• Sonuç bulunamadı

İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemde ortaya çıkan iki kutuplu yapı ve bu yapının meydana getirdiği Soğuk Savaş olgusu, devletler arasında yürütülen ilişkilerin yeni bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Özellikle 1950‟li yıllarda iki büyük gücün sisteme hâkim olma amaçları ve bu amaçlarını gerçekleştirmek adına yürütmüş oldukları politikalar, uluslararası ilişkilerde kapsamlı gerginliklerin yaşanmasına yol açmıştır. Soğuk Savaşın şiddetli bir şekilde cereyan ettiği söz konusu yıllar realist teorinin önermelerinin geçerliliğini kuvvetlendirmiş ve uluslararası ilişkiler disiplini içerisindeki hakimiyetini devam ettirmesini sağlamıştır.

79 Muharrem Gürkaynak-Serhat Yalçıner, “Uluslararası Politikada Karşılıklı Bağımlılık ve

Ancak küresel sistemde yaşanan gerginliklerin, var olan sorunların çözümlenmesinden ziyade derinleşmesine neden olması ve bunun yanı sıra farklı alanlarda yeni sorunlar ortaya çıkarması, kutuplar arasındaki gerginliklerin azalması ihtiyacını doğurmuştur. Bunun neticesinde 1960‟larda bloklar arasında ciddi bir yumuşama dönemi başlamış ve 1970‟lerde gelişerek devam etmiştir. Hatta söz

konusu zaman zarfında bloklar arasında çeşitli alanlarda işbirlikleri

gerçekleştirilmiştir.

Söz konusu yumuşama dönemi, uluslararası ilişkiler disiplinin içerisinde uluslararası sistemin yeniden açıklanmasına yönelik kapsamlı çalışmaların yapılmasına da sebep olmuştur. Bu doğrultuda 1960‟lı ve 1970‟li yıllar uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde yeni teorilerin ortaya konulmasına yönelik çalışmaların hararetle yürütüldüğü yıllar olmuştur. Söz konusu yıllarda yapılan çalışmalar genel itibariyle disiplin içerisinde egemen bir konumda bulunan realist teoriyi eleştirmek üzerine kurgulanmıştır. Ancak bu çabalar realist teorinin disiplin içerisindeki hakimiyetini tamamen sona erdirememiştir. Bununla birlikte disiplin içerisinde ağır eleştirilere maruz kalan realist teorinin açıklama gücü sorgulanmaya başlamıştır. Bu nedenle uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde realizmi benimseyen kimi düşünürler, realist teorinin yeni bir anlam kazanarak eksikliklerinin giderilmesi ve bilimsel olarak sahip olduğu açıklama gücünün geliştirilmesi amacıyla çeşitli düşünceler ortaya koymaya çalışmışlardır.

Bu düşünürler arasında yer alan en önemli isim Amerikalı siyaset bilimci Kenneth Waltz‟dır. Waltz 1959 yılında yayınladığı “İnsan Devlet ve Savaş” adlı eserinde realist yaklaşım başta olmak üzere uluslararası ilişkiler alanında kuramsal anlamda ortaya atılan düşünceleri, eleştirel bir bakış açısıyla sorgulamış ve teorik

açıdan çeşitli sonuçlara ulaşmaya çalışmıştır.80

Waltz bu eserinde, uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde yer alan teorilerin sahip oldukları sorunların tespit edilmesinin en etkili yolunun, kuramsal açıdan yapılan önermelere ilişkin geniş kapsamlı bir soru ortaya atmak ve bu soruya verilecek yanıtları, detaylı bir biçimde

80Torbjon L. Knutsen, Uluslararası Ġlişkiler Teorisi Tarihi, Çev: Mehmet Özay, Açılım Kitap,

değerlendirmek olduğunu söylemiştir. 81

Nitekim Watz, uluslararası ilişkiler teorilerinin var olan sorunlarının tespiti adına, savaşların temel nedenlerinin neler olabileceği sorusunu sormuş ve bu soruya insan bağlamında, farklı devlet yapıları

