• Sonuç bulunamadı

3. 1. Dilin Hayatımızdaki Yeri ve Önemi

İnsanlar tarafından oluşturulan her bilim bir ihtiyaçtan doğmuştur. Her ihtiyaç, insanları düzenleyici ve yaratıcı çalışmalara yöneltir.

“İnsanlar yeryüzünde yaşamaya başladığından beri kendisini diğer varlıklardan farklı ve üstün kılan dil, insanı biriktiren bir varlık haline getiren, tarih ve gelenek sahibi olmasını sağlayan, dilin kurallaşan kullanımlarını tespit etmek, tespit edilen kuralların işleyişini ve sürekliliğini sağlamak amacıyla bir araştırma konusu olmuştur” (Balıkçı, 2008, s. 37).

Diğer insanların farklı konuşuyor olmaları, kendi dilimize bakış açımızı etkilemiş, böylelikle dili, üzerinde düşünülmesi gereken bir araştırma konusu olarak görmemizi sağlamıştır.

İnsanın kullandığı kültürel araçlar arasında dil çok önemli bir yer tutar. İnsan, fizik ya da matematiği sonradan öğrenebilir, ancak çok önemli yapısal bir hastalığı ya da eksikliği yoksa konuşma ve dil öğrenme yetisiyle dünyaya gelir, zaten bu özelliğiyle de fiziği ve / veya matematiği öğrenebilir.

Dil, insanın en temel gereksinimi olan iletişimi sağlar. Bu gereksinim yemek yemek, nefes almak, yürümek, uyumak vb. gereksinimlerden farklı olarak “doğal” bir biçimde gerçekleşmez. “Dil’in “söz” olarak gerçekleşebilmesi için, bir topluluğun “doğal dil” i

28

biçiminde öğrenilmesi gerekir. Dile yatkınlık genetik bir özellik olmasına karşın, gerçekleşmesi kültürel bir süreci, bir öğrenme sürecini gerektirir.

“Dilbilim, insana özgü dil yetisiyle, bu yetinin farklılaşmasından kaynaklanan Türkçe, Fransızca, İngilizce, Çince, Rusça vb. doğal dilleri ve bu dillerin zaman içinde uğradıkları değişimleri, onların işleyiş biçimlerini inceler ” (Kıran ve Korkut, 2011, s. 2).

Kısacası dilbilim, basit gibi görünen, “Dil nedir? ˮ sorusuna yanıt bulmaya çalışır. Dilbilimcinin amacı ise, bir bilim adamı olarak, bu soruyu yanıtlayabilecek bir kuram oluşturmaktır.

Aksan, dili, “Akla bin bir soru getiren, insanın bin bir sorunu kurcalamasına yol açan, sırlarla dolu bir varlıktır.” diye tanımlamaktadır (Aksan, 2003a, s. 11).

“Dil, sözlü ve yazılı olarak iletişimde kullandığımız, doğduğumuzda hazır bularak edinmeye başladığımız, doğrudan doğruya insana özgü, çok güçlü, büyülü bir düzendir; düşünme düşünüleni aktarma dizgesidir” biçiminde de tanımlar (Aksan, 1997, s. 13). Aksan, bir yandan bu tanımı yaparken, bir başka çalışmasında dilin tanımının yapılmasına dair zorluğa da dikkat çekmiştir: “Dil, bir anda, kısaca tanımlanamayacak kadar çok yönlü, insana özgü bir gerçektir” (Aksan, 2003b, s. 9).

Tahir Nejat Gencan’ın deyişiyle ise “Dil, düşüncenin -daha geniş anlamıyla içbenliğimizin- aynasıdır, ulusun varlığının da temelidir” (2007, s. 25).

İnsanoğlunun dili, yalnız, onun konuşabilmesi, düşündüğünü başkalarına iletebilmesi demek değildir. Dil dediğimiz düzen insanın gözüdür, beynidir, düşüncesi, ruhudur. Ama insan beyninin nasıl gizli yönleri, bilinmeyen noktaları varsa, dilin de çözümlenemeyen, apaçık ortaya konamayan birçok yönü vardır, özellikle işleyişi, ruhla, mantıkla olan ilişkisi

29

açısından. “Beynin bu gizliliklerine karşın her dil, evreni, doğa olaylarını, duygu ve düşünceleri, insanlar arasındaki ilişkileri kendince, kendine yeterli bir biçimde anlatır; açığa vurmaya yararˮ (Aksan, 2003b, s. 3).

