• Sonuç bulunamadı

İMGELERİ VE İŞLEVLERİ

Hilebaz arketipi bir gölge arketip olması dolayısıyla her yerde karşımıza çıkar. Zira “Ne kadar istenmeyen ilan edilmişse de ısrarcı ve yoğun gücüyle nereye gidersek gidelim hemen arkamızdan gelen karanlık bir dost, hatta tam anlamıyla bir gölge gibidir” (Stevens 2014: 92). Kitâb-ı Hiyel de ana teması “hile” olan ve nasihatnâme özellikleri taşıyan bir hikâye mecmuası olduğu için gölgesiyle yüzleşip bütünleşmiş ya da gölgesinin tesirinde kalmış birçok hilebaz figürü bünyesinde barındırır. Hilebazı kimi zaman Jungçu bir bütünleşmeyi yaşamış “bütüncül” bir büyücünün bünyesinde kimi zaman bütünleşememiş büyücülerde kimi zaman bütünleşmiş bir kralda kimi zaman bütünleşememiş bir kralda kimi zaman âşık’ta kimi zaman bir medrese talebesinde kimi zaman ise bir şehir serserisinde görürüz. Kimi zaman da hilebazı Jungçu “bütünleşme”nin başrollerinden “anima”nın yanı başında görürürüz.

Tezin bu kısmında Kitâb-ı Hiyel’de bütüncül büyücü, bütünleşmiş büyücü; bütüncül kral ve bütünleşmemiş kral örnekleri hilebaz arketipiyle ilişkili bir biçimde ele alınacaktır. Büyücü ve kral arketiplerine yoğunlaşılmasının nedeni eserin bir nasihatnâme özelliği taşıması ve içerdiği hikâyelerin hacimli bir kısmının baş kahramanının vezir ve padişahlar olmasıdır. Bunun dışında Kitâb-ı Hiyel’de büyücü temsilinin hatırısayılır bir kısmını da kadılar, hekimler ve danişmentler oluşturmaktadır. Müellifin sunduğu hikâyeler aracılığı ile gerek III. Murad’a olsun, gerek Üveys Çelebi’ye öğüt vermek amacı güttüğü düşünülmektedir. Nitekim bu hikâyeler dönemin problemlerine ayna tutması açısından da kayda değer bilgiler içerir. Eserin nasihatnâme yönü düşünüldüğünde de sunulduğu padişaha (Sultan III. Murad) ve vezire (Üveys Paşa) olası yolsuzluklar ya da vuku bulan yolsuzluklar mizahi bir dille anlatılıp hikâyelerin sonlarında yer alan eleştirel şiirler ile durumla ilgili ne yapılması gerektiği hakkında yorumlar sunulmuştur.

85

Hikâyeler aracılığı ile padişahın ve vezirin aliminden köylüsüne, kadısından medrese talebesine halkın her kesimine nasıl muamele etmeleri gerektiği anlatılır ve halkın her kesiminden insanların ahvalleri devlet ekabirine sunulur. Gedizli Azmî’nin eseriyle, devlet ekabirini hayra sevk etmeyi amaçladığı düşünülmektedir.

3. 1. KİTÂB-I HİYEL’DE “HİLEBAZ” BÜYÜCÜLER

Jung’a göre arketipler sabit değillerdir ve birbirleriyle sürekli etkileşim halinde olabilirler. Arketiplerin kendilerine özgü tetikleyicileri ve kendilerine has bir enerjileri vardır. Bu enerjiler herhangi bir durumda kendi dürtüleri ve düşünce formatlarıyla birlikte anlamlı bir yorum üretmelerini (kendilerine ait sembolik bir biçimde) ve duruma müdahil olmalarını sağlar (Jung 1997: 67-68). Örneğin bir kişide Büyücü32 arketipi ve hilebaz arketipi iş birliği içerisinde olabilir. Hatta çoğu zaman Büyücü hilebaz enerjisinden faydalanır. Aslında hilebaz bir gölge arketip olduğu için birçok arketipin yanında onu görmemiz oldukça sıradan bir hadisedir. Kitâb-ı Hiyel’de hilebazı sıklıkla “Büyücü” arketipinin bir gölgesi olarak görürüz. İngilizcesi “magician” olan Büyücü terimi Türkçede kullandığımızdan daha geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Magician “ilim, bilgelik, rehberlik” gibi özelliklere de sahiptir ve terimi bu bağlamda değerlendirmek daha yerinde olacaktır.