bağlamında ve son olarak sistem bağlamında cevap aramaya çalışmıştır.82

Waltz, söz konusu soruya, öncelikle insanın doğal yapısı üzerinden cevap aramaya çalışmış ve düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: Uluslararası alanda gerçekleşen savaşların en önemli nedeni ne olabilir sorusuna birçok açıdan cevap vermek mümkündür. Ancak bu cevaplar arasında ilk sırada yer olacak olan olgu insan doğasının genel yapısı olmalıdır. Çünkü uluslararası ilişkileri açıklamaya çalışan birçok teori, tarihsel süreçte meydana gelen savaşları bu noktadan hareketle açıklamaya çalışmıştır. Özellikle realist kuram, savaşın en önemli nedeni olarak insan doğası ve insan davranışlarının kötülüğünü kabul etmektedir. Bu kabule göre insanların yanlış yönlendirilen dürtüleri, bencil ve çıkarcı yapıları ve akılsızlıkları savaşların en temel sebebini oluşturmaktadır. Bu düşünceye karşı çıkanlar ise, savaşlar insanların yüceltilerek aydınlatılması ya da psikolojik açıdan yeniden yapılandırılarak güçlendirilmesi ve bu durumun devamlılığının sağlanması yoluyla engellenebilir düşüncesini savunmaktadırlar. Onlara göre insan doğası aslında iyidir ve gerekli koşullar altında bu iyilik öne çıkarılabilir. Dolayısıyla insan doğasının kötü ve değişmez olduğunu savunanlarla bu durumu değiştirmenin mümkün olduğunu savunanlar arasında şiddetli bir fikir çatışması vardır. İnsan doğasının iyiye doğru evrilebileceğini ileri sürenler, insanlığın gelişiminin sürekli ileri doğru, tek yönlü ve olumlu olarak gerçekleştirilebileceğini savunurlarken bu durumun tam aksini savunanlara göre insanlığın gelişiminin sadece iyi yönde ve olumlu olması mümkün değildir. Her ilerleme içerisinde iyilik barındırdığı kadar kötülükte barındırır. İlerlemeye yönelik hamleler kötülüğün ortaya çıkmasına yönelik şartları da beraberinde getirir. Bu insanın tabiatının doğurduğu bir sonuçtur. Diğer yandan insanın iyi olabileceğini savunanlara göre insan kusursuz bir akılla donatılmış son derece bilinçli bir varlıktır. Bu akıl ve bilinç sahipleri kendilerini en makul bir biçimde korumaya muktedirler. Nitekim akıl, insanlara yardım etmenin gerekliliğini

81Kenneth N. Waltz, Ġnsan Devlet ve Savaş: Teorik Bir Analiz, Çev: Enver Bozkurt, Selim Kanat,

Serhan Yalçıner, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, Nisan 2009, s. 12.

82

ve birbirleriyle dost olmanın önemini bireylere sürekli hatırlatır. İnsanlar arasında olması gerekende budur. Ancak insan doğasının kötülüğünü savunanlara göre bu düşünce, mevcut olan insan davranışlarını açıklamaktan ziyade insanların olması gereken davranışlarını açıklamaktadır. Doğa insanın güvenliksiz bir şekilde doğmasına ve varlığını devam ettirmesine zemin hazırlamaktadır. Bu durumun farkında olan insan güvenliğini sağlamak zorundadır. Bu nedenle bir insanın diğerlerine önem vermesi ve onlarla işbirliği yapması kendi varlığını devam ettirmeye çalışmasıyla alakalıdır. Herkesin fikir birliği içerisinde yaşaması mümkün görünmemektedir. İnsan doğasının kötülüğünü savunanlar insanların iyi olabileceğini savunanların ideallerinin uygunluğunu kabul etmektedirler. Ancak bu fikirlerin birer idealden öteye geçemeyeceğini ve gerçekleştirilemeyeceğini savunmaktadırlar. Sosyal olayların incelenmesinde insan doğasının temel yapısının göz önünde bulundurulması özel bir öneme sahiptir. Ancak uluslararası alanda meydana gelen savaşların tamamını insan doğası üzerinden açıklamaya çalışmak kolaycı bir yaklaşımdır. Eğer insan doğası daima kötülük içeriyorsa neden dünyada çok az savaş yaşanmaktadır. Sürekli savaş halinin olmamasının nedeni aslında insan doğasının iddia edilenin aksine iyi olması mıdır? İnsan doğasının kötülüğü savaşların yaşanmasının temel sebebi olarak kabul edilmekteyse bu kötü yapı nasıl olurda barışın sağlanmasına izin verebilmektedir? İnsanın kötülüklerle dolu doğal yapısı savaşların yaşanmasına neden oluyorsa hiç kimse barışın gerçekleştirilmesi umudunu taşıyamaz. İnsan doğasının kötülüğü yalnız başına devletler arasında bir yıl savaş yaşanırken diğer yıllar barış içerisinde karşılıklı ilişkilerin devam ettirilmesini asla açıklayamaz. Dolayısıyla salt insan doğasının kötülüğü üzerinden sosyal ve siyasal olayları açıklamaya çalışmak hatalı bir yaklaşımdır. İnsan doğasının temelde iyi olduğunu ve bu noktadan hareketle insanın iyiye yönlendirilerek gelişebileceğini ve böylece daha iyi bir dünyanın inşa edilebileceği düşüncesi sadece bir idealdir. Yani asla gerçekleri yansıtmamaktadır. Realistler bu düşünceye sahip olanları insan doğasını yanlış algıladıkları ve bu nedenle de siyaseti doğru tanımlayamadıkları nedeniyle eleştirmektedirler. Tüm bunların yanı sıra insan doğasını göz önünde bulundurulmadan sosyal ve siyasal olayların değerlendirilmesi objektif sonuçların elde edilememesine neden olacaktır. Bu doğrultuda insanın genel yapısı tüm sosyal ve siyasal olayların açıklanmasında dikkate alınması gereken bir olgudur. Ancak

