• Sonuç bulunamadı

2.2. Türkiye’de Göç Süreçleri

2.2.2. Kentleşme

Kentleşme kavramı, her ne kadar önemli bir kavram olsa da göç olgusu ile birleşince

daha karmaşık ve daha önemli bir yapı haline dönüşmektedir. Göç olgusunun gelişimini irdelerken kentleşme kavramının açıklanması ve beraber incelenmesi, yapılacak olan yorumların tutarlılığı için daha olumlu olacaktır.

Kentleşme kavramını, kent sayısının ve kentsel nüfusun artması anlamında değerlendirmek genel bir anlatım olacaktır. Fakat kentleşme kavramı irdelenecek olursa, içerisinde birçok neden ve sonuç ilişkisinin varlığına ulaşılacaktır. Dolayısıyla kentleşme olgusunu sadece sayısal anlamda ifade etmek yeterli olmayacaktır. Kentleşme kavramını “ sanayi ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranışları ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci (Keleş, 1993: 19) ” olarak ifade etmek daha doğru olacaktır.

Kentleşme kavramının oluşum ve gelişiminin bir bütün olarak değil kentsel dönüşüm ve kırsal dönüşüm olarak incelenmesi, kentleşme ve göç kavramları arasındaki ilişkinin anlatımı, neden ve sonuç olaylarının incelenmesi yönünden önemlidir.

Türkiye‟de 19.yy. ortalarında başlayan toplumsal çözülme ve kırdan kente göç bu anlamda önemli bir sürecin başlangıcı olmuştur. Yüzyıllarca imparatorluk yapısı içerisinde süregelen statik yapı, halkın yüzünü Batı bölgelere dönmesiyle birlikte yerini dinamik bir yapıya bırakmıştır. Söz konusu küçük kıpırdanmaların kitlesel göç haline

gelmesi için aradan yüzyıllık bir zaman dilimi geçsede Türkiye‟de hem metropol hem de taşrada gündelik yaşamın geri dönülmez bir değişim süreci içerisine girdiği yadsınamaz ( Güngör, 2005: 229).

Sanayileşmiş batı toplumlarında görülen nüfus hareketleri daha çok işgücü talebi ile ilgili iken, Türkiye‟de bu durum daha çok tarımsal kesimde görülen makineleşmenin neden olduğu işsizlik ve hızlı nüfus artışından kaynaklanmaktadır (Bağlı, 2005: 221). Nitekim ülkedeki nüfus hareketlerinin kökeninde Osmanlıda İmparatorluğunda olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de asıl etkin olan faktör, siyasi olandır. İlk ciddi göç dalgaları siyasi kaygılar ve mülahazalarla başlamıştır (Bağlı, 2005: 220).

Siyasi akımlar ve kaygılar neticesinde kent ve kırsal kesim ilişkileri yoğunlaşmış siyasi düşünceler, kentsel ve kırsal yaşamı etkilemeye başlamıştır. Merkezi idare zaman zaman kentleşmeyi desteklerken, bazen de bu konuya istekli davranmamıştır. Örneğin Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında merkezi idare kırdan kentte göçü sağlayacak ekonomik ve sosyal değişiklerden rahatsız olduğu için nüfusun ağırlıklı olarak köylerde yaşaması yolunda politika takip etmiştir (Kaya, Şentürk, Danış, Şimşek, 2007: 20). Zaten Türkiye‟nin II. Dünya Savaşı öncesindeki temel politikası nüfusun kırda tutulması ve kentleşmenin önlenmesi yönündedir. Türkiye çalışan nüfusunun işçileşmesini ve kentleşmesini tehlikeli buluyor ve sosyal rahatsızlıkların kaynağı görüyordu. Bu nedenle en açık örnekleri, Zonguldak kömür madenleri ve Karabük Demir Çelik işletmelerinde görüldüğü gibi, köyde yaşayan işçi kategorileri yaratılmaya çalışılmıştı (Tekeli, 2007: 461). Bununla beraber kırsal kesimden önemli destek elde eden Demokrat parti seçmen tabanı talepleri doğrultusunda kentleşme yolunda politikalar izlemiştir (Kaya, Şentürk, Danış, Şimşek, 2007: 20).

