• Sonuç bulunamadı

3. BULGULAR

3.12 Histobiyokimyasal Bulgular

3.12.2 Kollajen Fibriller

Preparatlarda kollajen fibril dağılımını göstermek için Masson-Trikrom (MTK) histokimya boyama tekniği kullanılmıştır. Sıfırıncı günde tüm grupların derisinde gevşek düzenlenmiş, yoğun boyanmış kollajen fibriller izlenmiştir. 15. günde Grup 1, Grup 2, Grup 3 ve Grup 4’de kollajen fibrillerin sıfırıncı güne göre çok daha zayıf boyandığı, ancak Grup 5 ve Grup 6’da kollajen boyanma yoğunluğunda bir artışın olduğu gözlenmiştir. Ayrıca 15. günde Grup 5 ve Grup 6’daki kollajen dağılım paterninin sıfırıncı gün ile benzer olduğu da belirlenmiştir (Şekil 3.11).

3.12.3 Elastik Fibriller

İncelenen sıfırıncı gündeki tüm gruplarda koyu boyanmış, bazı bölgelerde kısa ve kalın elastik fibriller gözlenmiştir. 15. günde Grup 1, Grup 2 ve Grup 3’de uzun, dağınık ve koyu şekilde boyanmış elastik fibriller gözlenirken, Grup 4 ve Grup 5’te sıfırıncı güne benzer bir dağılım izlenmiştir. Ayrıca, aynı günde Grup 5’te yer yer kümelenmiş elastik fibriller tespit edilmiştir. Grup 6’da ise 15. günde, elastik fibril dağılımı tamamen sıfırıncı güne benzer bir patern gösterirken, elastik fibriller sıfırıncı güne göre daha uzun, ince ve koyu renkte boyanmıştır (Şekil 3.11).

37

3.12.4 Bazal Membran

Tüm gruplarda sıfırıncı günde kısmen daha yüksek PAS (+) reaksiyon izlenmiştir. 15. günde Grup 1, Grup 2 ve Grup 3’te PAS (+) reaksiyonda bir azalma, Grup 4, Grup 5 ve Grup 6’da sıfırıncı güne benzer bir PAS (+) reaksiyon gözlenmiştir (Şekil 3.11).

Şekil 3.11: Farelerde eksizyonel deri yaralarından alınan dokulara uygulanan

histokimya fotomikrografları. E: Epidermis; D: Dermis; H&E: Hematoksilin ve Eozin; MTK: Masson-Trikrom ORC: Elastik fibiller, PAS: Bazal membran (PAS) (Ok). ×400.

38

4. TARTIŞMA

Bu çalışmada, Liliaceae familyasına ait L. candidum türü üzerinde bazı biyolojik araştırmalar yapılmıştır. L. candidum türünün yer altı ve yer üstü kısımlarından aseton, metanol ve distile su çözücüleri kullanılarak ekstraktlar elde edilmiştir. Bu ekstraktların fenolik madde kompozisyonu ve bazı biyolojik aktivitelerini belirlemek için yapılan bu çalışmada, numunelerin antioksidan aktivite analizleri ile birlikte kimyasal kompozisyon belirlenmesinde HPLC kromatografik analiz yöntemi uygulanmış ve histobiyokimyasal çalışmalar yapılmıştır.

Lilium candidum türünün antioksidan aktivitesini belirlemek için; toplam

antioksidan aktivitesi (β- karoten-linoleik asit ve fosfomolibdenyum yöntemi), serbest radikal giderim aktivitesi (DPPH ve ABTS yöntemi), indirgenme gücü kapasitesinin belirlenmesi (FRAP ve CUPRAC yöntemleri) çalışmaları yapılmıştır.

