• Sonuç bulunamadı

GEREÇ VE YÖNTEMLER

KOMPLİKASYONLAR GÖZ SAYISI (%)

Plansız Arka Kapsül Perforasyonu 12 (14.1)

Vitreus kaybı 6 (7.0)

Ön Kamaraya Hemoraji 5 (5.9)

Desme Dekolmanı 5 (5.9)

Ön Kapsüloreksisin Perifere Kaçması 5 (5.9)

İris Problapsusu 5 (5.9)

İris Sfinkter Rüptürü 4 (4.7)

Göz İçi Basınç Yüksekliği 4 (4.7)

Skleral Kollaps 3 (3.5)

Endotel Toksisitesi 1 (1.2)

Kornea Ödemi 1 (1.2)

Formol Toksisitesi 1 (1.2)

Çalışmadaki 85 gözün 56’sında (%65.9) operasyon sırasında primer arka kapsülotomi yapılırken, 29’unda (%34.1) arka kapsülün bütünlüğü korundu. Arka kapsülotomi yapılan gözlerde, olgu en az 1 aylık, en fazla 281 aylıktı. Arka kapsülotomi yapılan olguların yaş ortalaması 72.95 ± 66.9, takip süresi ortalaması 74.37 ± 59.73 aydı. Arka kapsülü intakt bırakılan olguların yaş ortalaması 96.24 ± 76.52, takip süresi ortalaması 134.89 ± 75.87 aydı.

Primer arka kapsülotomi yapılan 56 gözün 39’una (%69.6) aynı seansta ön vitrektomi uygulandı.

Katarakt cerrahisi sonrasında afaki düzeltmesinde kontakt lens kullanılan toplam 29 göz vardı. 29 gözün 16’sında (%55.2) Silsoft, 7’sinde (%24.1) Adypi E, 6’sında (%20.7) ise Weicon CE marka kontakt lensler, günün teknolojisine ve şartlarına göre tercih edilmişti. 29 gözün 9‘unda (%31), ortalama 44 ± 32.4 ay sonra (en erken 1 ay, en geç 105 ay sonra) yüzeyel korneal vaskularizasyon, dev papiller oluşum, keratit gibi kontakt lens intoleransı bulguları gelişti. Kontakt lens intoleransı gelişmeyen olgularımız da, maddi yetersizlik ya da sık kaybetme gibi nedenlerle, kontakt lenslerini uzun süre kullanamadılar. Kontakt lens

44

intoleransı gelişen 9 gözden 2’sine takip eden zamanda sekonder GİL implantasyonu uygulanırken, 7’sinde gözlük, afaki düzeltme yöntemi olarak değiştirildi.

Katarakt cerrahisi sonrasında afak bırakılan 35 gözün 10’una (%28.6), takip eden zamanda sekonder göz içi lens implantasyonu gerçekleştirildi. Katarakt cerrahisinden sonra bu 10 gözün 2’si gözlükle, 8’i ise kontakt lens ile tashih edilirken, takip süresinde sekonder GİL implantasyonu için uygun görüldüler. Sekonder GİL implantasyonu, olgu en erken 32 aylık, en geç ise 280 aylık iken uygulandı (Ortalama 118.5 ± 67.14 ay). Sekonder GİL implantasyonu katarakt cerrahisinden en erken 1 ay, en geç ise 216 ay sonra gerçekleştirilmiş olup, GİL implantasyonu ile katarakt cerrahisi arasında geçen süre ortalaması 92.30 ± 60.05 ay, ortanca değeri 95 aydı.

Katarakt cerrahisi sonrasında 64 gözde (%75.3) komplikasyon gelişirken, 21 gözde (%24.7) komplikasyon gelişmedi (Tablo 18).