İnsanoğlu ilerlemeci bir tarih algısından dolayı kendisini daha önceki atalarından daha ileri ve farklı görür. Fakat asırlar boyu insan, aklını kullanarak dönemine uygun teknolojiyi üretmenin ve bilgiyi bulmanın peşinde olmuştur. İnsanı eskiden beri araştırmaya, bulmaya ve neticesinde üretmeye iten “Büyücü” arketipinin enerjisidir. Geçmiş dönemde yaşamış ve içinde bulundukları toplumlara yol gösterici olmuş şamanlar, büyücü hekimler, sihirbazlar, müneccimler; bugünkü doktorlar, bilim adamları, akademisyenler, avukatlar vb. ile aynı enerjiden beslenir. Büyücü enerjisinden… Yaşadığı dönemden bağımsız olarak Büyücü enerjisinden beslenen her

32 Çalışma boyunca Büyücü arketipi vurgulanmak amacıyla büyük harfle başlatılmıştır.

Alıntılarda ise yazarın metnine müdahale etmemek amacıyla böyle bir düzenlemeye gidilmemiştir.

86

bireyin ortak özelliği bilgi ve teknik sahibi olmasıdır ve sahip oldukları bilgiler neticesinde başkalarına yardım etmeyi hedeflerler.

İnsan büyücü, daima gizli bir bilgi sahibidir ve vazifelerinden biri de başkalarını bilgilendirmektir. Sahip olmak için hususî eğitim gerektiren tüm bilgiler, Büyücü enerjisinin dahilindedir. İster yüksek voltajın sırlarını çözerek usta bir elektrikçi olmak için çıraklık eğitimi alıyor olun; ister gece gündüz çalışarak insan vücudunun sırlarını ve uygun teknolojiyle hastalarına nasıl yardımcı olacağını öğrenen bir tıp öğrencisi olun; veya yüksek finans öğrencisi; yahut psikanalitik okullardan birinde eğitim gören biri olun, ilkel kabilelerdeki şaman veya cadı doktorla tamamen aynı mevkîdesiniz. Gizli gücün incelikli alanlarına girebilmek için büyük miktarda zaman, enerji ve para harcarsınız. Bu güce hâkim olabilmek, usta olabilmek için, kapasitenizi dayanıklılık testine sokarsınız. Ve tüm başlangıçlarda olduğu gibi, başarı garantisi yoktur (Moore ve Gillette 1995: 106).

Büyücünün bilgisinin temelini oluşturan öğrenme merakı onun “hilebaz” enerjisinden kaynaklanmaktadır. Zira Jung’a göre ilk hilebaz çeşitli eksiklikleri neticesinde öğrenmeye mecbur kalmış ve derin bir öğrenme hırsına sahip olmuştur.

Hilebaz, tanrısal-hayvansal bir doğası olan “kozmik” bir ilk-varlıktır, bir yandan insanüstü özellikleri nedeniyle insandan üstünken, bir yandan da akılsızlığı ve bilinçsizliği yüzünden insandan aşağıdır. Dikkate şayan bir içgüdü ve beceri yoksunluğu nedeniyle hayvanla da baş edemez. Onun bu eksiklikleri, çevre koşullarına bir hayvan kadar iyi uyum sağlayamamış olan, buna karşılık çok daha yüksek bir bilinç gelişimine aday, yani muazzam bir öğrenme hırsına sahip insan doğasının özelliğidir, ki bu mitos tarafından da gereğince öne çıkarılır (Jung vd. 2013: 130).

Büyücünün bildikleri gücünün kaynağıdır:

Kuşkusuz, bu gizli bilgi, büyücüye çok büyük bir güç verir. Tabiattaki enerji akışları ve biçimlerindeki, insanlardaki, toplumlardaki ve derindeki şuurdışı güçler arasındaki dinamiklerin bilgisine sahip olduğu için, bu gücü koruma ve yönlendirmede uzmandır (Moore ve Gillette 1995: 108).

