• Sonuç bulunamadı

C- MENKABE VE KERAMET

2- Keramet:

Emir Sultan’la ilgili anlatılan olayların bir kısmı da tasavvuf literatüründe keramet kavramı ile açıklanır.

Tasavvuf ilmini incelediğimizde bu ilmin, bir zahir dediğimiz ilim tarafı, bir de bâtın dediğimiz yaşantı, hâl tarafı olduğunu görürüz. Bu durumu cevize benzetebiliriz: Cevizin kabuğu ilmi; içi, özü ise bâtın dediğimiz yaşamayı ifade eder. Cevizin kabuğu ve özü nasıl bir bütün halinde cevizi oluşturuyorsa, tasavvufun zahir ve bâtın kısmı da tasavvuf ilmini oluşturur; yani ne ilimsiz tasavvuf olur ne de amelsiz ama tasavvufta asıl olan hâl dediğimiz manevi yaşantıdır. Tasavvuf, “hâl

127 Ocak, Menâkıbnâmeler, ss. 66-69. 128 Aşkar, a.g.e., s. 191.

işi”dir, kāl işi değildir.129 Đşte tasavvufun ilim kısmını tedris ettikten sonra öğrendiklerini bizzat yaşayarak hayatında uygulayan kişiye de kâmil bir insan olma yolunda ilerleyen, Allah’ın sevgili bir kulu, Allah dostu olmaya çalışan bir kişi; yani veli diyebiliriz. Veli, Hakk’ın dostu ve sevgili kulu130 demektir. Böyle bir kişi, zühd, muhasebe, murakabe, mücâhede, riyazet v.b. temrinlerle manevi yolculukta mesafeler kateder. Makamı yükseldikçe, makamına uygun kendisinden bir takım haller ortaya çıkar: Keşif, manevi alemi müşahede, şatahat, varlıklar üzerinde tasarrufta bulunma v.b. Keramet de bunlardan biridir. Bununla ilgili olarak Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: “Kırk gün süreyle samimiyet ve ihlasla zühde devam eden kişide Allah tarafından bir takım kerametler zahir olmaya başlar. Kimden böyle bir

şey zahir olmamışsa bu onun zühdündeki sadakat ve ihlas noksanlığındandır.” Onun

bir başka sözü de şudur: “Ayetler sadece Allah’a aittir, mu’cizeler peygamberlere, kerametler de velilere ve salih mü’minlere.”131

Keramet, kelime olarak asalet, cömertlik, şeref, itibar gibi manalara gelir.132 Bir tasavvuf terimi olarak ele aldığımızda; Allah’ın sevgili kullarında ortaya çıkan bir haldir. Keramette bir harikuladelik, bir olağanüstülük vardır. “Peygamberlik iddiasıyla herhangi bir ilişkisi bulunmayan bir kişiden hârikulade/olağanüstü bir hususun zuhur etmesi”133 olayıdır; ama peygamberlik iddiasında bulunmayan bir kişinin elinde olağanüstü, harikulade bir olayın zuhur etmesini kabul etmeyenler de vardır. Öncelikle inkar edenler neden inkar ediyor? Sonra da kabul edenler niçin kabul ediyor, delilleri nelerdir? diyerek konuyu inceleyelim.

Zahir ulemasından bazıları kerameti kabul etmez. Kerameti kabul etmeyenlerin sebepleri ve şüpheleri şunlardır:

Mucize peygamberlerin peygamberliğinin delilidir. Peygamber nübüvvetini mucize ile ispat eder ve mucizede de bir olağanüstülük vardır. Bundan dolayı “keramet” adı verilen olağanüstülükler peygamberlerin dışındakiler için caiz değildir. Çünkü bunlar peygamberlere has özelliklerdir. Ayet, mucize ve keramet birdir.

129 Mehmet Demirci, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınları, Đstanbul, 2001, s. 140. 130 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 372.

131

Serrâc, el- Lüma’ Đslam Tasavvufu, Tasavvufla Đlgili Sorular- Cevaplar, trc. ve haz. H. Kâmil Yılmaz, Altınoluk, Đstanbul, 1996, s. 309.

