• Sonuç bulunamadı

Klasik bir cildin şemse süsleme örnekleri

33

ciltli olmayıp tomar halinde olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda Çin resimlerinin çerçevelenmediğini ve duvara asılmadığını, onların tomarlar halinde ve bir sandıkta durduklarını ancak sahipleri onları görmek veya başkasına göstermek istedikleri zaman açıp astıklarını, bu resimlerin tamamen bir kitap muamelesi gördüklerini özellikle eski zamanlarda Çin’de tomar halinde pek çok kitap olduğunu görüşleri arasında vurgulamıştır. (Binark, age., s. 3-5.)

Çinliler tahta levhalarla klişe baskı yaparak kitap basmışlar ancak yine bunlar tomar halinde olup, ciltlenmemiştir. Çin’de klişe baskı daha çok Tang Sülalesi (618-906) zamanında gelişmiştir. Bunun en güzel örneği “Kutsal Sutra”dır.(Binark, age., s. 3-5.)

Aslında Çin’de ciltçiliğin gelişmesi; Uygur sanatçılarının Çin illerine göç edip yerleşmeleriyle başlamış İran’a ve Halife Mutasım Billah zamanında da Samarra’ya giden 9. yüzyıl Uygur Türkleri bu şehirlerde cilt sanatının ilerlemesinde ve bir sanat kolu olarak yerleşmesinde büyük rol oynamışlardır. (Binark, age., s. 3-5; Özen, age., s. 9-10.)

O çağlarda Avrupa’da kitap ciltleri Doğuya göre çok basitti. Bunun sebebi M.S. 12. yüzyılın birinci yarısına kadar Avrupa’da kağıt imali bilinmiyordu. Avrupalılara kağıt imalini Endülüs Emeviler’i öğretmiştir. Endülüs’te ilk kağıt fabrikası, 1144-1154 yılları arasında Şatibe’de -San Felipe- kurulmuştur. Semerkantlı müverrih Ali bin Mehmed’e göre ipek kozasından kağıt yapan ilk imalathane M.S. 652. yılda Semerkant’ta kurulmuştur. (Binark, age., s. 3-5; Özen, age., s. 9-10.)

Bu kadar yüzyıl önce ipek kozasından kağıt yapan Doğunun şüphesiz ciltçilik sanatında da Batıdan üstün olacağı gerçeği kaçınılmazdır. Orta Asya’ya mahsus bir sanat dalı olan ciltçilik, Türklerin İslam dinine girmelerinden sonra büyük bir gelişme göstermiştir. (Binark, age., s. 3-5; Özen, age., s. 9-10.)

İsmet Binark Eski Kitapçılık Sanatlarımız adlı kitabında, Mine Esiner Özen Türk Cilt Sanatı adlı kitabında Avrupalı sanat tarihçilerinden Alman F. Sarre’nin “İslamische Bucheinbände” (Berlin, 1923) eserinde tam olarak İran’a bağlayamadığı ciltlere İran-Türk, İran’ın kötü örneklerine Türk, güzel Türk eserlerini de İran cildi olarak nitelendirirken Kemal Çığ “Türk Kitap Kapları”

34

adlı makalesinde F. Sarre’nin İslam kitap kapları üzerinde ilk defa ciddi tetkiklerde bulunduğunu ve yayın yaptığını irdelemektedir. Cilt sanatının Orta Çağların ilk zamanlarından beri Mısır’da ve Doğu Türkistan’da, özellikle Uygur Türkleri’nin yaşadığı alanda uygulandığını tespit ettiğini savunmaktadır. A. Von Lecoq, Karahoçu kazılarında Mani dinine ait el yazmaları arasındaki iki cilt parçası üzerinde arkeolojik verilere dayanarak yaptığı araştırmalar sonucunda bu parçaların 6-9. yüzyıllara ait olabileceği, üzerlerinde bulunan süslemelerin Mısır’ın Kıpti ciltleri süslemeleri ile güçlü bir ilgisi bulunduğunu ortaya koymuştur. (Kemal Çığ, “Türk Kitap Kapları.”, Türkiyemiz Dergisi, Sayı: 9, Şubat 1973, s. 6.)

Bu parçaların dış yüz süslemeleri bıçakla kesme tekniği ile yapılmış geometrik biçimlerdir. İç yüzlerine ise yaldızlı deri kaplanmış, damga hakkedilmiş ve oyulmuştur. Mısır’ın cilt yapma tekniği Orta Asya’ya İslamlıktan önce Nasturiler vasıtasıyla girmiş olduğunu, İslamlık devrinde ise, dini kitaplarla tekrar Türkistan ve İran sahasında etkisini göstermeye devam etmiş bulunduğunu bugün artık kesin olarak bilmekteyiz. (Çığ, age., s. 6.)

Hicretin ilk yıllarında tahta üzerine deri kaplanarak yaldız kullanılmadan “Kör Alet” kullanma tekniği ile yapılan basit geometri süslemeli ciltler, parşömen üzerine yazılan Kur’an sahifelerini mahafaza için kullanılmıştır. Daha sonraları tahta yerine deri geçince, işlenmesindeki kolaylık yüzünden süslemede bir zenginlik başlamış, geometrik süslemeler filigri motiflerle kompoze edilerek cazip ciltler meydana getirilmiştir. Bu nevi ciltler Selçuk, Memluk ve İran sahasında teknik ve süsleme bakımından önemli bir değişiklik göstermeden XV. yüzyıla kadar devam etmiş, XV. Yüzyılda İran sahasında Timurluların hakimiyeti zamanında büyük gelişme göstererek pek sanatlı şaheserler yapılmasına sebep olmuştur. (Çığ, age., s. 6.)