Büyücü vakıf olduğu bilgilerin ve bu bilgileri kullanmadaki uzmanlığının neticesinde insanları doğruya sevk eder, onlara yol gösterir ve yardım eder.

Adı ne olursa olsun, büyücünün özelliği, başkalarının bilmediği şeyleri bilmesidir. Örneğin, yıldızların hareketinin, ayın aldığı şekillerin, güneşin kuzey-güney yönünde dönmesinin sırlarını bilir. Toprağın ne zaman ekilip ne zaman biçileceğini, hayvanların ne zaman döl vereceğini bilir. Hava durumunu tahmin edebilir. Tıbbî bitkilerin bilgisine sahiptir. İnsan ruhunun gizli dinamiklerini anlar ve bu sayede başkalarını iyi veya kötüye doğru yönlendirebilir. Büyücü, lütfu veya lâneti tesirli olan kişidir. Ruhların görünmeyen dünyası -Kutsal Dünya- ile insanoğlu ve doğa arasındaki bağlantıları anlar. İnsanlar soruları, problemleri, acıları, vücut ve akıl hastalıkları için ona başvurur. […] Geleceği tahmin etmekten öte, onu tüm derinliğiyle gören bir kâhindir (Moore ve Gillette 1995: 107).

Büyücünün önemli fonksiyonlarından biri de hususiyetle kralların ve devlet ileri gelenlerinin kibirlenmelerini engelleme potansiyelleridir. Zira onlar doğanın ve

87

insanoğlunun derinliklerine vakıftırlar. Moore ve Gillette bu durumu şu şekilde izah etmektedir:

Büyücünün bilgisinin, insanoğlu ve doğanın derinliklerini görmesinin bir yönü de, özellikle kralların ve de önemli devlet adamlarının kibirlenmesini engelleme kapasitesidir. Bir erkekteki Büyücü arketipi, onun “aptal dedektifi”dir; inkâr edileni görür ve açığa çıkarır. Kötü olan, iyi olanı maskelediğinde onu fark eder. Eski zamanlarda, kral, vergisini ödemeyen bir köyü cezalandırmak istediği ve öfkeli duygularına esir olduğu zaman, büyücü ölçülü ve akılcı düşünüşüyle, mantığının keskin soluğuyla, kralı sinirli ruh hâlinden çıkarıp vicdanını ve iyi duygularını harekete geçirir. Sonuçta, saray büyücüsü, kralın psikoterapisti olur (1995: 108).

Büyücü kibri engellerken “hilebaz” enerjisinden faydalanır. Nitekim Moore ve Gillette hilebaz için,

Kendimizin veya başkalarının Ego’larının havasını söndürmekte üstüne yoktur. Ve çoğu zaman buna ihtiyacımız vardır. Nasıl ve ne zaman devâsâlığımızla şişindiğimizi ve aynîleştiğimizi bize bir ânda gösterebilir. Bizi yeniden insanî buuda indirmek ve tüm düşkünlüklerimizi göstermek için onun üzerine gider (1995: 30).

demektedir.

Lakin eğer Büyücü hilebaz gölgesiyle yüzleşip Jungçu bir bireyleşme/bütünleşmeyi gerçekleştirememişse onun bütün marifetlerinin kötü amaçlarla kullanımı da söz konudur. Bugün insanları katledecek teknolojiyi üreten insanlar da insanları şifalandıracak kaynaklar arayan insanlar da aynı Büyücü enerjisinden faydalanmaktadırlar. Kitâb-ı Hiyel’de hilebazın “saf” enerjisinin tesirinde kalmış ve kolayca manipüle edilen olgunlaşmamış Büyücü örneklerine rastladığımız gibi hilebazın “açgözlü, yıkıcı” enerjisinin tesirinde kalıp insanları manipüle eden ve bildiklerini kendi çıkarları için kullanan olgunlaşmamış Büyücü örneklerine de rastlarız. Bu karakterler hileyi hayır yolunda değil şer yolunda kullanmaktadır. Söz konusu karakterler hilebaz gölgelerinin tesirinde kalmış tam bir hilebazdırlar ve hilebazın özelliklerini dolaysız bir biçimde gösterirler. Pearson’ın tabiriyle “arzu ettiği şeyi elde edebilmek için başkalarını umarsızca değiştirmeye çalışan ve büyüyü bozan, kötü bir Büyücü”dür:

Eğer istediğimizi elde etme konusunda zorlayıcı hale gelirsek, yaşamımızdaki her büyüyü zayıflatırız. Hedeflerimizi gerçekten paylaşanlarla kolayca ve çabasızca bağ kurmak yerine, Pygmalion projelerine saplanır, arzu ettigimiz şeyi elde edebilmek için başkalarını (ya da dünyayı) umarsızca değiştirmeye çalışırız. Biz kurnazca yönlendirme yolunu seçtiğimizde büyü bozulur ve kontrol-edici olur. Yaşamımızı güçlendirebilecek harika vizyonlar yaşamımızı yöneten saplantılara dönüşür. Bu noktada, Büyücü bir kötü büyücü olabilir (Pearson 2003: 244).

88

Kitâb-ı Hiyel’de bütüncül Büyücü, bütünleşmemiş Büyücü örnekleri sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

3. 1. 1. Kitâb-ı Hiyel’de Bütüncül Büyücü Örnekleri

Kitâb-ı Hiyel’de “hilebaz” gölgesiyle yüzleşmiş ve onda bastırılmış olan Benlik gücü ve içsel enerjiyi elde edip hayra kullanmayı başarmış ve dolayısıyla Jungçu bir bütünleşmeyi gerçekleştirmiş ilk bütüncül “Büyücü” örneği “Ĥikāyet-i Eflāŧūn bā- İskender-i Śāĥib-fünūn”da karşımıza çıkan Eflatun’dur. Eflatun, söz konusu hikâyede tam anlamıyla bir gölge arketip olan hilebazın enerjisinden oldukça faydalanan bütüncül “Büyücü” arketipinin bir temsilidir. Bu hikâyede döneminin güçlü hükümdarlarından İskender’in dünya ve ahiret işlerinde fikirlerine başvuracağı ilim sahibi bir alimi meclisinde istemesi konu edinilir. İskender’in görevi hikâyede bundan ibarettir. Asıl olaylar İskender’in veziri ve döneminin önemli filozoflarından Eflatun arasında geçer. Eflatun burada bize tam bir Büyücü olarak yüzünü gösterir. Bu Büyücünün karanlık yüzü yani gölgelerinden biri olan “hilebaz” yönü de karşımıza çıkar. Nitekim “hilebaz” gölge formu olgun bir Büyücüye giden yoldaki bir nevi yapıtaşıdır.

Asıl hikâyemize gelecek olursak, İskender arayışı neticesinde Engürüs vilayetinde hikmet ve keşif ehli bir düşünürün varlığını haber alır. Bu düşünür Eflatun’dur. Eflatun bir dağın yamacındaki vadide iki grup öğrencisine dersler vererek münzevi bir yaşam sürmektedir. Büyücünün önemli özelliklerinden olan bildiklerini paylaşma ve başkalarına yol gösterme enerjisi burada kendisini göstermektedir. İskender ağzı iyi laf yapan ve devrinin ileri gelenlerinden olan bir zatı Eflatun’a elçi olarak gönderir ve Eflatun’dan kendisine hocalık etmesini talep eder. Bütüncül bir Büyücü olan Eflatun bu vasfının gereği olan olayların iç yüzünü bilme hasletiyle İskender’in elçisinin geliş niyetini bilir. Fakat elçi henüz olgunluğa erişmemiş bir egodan ibarettir. Büyücü Eflatun hilebaz enerjisini kullanarak elçiyi oyuna getirir ve onu gerçekliğin sınırlarına geri çeker. Nitekim hilebazın önemli fonksiyonlarından biri aşırı kibirlenen egoyu normal sınırlara çekmektir. Zira hilebazın

Kendimizin veya başkalarının Ego’larının havasını söndürmekte üstüne yoktur. Ve çoğu zaman buna ihtiyacımız vardır. Nasıl ve ne zaman devâsâlığımızla şişindiğimizi ve aynîleştiğimizi bize bir ânda gösterebilir. Bizi yeniden insanî buuda indirmek ve tüm düşkünlüklerimizi göstermek için onun üzerine gider (Moore ve Gillette 1995: 30).

