• Sonuç bulunamadı

İstiâze: Sözlükte, sığınmak, korunmak anlamındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’e istiâzede bulunması (Allah’a sığınması) emredilmiştir, Hz. Peygamber de Allah’a sığınmış, bu amaçla daha çok ihlâs, felak ve nâs sûrelerini okumuş, bunu sahâbe-i kirâm’a da tavsiye etmiştir.

Âlimlerin çoğunluğu istiâzenin müstehâb olduğu ve Kur’ân okumaya başlamadan önce istiâzede bulunulmasının daha uygun olacağı görüşünü benimsemişlerdir. Namazda istiâze, Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre birinci rek’atta, Şâfiîlere göre her rek’atta sünnettir. Namaz dışında Kur’ân okurken dinleyicinin bulunması hâlinde istiâzenin âşikâre yapılması gerekir. Çünkü kıraatin sesli olacağının îlânı için buna ihtiyaç vardır.

Neml Sûresi’nin 30. âyetinde geçen besmelenin Kur’ân’dan bir âyet olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında herhangi bir ihtilâf yoktur; başta sahâbîler olmak üzere âlimler bu hususta sözbirliği etmişlerdir (icmâ). Ancak Tevbe Sûresi dışında, Kur’ân-ı Kerîm’deki sûrelerin başlarında bulunan 113 besmelenin her birinin tek başlarına birer âyet olup olmadığı konusunda İslâm âlimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Kıraat imâmları, Tevbe Sûresi hâriç diğer sûrelere besmele ile başlanacağı husûsunda görüş birliğine varmışlar, bir sûreden diğerine geçişte besmelenin okunup okunmayacağı konusunda ise farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Mushaf yazarken Tevbe Sûresi dışındaki sûrelerin başına besmele yazmak da farz hükmündedir.

Çünkü üzerinde ashâbın icmâı bulunan Mushaf’ta bu şekilde yazılmıştır.

Namaz dışında Kur’ân okumaya başlarken eûzü besmele çekmek; âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet, sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden başlanması hâlinde ise mendûptur.

Kur’ân'ın Toplanması ve Çoğaltılması: Kur’ân, Peygamberimizin devrinde bizzat Vahiy Meleği ve Nebî’nin birbirlerine karşılıklı okumaları ve sahâbîlerin ezberlemesiyle korunmuştur.

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ölümünü takip eden Yemâme savaşlarında 70 kadar hâfızın ölmesi müslümanları telâşa düşürmüştü. Ashâptan Hz. Ömer de hâfızların toplanması için dönemin halîfesi Ebu Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Ebu Bekir, Zeyd bin Sâbit

başkanlığında toplanan Abdullah bin Zübeyr, Sa'd bin Ebî Vakkâs, Abdurrahman bin Hâris bin Hişâm'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur’ân sâhifeleri bir araya getirilmiştir. Bu aslî nüshaya

"İmâm Mushaf" adı verilmiştir. Abdullah bin Mes’ûd'un teklifiyle iki kapak arasında "İmâm Mushaf"

üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifâk sağlanmıştır.

M.648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı okuyuşlar ortaya çıktı ve tartışma başladı. Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine engel olmak için Huzeyfe bin Yemân, Halîfe Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilâfın ortadan

kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halîfe Osman, diğer ashâb ile de istişâre ederek, İslâm dünyasında yalnızca Hz. Ebu Bekr'in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur’ân mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yâhut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı. Hz.

Osman, bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yâhut yanlış anlamaya meydan vermemek için başka tüm yazılı nesneleri yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti. Hz. Ebû Bekir zamanında yazılan İmâm Mushaf, Hz. Ömer'in ölümünden sonra kızı ve Hz. Muhammed'in hanımlarından olan Hafsa'ya geçmişti. Hz. Osman zamanında çoğaltılan Mushaflar, yedi nüshadır. Bunlar Medîne, Mekke, Şam, Kûfe ve Basra'ya gönderildi. Hz. Osman tarafından değişik vilâyet merkezlerine gönderilen nüshalar zamanla kayboldu. Günümüzde hâlen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı Müzesi'nde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır. Çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile reprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) yayınlamıştır.

105

Vahiy Kâtipleri: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer b. el-Hattab, Hz. Ali b. Ebi Talib, Hz. Osman b. Affân, Hz. Amr b. el-Âs, Hz. Muâviye, Hz. Şurahbil b. Hasene, Hz. Muğîre b. Şu'be, Hz. Muâz b. Cebel, Hz.