gerek insan doğasının kötülüğü gerekse bu kötülüğün iyiye doğru evrilebileceği yaklaşımları, sosyal ve siyasal alanda yaşanan olayların açıklamasında tek başına

kullanılabilecek temel kriterler olamazlar.83

Sonuç olarak Waltz, savaşların temel sebebinin tespit edilmesinde, insanın doğal yapısının merkezi bir kıstas olarak ele alınmasının kesin bir sonuç vermeyeceğini ileri sürmektedir. Hem insan doğasının kötü olmasının savaşların en önemli sebebi olduğu varsayımı, hem de insanın psikolojik açıdan geliştirilerek iyiye doğru evrilebileceği yaklaşımı Waltz‟a göre genel bir geçerlilik arz etmemektedir. Bu açıdan bakıldığında o, realizm ve diğer bir takım teorilerin, savaşların en önemli sebebinin insan doğası olduğu varsayımını, söz konusu sorunun cevabını tam anlamıyla veremediği için yetersiz bulmaktadır.

Waltz, realizm ve diğer uluslararası ilişkiler teorilerinin önermelerinin eksikliklerinin tespit edilmesine yönelik olarak yukarıda sorduğu soruya birde devlet yapıları bağlamında cevap aramaya çalışmıştır. Nitekim ona göre: savaşlar genel anlamda devletler arasında gerçekleşirler. O halde devletlerin hataları, birbirleriyle savaşmalarında etkili olan bir faktördür. Eğer bu durum savaşların yaşanmasının etkili bir faktör ise devletlerin birbirlerine karşı uzlaşmalarını önceleyen reformlar gerçekleştirmeleri savaşları azaltabilir hatta ortadan kaldırabilir. Ancak devletin uzlaşmayı sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları nasıl gerçekleştirilebilir? Bu savın gerçekleşmesine yönelik olarak birçok öneri ortaya konulmuştur. Kimi düşünce adamları uluslararası alanda faaliyette bulunan bütün devletler tarafından kabul edilen ortak yasaların yapılmasını, kimi düşünce adamları devletler arasında ortak güvenliğin ve ortak silahsızlanmanın gerçekleştirildiği uluslararası örgütsel yapıların oluşturulmasını, kimi düşünce adamları ise demokratik kurumlar ve toplumsal olarak demokratik anlayışın dünya genelinde yaygınlaştırılmasını küresel barışın sağlanmasına hizmet edecek yöntem olarak sunmuşlardır. Küresel barışın gerçekleştirilmesine yönelik bu tür düşünceler çeşitlendirilebilir. Bu sorunun cevabına yönelik olarak yapılan tanımlamalar farklı noktalara değinseler de hemen hemen hepsi “tüm devletleri içeren kapsamlı bir reformun dünya barışını getireceği

