzer bir retrospektif çalışmada 30 meziyodens vakası incelenmiş, meziyodenslerin % 64’ünün gömülü, % 36’sının sürmüş olduğu ve % 66.6 bireyde de 2’şer meziyodens bulunduğu ifade edilmiştir (Roychoudhury ve ark 2000).

Valmaseda-Castellon ve ark (2001)’na göre, meziyodens ve 4. molarlardan sonra en sık görülen diş fazlalığı artı premolarlardır. Fazla premolarların genel populasyonda görülme oranı % 0.09-0.64’tür.

Benzer Belgeler