Tablo 18. Katarakt cerrahisi sonrasında komplikasyonların dağılımı KATARAKT CERRAHİSİ SONRASI

KOMPLİKASYONLAR GÖZ SAYISI (%)

Arka Sineşi 25 (29.4)

Arka Kapsül Opasitesi (Sekonder Katarakt) 22 (25.9) Ön Kamarada Sekonder Membranlar 21 (24.7)

Periferik Ön Sineşi 16 (18.8)

Primer Arka Kapsülotomi Sonrasında Gelişen

Arka Kapsül Opasitesi (Tersiyer Katarakt) 15 (17.6)

Glokom 10 (11.8)

Stromal İris Atrofisi 8 (9.4)

Ön Kamarada Vitre Varlığı 8 (9.4)

GİL Dislokasyonu 3 (3.5)

Retina Dekolmanı 1 (1.2)

Arka kapsülotomi ile birlikte ön vitrektomi de yapılan 39 gözün 4‘ünde (%10.3) tersiyer katarakt gelişirken, sadece primer arka kapsülotomi yapılan 17 gözün ise 11’inde (%64.7) tersiyer katarakt geliştiği görüldü.

Mikroftalmik 12 gözün 4’ünde (%33.3) glokom gelişirken, mikroftalmik olmayan 73 gözün ise sadece 6’sında (%8.2) glokom gelişmiş olduğunu kaydedildi.

45

Operasyon sonrası glokom gözlenen 10 gözün 6’sının 6 aydan önce, 8’inin ise 8 aydan önce opere edilmiş olduğunu gördük.

Operasyon sonrası vizyonu alınabilmiş ve komplikasyon gelişmiş 60 gözün %40’ında, komplikasyonsuz 21 gözün ise %57.1’inde operasyon sonrası EİDGK, 0.5 ve üzerinde ölçüldü (Tablo 7).

46

TARTIŞMA

Doğumsal ve gelişimsel kataraktlar, günümüzde halen çocukluk çağının önemli körlük nedenlerinden biridir. Her ne kadar cerrahi teknikler ve görsel rehabilitasyon yöntemlerinde büyük ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, çocukluk çağı kataraktlarında tedavi ve rehabilitasyon, halen oldukça zor bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır (69).

Lökokori, şaşılık ve görme azlığı, doğumsal ve gelişimsel katarakt olgularının en önemli başvuru şikayetlerindendir (14,18,19). Bostan (91)’ın, 2-72 ay yaş aralığında opere edilmiş 47 olguluk çalışmasında, %64 ile lökokori, %17 ile şaşılık, %17 ile de görme azalması, olguların başvuru anındaki şikayetlerini oluşturdu. Bizim çalışmamızda, olguların başvuru anındaki şikayetleri; %32 ile görme azlığı, %28 ile lökokori, %26 ile şaşılıktı. %13 olguda ise herhangi bir şikayet söz konusu değildi. Bostan’ın çalışmasına almış olduğu 47 olgunun %78’i doğumsal katarakt, %22’si ise gelişimsel katarakttı. Bizim 54 olgumuzun sadece %33’ü doğumsal kataraktlı olgular olduğu için, başvuru şikayetlerini daha çok görme azlığı çeken olgular oluşturdu. Halbuki Bostan (91)’ın çalışmasında, olguların büyük bir kısmını doğumsal kataraktlar oluşturduğu için, lökokorinin bu çalışmada en fazla görülen şikayet olduğunu düşünüyoruz.

Doğumsal ve gelişimsel kataraktların etiyolojisinde, %8-25 oranında aile öyküsü bulunmaktadır (23,29). Hiles (92)’in çalışmasında %25, Jain ve ark.’nın (93) çalışmalarında ise %20 olarak saptanmıştır. Aile öyküsü, Öztürk’ün (23) 113 olguluk çalışmasında %18 oranında, Yaman ve ark. (71)’nın 40 olguluk çalışmalarında %13 oranında etiyolojide gösterilmiştir. Bostan (91)’ın, 47 olguluk çalışmasında %9 oranında, etiyolojide aile öyküsü saptanmıştır. Bizim olgularımızın %13’ünde aile öyküsü mevcuttu. Keklikçi (21), 52 olguluk çalışmasında %15 olguda kardeşte katarakt saptarken; Çavdar ve ark. (74), 22 olguluk

47

çalışmalarında, %9 olgunun birinci derecede akrabalarında katarakt olduğunu saptamışlardır. Biz kendi olgularımızda, %4 oranında kardeşte, %9 oranında ise annede doğumsal katarakt tespit ettik. Çalışmamızda tespit ettiğimiz oranlar, literatürdeki oranlarla paralellik göstermektedir.