Bu çalışmada β-karoten-linoleik asit metodu ile L. candidum türüne ait yer altı ve yer üstü kısımları ekstraktlarında; en yüksek antioksidan aktivite yer altına ait distile su ekstraktında (%98.03), en düşük aktivite ise yer altı metanol ekstraktında (%21.42) görülmüştür. Acar (2006) yaptığı çalışmasında, Crocus flavus, Crocus biflorus ve

Crocus baytopiorum bitkilerinin takip eden ekstraksiyon ile elde edilen hekzan, etil

asetat ve metanol ekstraktlarının toplam antioksidan aktiviteleri karoten-linoleik asit model sistemiyle belirlenmistir. Tüm özütlerin derişimin artmasıyla, antioksidan aktivitelerinin de arttığı görülmektedir. En yüksek aktiviteye sahip, C. flavus metil alkol özütü olup 400 μg’nın inhibisyonu % 91.35 olarak bulunmuştur. Aydın ve arkadaşları (2015), Allium sibthorpianum ve Allium stylosum türlerinde yaptığı çalışmada en yüksek değer olarak %85.87 ile A. sibthorpianum türünün soğan kısmının etanollü ekstratında, en düşük değer olarak % 45.72 ile A. sibthorpianum türünün yaprak kısmının petrol eteri ile yapılan ekstratında bulmuştur. Çalışılan türler arasındaki sonuçların farklı olması cinslerin ve çözücülerin birbirinden farklı olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Farklı çözücü ve konsantrasyonlar da hazırlanan örneklerin DPPH serbest radikal giderim kapasitesi en düşük L. candidum türünün yer altı distile su ekstraktında (IC50: 6.76±0.15 mg/ml) ve en yüksek yer üstü aseton ekstraktında (IC50: 1.071±0.55 mg/ml) belirlenmiştir. L. candidum türü ile yapılan bir başka çalışmada ise DPPH

39

serbest radikal giderim kapasitesi en yüksek etil asetat ekstraktında (%81.86) belirlenmiştir (Işık, 2004). Bu farklılığın nedeni kullanılan çözücü farklılığından kaynaklıyor olabilir. Aydın (2016)’ın bazı geofit türleri üzerinde yaptığı çalışamada DPPH serbest radikal giderim kapasitesi 1 mg/ml konsantrasyonun da çalışılan türlerin metanollü ekstreleri içerisinde Hyacinthella lineata yer üstü (%91.15) ekstarktları en yüksek aktiviteye sahip iken, Ornithogalum umbellatum yer altı (%34.45) ekstarktları en düşük aktiviteye sahiptir. Jin ve arkadaşları (2012) Lilium cisine ait 6 tane türün (L.

regale, L. concolor, L. pumilum, L. leucanthum, L. davidii var. unicolor ve L. lancifolium) soğanları ile yaptıkları çalışmada DPPH aktivitesini en yüksek L. davidii

var. unicolor (404.48 ± 14.59 TE µmol/100g) taksonunda belirlemişlerdir. Farklı cinslerden ve türlerden farklı sonuçlar elde ediliyor olabilir. Çalışılan türler içinde L.

candidum türünün DPPH serbest radikal giderim kapasitesi yüksektir.

Lilium candidum ekstraktlarının ABTS radikal giderim aktivitesi, yer üstü

kısmı ile hazırlanan su ekstraktında (IC50: 0.75±0.42 mg/mL)en yüksek ve aseton ekstraktında (IC50: 0.83±1.28 mg/mL) en düşük hesaplanırken; yer altı kısmına ait ekstraktlarda ise en yüksek metanol ekstraktında (IC50: 0.99±0.31 mg/ml) ve en düşük su ekstraktında (IC50: 1.57±0.25 mg/ml) hesaplanmıştır. Rakhimzhanova (2020)’ nın Kazakistan ve Türkiye’de yayılış gösteren Lilium martagon populasyonları üzerinde karşılaştırmada yaptığı bir çalışmada, ABTS radikal giderim aktivitesi en yüksek Türkiye’den toplanan L. martagon türüne ait yer üstü ekstraktında (% 97.22±0.03), en düşük radikal giderim aktivitesi ise Türkiye’den toplanan L. martagon türüne ait yeraltı ekstraktında (% 28.01±0.02) tespit edilmiştir. Turan (2016)’ın yaptığı çalışmada en yüksek radikal giderim aktivitesi Cyclamen parviflorum yer üstü

kısmının metanol ekstraktının 40 mg/ml konsantrasyonda (%90.12), en düşük aktivite ise C. parviflorum yer altı kısmının aseton ekstraktının 10 mg/ml konsantrasyonda (%

30.56) ortaya çıkmıştır.