132 Bkz. Serdar Mutçalı, Arapça- Türkçe Sözlük, Dağarcık Yayınları, Đstanbul, 1995, s. 757. 133 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Kültüründe Keşif ve Kerâmet, Sufi Kitap, Đstanbul, 2008, s. 55.

Mucizenin benzeri bir şeyi peygamberlerden başkasına isnad eden kimse peygamberlerle bu kimseleri aynı seviyeye koymuş olur.”134 Ayrıca kerameti kabul etmek, peygamberliği iptal eder. Yine kerameti kabul etmek “Allah, peygamber olan

şahısları peygamber olmayan şahıslardan ayırt etmekten acizdir.” manasına gelir.135

Bir diğer şüphe şudur: “Kullarımı bana en çok yaklaştıran şey, onlara farz kıldığım ibadetlerdir.” buyuran kudsi hadis, farzları yapanların sünnetleri yapanlardan daha çok Allah’a yaklaşacağını gösteriyor. Hâlbuki farzları yerine getirenlerde keramet görülmüyor. Öyleyse sünneti yerine getirenlerde de görülmez.136

Kerameti kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri bir diğer husus da şudur: Allah Nahl Sûresi 7. ayette “Hayvanlar, ağırlıklarınızı sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar. Rabbiniz çok esirgeyendir, çok merhametlidir.” buyuruyor. Oysa bir veli bir beldeden başka bir beldeye keramet yoluyla, sıkıntı çekmeden gitmektedir. Bu durum ayetle çelişmektedir. Hz. Peygamber bile birçok sıkıntı ve meşakket çekerek Mekke’den Medîne’ye hicret etmiştir.137

Bir başka şüphe ve ileri sürülen delil şudur: Kerametlerini kabul ettiğimiz veli, bir başkası aleyhinde bir dava açsa, davasını ispat etmesini isteyecek miyiz, istemeyecek miyiz? Eğer davasını ispat etmesini istersek lüzumsuz bir iş yapmış oluruz. Yine davasını ispat etmesini istemezsek, bu durumda da Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Davacının davasını ispat etmesi gerekir.” sözünü terk etmiş oluruz.138

Kerametlerin zuhurunu kabul etmeyenler bir de şunu ileri sürerler: Bir veliden kerametin ortaya çıkması caiz olunca, diğerlerinden ortaya çıkması da caiz olur. Bu durumda kerametler çoğalacak ve olağanüstülük sıfatını kaybedecek normal bir durummuş gibi gözükecektir. Böyle bir halde de bu ortaya çıkan haller ne mucize olur ne de keramet olur.139

134 Serrac, a.g.e., s. 311.

135 Kelâbâzi, Ta’arruf, Doğuş Devrinde Tasavvuf, trc. ve haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları,

Đstanbul, 1992, s. 107.

136 Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, Sahabeden Günümüze Veliler ve Kerametleri, trc. Abdülhalık Duran, Hikmet Neşriyat, s. 35.

137 Uludağ, Tasavvuf Kültüründe Keşif ve Keramet, s. 119. 138 Nebhânî, a.g.e., s. 35.

Buna karşılık mutasavvıflar ve ehl-i sünnet âlimleri kerametin var olduğunu, mucize ve kerametin ayrı şeyler olduğunu söylerler. Mutasavvıflara gelmeden önce kelamcılardan örnek verelim: “Velilerin kerametleri bize göre caizdir, Mutezile buna muhaliftir. Bu konudaki delilimiz hem aklî hem de naklî yöndendir.”140 Bir başka örnek: “Nebi olmayan velinin, keramet olarak adlandırılan bazı harikulâdelikleri vardır. Keramet, Mutezilenin görüşünün aksine kitap, sünnet ve icma ile sabittir.”141 Kerameti kabul eden kelamcıların kerametin varlığını ispat ederken kullandıkları deliller, mutasavvıfların kullandıkları delillerle hemen hemen aynıdır.142

Şimdi de mutasavvıfların kerametin varlığına dair ileri sürdükleri delilleri

inceleyelim. Önce mucize-keramet farkına değinelim. Mucize peygamberlerin davaları için, davalarında doğru olduklarını gösteren bir delildir, ve onlar mucizelerini gizlemezler. Mucizede inkarcılara meydan okuma vardır. Veliler ise peygamberlik davasında bulunmaz. Eğer bulunursa küfre girer. Mucizeye benzeyen keramet hallerini de açığa vurmazlar, gizlerler. Ayrıca keramette meydan okuma yoktur.