Doğumsal katarakta sahip olguların öykülerinde akraba evliliğine rastlanabilir. Keklikçi (21), olgularının %14’ünde akraba evliliği öyküsü bulmuştur. Recep ve ark. (94), olgularındaki akraba evliliği oranını %6 olarak kaydetmişlerdir. Biz, olgularımızdaki akraba evliliği oranını %4 olarak bulduk. Keklikçi (21)’nin çalışması Diyarbakır ve çevresindeki olgularla yapılmıştı. Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinde akraba evliliği oranının fazla, Trakya ve çevresinde ise düşük olması nedeniyle, çalışmamızda akraba evliliği oranının daha düşük çıkmış olmasının, coğrafik ve kültürel farklılıklara bağlı olabileceğini düşündük.

Yapılmış olan çalışmalarda, pediatrik kataraktlı olguların başvuru zamanı ile ilgili değişik bildirimler mevcuttur. Can ve ark. (72), yaşları 1 ay ile 13 yıl arasında değişen 38 olguluk çalışmalarında, olgularının başvuru yaş ortalamasını 45.5 ± 38.5 ay olarak belirlemişlerdir. Şener ve ark. (47), yaşları 1 ay ile 14 yıl arasında değişen 113 olguluk çalışmalarında, bu değeri 42.8 ± 36.2 ay olarak belirtmişlerdir. Ye ve ark. (8), sadece doğumsal kataraktları almış oldukları çalışmalarında, başvuru zamanını ortalama 5.6 ay olarak ifade etmişlerdir. Bizim çalışmamızda, başvuru zamanı ortalaması 44.2 ± 6.5 aydı. Çeşitli çalışmalarda yazarların çalışma grubuna aldıkları olgu yaş aralığı ne kadar genişse ve gelişimsel kataraktlı olgu sayısı ne kadar fazla ise, başvuru anındaki yaş ortalaması o kadar yüksek, doğumsal kataraklı olgu sayısı ne kadar fazla ise başvuru anındaki yaş ortalaması da o denli düşük bulunabilmektedir.

Pediatrik katarakt cerrahisi hakkında yapılmış olan çalışmalarda, cerrahi tedavi sonrasında görme keskinliğinde artış görülmüştür (71,95). Kılıç ve ark. (44), Küçüksümer ve ark. (73) da, operasyon öncesi ve sonrası EİDGK’ler arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu belirtmişlerdir. Biz de çalışmamızda, cerrahi tedavi sonrasında EİDGK’lerde artma saptadık.

6 yaşından sonra Nd-YAG lazerin sekonder katarakt ya da tersiyer katarakt tedavisi için pratik bir çözüm olduğu ve lazer tedavisi sonrasında EİDGK’de artış sağlanabileceği belirtilmiştir (25,46,87,95). Bizim olgularımızda da, Nd: YAG laser kapsülotomi sonrası EİDGK’de anlamlı düzeyde artış sağlandı.

Pediatrik kataraktların prognozunun tek ve çift taraflı kataraktlarda farklı olabileceğini söyleyen çalışmalar mevcuttur. Küçüksümer ve ark. (73), çalışmalarında, operasyon sonrası