Hanzele b. er-Rebî', Hz. Cehm b. es-Salt, Hz. Huseyn en-Nemerî, Hz. Zubeyr b. el-Avvâm, Hz. Âmir b.

Fuheyre, Hz. Ebân b. Saîd, Hz. Abdullah b. Erkâm, Hz. Saîd b. Kays, Hz. Abdullah b. Zeyd, Hz. Hâlid b.

Velîd, Hz. A’lâ b. Hadremî, Hz. Abdullah b. Revâha, Hz. Huzeyfe b. Yemân, Hz. Muhammed b. el-Mesmele vs.

Mekke'de ilk vahiy kâtipliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebî Sarh, Medîne de ise, Ubey b. Ka'b yapmıştır.

Ondan sonra Zeyd b. Sâbit bu görevi devamlı sürdürmüştür.

Kur’ân'ın Muhtevâsı:

1) Îtikâd.

2) İbâdetler.

3) Muâmelât.

3) Ukubât.

4) Ahlâk.

5) Nasîhat ve Tavsiyeler.

6) Va'd ve Vaîd.

7) İlmî Gerçekler.

8) Kıssalar ve Duâlar.

Suhuf: Dört büyük ilâhî kitâb dışında gönderilen kitapçıklar, formalar. Peygamberlere Allah tarafından gelen yüz dört kitaptan ilk yüz tânesi. 10 suhuf Hz. Âdem (a.s.)’a, 50 suhûf Şît (a.s.)’a, 30 suhuf İdrîs (a.s.)’a, 10 suhûf İbrâhim (a.s.)’a inmiştir.

Sûre: Kur'ân-ı Kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri. Çoğul şekli

“suver”dir. Kur'ân-ı Kerîm’de 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır. Sûreler uzunluk kısalık bakımından dörde ayrılır:

1-Tıvâl, 2-Miûn, 3-Mesânî, 4- Mufassal.

Bakara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'u’t-tıvâl (uzun sûreler) denir.

Bunlar: Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide, En'am, A'râf, Yûnus veya Kehf Sûresidir.

Miûn; yani yüzlükler, âyetleri yüz dolayında olanlardır ki, Tevbe’den sonra gelenlerdir. (Tevbe, Nahl, Hûd, Yûsuf, Kehf, İsrâ, Enbiyâ, Tâhâ, Mü’minûn, Şuarâ, Sâffât).

Mesânî; âyetleri yüzden az olanlardır. Miûndan sonra gelirler. Hâmîm’ler, Elif Lâm’lar, Tâsîn’ler böyledir. (Ahzâb, Hac, Kasas, Tâsîn, Neml, Nûr, Enfâl, Meryem, Ankebût, Rûm, Yâsîn, Furkân, Hicr, Ra'd, Sebe', Melâike, İbrâhîm, Sâd, Muhammed, Lokmân, Zümer, Hâmîm’ler, Mümtehine, Fetih, Haşr, Tenzîl, Secde, Talâk, Nûn, Hucurât).

Mufassal, Kur’ân'ın sonundaki sûrelerdir. Nevevî'ye göre Hucurât’tan başlar. Onlar da Tıvâl, Evsat, Kısâr olmak üzere üçe bölünür.

Tıvâl-i Mufassal: Hucurât’tan Burûc’a kadar,

Evsat-i Mufassal: Buruc’tan Beyyine'ye kadar, Kısâr-i Mufassal: Beyyine'den sona kadardır.

Mekkî Sûreler: Âyetler genelde “Ey insanlar!” hitâbıyla başlar, sûre başlarında kasemler çokça yer alır, önceki peygamberlerin kıssaları anlatılır.

Medenî Sûreler: Âyetler genelde “Ey iman edenler, ey kitap ehli” hitaplarıyla başlarlar; evlilik, mîrâs, cihâd âyetlerini ihtivâ eder, münâfıklardan bahseder.

106

Mekkî ve Medenî Sûrelerin Sayıları: 87 tânesi Mekkî, 27 tânesi de Medenî’dir.

Sebeb-i Nüzûl: Kur'ân-ı Kerîm’in nüzûl (inme) sebebi. (esbâb-ı nüzûl) Sebeb-i Vürûd: Hadîs-i Şerîfler’in vârid olma, söylenme sebebi.

Kur’ân’ın Vahiy Kâtipleri: Dört halife, Zeyd b. Sâbit, Ubeyy b. Ka’b, Hâlid b. Ebî Süfyân.