Serrâc (ö.378/988) bu konuyla ilgili şunları söyler: Peygamberler mucizeyle insanları Allah’a çağırır ve mucizeyi davalarına delil olarak kullanırlar. Mucizelerini gizledikleri zaman Allah’a karşı gelmiş olurlar. Veliler ise kerameti gizlemekle kulluk şartını yerine getirmiş olurlar. Peygamberler mucizelerini müşriklere karşı delil olarak kullanırlar. Çünkü müşriklerin kalpleri kaskatıdır. Veliler ise kerametelerini sadece kendi nefislerine delil olarak kullanırlar. Bu sayede mutmain olmaya çalışırlar. Çünkü nefis ancak görmekle mutmain olur. Yine peygamberlerin mucizeleri arttıkça manevi faziletleri de artar. Kendilerine keramet verilen veliler ise kerametleri arttıkça ürpermeleri artar, bunun bir hile olabileceğini ve ayaklarının kayabileceğini düşünürler.143

140 Nureddin Es-Sâbûnî, El-Bidâyetü Fî- Usûlu’d-Dîn, Mâtürîdiyye Akaidi, trc. ve haz. Bekir Topaloğlu, DĐB Yayınları, Ankara, 2005, s. 116.

141 Abdullatif el-Harputî, Tenkîhu’l-Kelam Fî-Akâid-i Ehli’l-Đslâm, Kelâmî Perspektiften Đslam Đnanç Esasları, trc. ve haz. Đbrahim Özdemir ve Fikret Karaman, TDV Elazığ Şubesi Yayınları,

Elazığ, 2000, s. 256.

142 Bkz. Sâbûnî, a.g.e., ss. 116-117; Harputî, a.g.e., s. 257’deki 93 nolu dipnot; Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, Tekin Kitabevi, 3. Baskı, Konya, 1996, ss. 359-360.

Kelâbâzî (ö.380/990) de benzer şeyleri söyler: Peygamber olmayan ama hakiki manada veli olan bir kişi peygamberlik iddiasında bulunmaz, batıl ve asılsız şeyler de söylemez. Đnsanları sadece Hakk’a ve doğruya çağırır. Hakiki veli, peygamber ne söylemişse onu söyler. Böyle bir veliden kerametin ortaya çıkması; peygamberi tasdik etmek, onun davetini ortaya koymak, delillerini geçerli kılmaktır. Sûfilerden biri de şöyle demiştir: Veli, keramet ortaya çıkmadan önce haberi olmaz. Peygamber ise mucize ortaya çıkmadan önce bunu bilir. Çünkü veliler masum değildir. Bazen fitneye düşme tehlikesi vardır. Peygamber ise masumdur, fitneye düşmesinden korkulmaz.144

Kuşeyrî (ö.465/1072) de Risalesi’nde Đbn Fûrek’in şöyle dediğini aktarır: Peygamberler mucizeyi açıklamakla görevlidirler; ama velilere ise kerameti gizlemek vaciptir. Resûlullah mucize sahibi olduğunu kesinlikle söylüyor ve yeri geldiğinde mucizesini gösteriyor. Veli ise keramet iddiasında bulunmaz. Kendisinden keramet sâdır olursa da bunun bir mekr olabileceğini düşünür. Kuşeyrî buna katıldığını belirtir ve şunu söyler: Hatta bir veliden dünyada hiç keramet ortaya çıkmasa, bu durum veli için bir kusur değildir. Çünkü veli insanları kendisine davet etmekle görevli değildir; ama halkı kendisine davet etse de caiz olur. Peygamber ise halka gönderilmiştir ve halkı hem Allah’a hem de kendisine davet eder. Bunun için memurdur ve insanların peygamberin davasında sadık olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır; bu da mucize ile bilinir. Bundan dolayı peygambere delil olarak mucize verilmiştir.145 Evet, buraya kadar kerameti kabul etmeyenlerin ileri sürmüş olduğu ilk iddiaya, peygamber-veli ve mucize-keramet farkı çerçevesinde mutasavvıfların dilinden anlatarak, cevap verdik.