48

EİDGK açısından tek ve çift taraflı olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptamadıklarını belirtmişlerdir. Bizim çalışmamızda, tek ve çift taraflı kataraktlı olguların operasyon sonrası EİDGK’lerine bakıldığında, çift taraflı kataraktlı grupta daha yüksek değerlere ulaşıldığını, fakat tek taraflı grup ile çift taraflı grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadığı görülmüştür. Nurözler ve ark. (95), 15 tek taraflı kataraktlı gözün 2’sinin, 16 çift taraflı kataraktlı gözün ise 8’inin EİDGK’sini 0.5 ve üzerinde ölçmüştür. Öztürk (23)’ün çalışmasında, tek taraflı 28 gözün %4’ünün, çift taraflı 160 gözün ise %31’inin operasyon sonrası EİDGK’si 0.5 ve üzerinde belirtilmiştir. Bizim çalışmamızda, operasyon sonrası EİDGK’si 0.5 ve üzerinde; tek taraflı kataraktlı grupta %24, çift taraflı grupta ise %50 göz mevcuttu. Bu veriler bize, operasyon sonrası EİDGK açısından tek ve çift taraflı kataraktlarda istatistiksel olarak fark bulunmasa da, çift taraflı kataraktların, tek taraflı gruba göre daha iyi nihayi görme keskinliklerine ulaşabileceğini düşündürmüştür.

Nistagmus, pediatrik kataraktlı olgularda, katarakta eşlik eden en önemli oküler bulgulardandır. Literatürde, pediatrik kataraktlara nistagmus %20-65 oranında eşlik edebilmektedir. Grossman ve Peyman (61), 32 olgudan oluşan serilerinde %65 olguda nistagmus tespit etmişlerdir. Bostan (91), 47 olguluk çalışmasında, %40 olguda nistagmusun katarakta eşlik ettiğini belirtmiştir. Keklikçi (21), 96 olguluk çalışmasında %33 ile nistagmusun kataraktla birlikte görüldüğünü vurgulamıştır. Nurözler ve ark. (95), 31 olgu ile yaptıkları çalışmalarında, %28 oranında nistagmus tespit etmişlerdir. Canlı (25), 31 olgu ve 47 göz ile yaptığı çalışmasında, %28 gözde nistagmusun katarakta eşlik etmekte olduğunu belirtmiştir. Kılıç ve ark. (44), 20 olgu ile yaptıkları çalışmalarında %25 nistagmus saptamışlardır. Öztürk (23), 113 olguluk çalışmasında, operasyon öncesi %20 olguda nistagmus tespit etmiştir. Bizim çalışmamızda 54 olgunun %28’inde nistagmus mevcuttu.

Grossman ve Peyman (61)’ın çalışmalarında nistagmus için verilen %65 oranı, literatürdeki en yüksek birlikteliği oluşturmaktadır. 32 olguluk serilerinde, olguların %50’si doğumsal ve total katarakta sahip olgulardı. Sadece 7 olgusunda (%21), katarakt gelişimsel vasıftaydı. Doğumsal ve total katarata sahip olgularının sadece %20’si ilk 3 ayda opere edilebilmiş, geri kalan olguların operasyonu, nistagmus için kritik süre olan ilk 3 aydan sonra gerçekleştirilmişti. Ayrıca olgularının %84’ü çift taraflı katarakta sahipti. Grossman ve Peyman (61)’ın çalışmalarındaki nistagmus oranlarının bu nedenlerle yüksek bulunmuş olduğunu düşünüyoruz. Bostan (91)’ın çalışmasındaki 47 olgusunun yaş ortalaması 1 yaştı. Bostan (91)’ın çalışmasında da nistagmus oranı, bu nedenle fazla çıkmış olabilir. Canlı (25)’nın çalışmasındaki olguların hiçbirisi 0-1 yaş arası değildi, bir başka deyişle tüm olguları

49

gelişimsel kataraktlıydı. Çalışmasındaki gözlerin %51’i zonüler vasfa sahip parsiyel katarakttı. Onun çalışmasındaki nistagmus oranının daha düşük çıkma nedeninin de, çalışmasına daha çok gelişimsel ve parsiyel kataraktlı olguları dahil etmiş olmasına bağladık. Ayrıca Öztürk (23)’ün de çalışmasındaki kataraktların %27 ile en sık zonüler kataraktlar olması da bu çalışmadaki düşük nistagmus oranını açıklayabilir. Bizim çalışmamızda da gelişimsel kataraktlar, olguların %67’sini, parsiyel kataraklar gözlerin %65’ini oluşturmuş ve bunun yanında olgularımızın yaş ortalamasının 6.7 ± 5.8 yaş olmasından, nistagmus oranımızın, literatürde bulunan aralık içinde ve alt sınıra yakın olarak çıkmış olduğunu düşünmekteyiz.

