• Sonuç bulunamadı

Kendi Bile Ol/a/mayan Gölgesiz Gölge

1. İKİNCİ YENİ ŞİİRİNE GENEL BAKIŞ

2.8. Kendi Bile Ol/a/mayan Gölgesiz Gölge

Bilmek, olmaktan önce gelen bir edimdir. Yaratıcı’nın yaratma eyleminden önce de, yaratacağı her şey’i ve yaratma kudretini ‘biliyor’ olması bunun en güzel örneğidir. Bu nedenle insan da yüzyıllardır bir ‘bilme’ savaşı vermektedir. Bir noktaya kadar da bilgiyi elde etmiş ve anlam(an)ın büyülü dünyasında kendini tatmin etmeye çalışmıştır. İnsan bilgi sayesinde pek çok şey kazanmıştır. Örneğin insanlığın ilk dönemlerinde, bilimsel verilerle de kanıtlanan bir durumdur, otuzlu yaşların ötesini çok göremezler; ancak günümüzde bu yaş genç yetişkinlik (çocukluğun bir ileriki evresi) olarak değerlendirilmektedir. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeyle yaşam koşullarındaki iyileşme

ile birlikte insan ömrü de uzamıştır. ‘Zaman’ı artık doğayla savaşmak yerine onu keşfetmeye ayıran insanoğlu sürekli bir bilme arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Yalnız, birey bir şey’i ne kadar çok bilir ve keşfederse, o şey artık cazibesini ve çekim kuvvetini yitirmektedir. Ancak şey’lerin tabiatındaki bilinmezlik ne kadar parlaksa, ona karşı tutkunluk da o kadar kuvvetlidir. Bu noktada verilebilecek en güzel örnek: ‘Tanrı’dır. O’nun varlığındaki bilinmezlik, insanda bilme ve anlama arzusunu artırmakta bu nedenle tasavvuf ve metafizik gibi öğretiler Tanrı’yı bulma, O’na ulaşma çabasına girişirler. Ancak bu anlamda yapılan her deneme yeni bir giz ile neticelenince, insandaki cezbe hali daha ileri boyutlara taşınmakta ve bilin(e)meyenin bilinmezliği, kendi sır’rına bir giz daha katmaktadır.

Bilinmezliklerden ve her bilme ediminden sonra kendi gizini katlayan olgulardan birisi de gölge’dir. Işığa bağ(ım)lı bu ‘varlık’, her sorgulanışında ve her anlaşılmaya çalışıldığında kendi gizemini bir kat daha ileriye taşımakta ve her anlamlandırmadan yeni bir anlama/sorgulama ihtiyacı doğmaktadır. Gölgenin tarihsel serüvenine bakıldığında, gelişim içinde olmasına rağmen sürekli kendini giz’leyen bir büyüme durumu söz konusudur. İlkel insanın gölge’yi ‘kişinin ruhu ve bilinmez yönleri’ olarak görmesi, günümüz psikanaliz biliminin gölgeye bakışı ile benzerdir. Ancak her ikisi de gölgeyi insanın bilinmez yönlerini imlemek için kullansa da, açıklamaya/anlamaya çalıştıkları yine gölge’nin kendi gölgesizliğidir. Yani ben’lik katmanlarını saran bir olgunun varlığı bilinse de, bir türlü tam olarak keşfedilememesi, yine o olguyu iştah kabartan bir arzu nesnesine dönüştürür. Tıpkı Tanrı gibi, kendi bilinmezliği içinde bilinmezliğe açılan anlam katmanları barındıran gölge, kendi Gölesizliğinde, bilinci gölgede bırakarak giz’ini korur ve bağlandığı varlığı da büyüler. Büyülenmişlik karşısındaki ‘benlikte’: “Kendi zaman ve mekânı içinde kendi doğrusunu açığa çıkarma imkânı elde edemeden, o şey’in kendi olma iştahı, serüveni ve canlılığı hüzünlü biçimde yumuşar ve tanıdık ve bildik olanın içine geri döner, kendi doğrusunda açımlanmak yerine giz kalır.” (Turan, 2009: 46) Bu nedenle de gölgesiz gölge’nin anlamını aramak, yine onun kendi bilinmezliğiyle baş başa kalmaktır. Çünkü nesnellik açısından düşünüldüğünde, tıpkı ışığın nesneye düşmesiyle oluşan gölge, varlığını bir ‘bilinen’e borçludur. O bilinen nesne’nin somutluğudur. Ancak her arayışta yeni bir boşluğa ve bilinmezliğe açılan anlam tam olarak ‘ne olduğu’ bilinmediği için gölgesiz olarak belirir.