Đkinci iddia ve şüpheye de şu şekilde cevap verilebilir: Sadece farzları yapmak,

yalnızca sünnetleri yapmaktan daha çok, insanı Allah’a yakın kılar; ama veli hem farzları hem de sünnetleri yapmaktadır. Onun için veli bir kimse yalnızca farzları yapanlardan daha çok, Allah’a yakın kimsedir.146

Üçüncü şüphede, delil olarak ileri sürülen ayetteki (Nahl 16/7) durum bilinen bir hâldir ve genel hâli ifade ediyor. Velilerin kerametleri ise, nadir olaylardandır ve

144 Kelâbâzi, a.g.e., ss. 108- 110. 145 Kuşeyrî, a.g.e., ss. 470-471. 146 Nebhânî, a.g.e., s. 37.

özel bir hâldir. Bu nadir olaylar ayetteki genel mana ile çelişmez. Bir istisnadır ve istisnalar genel kaideyi bozmaz.147

Dördüncü şüphede de ifade edilen hadis, genel bir hüküm ifade eden hukuk prensibidir ve istisnalarla çelişmez. Peygamberimizin Mekke’den Medîne’ye meşakkat ve zorluklar ile gitmesi ilahi hikmete binaendir. Yoksa peygamberimiz (s.a.v.) bir saat içerisinde yedi kat göğü gezip gelmiştir.148

Beşinci şüphe için de şunlar söylenebilir: Allah’ın salih, takva ve istikamet sahibi itaatkar kulları iddia edilenin aksine çok azdır. Çünkü Allah Kur’an-ı Kerim’inde: “Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe34/13). “Sen onların çoğunu

şükreden kimseler bulamayacaksın.” (Araf 7/17) buyurur. Bu ayetlerden dolayı hakikaten velilik mertebesine eren Allah’ın özel kulları azdır; çok özel kulları daha da azdır. Az olunca da keramet göstermeleri de nadir olur. Dolayısıyla kerametle gösterilen harikalar olağan işler durumuna gelmez.149

Kerameti kabul eden sûfilerin delilleri, sadece bu şüphelere cevap verirken kullandıkları argümanlar değildir. Nasıl ki diğer Đslami bilimlerin birinci dereceden kaynakları Kur’an ve Sünnet ise; tasavvufun da aynı şekilde öncelikle dayandığı, ilham aldığı kaynak, Kur’an ve Sünnet’tir. Zaten asıl deliller de bu iki kaynaktan çıkarılan delillerdir.

Kerametin Kur’an’dan delilleri şunlardır: “Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.” (Meryem 19/25) ayeti Hz. Meryem ile ilgilidir. Hz. Meryem, böyle bir hitaba muhatab olduğu sırada taze ve olgun hurma toplama mevsimi değildir; ama Allah Hz. Meryem’e böyle bir ikramda bulunmuştur. Yine Hz. Meryem’le ilgili olarak, Allah Hz. Zekeriya’yı Hz. Meryem’in bakımı ile görevlendirmiştir. Hz. Zekeriya, Hz. Meryem’in hücresine her girişinde onun yanında yiyecekler bulur ve Hz. Meryem’e “Bu yiyecekler sana nereden geliyor?” diye sorar. Hz. Meryem de ona “Allah’ın katından.” (Al-i Đmran 3/37) şeklinde cevap verir. Hâlbuki Hz. Meryem ne rasûldür ne de nebîdir. Hz. Meryem’le ilgili bu ayetlerden başka, Hz. Süleyman ve adamlarından biri ile alakalı bir olay Kur’an-ı Kerim’de anlatılmaktadır. Belkıs ve kavmi teslim olmadan önce, Hz. Süleyman,