Nistagmus, pediatrik kataraktlarda, prognozu gösteren çok önemli bir bulgudur. Nurözler ve ark. (95), 47 gözü ele aldıkları çalışmalarında, operasyon öncesi nistagmuslu 13 gözün %24’ünde, nistagmusu olmayan 34 gözün ise %98’inde operasyon sonrası EİDGK’nin 0.1 ve üzerinde olduğunu belirtmişlerdir. Yaman ve ark. (71), operasyon öncesi nistagmusu olan 19 olgunun %58’inin EİDGK’sinin 0.1 ve üzerinde olduğunu fakat bu olguların hiçbirinde operasyon sonrası 0.5 ve üzerinde EİDGK elde edilmediğini görmüşlerdir. Aynı çalışmada, nistagmusu olmayan 21 olgunun %75’inin EİDGK’sini 0.1 ve üzerinde, %8’inin EİDGK’sini ise 0.5 ve üzerinde ölçülmüşlerdir. Bizim çalışmamızda da nistagmusu olan olguların %39’unda EİDGK 0.1 ve üzerinde ölçülürken, bu olguların hiçbirinde EİDGK 0.5 ve üzerinde ölçülmedi. Bunun yanında nistagumusu olmayan gözlerin ise %81’inin EİDGK’si 0.1 ve üzerinde iken, %66’sının EİDGK’si 0.5 ve üzerindeydi. Çalışmamızda, nistagmusu olan ve olmayan grubun operasyon sonrası EİDGK’leri arasında istatistiksel yönden anlamlı fark bulundu. Hem nistagmusu olan hem de olmayan grupta da, cerrahi sonrasındaki EİDGK’leri ile cerrahi öncesindeki EİDGK’leri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Bu da, nistagmusun doğumsal ve gelişimsel kataraktlarda kötü prognostik faktör olduğuna işaret etmektedir. Fakat iki grup için de, cerrahi tedavi öncesiyle sonrası ölçülen EİDGK’ler arasında istatistiksel olarak anlamlı farkın varlığı; nistagmuslu olguların, olmayanlara göre daha az olmakla birlikte operasyondan fayda gördüğünü göstermektedir.

Şaşılık da, pediatrik kataraktlı olgularda, katarakta eşlik eden önemli oküler bulgulardan biridir. Literatürde, pediatrik kataraktlara %15-47 oranında şaşılık eşlik edebilmektedir. Bostan (91), 47 olguluk çalışmasında, %47 olguda, Nurözler ve ark. (95) ise 31 olguluk çalışmalarında %23 olguda şaşılık tespit etmişlerdir. Keklikçi (21), 96 olguluk çalışmasında, %23 ile şaşılığın kataraktla birlikte görüldüğünü vurgulamıştır. Öztürk (23), 113 olguluk çalışmasında, operasyon öncesi %18 olguda şaşılık tespit etmiştir. Şener ve ark.

50

(47), 113 olgularının %15’inde şaşılık fark ettiklerini belirtmişlerdir. Bizim çalışmamızda 54 olgunun %37’sinde operasyon öncesi şaşılık mevcuttu.