Osmanlı İmparatorluğu‟nda görülen kentleşme kavramı Cumhuriyet yıllarında da varlığını sürdürmüş, zaman içerisinde göç olgusunu bünyesine alarak gelişmesine devam eden kentleşme süreci günümüze kadar sürekliliğini sağlamıştır. Kentleşme olgusunun boyutlarının daha iyi analiz edilebilmesi için kentleşmeyi göç olgusu ile birlikte ele almak ve çeşitli dönemlere ayırmak daha faydalı olacaktır. Bu dönemler nitel ve nicel özelliklerine göre değişebilmektedir. İçduygu, 1927 ile 1995 tarihleri arasındaki kentleşme kavramını değerlendirirken üç ana dönemden bahseder. 1927–

1945, 1945–1980, 1980–1995 tarihleri ile ayrılan bu dönemler, kentsel ve kırsal büyüme oranlarına göz önüne alınarak oluşturulmuştur. 1927 ile 1945 tarihleri arasında kalan ilk dönemdeki kentsel ve kırsal değişim ne kadar durgunsa, diğer dönemlerde meydana gelen değişim o kadar hızlıdır. Özellikle 1950 yılından sonra kentsel büyüme oranlarında meydana gelen olumlu değişim, kırsal gelişimin önünde seyretmiş ve aradaki farkı açmıştır (1997: 218).

Tekeli‟ye göre, 1929 yılında yaşanan büyük ekonomik bunalım, bu atılımın sürdürülmesini engellemiştir. Bu nedenle Türkiye kentleşme dönüşümünü, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşamaya başlamıştır (2007: 456)

Akşit, kentleşme kavramına göç olgusunu eklemiş ve göç dönemlerine göre kentleşme süreçlerini oluşturmuştur. Buna göre kırsal kesimden, kentsel bölgelere doğru ilk sıçrama, 1950–1955 döneminde olmuştur. 1945–1950 yılları arasında köylerden kentlere olan göç 214 bin iken 1950–1955 döneminde birden 904 bine sıçramıştır. Bu dört misli bir artıştır. 1960–1965 dönemine kadar bu oranlar sabit kalmış, bu dönemde 1,939 bine yükselerek iki misli bir artış göstermiştir. 1985–1990 döneminde 2,654 bine yükselerek yeni bir sıçrayış gerçekleştirmiştir (1998: 22–37).

Gelişmiş ülkelerde daha çok sanayileşmeye dayalı bir kentleşme gerçekleşmişken, Türkiye‟de yaşanan hızlı kentleşme olgusu sanayileşme ile paralel bir hızla gelişmemiştir. Türkiye sanayileşmesini henüz yeterli bir düzeye getirmeden önce kentleşmeye başlamasına bağlı olarak çeşitli sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır (İçduygu, 1998: 225). Göç edenlerin kentliler ile kentsel yapıya uygun olarak ilişki içinde olamamaları, özellikle kent yerlileri tarafından küçümsendiklerini düşünmelerine yol açmıştır. Kırsaldan göç eden insanların kendilerini “köy kökenli” olarak görmelerine devam etmelerine sebep olmuştur (Erman, 2004). Kentseldeki değişimin daha iyi anlaşılabilmesi için kırsal merkezlerdeki çözülmeyi anlatmak ve göç olgusu ile birleştirmek yerinde olacaktır.

İlk sıçramanın gerçekleştiği 1950–1955 döneminde, kırdan kopuş Türkiye‟nin

Marshall Planı‟ndan yararlanmasına olanak verilmesi üzerine tarımda hızlı bir makineleşmenin yaşanması ile açıklanabilir. 1948 yılında tarımda faal olarak yaklaşık