Tarihsel süreçte dil ile ilgili önemli çalışmalar yapılmış, bilim dünyasına sayısız eserler kazandırılmıştır. XX. yüzyıl başlarında Ferdinand de Saussure, dil incelemelerine gösterge / signe kavramını getirerek farklı bir bakış açısı geliştirmiştir. Modern dilbilimin kurucusu Saussure dili, göstergelerden kurulu bir sistem olarak tanımlamış ve “Dildeki bir öge değerini, öbür ögelerin tümüyle kurduğu karşıtlıktan alır” diyerek sistem kavramının altını çizmiş ve yapısalcılığın kapısını aralamıştır” (1972, s.126).

1950’li yıllarda Chomsky, “Üretimsel-Dönüşümlü Dilbilgisi / Grammaire générative transformationnelle” kuramıyla dilbilgisi çalışmalarına farklı bir boyut kazandırmıştır. Cümleyi kendisini oluşturan temel bileşenlere, yani öbeklere ayırarak incelemeyi tercih etmiştir. Dilin aslında bu temel yapı taşları üzerinde oturduğunu; dilde var olan “doğurganlık” ve “dönüşümler” sayesinde gerçekte çatıları aynı ama anlamları farklı binlerce cümleye ulaşabileceğimizi vurgulamıştır.

Dilbilimcilerin dil konusunda çalışmalarının amacı, sağlam bir iletişim aracı oluşturma, dilsel, kültürel ve toplumsal değerleri sonraki kuşaklara aktarma kaygısıdır. Kullanılan dilin kuralları sağlam bir dilbilgisi dizgesine dayanmazsa iletişim zorlaşacaktır.

Kahraman, dilin, bir anda hepsini düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü olduğundan bahsetmektedir (2005, s. 5). Dil, hem toplumla hem insanla hem de insanın yarattığı bilim, sanat, teknik gibi değerlerle ilgilidir. Aynı zamanda bu değerleri oluşturan temel ögelerdendir. Bu yönüyle toplum yaşamını yansıtır, öteki yönüyle kişinin bilincinin ve bilinçaltının derinliklerine kadar uzanır.

30

Dilin toplumsal yaşamdaki yerini çok etkili ve özlü anlattığı için, büyük Çin bilgesi Konfüçyüs’ün sözlerine burada yer verelim:

Konfüçyüs'e sordular:

- Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu? Büyük bilge şöyle yanıtladı:

- Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Ve dinleyenlerin şaşkın bakışları karşısında sözlerini sürdürdü:

- Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.

Benzer düşünceleri İsa Peygamber de dile getirmiştir: “Kişiyi kirleten ağzından girenler değil, ağzından çıkanlardır” (Kıran, 2001, s. 3). Bu sözler üzerine de eklenecek bir şey olduğunu sanmıyoruz.

3. 2. Zıtlık Kavramının Hayatımızdaki Yeri ve Önemi

Kainat ve yaşam döngüsü zıtların birlikteliği üzerine kuruludur.

Zıtlık kavramının tanımlarına değinecek olursak, Türk Dil Kurumu sözlüğü zıtlık kavramını karşıt, ters, kontrast ifadeleriyle tanımlamıştır.

Tezat anlamını da çağrıştıran zıtlık; aynı varlığın, olayın, durumun, birbirine karşıt iki yönünü bir arada belirtmesi ya da birbirine karşıt kavramlar arasında ilgi kurmasıdır.

Farklı bir bakış açısıyla tanımlayacak olursak yaşam, zıtlar arasındaki bir ritimdir diyebiliriz.

31

Yaşamımızdaki bu ritmi örneklerle açıklamayı uygun gördük.

Necip Fazıl’ın şiiri, “Dev”de yarattığı tezat, kulakları süslüyor. Dev ve pire gibi iki karşıt kavramı sanat yaratmak için kullanmak gerçekten zor bir iştir.

“Öyle bir devim ki, ben, hakikatte pireyim, Bir delik gösterin de utancımdan gireyim...”