83

görüşünde birleşmişlerdir.” Ayrıca söz konusu önermelerin tamamı devleti merkeze alarak çözüm önerileri sunmakta ve ayrıca devletlerin mükemmelleştirilmesinin devamlı olarak gerçekleştirilebileceği yani devletlerin olumlu yönde kesintisiz olarak geliştirilerek sorunların ortadan kaldırılabileceği varsayımına dayanmaktadır Ancak bu düşüncelerden hiçbiri söz konusu savın gerçekleştirilmesini sağlayacak geçerli bir yol sunamamışlardır. Bu yönde çeşitli açıklamalar yapmış olsalar da bu açıklamaların yetersiz oldukları çok açık bir şekilde görülmektedir. Devletlerin mükemmelleştirilebileceğini savunanlar küresel sistem içerisinde yer alan aktörleri iyi veya kötü olarak ayrıştırmaktadırlar. “Onlara göre kötü devletler savaşırlar.” Dolayısıyla iyi devletler savaşmazlar. Bu düşünce net bir açıklık ifade etmemektedir. Öncelikli olarak savaşan bir devleti kötü olarak addetmek kolaycı bir yaklaşımdır. Bir devletin kötü olması sadece savaş yapmasıyla ilişkilendirilemez. Ayrıca iyi devletlerden oluşan bir dünyada anlaşmazlıkların yaşanmaması olanaksızdır. Anlaşmazlıkların yaşanması halinde ise iyi olarak kabul edilen devletler çözüm olarak savaş seçeneğine başvurabilmektedirler. Dolayısıyla anlaşmazlıkların çözümünde, devletlerin dostça ve karşılıklı anlayışa dayalı bir biçimde davranmasını beklemek çok büyük bir hatadır. Farklı bir açıdan bakıldığında ise insanların iyiye doğru evrilerek mükemmelleştirilmesinin olanaksız olduğu gibi devletlerin mükemmelleştirilmelerini sağlamak de olanaksızdır. Küresel barışın sağlanmasını kolektif yasalar ve uluslararası örgütlere bağlamaksa bambaşka bir hatadır. Devlet içerisinde var olan yasaların uygulanmasını sağlayacak bir güç sürekli vardır. Ancak uluslararası alanda organize bir güçle desteklenmeyen bir uluslararası mahkeme nasıl olurda kolektif bir hukukun uygulanmasını gerçekleştirebilir. Uluslararası mahkemelerin kararlarının uygulanmasına yönelik bir gücün oluşturulmasına yönelik olarak devletlerin genel tutumları bize göstermektedir ki, bu bir ütopyadır. Çünkü devletler ortak bir gücün oluşturulmasında gönülsüz davranmaktadırlar. Ayrıca küresel şatların da devletlerin gönülsüz davranışlar sergilemelerine neden olduğu görülmektedir. Tüm bunların yanı sıra uluslararası alanda faaliyette bulunan devletlerin bir takım işlevlerini yerine getirecek olan kapsamlı örgütler oluşturmanın, var olan sorunları çözeceğini iddia edenler de büyük bir yanılgı içerisinde bulunmaktadırlar. Çünkü oluşturulacak örgüt içerisinde devletler arasında kalıcı bir uyumun sağlanması çok zor bir ihtimaldir. Küresel sistemi sarsan ilk büyük savaş

sonrası bu yönde atılan adımların başarısızlığı ve bu başarısızlığın sonuçları apaçık ortadadır. Bu doğrultuda atılan adımlar kesin sonuçlar vermeyecektir. Bu uyumun sağlanmasının demokratik açıdan devletlerin geliştirilmesi fikride yetersizdir. Çünkü