147 Uludağ, Tasavvuf Kültüründe Keşif ve Keramet, s. 122. 148 Nebhânî, a.g.e., s. 37.

etrafındaki adamlarına “Belkıs’ın tahtını bana kim getirebilir?” (Neml 27/38) diye sorduğunda, Kitap’tan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm.” der. Hz. Süleyman tahtı yanında yerleşmiş bir hâlde bulur. (Neml 27/40). Kitap’tan bilgisi olan bu kişinin kilometrelerce uzaktan Belkıs’ın tahtını, peygamber olmadığı hâlde böyle olağanüstü bir şekilde getirmesi olayı keramet için delil gösterilir. Kehf ashabının kıssası ve bunlarda ortaya çıkan acayip hâller, Zülkarneyn kıssası ve Allah’ın başkalarına vermediği imkan ve kudreti ona vermesi, Hızır (a.s.)’ın kıssası ve Hz. Musa’nın bilmediği şeyleri Hızır (a.s.)’ın bilmesi gibi hususlar da Kur’an’da keramete delil olarak gösterilir.150

Tasavvuf kitaplarında kerametin varlığına ve meşruiyetine delil olabilecek hadisler vardır: Rahib Cüreyc’in kıssası; Cüreyc’e bir kadın iftira atmak ister ama doğurduğu çocuk Cüreyc’in lehinde şahitlik yapar ve Cüreyc iftiradan kurtulur. Cüreyc peygamber olmadığı hâlde bu kendisine nasip olmuştur. Bir başka hadis: “Mağara Hadisi” denilen hadistir. Üç arkadaş yolculuğa çıktıklarında yağmura tutulurlar ve bir mağaraya sığınırlar. Aşırı yağmurdan dolayı toprakta bir kayma olur ve mağaranın girişi kapanır. Bu üç kişi de yapmış oldukları iyiliklerle Allah’a yalvarırlar ve duaları kabul olup mağaradan kurtulurlar. Bir diğer hadis de, sığırın konuşması hadisesidir.151 Bu hadislerden başka sahabeden ve tâbiûn neslinden de keramet türü olaylar rivayet edilmiştir.

Kur’an ve Sünnet naklî olarak kerameti ispat eder. Aklî olarak konuya yaklaştığımızda da şunları söyleyebiliriz: Bir çok ayet, gerçek iman sahibi bir kulun Allah’ın dostu olduğunu; Allah’ın da onun dostu olduğunu beyan eder. Durum böyle olunca, kul Allah’ın her emrine uyarsa yasaklarından sakınırsa, neden merhametli ve kerem sahibi olan Allah da bir kere olsun onun istediği bir işi yapmasın? Kul kendine düşeni yapınca Allah’ın da ona karşılık vermesi akla en yakın ihtimaldir. Keramet göstermek mümkün olmazsa; bu, ya Allah’ın gücü keramet yaratmaya yetmez ya da kul Allah’tan böyle bir lutuf görmeye layık değildir, manasına gelir. Allah’ın gücü yetmez dersek bu küfür olur. Kulun keramete layık olmadığını düşünmek de yanlıştır. Bir devlet başkanı birisini kendi özel hizmetine alır ve kendi sohbet ve sır

150 Bkz. Serrac, a.g.e., s. 313; Kelâbâzî, a.g.e., s. 106; Kuşeyrî, a.g.e., ss. 471- 475; Nebhânî, s. 23. Kehf ashabı, Zülkarneyn ve Hz. Musa ile Hzır (a.s.) kıssaları için Kehf Sûresi’ne bakınız.

meclisine dahil ederse, ona başkalarına vermediği bazı yetkiler ve imtiyazlar verir. Bütün alemlerin hükümranı olan Allah, bir kulunu şereflendirip ona manevi saadetler ve ilahi marifetler bahşettiğinde, bunların yanında bir hiç hükmünde olan maddi alemde bu kuluna bazı kerametler vermesi çok mu olur?152