Bostan (91)’ın tek taraflı olgularının oranı %34 iken şaşılık oranının fazla çıkmış olmasını, çalışmasındaki doğumsal kataraktların %78, total kataraktların da %42 gibi yüksek oranlarda olmasına bağlayabiliriz. Şener ve ark. (47)’nın, doğumsal ve gelişimsel kataraktlı olguları eşit sayıda olmasına rağmen olgularının %81’inin çift taraflı katarakta sahip olması, çalışmalarında şaşılık oranın daha düşük çıkmasına sebep olmuş olabilir. Öztürk (23)’ün çalışmasında %39 oranında doğumsal kataraktlar mevcuttu. Bunun yanında, çift taraflı kataraktlı olguların %75 oranında çalışmada yer kaplaması, Öztürk (23)’ün çalışmasında da şaşılık oranının daha düşük çıkmış olmasına sebep gösterilebilir. Ayrıca Öztürk (23)’ün de çalışmasındaki kataraktların en sık görülmüş olanının %27 oranıyla zonüler kataraktlar olması da bu çalışmadaki düşük şaşılık oranını açıklayabilir. Olgularımızın %35’sinin tek taraflı, %65’inin ise çift taraflı katarakta sahip olması, buna ilaveten, total katarakt oranımızın da %35 ile azımsanmayacak düzeyde saptanması ve gelişimsel katarakt oranımızın %66 olması, literatürde verilen aralık içinde, fakat Öztürk (23)’ün ve Şener ve ark. (47)’nın çalışmalarından biraz daha yüksek oranda şaşılık oranına sahip olmamızı açıklayabilir.

Literatürde tek taraflı katarakta sahip olgularda şaşılık sıklığı %45-90’larda belirtilmektedir (57,60,96). Bostan (91), 16 olgusunun %63’ünde kayma tespit etmiştir. Yaman ve ark. (71), 8 olgusunun 4’ünde operasyon öncesi kayma tespit etmişlerdir. Biz, kendi çalışmamızda, tek taraflı kataraktı olan 19 olgunun %47’sinde şaşılık tespit ettik. Bostan’ın çalışmasındaki olgularının yaş ortalamasının yaklaşık 1 yaş ve %42’sinin total kataraktlı olması, Bostan (91)’ın çalışmasındaki şaşılık oranının yüksek çıkmasına neden olmuş olabilir. Yaman ve ark. (71)’nın düşük olgu sayıları, çalışmalarındaki şaşılık oranlarının yüksek çıkmış olmasını açıklayabilir. Çalışmamızdaki olguların yaş ortalamasının 7.7 ± 6.7 yaş, kataraktların %68’inin parsiyel katarakt olması, çalışmamızda tek taraflı kataraktlı olgulara şaşılık eşlik etme oranının % 47 gibi düşük görülmesine neden olmuş olabilir.

Literatürde, çift taraflı katarakta sahip olgularda şaşılık sıklığı ise %30-75 arası bildirilmektedir (55,56,60,74,96). Grossman ve Peyman (61), kendi serilerinde olgularının %54’ünde şaşılık tespit etmişlerdir. Yaman ve ark. (71), 38 olgunun %41’inde operasyon öncesi şaşılık tespit etmişlerdir. Bostan (91), 31 olgusunun %39’unda şaşılık tespit etmiştir. O’Keefe ve ark. (97), 13 olgularının %30’unda şaşılık tespit etmiştir. Biz, çift taraflı kataraktlı 35 olgumuzun %31’inde şaşılık tespit ettik. Grossman ve Peyman (61)’ın çalışmalarındaki

51

olgularının %45’i doğumsal ve total kataraktlı olgulardı. Bu nedenle çalışmalarındaki şaşılık oranı yüksek çıkmış olabilir. O’Keefe ve ark. (97)’nın şaşılık tespit etmiş oldukları 4 olgularının 3’ü doğumsal, sadece 1’i gelişimsel katarakttı. Bu nedenle, çift taraflı kataraktlarda da, doğumsal katarakt oranı ne kadar fazla ise, beraberinde şaşılık görülme oranı o kadar fazladır. Bizim çalışmamızda, çift taraflı kataraktlarımızın %64’ünün gelişimsel ve %37’sinin total nitelikte olması, çift taraflı kataraktlı olgularımıza şaşılık eşlik etme oranının % 31 gibi düşük görülmesine neden olmuş olabilir.