1800 traktör bulunmaktadır. Bu sayı 1950–1960 döneminde yaklaşık 44.000‟ne kadar yükselmiştir. Aynı yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesinin araştırması (SBF)‟nin yürüttüğü Türkiye‟de Zirai makineleşme araştırması (1954) bu kanının pekişmesine yardımcı olmuştur. Bu açıklamalarda genellikle tarıma sokulan her bir traktörün 10 işgücünü açığa çıkaracağı varsayımı üzerine hesaplamalar yapılmıştır. Bu mekanik açıklama ilk bakışta çok ikna edici olsa da, gerçeği yansıtmamaktadır (Tekeli, 2007: 456–457)

Tablo 2.5. Yıllar İtibariyle Ekili Dikili Alanlar

Kaynak: İstatistiksel Göstergeler 1923–2005, Türkiye İstatistik Kurumu, (2006), s:186

1950 yılında ekili ve nadasa bırakılan alanlar 14.542 hektardan 1960‟lı yıllarda 23.264 hektara yükselmiş, böylece Türkiye‟de ekili, dikili alanların sınırlarına yavaş yavaş gelinmeye başlanmıştır. Bu artışta traktörler ile sürülen toprakların payı 5.156 hektardır. Buna karşılık hayvanla işlenen toprak miktarı %40 artış göstererek 13.788 hektardan 19.173 hektara yükselmiştir. Kırsal kesimde kentsel kesimlere doğru olan göç hareketini traktör sayısına bağlamanın tutarlı olmayacağının bir başka kanıtı da, Türkiye‟nin dış ödemeler dengesinin karşılaştığı sorunlar dolayısıyla 1956–1962 döneminde traktör sayısında yüksek artışlar yaşanmazken, kırdan kette göçün gerçekleşmiş olmasıdır. Kırsal kesimde yaşanan çözülmeyi tarımdaki makineleşmeye bağlamak yeterli değildir (Tekeli, 2007: 457–458).

Kırsal alan kökenli gelişen göçler, orta gelişmişlik düzeyinde, yani kırsala teknolojinin girdiği, işlenebilecek toprağın sınırlarına varıldığı ve toprağın parçalanarak bölündüğü noktada gerçekleşmektedir. Kentsel alanlardaki iş ve hizmet olanaklarının varlığının da, kırsaldan kentsele doğru olan göç olgusu üzerinde etkisi bulunmaktadır (Akşit, 1998: 26).

1950 1953 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000

Ekilen 9.868 13.021 14.205 15.305 15.294 15.591 16.241 16.372 17.908 18.868 18.464 18.207

Nadas 4.674 5.791 6.793 7.959 8.547 8.705 8.177 8.188 6.025 5.324 5.124 4.826

Daha önceden de belirtildiği gibi Akşit (1998) Türkiye‟de gelişen içgöç olgusunu 3 döneme ayırmıştır. Bu dönemleri birer göç sıçraması olarak görmüş ve yönlerini belirtmeye çalışmıştır (Bkz. 1998, s: 27). İlk sıçrama dönemi olan 1945–1955 yılları arasında, kırsal alanların genişleme sınırlarına çoktan varmış olmaları dolayısıyla, gençlerin umut vaat eden kentsel alanlara yönelmeleri, bu dönemde meydana gelen içgöç olgusunu açıklayabilir. Bu kırsal alanlar İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin bulunduğu bölgelerdeki köyler olup, kapitalist pazarın ve kentlerin etkisine giren ilk köylerdir (Akşit, 1998: 26). Bu süreç sırasında dışarıya ya kentlere veya başka tarımsal bölgelere göç vermişlerdir. 1940‟lar ve 1950‟lerde Ege ve Marmara bölgelerinde, 1950‟ler ve 1960‟larda Akdeniz bölgesinde ve özellikle Çukurova‟da ve 1970‟ler ve 1980‟lerde Güneydoğu Anadolu bölgesinde bu tür köylerden gözlenmiştir (Akçay, 1985; Akşit,1985; Akşit, 1998: 27-28‟den alıntı). İkinci sıçrama dönemi olan 1960–1970 dönemi, toprağı bol olan köylerin, ilk sıçrama dönemindeki köylerin durumuna gelmeleridir. Bu köyler Orta Anadolu ve Karadeniz bölgelerinin köyleri olup, hem yakınlarındaki kentlerin ve hem de büyük kentlerin etkisi altına girmiştir. Bu dönemde kırsaldan kentlere doğru olan göç artmıştır. Üçüncü sıçrama dönemi olan 1975–1985 yıllarında ise, Doğu ve Güneydoğu Anadolu köylerinin bölge içindeki, Batı ve Güneydoğu Anadolu‟daki büyük kentlerin etkisi altına girmeleri etken olmuştur. Köylere modern teknolojinin gelmesi ve işlenebilecek toprakların sınırlarına varılması ile açıklanabilir (Akşit, 1998: 26). Tekeli, kırsaldan, kentsel merkezlere doğru olan bu sıçramaları şöyle yorumlamıştır (2007: 459);