Gıda kalitesinin bozulmasının ana nedenlerinden biri lipid peroksidasyonudur. Antioksidanlar, toksik oksidasyon gelişimini geciktirme, depolamayı uzatma, gıdaların besin kalitesinin korunması özelliğine sahiptir. Bu yüzden günümüzde antioksidan içeriği nedeniyle birçok bitki düzenli olarak lipid peroksidasyonunu engellemek için besin katkı maddesi kaynağı olarak kullanılır. L. candidum türü ile yapılan fosfomolibdenyum deneyinde en yüksek aktivite yer üstü aseton ekstraktında

40

(122.22±7.55 mgAE/g), en düşük distile su ekstraktında (61.65±4.79 mgAE/g) belirlenmiştir. Tepe ve arkadaşları (2005), yurdumuzda yayılış gösteren 5 Allium türünün (Allium nevsehirense, A. sivasicum, A. dictyoprosum, A. scrodoprosum subsp. rotundum ve A. atroviolaceum) metanollü ekstraktlarının antioksidan aktivitesini araştırmışlardır. Bu çalışmada bitkilerin toplam antioksidan aktiviteleri % 60–70 arasında çıkmıştır. Yusufli (2019)’nin Anemone coronaria türü ile yapmış olduğu çalışmada en yüksek değer aseton yer altı ekstraktında (73.41±0.00 mg/mL), en düşük değeri ise etanol yer altı ekstraktında (1.54±0.00 mg/mL) bulunmuştur. Yapılan bu çalışmalara baktığımızda, üzerinde çalıştığımız L. candidum bitkisinin aseton ile hazırlanan ekstraktı, A. coronaria türünün aseton ekstraktından daha yüksek bulunmuştur.

Düşük pH’da Fe+3’ün Fe+2’ye indirgenmesi renkli ferrous- tripyridyltriazine [Fe(III)(TPTZ)2Cl3 (TPTZ= 2,4,6-tripyridyl-s-triazine) = Herein] kompleksinin oluşmasına neden olur. Oluşan bu demir tuzu oksidan olarak kullanılır. Fe (II) / Fe (III) redoks çiftinin redoks potansiyelinden daha düşük potansiyelli bir bileşik teorik olarak Fe+3’ü Fe+2’ye indirgeyebilirse FRAP değeri yüksek çıkabilir. Bazı polifenoller (kafeik asit, ferulik asit, kersetin ve tannik asit gibi) daha yavaş hareket eder ve belirlemek için daha uzun zamana ihtiyaç duyulabilir bu yüzde FRAP sonuçları reaksiyon zamanına bağlı olarak değişebilir. Bu yöntem sadece demir iyonu hakkında bilgi verir. FRAP yöntemi basit ve hızlıdır (Albayrak ve diğ. 2010). L. candidum türü ile yapılan FRAP deneyinde en yüksek demir indirgeme potansiyeli yer altı kısmı aseton ekstraktında (11.12±1.63 mgTE/g) ve en düşük potansiyel yer altı distile su ekstraktında (0.49±0.48 mgTE/g) belirlenirken, yer üstünde ise en yüksek potansiyel aseton ekstraktında (12.09±0.94 mgTE/g), en düşük potansiyel distile su ekstraktında (7.04±2.16 mgTE/g) belirlenmiştir. Zhen-Xu ve arkadaşları (2018)’ nın yaptıkları bir çalışmada; Lilium pumilum’ un farklı organlarından elde edilen ekstraktlarda tespit edilen FRAP değerleri 917.6 ila 14763.6 μmol TE / 100 g DW arasında değişiklik göstermiştir. FRAP tahlili için, yaprağın en güçlü antioksidan kapasiteye sahip olduğu ortaya çıkarılırken, bunu çiçek tomurcuğu, taç yaprağı ve üst gövde takip etmiştir. Aydın (2016)’ın çalışmasında ise indirme gücü en yüksek absorbansa sahip

Sternbergia clusiana yer altı metanol ekstraktında (2.476), indirme gücü en düşük

absorbansa sahip Allium reuterianum yer üstü aseton ekstraktında (0.111) tespit edilmiştir.