89

Eflatun simya ilmini kullanarak elçiye çok büyük bir saltanat sahibi bir kişi olarak görünür. Öyle ki kurduğu saltanatın yanında İskender’in saltanatının esamisi bile okunmaz. Gerçeği görünenden ibaret sanan olgunlaşmamış elçi ne yapacağını şaşırır ve “Acayip bir hikâye. İskender için uzlet köşesine çekilmiş bir filozoftur derler. Bu ise alemin padişahıymış. İskender buna hizmetçi, asker ve köle olmaya (bile) layık değil. Ben bunun huzurunda nasıl konuşup elçilik edeyim” deyip huzursuz olur.

Resūl-i İskender taǾaccüb idüp eyitdi “ǾAcīb ĥikāyet ve ġarīb rivāyetdür. İskender bunuŋ içün bir ĥakīm-i Ǿuzlet-güzīn ve bir Ǿalīm-i ķūşe-nişīndür dirler. Bu ħod Ǿālemüŋ şāhı ve cihānuŋ śāĥib-külāhı imiş. İskender buŋa nöker ve bende vü fermān- ber olmaġa lāyıķ degül. Ben bunuŋ ĥużūrında ne yüzden maķālet ve nice Ǿarż-ı risālet ideyin” diyüp bī-ĥużūr oldı. (119a)

Elçiyi şaşırtan, Büyücünün hilebaz enerjisidir zira o başkalarını şaşırtmaktan zevk alır. Fakat burada bütüncül Büyücü olan bir Eflatun’la karşı karşıya olduğumuz için hilebazın bu yönü Büyücünün aptal dedektifi olan yönüne evrilmiştir. Nitekim Eflatun’un niyeti elçiyi çokbilmişliğiyle komik duruma düşürüp şaşırtmak ve hor görmek değildir. O burada aptal dedektifliği görevini yerine getirmektedir. Zira “Bir erkekteki Büyücü arketipi, onun ‘aptal dedektifi’dir; inkâr edileni görür ve açığa çıkarır. Kötü olan, iyi olanı maskelediğinde onu fark eder” (Moore 1995: 108). Burada söz konusu olan bir kral değil fakat önemli bir devlet adamıdır ve Eflatun bu devlet adamının gerçeği görünenden ibaret sanan şekilci yönünü törpülemek ister ve ona gerçek bilginin kapılarını açma niyetindedir.

Hikâyemize geri dönecek olursak Eflatun’un ihtişamlı saltanatı karşısında şaşırıp kalan elçi gerçek niyetini gizler ve padişahının haberini Eflatun’a iletmez. Eflatun İskender’in elçi göndermekteki amacını sorduğunda “Şehriyarımızın tek muradı size katıksız bir dostluk göstermek ve muhabbetini arz etmektir. Başka bir niyeti ve fikri yoktur” deyip gerçeği gizler: “Şehryārumuzuŋ hemān maķśūdı sizlerüŋle ižhār-ı muħāleset ve iǾlām-ı maĥabbet ü meveddetdür. Ġayrı Ǿarż-ı niyyeti ve āħer mülāĥaža vü emniyyeti yoķdur” didi (120a). Daha sonra da karşılaştığı ihtişam karşısında gerçeği söylemeye mecali kalmaz. Buradaki elçi figüründe yine Büyücünün gölge formu hilebaz “manipülatör” göreviyle iş başındadır. Gerçek bilgiyi kendi çıkarı doğrultusunda gizler ve gerçeği ortaya koymanın sorumluluğunu üstüne almak istemez. Kaypak ve dalaverecidir. Daha sonra elçi, İskender’e ne söyleyeceğim diye endişelenirken uykuya dalar. Eflatun simya yoluyla oluşturduğu saltanatı kaldırır ve ortada bomboş bir vadi kalır. Elçi uyandığında bu boş manzarayla karşılaşır. Elçi