Utanma duygusunu çok başarılı bir tezatla anlatmış Kısakürek. Hayatta utanıp yerin dibine girdiğimiz zamanlar yok değil elbette. Bu dizelerde de hayatın bu gerçeğini anlatmak için zıtlıklara başvurulmuştur.

Divan şairi Mahir’in ayrılıkla ilgili, kulağımıza aşina olan beyitlerinden birini duyanlarımız çoktur.

“Hani ol gül gülerek geldiği demler şimdi Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.”

Ağlamak ve gülmek. İki tane birbirine tamamen zıt duygulardır. Bu iki duyguyu bir arada, kulak tırmalamadan, rahatsızlık vermeden kullanmak elbette sözde ustalık ister.

Tezat insan hayatının olmazsa olmazlarındandır.

Düşman ve dost kavramlarını aynı cümlede kullanmak ne kadar da sıkıntılı olur değil mi? Oysaki Cahit Sıtkı, “Otuz Beş Yaş Şiiri”nde bunu çok güzel başarmış.

32 “Neden böyle düşman görünüyorsunuz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan!”

Yaşlandığını kabul etmek istemeyen Tarancı, bu iki karşıt kavramı ne kadar estetik bir şekilde yan yana getirmiş, öyle değil mi? Okurken sıkıntı vermiyor; tam tersine hayatı bize hatırlatıyor.

“Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık. Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.”

Faruk Nafiz’den “Han Duvarları”… Bu şiirde de kulağa çok hoş gelen tezatlar bulunmaktadır. Uyku ile uyanmak, uyanmak ile rüya ve doğmak ile ölmek gibi (Nevi, 2013).

“İnsan bir tezatlar mecmuasıdır.” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar ise eserinde Pascal’ın da konuyla ilgili görüşlerine yer vermiştir.

Pascal’ın insan hakkında verdiği “düşünen saz” tarifi, şiirin diliyle söylendiği için bu cinsten tecritlerin en güzeli, belki en manalısıdır. İnsanoğlunun, en kudretli ve gerçekten yaratıcı olduğu tarafıyla en zayıf noktasını, kader karşısındaki aczini birleştirir. Böylelikle üçüncü bir unsuru teessür şuurunu da içine alır. Ruhumuzla, idrakimizle ne kadar büyüğüz ve gene bu yüzden -kaderi yenemediğimiz için- ne kadar biçareyiz! İşte Pascal’ın istediği şey. Belki hatta muhakkak, ebediliğin gözünde böyleyiz. Bütün bu kâinat bizim idrakimizde yayar. İnsan düşüncesi zaman ve mekânın yaratıcısıdır. Herşey onunla başlar ve galiba onunla biter. Bir anı bitmez tükenmez bir ülke yapan ihsasların cenneti, bütün teessüri hayat, sanatlar, işler. Bütün bunlara rağmen kâinatın yanında neyiz? Bizim nabzımızı dinleyerek bulduğumuz şuurunu beraberinde getirdiğimiz ölçtüğümüz, biçtiğimiz, her şekilde tasarrufa çalıştığımız, her türlü icat, ihtira, ihtiras vehim, vesvese, şiir ve sanatı, her şeyi içine attığımız halde bir türlü dolduramadığımız zamanın karşısında ne kadar küçüğüz (Tanpınar, 2008, s. 21).

33

Hayatımızda her artının bir eksisi olduğu gibi her eksinin de bir artısı vardır. Yaşam, anlamı olduğu zaman güzeldir, o anlamı ise hayatımızdaki zıtlık verir.

Bir ayraç gibidir zıtlıklar, farkındalığımızı sağlar, aynı rutinde giden şeyler sıradanlaşır ve mutsuzlukla bağdaştırılır; ama inişler, çıkışları mutlu kılmaktadır.

Zıtlık, “Hayatta her şey karşıtıyla vardır.” cümlesini de aklımıza getirir.

Herşey zıttıyla birlikte güzeldir ve de anlamlıdır.

İyi ve kötü, güzel ve çirkin

Akıllı ve ahmak, ahlaklı ve ahlaksız gibi… Bir düşünsenize,

Kötüler olmasaydı iyilerin olur muydu ki bir kıymeti? Çirkinler olmasıydı eğer

Güzellerin peşinden koşulur muydu ki? Ahmaklar olmasaydı

Akıllı olmak neye yarardı ki?