41

Lilium candidum türüne ait ekstraktların toplam fenolik bileşen içeriği, gallik

asite eşdeğerler (GAE mg/ml) olarak Folin-Ciocalteu yöntemine göre belirlenmiştir. Bu yönteme göre; hazırlanan ekstraktlarda en yüksek fenolik bileşen miktarı L.

candidum türüne ait aseton yer üstü ekstraktında (31±0.00 mg/ ml GAE); en düşük

fenolik bileşen miktarı ise yer altı distile su ekstraktında (8.75±0.00 mg/ml GAE) görülmüştür. L. martagon üzerinde yapılan aynı çalışmada; en yüksek fenolik bileşen miktarı Türkiye’den toplanan yer üstü aseton ekstraktında (137.77±0.83 mg/ml GAE), en düşük fenolik bileşen miktarı ise Türkiye’den toplanan yer üstü etanol ekstraktında (8.64±0.06 mg/ml GAE) belirlenmiştir (Rakhimzhanova, 2020). Fenolik bileşen miktarı tayininde pozitif korelasyon yoktur. Bu nedenle aynı cinse ait türler arasında hatta aynı bitkinin farklı kısımları incelendiğinde fenolik bileşen miktarı yönünden farklılıklar görülebilir. Bu duruma genetik faktörler ve çevre koşulları gibi etkenler neden olabilir.

Flavonoid miktar tayini, alüminyum klorid spektrofotometrik metodu ile belirlenmiştir. Bitkilerde bulunan flavonoid miktarı da antioksidan aktivitenin belirlenmesinde belirleyici olabilmektedir. Farklı çözücülerle (aseton, metanol ve distile su) hazırlanan ekstraktların toplam flavonoid madde miktarı kuersetine eşdeğer (mgQE/g) olarak hesaplanmıştır. L. candidum türüne ait ekstraktlarda en yüksek flavanoid madde miktarı yer altı kısmı metanol ekstraktında (75.06±0.00 mgQE/g) bulunurken, en düşük flavanoid madde miktarı ise yer altı distile su ekstraktında (1.43±0.00 mgQE/g) bulunmuştur. Deniz (2016)’in yaptığı çalışmada en fazla flavonoid miktarı Crocus cancellatus subsp. mazziaricus taksonunun yer üstü kısmında görülürken (60.71 mgQE/g) en az miktar ise Crocus pallasii subsp. pallasii taksonunun yer altı ekstraktında görülmüştür (5.65 mgQE/g).

Bitkilerde bulunan fenolik bileşenlerin çeşitli biyolojik özelliklere sahip olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle bitkilerdeki antioksidan kapasite zenginliği farmakolojik değerini arttırır. Bunun yanında oksidatif bozunmayı geciktirdiği için yemek endüstrisinde de antioksidan içeriği zengin bitkilere olan ilgi artmaktadır (Marimuthu ve diğ. 2008; Tungmunnithum ve diğ. 2018). Bitkilerin, fenoliklerinin tanımlanması ve ölçülme metotları günümüzde etkili mekanizmalar olarak kabul edilmektedir. Literatürde fenolik asitlerin ekstraksiyonu ve analizi konusunda çok sayıda metot tanımlanmıştır. Bu metotlardan biri de tanendir. Tanen bir biyoaktif

42

bileşiğin içeriğidir (Kaska ve diğ. 2020). L. candidum türüne ait toplam tanen

miktarları yer altı ve yer üstü kısımlerında en yüksek aseton yer üstü ekstraktında (10.88±0.01 mgCE/g) belirlenirken, en düşük yer altı distile su ekstraktında (1.02±0.02 mgCE/g) belirlenmiştir. Rakhimzhanova (2020), Lilium martagon üzerinde yaptığı çalışmada tanen madde miktarlarının en fazla Kazakistan yer üstü aseton (48.56±6.40 mgCE/g) ekstraktında, en az tanen miktarının ise Türkiye yer altı distile su (1.92±0.05 mgCE/g) ekstraktında tespit edilmiştir.