90

şaşkın şaşkın dururken Eflatun kendisini huzuruna çağırtır. Elçi Eflatun’un uzlet köşesine çekilmiş bir pir-i fani olduğunu ve bir hücrede ikamet ettiğini görünce şaşırır. Gördüğü tam bir Büyücü imgesidir. Bir karanlık köşede yaşlı bir pir aydınlık mum gibi siyah bir şal içinde hoş ve gönlü rahat; vücudu hayale boyu hilale dönmüş, cihanı aydınlatan güneş gibi cemalinin nuru parlak ve sözleri taşkın denizler gibi inciler saçmaktadır.

Gördi ki bu ķaraŋū bucaķda bir pīr-i fānī mānend-i şemǾ-i nūrānī bir siyeh şāl içinde ħoş-ĥāl ve fāriġü’l-bāl vücūdı ħayāle ve ķāmeti hilale dönmiş āf-tāb-ı Ǿālem-tāb gibi nūr-ı cemāli dıraħşān ve deryā-yı ifāżat-nisāb gibi ĥüsn-i maķāli dür-feşān (121b: 2- 6).

Fakat elçi ne ile karşılaştığının farkında değildir. Eflatun’a eski itibarı kalmaz. Şekle aldanmıştır. Eflatun asıl geliş niyetini ikinci kez sorduğunda bu sefer çekinmeden İskender’in namesini okur. Eflatun İskender’e selamlarını ve nasihatlerini ileterek böyle bir göreve talip olamayacağını söyler. Fakat öğrencilerinden talip olan olursa kendisiyle birlikte gönderebileceğini de ekler. Elçi bu durum karşısında gayrete gelir ve İskender’in zamanın Kahraman’ı ve devrin sahipkıranı olduğunu; onun fermanına muhalefet etmenin uygun bir davranış olmadığını, ülülemrin33 hükmüne itaat etmek gerektiğini söyler.

Resūl-i İskender Eflāŧūn-ı İlāhī’nüŋ noķśān-ı tenezzülinden fehm idüp iķdāmla eyitdi kim “Ey pīr-i dānā ve ey ĥakīm-i tüvānā İskender Ķahramān-ı zamān ve śāĥib-ķırān- ı devrāndur. Ħāk-i pāyı kīmyā-yı saǾādet ve ħidmet-i dergāhı sebeb-i ķadr u siyādetdür. Anuŋ fermānına muħālefet ve anuŋ ile bu yüzden muǾāmelet gerekmez ki

Kelāmü’l-mülūki mülūkü’l-kelāmi ve ulu’l-emrüŋ ĥükmine iŧāǾat ve źevi’l-ķadrüŋ śohbetine raġbet gerekdür” (122b).

Zira artık Eflatun’dan çekinmesini gerektirecek bir saltanat ortada yoktur, Eflatun da iktidar sahibi bir padişah olarak değil aciz bir pir olarak karşısında durmaktadır. Şekle aldanıp hakikati ıskalayan elçi iyi bir dersi hak ediyordur. Bu işi Büyücü Eflatun çok iyi bir şekilde yerine getirecektir ve ona “Ey akıl sahibi genç, ben seni akıllı, bilgin ve hikmetten nasiplenmiş sanırdım zira elçiler göndereninin sözü, dili, bilgisi ve hikmet tercümanı olurlar. Dün benimle ne şekilde sohbet ettin, değer ve makamımı nasıl bildin. O gördüğün padişahi merasim ve sonsuz tertip hep benimdi. Onu önemsiz, hile ile karışık bir hayal mi zannettin. Allah’ın izniyle o tertip ve merasim ile gece gündüz saltanat tahtında bahtiyarlık ve hükümdarlık ederim. Fakat bu fani devlete aldanıp bu sahte saltanatla Hak’tan uzak olmak istemem. Hazret-i Hak Subhanehü ve Teala’nın

91

kendisine bu kadar rütbe ve paye verdiği kişinin dünyanın sultanlarına meyli ve Hak Teala’nın hizmetinden başkasına kastı ve yönelmesi mi olur?” der.