Operasyon öncesi şaşılık mevcudiyetinin kötü prognostik faktör olduğu savunulmuştur (3,25). Yaman ve ark. (71), kayma tespit edilen 14 gözün %39’unda, kayması olmayan 46 gözün ise %55‘inde, ortalama 4 yıllık takip sonunda EİDGK’nin 0.1 ve üzerinde olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmamızda, kayması olan 27 gözün %59’unda, kayması olmayan 54 gözün ise %82’inde, operasyon sonrası EİDGK 0.1 ve üzerinde ölçülmüştür. Robb ve Petersen (98), kayma tespit etmiş oldukları 13 gözün %23’ünün, kayması olmayan 89 gözün ise %45’inin, ortalama 10 yıllık takip süresinden sonra EİDGK’lerinin 0.4 ve üzerinde olduğunu tespit etmişlerdir. Çalışmamızda, operasyon öncesi kayması olmayan 54 gözün %61’inde, kayması olan 27 gözün ise %30’unda operasyon sonrası EİDGK, 0.4 ve üzerinde ölçülmüştür. Ayrıca çalışmamızda, operasyon öncesi kayması olan ve olmayan grupta operasyon sonrası EİDGK’ler bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görüldü. Bu veriler ışığında, operasyon öncesi şaşılığın, operasyon sonrası EİDGK üzerinde kötü bir prognostik faktör olduğunu söyleyebiliriz.

Şaşılık, pediatrik kataraktlı olgularda operasyon sonrasında sık görülen sorunlardan biridir. Lundvall ve Kugelberg (99), ilk 1 yaşında opere edilmiş olan 30 tek taraflı katarakta sahip olgularının %90’ında operasyon sonrası şaşılık bildirmişleridir. Lundvall ve Kugelberg (100), bir başka çalışmalarında, ilk 1 yaşında opere edilmiş olan 22 çift taraflı katarakta sahip olgularının %77’sinde operasyon sonrası şaşılık bildirmişlerdir. Çalışmamızda, 19 tek taraflı olgumuzun %63’ünde, 35 çift taraflı kataraktlı olgumuzun %51’inde, operasyon sonrası şaşılık görüldüğü kaydedildi. Lundvall ve Kugelberg (99,100)’in çalışmalarındaki olgularının hepsinin 1 yaşın altında ve doğumsal kataraktlı, takip sürelerinin de en az 4 yıllık olgulardan oluşmuş olmasının, çalışmasındaki şaşılık oranının yüksek çıkmasına sebep olduğunu düşünüyoruz. Çavdar ve ark. (74), ortalama 3.5 yaşında opere edip ortalama 2 yıl takip ettikleri 22 çift taraflı katarakt olgularında, operasyon sonrası %55 sıklıkta şaşılık tespit ettiklerini söylemişlerdir. Çalışmamızda, 35 çift taraflı kataraktlı olgumuzun %51’inde şaşılık

52

görüldüğü kaydedildi. Şaşılık, pediatrik katarakt cerrahisi sonrası ambliyopik süreci olumsuz etkileyen faktörlerden biridir. Ambliyopi şaşılığı, şaşılık da ambliyopiyi tetiklemektedir.