Mehâric-i Hurûf: Kur'ân-ı Kerîm harflerinin herbirinin ağızdan ses olarak çıktığı yer. Kur'ân-ı Kerîm’i tecvîd üzere okumasını bilmek farzdır.

Kıraat-i Seb'a: Yedi kıraat imâmının okuyuş şekilleri. Yedi kıraat imâmının yâni İmâm-ı Nâfi', Abdullah bin Kesîr, Ebû Amr, İbn-i Âmir, Âsım, Hamza, İmâm-ı Kisâî'nin okuyuşları kıraat-i seb'a adıyla meşhur olmuştur.

Kıraat-ı Aşere İmamları ve Râvîleri:

1-İmâm Nâfî (Kalun ve Verş)

2-İmâm İbn Kesîr (El-Bezzî – Kunbul) 3-İmâm Ebû Amr ( Ed-Dûrî- Sûsî) 4-İmâm İbn Âmir (Hişâm-İbn Zekvân)

5-İmâm Âsım (Ebû Bekir Şu´be-Hafs b. Süleyman (Bizim ve Müslümanların çoğunun kıraat imâmı) 6-İmâm Hamza (Halef- Hallad)

7-İmâm Kisâî (Ebû Hâris-Dûrî)

8-İmâm Ebû Ca´fer ( Îsâ b. Verdân-Süleymân b. Cemmâz) 9-İmâm Ya´kûb(Ruveys-Ravh)

10-İmâm Halef (İshâk- İdrîs)

Kur’ân-ı Kerîm’in Harekelenmesi: Irak vâlîsi Ziyâd b. Sümeyye isteğiyle Ebû’l Esved ed-Düelî tarafından h.69/688 yılında kırmızı mürekkeple harekeleri nokta şeklinde işaretlenmiştir. Irak vâlîsi Haccâc b. Yûsuf’un isteğiyle Yahyâ b. Ya’mer ve Nasr b. Âsım h.89-/707 kelimelere farklı renklerde nokta koymuşlardır. Halîl b. Ahmet 751 yılında hareke ve noktalamaya son şeklini vermiştir.

Secâvend: (Durak İşâretleri) Kur'ân-ı Kerîm’in, mânâsına uygun ve doğru okunabilmesi için durak ve geçiş yerlerini gösteren işâretler. Kur'ân-ı Kerîm’in secâvendleri şunlardır:

ج: Durmak evlâdır.

ز: Geçmek evlâdır.

ط: Durmak evlâdır.

ص: Nefes yetmediğinde durulabilir.

م: Durmak vâciptir. Durulmayıp geçilirse anlam bozulur.

ﻒﻗ : Durmak evlâdır. Hafif bir duruşla (bir nefeslik) durulmalıdır.

ق: Geçmek evlâdır.

ك : Bir evvelki durağın aynısı demektir.

ﻻ: Durmak câiz değildir. Eğer durulursa bir önceki kelime ile birlikte tekrar okunur. Âyet sonunda durunca ise, tekrar edilmez çünkü durak sonlarında durmak câiz, hattâ efdâldir. :. Yakın aralıklarla rastlanan bu üç noktanın birisinde durulur, diğerinde durulmaz. Her ikisinde durmak veya her ikisinde geçmek câiz değildir (üç noktanın birincisi âyet ortasında, ikincisi ise âyet sonunda olsa veya üç noktanın birincisi âyet sonunda olsa bile hüküm aynıdır. Yâni bu durumda, birincisinde durmuş isek, diğerinde durmamalıyız).

ع: Konu bütünlüğünü gösteren işârettir. Okuyan namazda ise ve rükû yapmak istiyorsa, bu işâretin olduğu yerde rükû etmesinin münâsip olduğunu gösterir. Kur’ân’da birkaç yerde, kıraat imâmlarının oradaki durak işâreti konusunda ihtilâf etmelerinden, iki durak işâreti birden kullanılmıştır. Meselâ, Duhân 44/49, s. 499’un başındaki ( ْقُذ) kelimesinin sonunda “lâ” ve “cim” durak işâreti beraber yazılmıştır. Biz bu iki durak işâretinden birisine uyabiliriz.

107

Secde Âyetleri: Okunduklarında veya işitildiğinde secde yapılan, Kur'ân-ı Kerîm’deki on dört secde âyet-i kerîmesi. Bunlar: A'râf: 206, Ra'd: 15, Nahl: 50, İsrâ: 109, Meryem: 58, Hac: 18, Furkân: 60, Neml: 25, Secde: 15, Sa'd: 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikâk: 21, Alak: 19. âyet-i kerîmeleridir.

