• Sonuç bulunamadı

kendi halk›d›r” fleklinde konufltu

Belgede 16 6 (sayfa 35-39)

da benzer durum görüldü. Bunlar, Karen Fogg’un yazışmalarının deşif-re olmasıyla daha net ortaya çıktı. Gerçekte sivil toplumculuğun ne ol-duğunu algılayabilmek için Türki-ye’de yeterince örnekler oluştu.

Biliyoruz ki sivil toplumculuk yalnızca Türkiye’de var olan bir oluşum değil. Onlarca ülkede bir-birine paralel bir süreçte birbir-birine çok benzer yapılanmalarla sivil toplum örgütleri oluşturuluyor. Bu örgütlenmelerin belli bir merkezi ve stratejisi mi var?

Sovyet sistemi çöktükten sonra iki önemli güç merkezi kaldı. Bun-lardan biri ABD, diğeri ise AB’dir. ABD saldırganlığı ve dünyanın her yerindeki askeri varlığıyla, içinde bulunduğu sıcak çatışmalarla olduk-ça kötü bir görünüme sahip. AB ise, özellikle ülkemizde daha demokra-tik, daha insancıl ve sanki ekonomik mücadelesini bir tarafa iterek ekono-mik ve emperyalist bir tercihi yok-muş, demokrasi mücadelesi veriyor-muş gibi algılanıyor. Bu iki emper-yalist merkez arasında ekonomik ve siyasal bir rekabet var. Tüm dünya-da yaşanan bu rekabet, Türkiye’ye de yansıyor. Türkiye’deki bir kısım sivil toplum örgütlerinin arkasında ABD varken, bir kısım sivil toplum örgütlerinin arkasında ise AB var. Bu örgütlerin beyanlarından ve Türki-ye’de sergiledikleri pratikten de bu ayrım anlaşılır.

Siyasal çalışmaların dışında okul tadilatından, okuma yazma eğitimlerine, ormanların korunma-sından sağlıklı gıda tüketimine ka-dar pek çok alana odaklanmış sivil toplum örgütleri var. İnsanlar bu etkinliklere bakınca bu örgütlerin etkinliklerinin ne gibi bir sakıncası olduğunu sorabiliyor. Bu konuya siz nasıl açıklık getiriyorsunuz?

Bu ülkede toplumun yararına et-kinlikler yapılması gerekiyorsa, bu-rada örgütlerin başvurmaları gere-ken kaynak, gere-kendi ulus devletleri ve-ya doğrudan doğruve-ya kendi halkıdır. Bir başka merkezden ilk anda çok olumlu bir toplumsal etkinlik için sağlanan kaynak başka bir zamanda karşınıza başka bir faturayla

çıkabi-lir. Örneğin ilkin size çevre duyarlı-lıkları konusunda katkıda bulunur-lar, bu konuda bir örgütlenme ve et-kinlik pratiği oluştururlar, her türlü finansal desteği sağlarlar, ardından “havayı kirletiyor, doğaya zarar veri-yor” gibi gerekçelerle madenlerinizi işletmenize engel olurlar. Kendi kö-mürünüzü size kullandırmazlar. Hidroelektrik santrali kurmak ister-siniz, “burada çiçeklere böceklere za-rar veriyorsunuz” derler. Akarsuyu-nuza baraj yapmanızı engellerler. Ta-rımsal politikalarınızı kontrol etmiş olurlar. Kendinize yetecek enerjinize engel olmaya kalkarlar. Dolayısıyla bazen çok iyi niyetlerle başlayan, do-ğa tutkunluğu gibi algılanan yabancı destekli sivil toplum örgütlerinin ar-kasındaki emperyalist amaçları iyi algılamak gerekiyor. Örneğin Dicle nehri üzerine inşa edilmesi planla-nan Ilısu barajına karşı çevre soslu uluslararası kampanyaların ardında-ki gerçeği anlamak için İngiliz parla-mentosunda bu konuda yapılmış ko-nuşma metinlerine göz atmak yete-cektir. Hasankeyf’in yok olmaması içinmiş gibi gösterilen kampanyala-rın ardında yatan gerçeğin İngilte-re’nin petrol bölgelerini sahiplenme planı olduğu anlaşılacaktır.

Küresel emperyalizm, geliştirdiği yeni alt ör-gütlenme türleriyle in-sanların aidiyetlerini bireysel tercihlerine göre ayrıştıran ve onla-rı tüm dünyada birbiri-ne bağlayan bir yapılan-maya gidiyor. Bu yeni tür cemaatleşmeyi neye bağ-lıyorsunuz?