Cilt sanatının İslamlıktan önce ve sonra Orta Asya ve İran bölgesinde geçirdiği tarihi gelişim kısaca bu şekildedir. Matbaacılığında cilt yapımı gibi bulunuşu Orta Asya Türklüğüne kadar uzanmaktadır. Bulunduğu tarihten bu yana, her geçen gün gittikçe gelişen ve bugünkü haline gelen matbaacılığın tarihçesi çok eskiye dayanır. Matbaacılık Avrupa’da Gutenberg tarafından bulunmuşsa da önce Asya’da tatbik edildiği, bu arada Çin’de ve Kore’de de denendiği bilinmektedir. Ancak bu topraklar üzerinde gelişen matbaacılığın asıl kurucusunun Çinliler mi, yoksa Uygur Türkleri mi olduğu, zamanımıza

35

kadar cilt sanatı gibi bir tartışma konusu olmuştur. Bazı görüşler ileri sürülmüş, bu görüşlerin bir kısmı matbaanın Çinliler tarafından, diğer bir kısmı da, Çinlilere ait en eski basılı vesikaların bulunduğu Çin Türkistan’ı (Çin-İli) nda o devirlerde yaşamış Uygur Türkleri tarafından bulunduğu yolunda olmuştur. Elde edilen bilgiler matbaanın ilk şeklinin Uygur Türkleri tarafından bulunmuş ve kullanılmış olduğunu göstermektedir. Çünkü Çinlilerin çok sayıda (6000) kadar ve çok çeşitli şekildeki harflerden oluşan bir alfabeye ve değişik yazı dillerine sahip olmaları böyle bir alfabeyi basım sanatında kullanmaları ve dolayısıyla matbaayı bulmuş olmaları şüphelidir. Bunun yanı sıra Çinli demirci Pi-Sheng’in müteharrik harfler meydana getirme fikrini çok sayıdaki Çin yazı sisteminden ziyade, uygun sayıda harflerden oluşan Uygur alfabesinden almış olduğu da düşünülebilir. (Binark, age., s. 58.)

Nitekim, matbaa tarihi ile uğraşan İngiliz bilgini Carter; yeryüzündeki en eski matbaa hurufatının ( kurşun baskı kalıpları ) Uygur dilinde olup Türkçe olduğunu, matbaanın daha önce Çinlilerce bilindiği yolundaki fikirlerin, bir Çin efsanesinden ibaret olduğunu kesin bir yargıyla savunmuştur. Çincenin silabik karakter taşıdığını, o zamanlar matbaaya uygulanamayacağı bilim adamlarınca açıklanmış ve 14 harften oluşan Uygur Türk alfabesinin matbaaya uygulanması daha kolay olmuştur. (Binark, age., s. 59.)

Turfan, Beşbalık, Bezeklik, oniki kilometrelik surları ve oniki kapısı ile Karahoça veya idi-Kut, Yarkent, Hoten vs. gibi Uygur şehirlerinin bulunduğu tarım bölgesinde yapılan araştırmalar sonucu, sert ağaçtan yapılmış müteharrik harfler Uygurlarda matbaa sanatının varlığını bir kez daha kanıtlamıştır. (Binark, age., s. 59.)

(Türk boyları arasında kullanılan) Türk yazısının en muhteşem abideleri İ.S. 726-732 ve 735 yıllarından kalma Orhun kitabeleridir. Bu kitabelerde eski Türk devlet teşkilatından başka sevgi, tanrı, ölüm gibi konuların da yer alması 8. yüzyıl Türkçe sinin yeterli derecede işlenmiş bir edebiyat dili olduğunu da göstermektedir. (Binark, age., s. 59.)

36

Orta Çağların en medeni milletlerinden biri de Uygur Türkleriydi. Renkli duvar resimleri ile süslü salonlarla, özel ciltlenmiş kitaplarla dolu kütüphanelerle donatılmış Uygur şehirlerinde resmi daireler, noterler, gümrük teşkilatı ve mahkemelerin olduğu anlaşılmıştır. Yine bu eski kültür merkezlerinde ele geçen diğer önemli bir malzeme matbaanın aslında Türk buluşu olduğunu belgelemiştir. Rus bilginlerinden Oldenburg, modern matbaanın protetipi olan müteharrik Uygur harflerinin elde olduğunu (edildiğini), Fransız bilgini S. Risler Avrupa’dan 600 yüzyıl önce Türk ülkesinde basılmış eserlerin bulunduğunu söylemiştir. Türk matbaa tekniği Moğollar vasıtasıyla Avrupa’ya geçmiştir. (Binark, age., s. 59.)

Çin Türkistan’ının Kan-Su bölümünde Tun-Huang (Bin Buda) mevkisi yakınında üstü duvarla örtülü bir mağaradan dünyanın en eski kitabı bulunmuştur. İngiliz Aurel Stein tarafından bulunan tomar şeklindeki ve 480 metre boyundaki kitap “Kutsal Sutra”dır. İ.S. 11 Mayıs 868 tarihini taşımakta ve British Museum’un Stein Koleksiyonunda bulunmaktadır. Kutsal Sutra yani –Sutra Elması- adlı Buda dilindeki yazının Çince tercümesini ihtiva etmektedir. Yanı başında Uygurca elyazmalarının ve ağaçtan yapılmış olan birçok Uygur matbaa harfinin ortaya çıkarılması bu görüşü desteklemektedir. Pi-Sheng’in,