Ahlaksızlar olmasaydı ahlaklının ne değeri olurdu ki? Bütün bunlar olmasaydı

Hayatın ne anlamı kalırdı ki?

Karşıtlık bildiren cümleler konusuna değinecek olursak, Kıran, karşıtlık bildiren yantümceler / les propositions subordonnées circonstantielles d’opposition konusunda şu bilgilere değinmiştir:

34

“İki ögenin, iki bilginin, iki düşüncenin birbirinin karşıtı olduğunu göstermek için çok değişik sözdizimsel yapılar vardır. Ancak genel karşıtlık kavramı üç ana göbekte toplanır” (Kıran, 2010, s. 307).

1. Tam Karşıtlık (Opposition Totale)

032. Bu film cansıkıcı, AMA çok izleyici çekiyor.

Ce film est ennuyeux, MAIS il attire beaucoup de spectateurs.

Görüldüğü gibi, iki olay arasındaki ilişki tam bir karşıtlık belirtir, çünkü mademki film bu kadar sıkıcı, aslında hiç izleyici çekmemesi gerekir.

2. Sınırlama (Restriction)

033- Hayatını çok iyi kazanıyor, AMA / YİNE DE her zaman şikayet ediyor. Il gagne bien sa vie, MAIS / ET POURTANT il se plaint tout le temps.

Bu örnekte görüldüğü gibi, sınırlama ifade eden cümlelerdeki bağlacın olumsuz bir içerik ifade ettiği gözlemlenmektedir.

Sınırlama bildiren zarflar; fiildeki oluş ve kılışın başka türlü olamayacağını veya hemen yapılması gerektiğini gösteren sınırlayıcı zarflardır, ileri sürülen düşünce ya da gerekçeleri sınırlandırmamızı sağlar ve bize karşıtlığı hissettirir.

3. Karşıtlık (Concession)

034. İyi / dolgun bir maaşı yok AMA / YİNE DE para biriktiriyor. Il n’a pas un gros salaire, MAIS / ET POURTANT il fait des économies.

Bu örnekte ise, bilinen ya da düşünülen bir engel sonuç üzerinde hiçbir etki yapmıyor, işte o zaman bu tür bir karşıtlık oluşturmak yerinde olur. Kısacası, kişinin maaşı pek dolgun değil ama buna rağmen o para biriktiriyor.

İncelenen farklı kaynaklarda zıtlık kavramının genelde iki ana başlık altında toplandığı gözlemlenmiştir. Biz de çalışmamızı bu başlıklar altında yürüteceğiz:

35

1. Zıtlık - tam karşıtlık ifadeleri / Expression de l’opposition

2. Beklentiyi olumsuzlama - Uyuşmazlık -Karşıtlık ifadesi / Expression de la concession

Kıran ve Korkut karşıtlık ve beklentiyi olumsuzlama ifadelerini şu şekilde tanımlamaktadırlar:

“Karşıtlık” (opposition) bildiren ögeler iki düşünce, bilgi, eylem vb. arasında kesin bir karşıtlık bildirirken, Fransızca’da “concession” olarak adlandırılan ögeler karşıt iki düşünce, bilgi, eylem vb. arasında bir uzlaşmanın varlığını gösterir” (Kıran ve Korkut, 2011, s. 317).

Polat ve Quinton, yukarıda bahsettiklerimize ek olarak konuya farklı bir açıdan da yaklaşmışlardır.

Polat karşıtlık kavramının üç alt kavram içerdiğinden söz eder (2006, s. 474).

1. Birbiri üzerinde etkisi olmayan iki olay (durum, şey, kişi, vb.) karşılaştırıldığında karşılaştırmalı karşıtlık (opposition / comparaison) söz konusudur.

035. Sevil’ de akşam saat on ya da on bir de yemeğimizi yerken Paris’te saat sekizde masaya oturuyoruz.

À Séville, on dîne à dix ou onze heures du soir alors qu’à Paris, on se met à table à huit heures (Quinton, 2002, s. 312).

036. Sizin eviniz en büyüğü ise benimki en rahatıdır.

Si votre maison est plus grande, la mienne est plus comfortable (Gaiffe vd., 1997, s. 352).

36

2. Beklenen sonucu veremeyecek varsayımsal bir olaydan söz edildiğinde varsayımsal karşıtlık (opposition hypothétique) söz konusudur; bu durumda genellikle şart kipi (conditionnel) kullanılmaktadır.