“Drakula’nın aynada yansımasının olmaması, gölgesinin düşmemesi gibi” (Karavit, 2006: 21) Aynı şekilde bir Hint efsanesinde Prens Damayanti ile Prenses Nala’nin evlilikleri ile ilgili anlatıda: “Damayanti, düğün töreninde bir değil beş Nala bulur karşısında; Dört Tanrı prensesin güzelliğine öylesine kapılmışlar ki sevdiğinin biçimini almışlardır. Damaynti, umutsuzluk içinde dua etmeye başlar, beş Nala’dan sadece birinin gerçek Nala’nın yere gölgesinin düştüğünü görür.” (Karavit, 2006: 22) Diğer ‘dört Tanrı’nın gölgesinin düşmemesi tıpkı Drakula’da olduğu gibi dünyevi yokluğu çağrıştırır.

Modern zamanların gölgesizliği ise kendi ben’lik ve insan’lığını silme, yitirme ve ‘satma’ ile ilgilidir. Özellikle tüketimin çarkında tükettikçe tükenen birey, kendini bu döngünün girdabına kaptırmış, sürekli ‘daha fazla’sını istemektedir. Özellikle reklamların kışkırtıcı çekiciliğine kapılan birey, pazarlanan nesneye ulaşmak için ‘ruhundan ne kadar harcayacağı’ ile kendini kıymetli addetmektedir.

Resim 8. Chanel Parfüm Reklamı

Reklamda genç bir adam duştan çıkmıştır ve parfüme ulaşmak ister. Oysa gölgesi ondan önce ulaşmış ve ‘özne’yi ondan mahrum etmek istemektedir. Genç ‘kendi’ gölgesiyle giriştiği mücadele de kazanan taraf olarak görülmektedir. Ancak bu ‘pazarlama oyunu’nda göz ardı edilen, insanın kendi’liğine verdiği zarardır. Sahip

olmak için gölgesiyle ters düşen birey, zamanla ‘insanlığından da harcamaya’ başlar. Bu sebeple içsel değerlerden uzaklaşarak nesneleşen bir benliğe sahip olur. Kendi benliğinde açtığı her delik, iyilik ve güzellikler anlamında, bireye değen her ışığın ‘gölge oluşturma’dan kaybolmasıyla sonuçlanır.

İnsanlığın kendi eliyle gerçekleştirdiği bir diğer durum da ‘ozon tabakası’nın delinmesidir. Bilindiği üzere ışık, boşlukta varlığı belli olmayan/hissedilmeyen bir varlıktır. Sonsuz uzay boşluğunda, aynı çoklukta güneş ışığı mevcuttur ancak, herhangi bir cisme değmedikçe varlığını gösteremez. Tüketim çılgınlığıyla kendi benliğini delen insan, var olmasında kaçınılmaz gerekliliği olan ozon tabakasına da aynı cüretkârlığı göstermektedir. Bu da kendini yeryüzünden silme, dünyayı gölgesiz bırakma eylemidir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. İKİNCİ YENİ ŞİİRİNDE GÖLGE’NİN HALLERİ

3.1.Gölge’nin Bireyi Bilince Taşıyan Biçimleri

Benzer Belgeler