Emperyalizm bu yeni cemaatleş-me anlayışıyla insanları ulusal aidi-yetlerinden kopararak hepsini dev-letiyle kavgalı topluluklara çeviri-yor. Bu kavga ve bu alerji ABD’ye veya AB’ye olsun denmiyor; ama ulus devletinizle kavga edin deni-yor. Bunun nedeni şudur; Türkiye 800 bin metrekareye yakın bir yüzöl-çümü sahip ve 70 milyon dolayında nüfusu olan bir ulus devlet. Bu dev-let mazlum mildev-letlere örnek olan ulusal kurtuluş savaşıyla kuruldu ve devrimlerle gelişti. Bu devlete veya Türkiye Cumhuriyeti benzeri ulus devletlere günümüz emperyalizmi-nin tahammülü yok. Emperyalizmin geldiği küresel boyutta ulus devlet-ler ve ulusal mevzuatlar en büyük engeller durumundadır. Küresel ser-maye “benim metam ulusal sınırlar tanımadan, gümrük mevzuatı tanı-madan, kambiyo rejimi tanıtanı-madan, milli mevzuat tanımadan dünyayı dolaşabilmeli. Tüm borsalarda faali-yet gösterebilmeliyim, nerede kar varsa oraya yönelebilmeliyim ve orada anında vurgun vurup çıkabil-meliyim, bunu yaparken de hiçbir şekilde kayıt altına alınmamalıyım.” diyor. Bu nedenle küresel emperya-lizm, geldiği aşamada ulus devlet, ulusal ordu ve hiçbir ulusal bürokrasi istemiyor. Ulu-sal bürokrasiyi tasfiye edip orada bürokratik işleri yapan ama ABD’ye ve AB’ye karşı muhabbet ve tapınma duyguları içinde olan bir anlayışın yerleşme-sini istiyor. Devletin

35

değişik noktalarında bulunan insan-ların da ulusal duygulardan ulusal aidiyetten mümkün olduğunca arın-mış ve dünya kapitalizmine bütün-leşmiş insanlardan oluşmasını isti-yor. Bunu birçok ülkede de gerçek-leştirdiler. Gürcistan buna çok iyi bir örnektir. Soros diyor ki: “Saakaşvi-li’nin maaşını ben veriyorum, bu oğ-lan bizim oğoğ-landır. Amerika’dayken ona ben burs vermiştim.” diyor. Do-layısıyla, günümüzde artık insanla-rın zihninde bir değişim yaşanmaya başlandı. Ulusun bir bireyi olma duygusu, ulusal çıkarları koruma duygusu törpüleniyor.

Bizde bu duygunun yerleştiril-mesinin yansımaları neler?

Türkiye’de 1930’larda cumhuri-yet devriminin sıcaklığının ve heye-canının yaşandığı yıllar küçümseni-yor, aşağılanıyor. Birçok tanınmış ya-zar, akademisyen ve medya mensu-bu tarafından dönüp dolaşılıp Ata-türk dönemine saldırılmasının anla-mı budur. O dönemde ulusal kurtu-luş savaşı vermiş bir ulusun heyeca-nını görürsünüz. O dönemde emper-yalizme meydan okuma

vardır, kalkınma ve geliş-me heyecanı vardır. Mo-dern bir devlet yaratma id-diası vardır. İşte gerçekte bu iddialara, bu anlayışa saldırılmaktadır. Bu neden-le bu dönem totaliter bir dönem olarak adeta faşizan bir dönem olarak tanımlan-maktadır. Tüm bunlar bir ulusun kuruluş temelleri-ne, felsefesine ve ortak ha-fızasına, gurur duyacağı bir döneme saldırıdır. Bu saldı-rıların son dönemlerde yo-ğunlaşmasının anlamı da cumhuriyetle ve Atatürk Türkiye’siyle hesaplaşacak bir güce eriştiklerini düşü-nenlerin bir kampanyasına dönüşmüş olmasıdır.

Bir de son olarak isti-naf mahkemeleri sorunu gündeme geldi. İstanbul Barosu genel sekreteri olarak bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?