Kerameti naklî ve aklî olarak ispat ettikten sonra şimdi de kerametin çeşitlerinden ve sonra da keramette asıl olan nedir? Keramet konusunda takınılması gereken tavırlar nelerdir? diyerek konuyu bağlayalım. Kerametin çeşitleri konusunda Tac es-Sübkî “Velilerde zuhur eden keramet çeşitlerinin yüzü bulduğunu sanıyorum.” der153; ama kerameti genel olarak kevnî (maddî-surî) ve hakikî ( ilmî- manevi) şeklinde ikiye ayırabiliriz.154 Havaya serilmiş seccade üzerinde namaz kılmak v.b. kevnî keramete örnektir. Güzel ahlak sahibi olmak, arkada faydalanılan bir eser bırakmak v.b. hakikî keramete örnektir. Menâkıb-ı Emir Sultan’ın içeriğinde çoğunlukla Emir Sultan’ın kerametleri anlatılmaktadır ve bu kerametlerin hemen hemen hepsi kevnî keramet türüne girer. Menâkıbnâmede anlatıldığına göre Emir Sultan beş yaşında iken, yaşlı bir adamın önceleri yemyeşil ve sulak olan bir bahçesi bir afet sebebiyle kurumuştur. Emir Sultan o bahçeyi, göstermiş olduğu kerametle eski hâline getirmiştir. Yine Emir Sultan, Peygamberimiz’in ravzasına gelip Peygamberimiz’e selam vermiştir ve Peygamberimiz de onun selamını almıştır. Bu olayı etraftakiler görmüştür ve selamlaşmayı duymuştur. Emir Sultan, ejderhayı kendisine musahhar kılmıştır. Đnsanların içinden geçenleri bilmiştir. Buna benzer, eserde bir çok keramet anlatılır. Keramet konusunu bu şekilde anlattıktan sonra şöyle bir sonuçla bitirebiliriz:

1- Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: “En büyük keramet, nefsin kötü ahlakını iyi huylarla değiştirmektir.”155 Yani asıl keramet, nefsin aşırı isteklerine gem vurup, kâmil bir insan olmaktır.

2- Tasavvufta esas olan keramet değil; istikamettir, takvadır, şeriate uymaktır. Evliyada zuhur eden kerametlerin en büyüğü, devamlı olarak ibadet ve taat işlemeye

152 Nebhânî, a.g.e., ss. 30-34. 153 Nebhânî, a.g.e., s. 81. 154

Bkz. Demirci, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatler, s. 40; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatler

Tarihi, Dergah Yayınları, 6. Baskı, Đstanbul, 2003, s. 123; H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf Meseleleri,

Erkam Yayınları, Đstanbul, 2004, s. 227. 155 Bkz. Serrac, a.g.e., s. 316.

muvaffak kılınmak, günahtan ve emre muhalefetten korunmaktır.156 Bâyezid-i Bistami şöyle demiştir: “Bir kişiyi havada bağdaş kurmuş oturur bir hâlde görseniz, ilahi emir ve yasaklar, dinin çizdiği sınırlar ve şer’î hükümleri yerine getirme hususunda nasıl davrandığını görmeden ona aldanmayınız.”157

3- Keramet bir perdedir. Cüneyd şöyle demiştir: “Manevi nimetleri görüp onların tadına dalmak ve kerametlere aldanmak havâssın kalplerini perdeler.”158 Yani keramete takılıp kalmamak gerek; yoksa bir mekr-i ilahi olup insanın ayağı kayabilir. 4- Kerameti gizlemek esastır. Onun içindir ki büyük veliler mümkün olduğu kadar kerametlerini gizlemeye çalışmışlar, keramet göstermeyi bir meziyet değil, kadının hayız görmesi gibi geçici bir şey saymışlardır. Onlara göre: “Peygamberlere mucize izhar etmek nasıl farz ise velilere de kerameti gizlemek öyle farzdır”.159 Ancak böylelikle veliler kulluk şartına bağlı kalmış olurlar.

Benzer Belgeler