Doğumsal ve gelişimsel kataraktlarda prognoz, kataraktın başlangıç yaşına önemli ölçüde bağlıdır. Öztürk (23) ortalama takip süresinin 6.5 yıl olduğu çalışmasında, kataraktı 6 yaştan sonra gelişen 43 gözün %75’inde, kataraktı ilk 1 ayda gelişen 69 gözün ise %57’sinde EİDGK’nin 0.1 ve üzerine olduğunu belirtmiştir. Bizim çalışmamızda, gelişimsel kataraktlı 55 gözün %95’inin, doğumsal kataraktlı 26 gözün ise %31’inin operasyon sonrası EİDGK’sini, 0.1 ve üzerinde ölçtük. Bostan (91), ortalama 4 yıllık takip süresi sonunda, tamamını doğumsal katarakların oluşturduğu 44 gözün sadece %9’unun, doğumsal ve gelişimsel kataraktların birlikte oluşturduğu 34 gözün bulunduğun grubun ise %34’ünün EİDGK’sini 0.4 ve üzeri tespit etmiştir. Bizim çalışmamızda, sadece doğumsal kataraktları içeren 26 gözün bulunduğu grupta %8, doğumsal ve gelişimsel kataraktları birlikte içine alan 81 gözün bulunduğu grupta ise % 51 gözün operasyon sonrası EİDGK’leri, 0.4 ve üzerindeydi. Bizim çalışmamızda da, Bostan (91)’ın çalışmasında olduğu gibi, gelişimsel kataraktların operasyon sonrası EİDGK’leri doğumsal kataraktlara göre daha ileri seviyelere ulaşmıştır. Yaman ve ark. (71), operasyon sonrası 0.5 ve üzeri görme keskinliği elde ettikleri 4 olgunun 3’ünün gelişimsel kataraktlar olduğunu belirtmiştir. Bizim çalışmamızda, operasyon sonrası EİDGK 0.5 ve üzeri olan gözlerin tamamı gelişimsel katarakttı. Doğumsal kataraktlarımızın hiçbirinde 0.5 ve üzeri görme keskinliğine ulaşılmadı. Buna göre, gelişimsel kataraktlarda görsel prognozun doğumsal kataraktlara göre daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Doğumsal kataraktlarda, operasyon yaşı daha erken olmasına rağmen görsel prognoz, gelişimsel kataraktlara göre daha kötüdür (50,54,56,57). Gültan (101), 591 gözü, 3 grupta incelediği çalışmasında, operasyon sonrası EİDGK’leri değerlendirdiğinde, 0-1 yaş arası opere edilenlerin %3’ünde, 1-7 yaş arası opere edilenlerin %11’inde, 7 yaşından sonra opere edilenlerin ise % 37’sinde EİDGK’nin 0.4 ve üzerinde olduğunu belirtmiştir. Bizim çalışmamızda, ilk 1 yılda opere edilen 12 gözün %33’ünün, 1-7 yaş arası opere edilen 34 gözün %50’sinin, 7 yaşından sonra opere edilen 35 gözün ise % 57’sinin EİDGK’si 0.4 ve üzerindeydi. Gültan (101)’ın çalışmasında, kataraktlarının %74’ü total vasıftaydı ve göz sayısı bizim çalışmamızdakinden daha fazlaydı. Ayrıca, Gültan (101)’ın çalışması 1973-1983 yılları arasında opere edilmiş olguları kapsıyordu. O yıllardaki cerrahi tekniklerin bizim çalışmamızın kapsadığı yıllardaki tekniklere göre daha eski olduğunu da düşünürsek, Gültan (101)’ın EİDGK seviyeleri bizim çalışmamızdaki değerlerden bu nedenlerden ötürü daha

53

düşük çıkmış olabilir. Buna rağmen, operasyon yaşı ilerledikçe EİDGK seviyelerinde, hem Gültan (101)’ın, hem de bizim çalışmamızda artma izlenmiştir.

Öztürk (23), çalışmasındaki gözler içinde, ilk 4 ayda opere edilen gözlerin %20’sinin 0.1 ve üzerinde EİDGK’lere ulaşmış iken, hiçbirisinin 0.5 ve üzerinde EİDGK’ye sahip olmadığını belirtmiştir. Aynı çalışmada 5 yaş sonrası opere edilen gözlerin %75’inin 0.1, %33’ünün ise 0.5 ve üzerinde EİDGK’lere ulaşmış olduğu belirtilmiştir. Bizim çalışmamızda, ilk 4 ayda opere edilen 3 gözün sadece 1’inin EİDGK’sinin 0.1 ve üzerinde görme seviyesine ulaştığı, hiçbir gözün EİDGK’sinin 0.4’e ulaşmadığı izlenirken, 7 yaşından sonra opere edilen

Benzer Belgeler