1. Feodal ağa köylerinin, kapitalist köye dönmesidir. Bu köyler dönüşümü sırasında dışarıya göç veriyorlardı ama bu tür dönüşüm geçiren köy sayısı çok azdı.

2. Eşit toprak mülkiyetine sahip bir köyde toprak kiralayarak, traktör yarıcılığı vb. yollarla büyük işletmelerin oluşmasıdır. Bu köyler de modern çiftçi köyüne dönüşürken göç geçireceklerdir.

3. Köylülerin gelirlerini çeşitlendirme yolu bulamaması halinde ortaya çıkmakta, piyasa mekanizması içerisinde toprağını kaybeden köylüler köyü terk ederek kente yerleşmekte ve köyde yalnız yaşlı nüfus kalmakta ve köy nüfusu giderek azalmaktadır.

Kırsal kesimde yaşayan toplulukların göç eğilimlerini ve göç etme düşüncelerini daha iyi analiz edebilmek için Kurt‟un (2006) Göç Eğilimleri üzerine yapmış olduğu araştırmadan bulgular vermek yararlı olacaktır. Kırsal kesimin göç etme eğilimleri üzerine yapılan saha araştırmasında Türkiye‟nin çeşitli kent ve kırsal kesimlerinde 638 kırsal, 638 kentsel denek kullanılmış ve göç eğilimleri araştırılmıştır. Araştırma neticesinde kırsal alanlardan kentsel yerleşim merkezlerine göç etme eğiliminin yüksek olduğu sonucuna varılmıştır (2006: 141–156).

Tablo 2.6. Köylüler Arasında Geçmişte Kentte Göç Etmeyi Düşünme Durumu

Kaynak: Kurt, H. (2006): “Göç Etme Eğilimleri ve Olası Etkileri”, Yönetim Bilimleri

Dergisi, Cilt: 4, Sayı:1, s: 145

Kırsal merkezde yaşayan 638 deneğe yapılan anket çalışmasında 385 denek geçmişte kentsel yerleşim merkezlerine göç etmeyi düşündüklerini belirtirken, 247 denek hayır cevabını vermiştir.

Tablo 2.7. Köylüler Arasında Mevcut Durumda Kente Göç Eğilimi

Kaynak: Kurt, H. (2006): “Göç Etme Eğilimleri ve Olası Etkileri”, Yönetim Bilimleri

dergisi, Cilt: 4, Sayı:1, s: 145

Kurt‟un, köylüler arasındaki mevcut durumda kente göç eğilimine yorumu şöyledir; Kırsal alanda yüksek düzeyde kente göç etme eğilimi sürmektedir. Şu ana kadar kentte göçmüş olan kırsal nüfus bir yana, şu anda köyde yaşayan nüfusun bile %60‟ının

Kentte Göç Etmeyi Düşündü mü?

Evet Hayır Yanıtsız Toplam

Köy

385 247 6 638

%60,3 %38,7 %0,9 %100

Kente Göç Etmeyi Düşünüyor mu?

Evet Hayır Belki

Gelecekte Yanıtsız Toplam

Köy

291 257 82 8 638

geçmişte göç etmeyi düşündüğü fakat gerçekleştiremediği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, geçmişte kente göçmeyi düşünenlere göre %15‟lik bir azalmaya karşın hala kentsel yerleşim merkezlerine göç etmeyi düşünen %45‟lik kesimin olması azımsanamayacak bir sayıdır (Kurt, 2006: 146).