En yüksek noktası Ankara olan ve Yargıtayla sınırlanan ulusal yargı yerine, uluslararası denetime açık bir yargısal sistem istenmektedir. Bizde ilk derece mahkemeleri var-dır. Bu mahkemeler yargısal bir so-nuca varırlar, bu kararı tatmin edici olmaktan uzak bulanlar Yargıtaya giderler. AİHM’nin yetkisini Türki-ye tanıdıktan sonra yaygın bir şekil-de Türkiye’şekil-den AİHM’ye başvuru-lar oldu. Dolayısıyla ulusal yargı bir çeşit ‘by-pass’a uğradı. Bunun da dı-şında şimdi istinaf mahkemeleri yo-luyla yargı tekliği, yargı birliği –Yar-gıtay’ın iş yükünü hafifletmek adı altında- bozulmaya çalışılıyor. Kal-kınma ajanslarıyla Türkiye bölgele-re ayrılacaktı. Özel İdabölgele-relerin özerk-leşemesi, yerel idarelere daha büyük ağırlık verilmesi, ulus devletin yet-kilerinin -yerinden yönetim adı al-tında- paylaştırılmasıyla birlikte is-tinaf mahkemeleri paralellik arz eder. Türkiye’de ulus devletin nor-mal fonksiyonlarından olan ve ulus devletin doğasına uygun olan mer-kezi yönetim yerine mümkün oldu-ğu kadar yerelleşme çabası var. Bu

durum modern derebeylik denebile-cek, yerelliğin ulusallığın önüne ge-çirildiği, yerel kimliğin giderek ke-mikleşeceği bir sürece yol açacaktır. Her şey Türkiye için anlayışından, her şey Denizli için, her şey Diyar-bakır için, her şey Ağrı için, her şey Edirne için anlayışı egemenleşecek-tir. Ama bu Prens Sabahattin’in yüz-yıl önce gömülmüş düşüncesi de-mokratikleşmenin zirvesi ve çağımı-zın kaçınılmaz bir sonucu olarak su-nulmaya çalışılıyor. Oysa bunun ye-rine Yargıtay’daki daire sayısı arttı-rılabilir, kurum takviye edilebilir, kadrolar değiştirilerek bugünkü tı-kanıklık aşılabilir.

Türkiye’yi yerelleştirme çabası sanırım her alanda söz konusu…

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “24 Temmuz Sansürün Kaldırılışı” için düzenlenen yıl dönümü törenle-rinin sonuncusuna katıldım. Tören Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Tö-ren kürsüsünün sol tarafında “Philip-Morris Sabancı” afişi asılıydı. Bu yılki ödül ise TCK 301maddeden yargıla-nanlara verildi. Çıkışta bir takım ki-tapçıklar dağıtıldı. Bu kitap-lar “Yerel Medya Eğitim Se-minerleri”, “Yerel Basın Üzerine Konuşmalar” ve “Yerel Gazetecilere Meslek İçi Eğitim”… Bu kitapların finansal desteği Konrad Adenauer Vakfı olmalı ki ki-tapların kapağına vakfın lo-gosu basılmış. Konrad Ade-nauer Vakfı’nın Alman Hı-ristiyan Demokrat Parti-si’nin uzantısı olduğu bilini-yor. Bu çok ironik, acı ve dü-şündürücüdür. 24 Temmuz gibi basın için çok önemli olan sansürün kaldırılışının yıldönümünde, dolayısıyla basının özgürlüğe kavuştu-ğu bir günde bir başka gölge basının üzerindeydi. Siz ba-sın özgürlüğü gününü Phi-lip- Morris şirketinin, Kon-rad Adenauer Vakfı’nın fi-nansal desteği altında kutla-maya kalkarsanız bu hem inandırıcı olmaz, hem de son derece üzücü,bir o ka-dar da düşündürücü olur.

B

B

ir grup genç taraf›ndan 2006y›l›n›n may›s ay›nda kurulan www.kemalistpolitika.com Tür-kiye çap›nda yüzlerce üyesi bulunan, kemalist gençlerin sesi olmak amac›y-la faaliyet gösteren bir site. Kemalist Politika’n›n hedefi, hat›r› say›l›r, sözü geçer bir Kemalist düflünce kuruluflu olabilmek.

K

Kaarrflfl›› DDeevvrriimmee KKaarrflfl››

www.kemalistpolitika.com sitesi, Demir Büyüközkan, Önder Y›lmaz ve Hatay Devrim’in makaleleriyle dikkat çekiyor. Yazarlar özellikle Türkiye’deki karfl› devrim sürecini irdeleyen yaz›la-r›nda kulland›klar› tavizsiz ve sert us-lüp ile kimi zaman elefltiri alsalar da, makalelerinin ilgi görmesinden memnunlar. Yaz›lar d›fl›nda, önemli bir bilgi aktar›m yönte-mi olarak gördükleri slaytlara da ayr› bir önem veriyorlar. Özellikle site yazarlar›ndan Ha-tay Devrim’in kaleme ald›¤› “Cumhuriyet’in Düflmanlar›” adl› makale sitede yay›mlanma-s›n›n ard›ndan, bir slayt olarak elektronik a¤da okurlar›n bilgi-sine sunulmufl ve çok büyük bir okunma oran›na ulaflm›fl. Fo-rum ve e-posta gönderim trafi¤i de hesaba kat›l›nca bu say› yüz binlerin üzerinde olarak tahmin ediliyor.