tarih demokratikleşmiş ulusların gerektiğinde güç kullandıklarını bize

göstermektedir. Nitekim devlet yapıları ne olursa olsun savaş her zaman

başvurulabilecek bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır.84

Bu bağlamda Waltz, uluslararası alanda yaşanan savaşların devletlerin sahip olduğu yapılardan kaynaklandığı yaklaşımını, teorik açıdan istenilen sonuçlara ulaşmada yetersiz olduğundan ötürü kabul etmemekte ve bu düşünce üzerine kurgulanmış teorileri eleştirmektedir. Öncelikli olarak devletleri iyi ve kötü olarak ayırmanın ve bu noktadan hareketle iyi devletlerin barış yanlısı, kötü devletlerin ise savaş taraftarı olduğu varsayımını şüpheli kabul etmektedir. Ayrıca devletlerin iyiye doğru evrilebileceği anlayışını reddetmektedir. Daha sonra devletlerin ortak bir yapı sergilemesine yönelik olarak geliştirilen gerek örgütsel, gerek hukuki, gerekse siyasal düzenlemelerin yeterli kurumsal donanıma sahip olmayacağı için başarısız olacağını iddia etmektedir. Özellikle demokratik yönetim ve anlayışın devletler arasında yaygınlaştırılarak küresel barışın sağlanabileceğini ileri süren anlayışa şiddetle karşı çıkmaktadır.

Waltz, uluslararası ilişkiler teorilerinin mevcut sorunlarını belirlemek adına söz konusu soruya, son olarak sistem bağlamında cevap aramaya çalışmıştır. Waltz‟a göre: uluslararası alanda faaliyet gösteren aktörler arasında meydana gelen anlaşmazlıkların çözümünü sağlayacak etkin bir mekanizma yani üstün bir otorite bulunmamaktadır. Devletler üstün bir otoritenin varlığını doğaları gereği reddetmektedirler. Üstün bir otoritenin olmaması ise, uluslararası ilişkiler sisteminin anarşik bir yapı arz etmesine sebep olmaktadır. Bu anarşik yapı içerisinde yer alan devletler arasında geçerli bir uyumun sağlanmasından söz edilemez. Nitekim sistemin birer parçası olan kimi devletler, çıkarları tarafından yönlendirilen amaçlarına ulaşmak için güç kullanmaktan kaçınmayacaklardır. Eğer bir devlet ya da devletler topluluğu, amaçları doğrultusunda güç kullanma seçeneğini kullanırsa,

84

karşısındaki devlet ya da devletler topluluğu, bu duruma aynı şekilde karşılık verecektir. Bu devletlerden güçsüz olanlar güçsüzlüklerinin bedelini ağır bir biçimde ödeyecektir. Dolayısıyla sistem içerisinde yer alan tüm devletler kendi yeteneklerine güvenmek zorundadırlar. Sistem yaklaşımına göre, devletlerin eylemleri, içinde bulunduğu şarlar tarafından belirlenmektedir. Örneğin bir devlet askeri alanda sahip olduğu yetenekleri arttırma veya azaltma çabası gösterirse karşısındaki diğer devletlerde benzer davranışlar gösterecektir. Bu doğrultuda sistem içerisinde yer alan tüm devletlerin dış politikaları birbirine bağımlıdır. Yani “her bir devletin stratejisi diğer devletlerin stratejilerine bağlıdır”. Tarih bu durumu kanıtlayan örneklerle doludur. Bu durumu açıklayan en güzel örneklerden biriside 1. Dünya Savaşı‟dır. Savaşı hazırlayan şartların temelinde Avrupalı devletlerin çıkar çatışmaları ve birbirlerine karşı olan üstünlüklerindeki değişme olasılığı yer almaktadır. Almanya Rusya‟nın ekonomik ve demografik açıdan gelişiminden endişelenmiş ve bu durumun gelecekte ortaya çıkabilecek bir krizde kendi güvenliği açısından büyük bir sorun olacağına kanat getirmiştir. Fransa, Almanya‟nın ekonomik ve askeri gelişiminden endişe ederek ileride Almanların dış politik hamlelerine cevap verememe korkusuna kapılmıştır. İngiltere denizlerdeki üstünlüğüne son vermeyi amaçlayan Alman tehdidinden rahatsız olmuştur. Avrupa‟daki güce dayalı konumlarını kaybetmek istemeyen devletler arasındaki söz konusu çıkar çatışmaları, küresel düzeyde yıkıcı olan ilk büyük savaşın yaşanmasına neden olmuştur. Bu örnek bize göstermektedir ki uluslararası sistemin anarşik olması, devletlerin güvenlik endişelerine kapılmasına sebep olmakta ve bu nedenle devletler arasında savaşlar yaşanabilmektedir. Uluslararası sistem içerisinde dikkate alınması gereken diğer bir konu da güç dengesi fikridir. Güç dengesi uluslararası rekabetin ortaya çıkaracağı güç kullanımının önlenmesi yani barışın sağlanması ve korunması amacıyla ortaya çıkmaktadır. Uluslararası alanda bir güç dengesi kendiliğinden ortaya çıkamaz. Sistem içerisinde bir devletin diğerlerine üstünlüğünü kabul ettirme çabası göstermesi durumunda diğer devletlerin bilinçli bir şekilde bu çabaya karşı koymaları sonucunda ortaya çıkar. Devletlerin sistem içerisinde öne çıkan bir gücü dengeleme çabaları daima istenilen sonuçları vermeyebilir. Çünkü sistemde devletlerin birbirleri üzerinde kontrol sağlama arzusu baskın olan bir güdüdür. Bu doğrultuda dengenin sağlanması adına gösterilen çabalar farklı bir devletin sistem