Elektron transfer yöntemleri; FCR, TEAC, FRAP ve CUPRAC yöntemlerini içermektedir. Bu yöntemler antioksidanlar ve oksidan (prob) olmak üzere iki bileşenle ilişkilidir. CUPRAC yöntemi ile örnekte bulunan antioksidanlar (redüktan) tarafından Cu (II)’nin Cu (I)’e indirgenmesini sağlar (Albayrak ve diğ. 2010). L. candidum türüne ait ekstraktların bakır indirgeme gücü en yüksek yer üstü aseton ekstraktında (84.92±0.57 mgTE/g), en düşük yer altı distile su ekstraktında (56.13±0.38 mgTE/g) belirlenmiştir. Yusufli (2019)’nin Anemone coronaria ile yaptığı çalışmada indirgeme kapasitesi en yüksek etanol yer üstü kısmında (15.39±0.04 μg/mL TE/g) bulunmuştur. Jin ve arkadaşları (2012) Lilium cisine ait 6 tane türün (L. regale, L. concolor, L.

pumilum, L. leucanthum, L. davidii var. unicolor ve L. lancifolium) soğanları ile

yaptıkları çalışmada en yüksek CUPRAC değerinin L. regale (1438.01 ± 16.56 TE µmol/100g) türünün soğanında bulunmuştur. L. candidum türünün bakır indirgeme gücü A. coronaria’dan yüksek, L. regale türünden düşüktür.

Fenolik bileşikler, bitkilerin antioksidan aktivitesine doğrudan katkıda bulunabilirler. Bu nedenle bitkilerdeki fenolik bileşiklerin belirlenmesi ve ölçülmesi, bitkilerin insan sağlığı için değerini anlamada önemli araçlar haline gelmiştir. Fenolik asitler; kimyasal olarak, benzoik ve sinamik asitlerin hidroksillenmiş türevleridirler. En yaygın hidroksisinamik asit türevleri p-kumarik, kafeik, klorojenik ve ferulik asitlerdir (Mattila ve Kumpulainen 2002; Balasundram ve diğ. 2006). Aynı bitkilerden farklı çözücülerle elde edilen ekstraktlarının birbirlerinden çok farklı sonuçlar göstermesinin nedeni olarak çözücülerin polariteleri gösterilebilir.

Lilium candidum türü ile yapılan HPLC içerik analizi ile ekstraktlarda, gallik

asit, 3,4-dihidroksi benzoik asit, klorojenik asit, 4-hidroksi benzoik asit, 2,5-dihroksi benzoik asit, vanilik asit, kafeik asit, epikateşin, p-kumarik asit, ferulik asit, naringin, rutin, ellajik asit, sinnamik asit, kuersetin tayin edilmiştir. Elde edilen fenolik

43

bileşenlerden yer altı ve yer üstü metanol ekstraktlarında en fazla kafeik asit (26.686.175 µg/g), en az ise 3,4-dihidroksi benzoik asit (10.838 µg/g) görülmüştür. Erdoğan (1996) Türkiye'de yetişen L. candidıım soğanlarından yaptığı araştırma sonucunda, kromotografik yöntemlerle jatrofam majör alkaloid izole edilmiştir. Kuehne ve arkadaşları (1993) İsviçre'de yetişen Lilium regale soğanlarından yaptıkları çalışmada ise pirolidin halkasına bağlı bir poliamin türevi olan putressin [(±)-(E)-3- (4-hidro ksifenil)-N-(4-(3-metil-2,5- diokso-1-pirrolidinil) bütil]-2-propenainid adlı alkaloid izole edilmiştir. Nagy ve arkadaşları (1984) Macaristan'da toplanan L.