Sehv Secdesi: Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra

yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde. Birkaç kere secde-i sehv îcâb etse, bir kere yapmak yetişir.

Tilâvet Secdesi: Kur'ân-ı Kerîm’in on dört yerindeki secde âyetinden birini okuyan veya duyanın yapması vâcib olan secde.

Zellet-ül Kârî: Kıraat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kıraati yerine getirirken (Fâtihâ ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlzamm-ış okuma. Zellet-ül kârî dört şekilde olabilir: Birincisi i'râpta hatâdır. Yâni harekelerde ve sükûnda olabilir. Meselâ şeddeyi hafif okur veya medleri (uzunları) kısa okur veya bunların aksini yapar. İkinci şekil hatâ, harflerde olur. Harfin yerini değiştirir veya harf ilâve eder yahut azaltır veya harfi ileri geri alır. Üçüncü şekil hatâ, kelimelerde ve cümlelerde olur.

Dördüncüsü ise, vakıf ve vasılda hatâ olur. Yâni duracak yerde durmaz geçer. Geçecek yerde durur. Bu dördüncü şekil hatâda mânâ değişse de bozulmaz. İlk üç şekilde zellet-ül kârî mânâyı değiştirip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa veya âyet-i kerîmede kastedilen mânâ tamâmen değişirse, namazı bozar.

Nâsih – Mensûh: Nesh, bir şeyi iptâl etmek ve onun yerine başka bir şeyi ikâme etmek, yer değiştirmek, izâle etmek. Şer'î bir hükmün yürürlüğe konmasından sonra, gelen diğer bir şer'î hükümle kaldırılması, iptâl edilmesi demektir. Hükmü kaldıran âyete "nâsih", hükmü kaldırılan âyete de

"mensûh" denir. Mensûh âyet ile amel edilemez.

Mücmel-Mübeyyen: Mânâsı kapalı lafızları ihtivâ eden âyetlere mücmel, mücmel âyetleri açıklayan âyetlere de mübeyyen âyet denir.

Mübhem-Muhkem: Üstü kapalı anlatım. Açık ifâdeli âyetler.

Müteşâbih: Birden fazla anlama gelen ifâdeler.

Garîbu’l-Kur’ân: Farklı lehçelerde kullanılan kelimeler.

Müşkilü’l-Kur’ân: Kelimelerin anlaşılma güçlüğü.

İ’câzu’l-Kur’ân: Âciz bırakmak, iknâ etmek, muhâtabın delillerini çürütmek.

Vücûh - Nezâir: Eş sesli kelimelere vücûh; farklı anlamlı kelimelere de nezâir denir.

Emsâlu’l-Kur’ân: Özlü ifâdeler.

Tashîh, düzeltme; tasnîf, sıralama; tedvîn, derleme; te’vîl, yorum ve açıklama demektir.

En Uzun Âyet: Borçlanmadan (müdâyene) bahseden âyet: Bakara 282. âyet.

İlk İnen Sûreler: Fâtihâ, Müddessir, Alak, Kalem, Müzzemmil. Medîne döneminde inen ilk sûre, Bakara sûresidir.

Son İnen Âyet: Tevbe sûresinin 128-129. âyetleri.

Rivâyet Tefsiri: Kur'ân-ı Kerîm’deki bâzı âyet-i kerîmelerin başka âyetlerle veya Peygamberimizin sünneti veya Ashâb-ı kirâmın mübârek sözleriyle açıklanması. Buna me'sûr veya naklî tefsir de denir. En meşhurları:

Taberî: Câmiu’l Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân;

Semerkandî: Tefsîru’l-Kur’ân;

Beyzâvî: Medînetü’l-Menzil;

İbn-i Kesîr: Tefsîru’l Kur’ânü’l Azîm;

Süyûtî: ed-Dürru’l Mensûr;

Fîruzâbâdî: Tenvîru’l Mikbâs min Tefsîri İbn Abbas.

108

Dirâyet Tefsîri: Akla ve yoruma dayalı tefsir. Rasûlüllah’tan gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı Kerîm’in lisân bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kûl, re'y tefsîri ve te'vîl de denir. Başlıcaları:

Zemahşerî: el-Keşşâf;

İbn Kuteybe: Te’vilü’l Müşkilü’l-Kur’ân;

Şevkânî: Fethu’l Kadîr.

Arapça Tefsirler: Taberî, Zemahşerî, Beyzâvî, Râzî, Kurtubî, Celâleyn.