içerisinde etkin bir konuma gelmesine zemin hazırlayabilir. Ancak bazı durumlarda güç dengesi, sistem içerisinde barışın sağlanmasında ve korunmasında işlevsel bir rol oynayabilmektedir. Güç dengesinden istenilen sonuçların alınmasının en temel şartı, dengeyi sağlama amacı güden devlet veya devletlerin sistem içerisinde söz sahibi olmak isteyen devlet veya devletler karşısında ne çok güçlü nede çok zayıf bir konumda bulunmalarının sağlanmasıdır. Çünkü taraflardan birisinin diğerine göre güçlü olması, saldırgan politikalar izlenmesine zemin hazırlar. Bu doğrultuda taraflar arasında tam anlamıyla dengenin sağlanması, güç dengesi sistemine işlevsel bir

nitelik kazandırmaktadır.85

Waltz, uluslararası ilişkiler teorilerinin eksikliklerini tespit etmek amacıyla devletler arasında yaşanan savaşların en temel sebebi nedir sorusunu gündeme getirmiş ve bu soruya uluslararası sistemin genel yapısı üzerinden cevap aramaya çalışmıştır. Nitekim savaşların meydana gelmesinde rol oynayan en önemli faktörün uluslararası sistemin yapısı olduğunu iddia etmiş ve bu noktadan hareketle devletlerin dış politik tutumları üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu değerlendirmeler neticesinde, devletlerin karşılıklı ilişkilerinde izlemiş oldukları politikalar üzerinde uluslararası sistemin belirleyici bir etkisi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu doğrultuda uluslararası ilişkiler alanında geniş çaplı ve geçerliliği yüksek bir teorik açıklamanın, uluslararası sistemin genel yapısını dikkate alması gerektiğini savunmuştur. Tüm bu açıklamalarının ardından, uluslararası ilişkileri tam anlamıyla açıklamak amacı güden teorilerin insan, devlet ve uluslararası sistemin karşılıklı ilişkilerini de göz önünde bulundurması gerektiğini ifade etmiş ve uluslararası ilişkileri tek bir olgu üzerinden açıklamaya çalışan kuramsal çalışmaların

eksik sonuçlar ortaya koyacağını belirtmiştir.86

Dolayısıyla uluslararası ilişkiler alanında yapılan teorik çalışmaların, geçerli varsayımlar ortaya koyabilmesini, farklı olguların değerlendirmelere dâhil edilmesi şartına bağlamıştır.

Waltz söz konusu değerlendirmeleriyle, realizm başta olmak üzere bir takım uluslararası ilişkiler teorilerini, hem uluslararası sistemin genel yapısını dikkate

85 Waltz, a.g.e., s. 153-216.

86 Howard Williams-Moorhead Wright-Tony Evans, Uluslararası Ġlişkiler ve Siyaset Teorisi Üzerine Bir Değerlendirme, Çev: Asena Günalp- Alp İçen, Siyasal Yayınevi, Ankara 2007, s. 319.

almamakla hem de yalnızca tek bir olguyu göz önünde bulundurarak devletler arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışmakla suçlamıştır. Bu doğrultuda teorik açıdan uluslararası ilişkileri en geçerli şekilde açıklama yeteneğine sahip olduğuna inandığı realist yaklaşımı, temel önermeleri ışığında yeniden inşa etme çabası içerisine girmiştir.

Waltz, 1959 yılında yayınladığı “İnsan, Devlet ve Savaş” adlı kitabının ardından

Benzer Belgeler