S

Siitteeddee nneelleerr vvaarr??

Araflt›rma, inceleme, dene-me ve makale formatlar›nda kaleme al›nm›fl yaz›lar iç poli-tika, d›fl polipoli-tika, AB, Ortado-¤u, toplum, kültür sanat, eko-nomi, Kemalist devrim, karfl› devrim gibi birçok kategori al-t›nda yay›mlan›yor.

Site kendi yazarlar›na yer vermenin yan› s›ra, Selim Som-ça¤, Bar›fl Doster, Ali Külebi

gi-bi usta kalemlerin yaz›lar›n› da okuyu-cular›yla paylafl›yor. Her ne kadar içe-rik olarak iç politika üzerine yo¤unla-fl›lm›fl olsa da, dünyadaki siyasi gelifl-meler, de¤iflen stratejik konumlanma-lar ve uluskonumlanma-lararas› siyasetin Türkiye’ye etkileri de “Kemalist Politika”n›n ince-leme alan› içinde.

K

Keemmaalliisstt PPoolliittiikkaallaarr D

Düünnyyaayyaa DDuuyyuurruullaaccaakk

Bir gençlik hareketi olarak yola ç›k-mas›na ra¤men k›sa sürede önemli me-safe kat eden site, yazar kadrosunu da ayn› h›zda gelifltiriyor. Sitenin editörü Demir Büyüközkan, bütün bu büyüme-nin sadece niceliksel bir büyüme olma-d›¤›n› ifade ediyor ve ekliyor:

“Önü-müzdeki dönemde, sitenin ‹ngilizce, Frans›zca ve ‹spanyolca versiyonlar›n›n da yay›na girece¤inin müjdesini okurla-r›m›za, üyelerimize vermek isteriz. Ar-t›k misyonumuz sadece Kemalizm’i ge-lifltirmek, yurt içinde yayg›nlaflmas›n› sa¤lamak de¤il, bunlar›n yan› s›ra yurt d›fl›nda da yanl›fl veya eksik bilinenler-le savaflmakt›r.”

Anket ve Forum alanlar›yla üyeleri-nin bilgi ve düflünce paylafl›m›n› da des-tekleyen site, sade tasar›m›, ifllevselli¤i ve kullan›m kolayl›¤›yla ziyaretçilerin-den olumlu puan al›yor.

Bütün bu özelliklerine ek olarak si-tede, politik videolar›n izlenebildi¤i Po-litiKanal adl› bir video klip arflivini de bulabilirsiniz.

www.kemalistpolitika.com

‹NTERNET

37

ENERJ‹

Dursun YILDIZ ‹nfl. Müh. Su Politikalar› Uzman›

Giriş

2006 yılında başlayan yağışlarda azalma ve sıcaklıklardaki artış eğili-minin 2007 yılında da devam etme-si Ankara ve İstanbul’a içme ve kul-lanma suyu sağlayan barajlarımız-daki su miktarlarının azalması so-nucunu doğurmuştur.Yaşanan bu kurak periyot özellikle büyük kent-lerimizde yarattığı su sıkıntısı ile hem suyun önemini hem de su kay-nakları yönetimi sorunlarımızı ha-tırlamamıza neden olmuştur.

Su, yaşamımızın ve sosyo-eko-nomik gelişmemizin birincil halka-sını teşkil eden çok önemli bir doğal kaynaktır.Yaşamımızın ve

sosyo-ekonomik gelişimimizin sürdürebi-lirliğinin su miktarımıza ve kalitesi-ne bağlı olduğu gerçeği yadsına-maz.Bu durum da bizi öncelikle su kaynaklarımızın korunması,planlı bir şekilde geliştirilmesi ve akıllıca işletilmesi zorunluluğu ile karşı kar-şıya getirmektedir.

Bu çerçevede su kaynaklarımızı geliştiren ve yönetenlerin yanı sıra tüketenlerin de bu sonlu doğal kay-nağı verimli kulanım konusunda daha sorumlu ve bilinçli davranması önem taşımaktadır.

Su kaynakları planlamasında ön-celiği de içme ve kullanma suyu te-mini almaktadır.Bu önceliğin

Belgede 16 6 (sayfa 35-39)

Benzer Belgeler