“Ey cüvān-ı hūşmend ben seni Ǿaķl u dāniş ve ĥikmetden behremend śanurdum ki resūl olanlar mürsilinüŋ kelāmı ve lisānı ve dāniş ü ĥikmet tercemānı olur. Dün benümle ne vechle muśāĥabet ķılduŋ ve ķadr u menziletümü ne yüzden bildüŋ? Ol gördügüŋ āyīn-i pād-şāhī ve tertībāt-ı nā-mütenāhī ħod ser-cümle benüm idi. Anı güźāf u nāçīz ve bir ħayāl-i şuǾbede-āmīz mi žan itdüŋ. Bi-iźni’llāhi TeǾālā ķādirüm ki meddü’l-dühūr ve’l-aǾśār ol tertīb ü āyīn ile leyl ü nehār taħt-ı salŧanatda kām-rānlıķ ve cihan bānlık eyleyem. Lākin işbu fānī devletle memkūr ve işbu müzaħraf-ı salŧanat ile Ĥaķ’dan dūr olmaķ istemezem. Pes bir kimesne kim ĥażret-i Ĥaķ Subĥānehü ve TeǾālā bu ķadar rütbet ve bu deŋlü menzilet vire anuŋ selāŧīn-i dünyāya meyl ü raġbeti olur ve Ĥaķ TeǾālā’nuŋ ħidmetinden ġayrıya ķaśd u Ǿazīmeti mi olur?” (122b-123a).

Elçi hatasını anlar ve mahcup bir şekilde “Fermān cenāb-ı fażīlet-meǿābuŋuz ve cevāb ĥażret-i ĥikmet-niśābuŋuzuŋdur” (123a) der. Alması gereken dersi almıştır. Onu aydınlatan ve gerçek bilgiyi anlamasına sebep olan ise yol gösterici fonksiyonuyla bütüncül Büyücü temsili Eflatun’dur. Bunu yaparken de hilebaz enerjisinden oldukça faydalanmıştır.

Kitâb-ı Hiyel’de hilebaz gölgesiyle yüzleşip onda mahsur kalmış Benlik enerjisini açığa çıkaran ve bunu da etkin bir biçimde kullanan bir diğer bütüncül Büyücü “Ĥikāyet-i Düzd-i Bī-hüner bā-Ķāżī-i Ĥīleger”de karşımıza çıkar. Hikâyenin baş kahramanı olan kadı, gölge arketip olan hilebazın enerjisinden oldukça faydalanan bütüncül “Büyücü” arketipinin bir temsilidir. Onun hilebâz yönünü açığa çıkaran hikâye şu şekilde vuku bulur: Bir grup adamın arasında bir tüccarın üç kaşlı ve elmas taşlı bir yüzüğü kaybolur. Tüccar yüzüğü isteyince hepsi inkâr eder. Yalancı, gerçeği kendi çıkarları için gizleyen, hilebaz gölgesiyle yüzleşememiş bir hilebaz; grubun içerisindedir ve diğer grup üyelerini de töhmet altında bırakmaktadır. Hasılı tüccar yüzüğünün kimde olduğunu öğrenmeye yol ve bulmaya çare bulamayıp sonunda kadıya gider ve halini arz eder. Kadı o tayfaya adam göndererek mahkemeye davet eder. Yüzüğü sorup durumu anlatmalarını isteyince yeminler ederek inkâr ederler. Kanunla işin çözülmesi muhal olmuştur o nedenle kanunun dışında makul çözüm yolları sunan “hile”ye başvurmaktan başka çare kalmaz. Zira hilebaz enerjisi kişiyi sınırları belli kalıpların dışına çıkarıp özgürleştirir. Hâl müşkül olunca kadı da bu enerjiyi devreye sokar. Bakar, kanunla çözülmez yüzüğün bunlarda olduğunu düşünüp onlara bir oyun eder. “Kāżīdur görür olmaz ve şerǾ-ile ŧoġrulmaz yüzügüŋ bunlarda idügin ħayāl ider ve böylece ĥīle vü āl ider” (95a: 2-4). Yatsı namazında bunlar

Benzer Belgeler