037. Sen beni unutsan da (unutsan bile) ben seni sonsuza kadar unutmayacağım (Polat, 2006, s. 474).

Quand bien même tu m’oublierais, je ne t’oublierais à jamais.

3. Bir başka olay üzerinde etkisi olan fakat beklenen etkiyi göstermeyen bir olaydan söz edildiğinde ödünlü karşıtlık (opposition concession) söz konusudur; bu durumda genellikle dilek kipi (subjonctif) kullanılmaktadır.

038. Trafik yasasının oldukça sert olmasına rağmen yollardaki kazalar bitmek bilmiyor. (Ertürk, 2013, s. 270).

Les accidents ne cessent pas de se produire sur les routes bien que le Code de la route soit assez sévère.

Quinton zıtlık konusunda sözlü olarak yapılan ifade biçimine de dikkat çekmiştir. Quinton’ a göre zıtlık bildiren terimleri kaldırıp basit bir şekilde cümleleri yan yana sıralayabiliriz. (Propositions juxtaposées ou coordonnées) (2002, s. 312).

Propositions juxtaposées, noktalı virgül ya da sadece virgül gibi noktalama işaretleriyle kurulan cümlelerdir.

039. Kusurları olmasına karşın bu kızın vasıfları da var. (Yaşar ve Sönmez, 1995, s. 448).

37

040. İflasın eşiğinde, hâlâ oyun oynuyor (Baştaş, 2005, s. 254). = İflasın eşiğinde olmasına karşın, hâlâ oyun oynuyor.

Il est au bord de la faillite, il joue encore aux jeux.

= Bien qu’il soit au bord de la faillite, il joue encore qux jeux.

041. Sen tüm gücünle çalışıyorsun; kardeşin sadece eğlenmeyi düşünüyor. Tu travailles dur; ton frère, lui, ne pense qu’à s’amuser.

Propositions coordonnées ise mais, ou, et, donc, or, pourtant, certes gibi bağlaçlarla kurulan cümlelerdir.

Mauger de kitabında aynı konuya yer vermiştir. Türkçede de aynı ifadeyi kullanarak zıtlık elde etmek mümkün olmaktadır (Mauger, 1968, s. 336).

042. Sen tüm gücünle çalışıyorsun oysa kardeşin sadece eğlenmeyi düşünüyor.

Tu travailles dur tandis que ton frère ne pense qu’à s’amuser. (Quinton, 2002, s. 312).

043. Dışarıda kar yağıyor (ve) sen kazakla çıkıyorsun! Il neige et tu sors en pull!

044. Hem hastasın, hem dışarı çıkıyorsun. Tu es malade, pourtant tu sors.

045. Onun Bursa’da olduğunu söylüyorsun, oysa bu sabah ona rastladım. Tu dis qu’il est à Bursa, or je l’ai croisé ce matin.

38

Zıtlık kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için, cümlede zıtlık bildiren zarf tümleci görevini üstlenebilecek aşağıda belirttiğimiz dilbilgisel ögeleri ayrı ayrı inceleyerek tezimizin kavramsal çerçevesini çizmeye ve konumuzu netleştirmeye çalışalım.

1. Zarf 2. Edat 3. Bağlaç

4. Ortaç / sıfat fiil 5. Ulaç / zarf fiil

3. 3. Zarf / Adverbe

Zarf, diğer bir deyişle belirteç için Aksan, “ Fiil, fiilimsi, sıfat ve kendi türünden kelimelere bağlanan ama gerçekte isimden ve sıfattan farklı düşünülmemesi gereken kelimeler olduğunuˮ ifade etmektedir (Aksan, 1980, s. 97).

Tahsin Banguoğlu zarfları “fiillerin ve sıfatların önüne gelerek anlattıkları kılış, oluş veya vasfı açıklayan ya da değiştiren kelimelere zarf (adverbe) denir” biçiminde tanımlamaktadır (Banguoğlu, 2004, s. 371).

Gencan ise, “Sıfatların, eylemlerin ya da görevce kendine benzeyen sözcüklerin anlamlarını berkiten ya da kısıp sınırlayan sözcüklere belirteç denir.” ifadesini kullanarak zarfın bir sınırlama görevi üstlendiğini de ifade etmektedir (2007, s. 462).