candidum üzerindeki çalışmalarında yeni bir kemferol türevi izole edilmiştir. Lilium

türleri üzerinde yapılan fitokimyasal çalışmalardaalkaloidler, saponozitler, steroidler, fenilpropanoidler, flavonoidler, karotenoidler gibi etken maddeler tayin edilmiştir. Flavonoidlerin de genellikle rutin ve kemferol türevi elde edilmiştir (Erdoğan ve Şener 2000).

Diyabet gibi birçok hastalıkta yara iyileşme mekanizmasının bozulduğu ve yara kontraksiyonunda belirgin azalmaya neden olduğu bilinmektedir. Örneğin, diyabetik olmayan sıçanlara göre, diyabetik olan sıçanlarda yara iyileşmesinin geciktiği yapılan çalışma ile gösterilmiştir (Mekala ve diğ. 2014). Kronik yaraların hem hasta ve hasta yakınlarının refahını etkilemesi, hem de sağlık sistemi ile ülke ekonomilerine getirdiği yüklerden dolayı birçok doğal ürün yara iyileşmesi üzerindeki etkilerinden dolayı araştırılmıştır. Yapılan çalışmalarda birçok bitki ekstraktının (Radix paeoniae, Lantana camara, Phragmites vallatoria, Berula angustifolia, Moringa oleifera, Saba florida gibi) yara iyileşmesini hızlandırdığı (Malviya ve Jain 2009; James ve Victoria 2010; Krishna ve diğ. 2012; Mekala ve diğ. 2014; Muhammad ve diğ. 2016; Sanaei ve diğ. 2018), yara kontraksiyonunu arttırdığı ve diyabette yeniden epitelizasyon süresini kısalttığı gösterilmiştir (Mekala ve diğ. 2014; Muhammad ve diğ. 2016; Sanaei ve diğ. 2018). Bu çalışmada, Grup 2’ye içeriğinde %0,2 oranında nitrofurazon olan antiseptik pomad uygulanmıştır. Bu grup ile %0,2 oranında nitrofurazon içeren pomad içinde eklenen %10 L. candidum yeraltı distile sulu ekstraktı, %5 ve 10 L. candidum yeraltı metanolik ekstraktı bulunan pomad uygulanan 4., 5. ve 6. gruplar arasındaki yara kontraksiyon oranları 15. günde istatistiksel olarak anlamlıdır. Bu durumda, tüm gruplara yapılan uygulamalarda yara kontraksiyonu bakımından fark oluşturan etkenler %0,2 oranında nitrofurazon içeren pomad içinde eklenen L. candidum yeraltı metanolik ve distile sulu ekstraktlarıdır. Bu

44

bulgudan yola çıkarak, L. candidum yer altı distile sulu ekstraktının (%10) ve metanolik ekstraktlarının (%5 ve 10) yara kontraksiyonunu, dolayısıyla da yara iyileşmesini artırdığını söylenebilir. Ayrıca, yara kontraksiyonunda, dolayısıyla da yara iyileşmesinde distile sulu ekstraktın doza bağlı bir etkiye sahip olduğu, metanolik ekstrakların tüm dozlarda belirgin bir etki gösterdiği de önerilebilir. Mikrobiyota ile herhangi bir temas olmadığında, kısmen nötrofil birikimi, alternatif olarak aktif iyileşen makrofaj birikiminin artması ve yara bölgelerinde daha iyi anjiyogenez nedeniyle cilt yara iyileşmesinin hızlandığı ve korkusuz olduğu bildirilmiştir (Canesso ve diğ. 2014). L. candidum esktraktlarının da konsatrasyona bağlı olarak antimikrobiyal etki gösterdiği bilinmektedir (Kalaba ve diğ. 2019). Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlarımızı da destekleyen bu bilgiler ışığında L. candidum ekstraklarının doza ve ekstrakt tipine bağlı olarak gösterdiği antimikrobiyal etki nedeniyle yara kontraksiyonunu, dolayısıyla da yara iyileşmesini hızlandırdığı söylenebilir.

Yaralarda iyileşme süreci, bağ dokusunun başlıca yapısal proteini olan kollajenin yeniden biyosentezi, birikimi ve olgunlaşmasına bağlıdır. Bazı hastalıklarda (Ör.: Diyabet) deride yer alan kollajen fibriller dejenere olurlar, parçalanırlar ve dağınık bir şekilde düzenlenirler (Ye ve diğ. 2016; Argyropoulos ve diğ. 2016). Kollajen ile ilgili olarak yapılmış olan bir çalışmada kollajenin bağ dokusu oluşumuna ve yaralı dokuların vaskülarizasyonuna katkı sağlayarak yaraları iyileştirildiği bulunmuştur (Nagappan ve diğ. 2012). Bir başka çalışmada Allium sativum ekstraktının kollajen sentezini hızlandırarak yara iyileşmesi için gerekli süreyi azalttığı rapor edilmiştir (Farahpour ve diğ. 2017). Ayrıca, Prunus spinosa ekstraktının farelerde oluşturulan eksizyonel yaralarda kollajen sentezini arttırdığı, bu etkiyi de antienflamatuvar, antioksidan ve antibakteriyal özellikleri sayesinde gerçekleştirdiği bildirilmiştir (Ayla ve diğ. 2017). Bu çalışmada 15. günde Grup 5 ve Grup 6’da kollajen boyanma yoğunluğunda bir artışın olması ve kollajen dağılım paterninin sıfırıncı gün ile benzer olması, L. candidum ekstraktlarının konsatrasyona bağlı olarak antimikrobiyal etki göstermesiyle (Kalaba ve diğ. 2019) açıklanabilir. Çünkü enflamatuar yanıt belirgin kolajen yıkımıyla sonuçlanır (Scannapieco 2004). Tüm bu bilgiler ışığında, L. candidium yeraltı metanolik esktraklarının farelerde yara iyileşme sürecinde kollajen miktarını arttıran etkisinden dolayı, yara tedavisinde kullanılabilecek doğal bitkisel bir ürün olarak kullanılabileceği önerilebilir.

45

Elastik fibriller, deri ve damarlar gibi organların bağ dokularında yer alarak esneklik kazandıran ve hücre dışı matrikste esansiyel olan makromoleküllerdir (Kielty ve diğ. 2002). Yetişkinlerde yara iyileşmesinde yara izi oluşumundan sonra düzensiz elastik fibriller bulunmaktadır (Perez-Rico ve diğ. 2014). Yapılan bir çalışmada, diyabetik farelerde yara bölgelerine mezenşimal kök hücre uygulaması yapılmış, dermo-epidermal bileşkede derin dermisten daha fazla miktarda ve uzunlamasına yerleşmiş, düzensiz dağılım gösteren elastik fibriller tespit edilmiştir (Soares Rodrigues ve diğ. 2018). Bitki esktraktları kullanılarak yapılan çalışmalarla, yara iyileşme süreçleri ve bitki ekstraktlarının elastik fibril sentezi üzerüne etkileri araştırılmıştır. Buna göre, Strychnos pseudoquina hidroetanolik ekstraktının yara bölgesinde elestik fibril birikimini uyardığı, bu etkinin kısmen antioksidan etkisinden kaynaklandığı bildirilmiştir (Sarandy ve diğ. 2017). Bu çalışmada elastik fibriller Grup 5 ve Grup 6’da sıfırıncı günle benzerlik gösterirken, Grup 5’te elastik fibril kümeleri ve Grup 6’da daha koyu boyanmış, ince uzun fibriller izlenmiştir. Bu bulgulara göre, kullanılan L. candidum yeraltı metanolik esktraklarının elastik fibril sentezini arttırdığı söylenebilir. Zheng ve diğ. (2006) tarafından, elastik fibrillerin genel olarak kısa süreli yara iyileşmesi ile doğrudan ilgili olmadığı, yara kapanma süreçlerine katılmadığı ve bunun yerine dermal mimarinin yeniden kurulmasında destekleyici bir rol oynayabileceği bildirilmiştir (Zheng ve diğ. 2006). Buna göre, elastik fibril sentezinin artması, yara iyileşme süreçlerine direkt etki etmese de bu sürece olumlu yönde etkisinin olabilieceği ve dolayısıyla L. candidum yeraltı metanolik esktraklarının farelerde yara iyileşme süreçleri üzerinde olumlu etkiye sahip doğal bir ajan olduğu önerilebilir.

Bazal membran, omurgalı ve omurgasız organizmaların gelişiminde doku organizasyonu, stabilitesi ve farklılaşmasına katkıda bulunan tabaka benzeri hücreye yapışan ekstraselüler matriks elemanlarıdır (Yurchenco ve Patton 2009). Birçok hastalıkta etken olan nedenlerin bazal membran bütünlüğü ve bozukluğundan kaynaklandığı ya da ilişkili olduğu bildirilmiştir (Yurchenco ve Patton, 2009). Örneğin diyabette, bazal membran bütünlüğünün önemli ölçüde bozulduğu bilinmektedir (Akarca ve diğ. 2012). Yaralarda skar dokularında epidermal kalınlıkta belirgin bir artışın olduğu ve bazal membran boyanmasının olmadığı görülmüştür (Yang ve diğ. 2016). Deride, dermal-epidermal bileşkede yer alan bazal membran, epidermisi dermise sıkıca bağlayan ve makromoleküllerin değişimini kontrol eden geçirgenlik

46

bariyeri olarak çalışan önemli bir yapıdır ve yara iyileşmesi sırasında dermal- epidermal bileşkenin onarımı, yara sonrası derinin fonksiyonel özelliklerinin restorasyonu için önemlidir (Fisher ve Rittie, 2018). Yapılan bir çalışmada, alloksan kullanılarak diyabet oluşturulan farelerin eksizyonel yaralarında Rosmarinus

officinalis sulu ekstraktının bazal membran oluşumuna pozitif etki ettiği bildirilmiştir

(Abu-Al-Basal 2010). Bu çalışmada L. candidum %10 sulu ve %5-10 metanolik ekstraklarının PAS boyanma yoğunluklarının sıfırıncı güne benzer olması, kullanılan ekstrakların bazal membran oluşumunu olumlu yönde etkilediğini ve bu sayede yara iyileşme sürecini hızlandırdığını düşündürmektedir. Yara kontraksiyonu ile ilgili çalışmamızda elde edilen veriler de bu görüşü desteklemektedir.

47

5. SONUÇ VE ÖNERİ

Çalışma sonucunda L. candidum türüne ait ekstraktlarda yüksek antioksidan aktivite tespit edilmiştir. Bu bulgular L. candidum türü için daha ayrıntılı kimyasal içerik çalışmalarının yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Sıçanlar üzerindeki histobiyokimyasal çalışma sonucunda ise L. candidum yeraltı sulu ekstraktı doza bağlı olarak, metanolik ekstraktı ise kullanılan tüm dozlarda, incelenen tüm verilerde olumlu etkiler göstermiştir. Bu nedenle, L. candidum yeraltı ekstraktları, yara tedavilerinde kullanılabilecek umut verici bir doğal ajan gibi görünmektedir. Ancak, her ne kadar bu veriler elde edilmiş olsada, daha ileri çalışmalarla, ekstrakların etken maddelerinin ve bunların yara iyileşmesi süreçleri üzerindeki etkilerinin araştırılması yerinde olacaktır.

48

6. KAYNAKLAR

Abu-Al-Basal, M. A., “Healing potential of Rosmarinus officinalis L. on full-thickness excision cutaneous wounds in alloxan-induced-diabetic BALB/c mice”, J

Benzer Belgeler