Ediskun ise “ Fiillerin ya da fiilimsilerin, sıfatların, zarfların anlamlarını zaman, yer ve yön, nicelik, soru kavramlarıyla belirleyen ya da kısıp sınırlayan kelimelere zarf denir” ifadesiyle zarfı tanımlayarak zarf için yine “sınırlayanˮ ifadesini kullanmıştır (1999, s. 273).

39

Zarfın temel görevi, eylemi çeşitli yönlerden etkilemektir. Örneğin, Mithat Sadullah Sander ve Ahter Necmeddin, ve bu dönemde eser veren diğer dilciler, zarfların fiil, fiilimsi ve sıfatların önüne gelerek onları çeşitli yönlerden tamamladığını belirtmektedirler.

Bir sözcüğün zarf olup olmadığına karar vermek için de nitelediği sözcüğün türünü iyi analiz etmek gerekir.

Tezimizi yazarken Türkçe kaynak konusunda birinci önceliği verdiğimiz Tahir Nejat Gencan, zarfları görevleri bakımından altı başlık altında incelemiştir :

1. zaman belirteçleri (dün, sonra, er geç, baharda, …) 2. yer, yön belirteçleri (aşağı, yukarı, şuraya, dışarı, …) 3. durum belirteçleri (sessizce, yalnız, birden, gülerek, …) 4. azlık, çokluk belirteçleri (eksik, pek , müthiş, biraz, aşırı, …) 5. soru belirteçleri (ne, nasıl, niçin, hani, ne kadar, …)

6. koşul belirteçleri (eğer,… )

Tahsin Banguoğlu, zarflar getirdikleri değişiklik yapıcı anlatım bakımından çeşitlidir, diyerek onları bu yönden altı sınıfta toplamıştır:

1. gerçekleme zarfları 2. mikdar zarfları 3. nitelik zarfları 4. yer yön zarfları 5. zaman zarfları 6. suret zarfları

Zeynep Korkmaz ise zarfları cümle içinde yüklendikleri işlevler bakımından beş gruba ayırmıştır.

1. zaman zarfları 2. yer-yön zarfları 3. tarz zarfları

40 4. azlık-çokluk (miktar) zarfları 5. soru zarfları

Buradan da fark edildiği gibi araştırmamız sırasında aynı konunun farklı kaynaklar tarafından farklı biçimlerde ele alındığı gözlemlenmiştir. Tezimizde bu farklılıklara yeri geldikçe değindik.

Bu konuyla ilgili üstadların görüşlerine de değinmek isterim. Türkçe dilbilgisi alanında yapılan araştırmalardan cümle, söz dizimi ve cümlenin ögeleri ile ilgili olanlar diğer alanlara göre daha fazladır. Bu alanda yapılan birçok araştırma neticesinde doğal olarak farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Gramer ve söz dizimi kitaplarında birbirinden çok farklı değerlendirmeler görülmektedir. Bu farklı değerlendirmeler bir temel görüş etrafında birleşememiştir. Söz konusu değerlendirmelerin gittikçe çeşitlendiğini araştırmamız sırasında da gözlemlemiş bulunmaktayız.

Özellikle söz dizimi hakkında çok değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bu değişik fikirlerden dolayı cümlenin ögeleri ve cümlenin yapısıyla ilgili terimlerde bir görüş birliği sağlanamamıştır. Daha çok söz diziminde olmak üzere gramer konularının çoğunda dilbilimcilerin metot, terim, değerlendirme ve yaklaşım farklılıkları dilimizin öğrenilmesi ve öğretilmesi çalışmalarında büyük güçlükler oluşturacak boyutlara erişmiştir. Bu durum dilimizin dilbilgisi yapısının, özelliklerinin, kurallarının, terimlerin kapsamının belirlenmesinde ve dilimizin dilbilgisi öğretiminde güçlük çekilmesine sebep olmaktadır. Bu karışıklıkların bugüne kadar birçok bilimsel yayınlara konu olduğu da dikkatimizi çekmiştir.

Türkçede zıtlık bildiren zarflar, genel itibariyle tarz zarfları, niteleme zarfları ya da durum bildirme zarflarının içerisinde yer almaktadır.

Durum zarflarını incelediğimizde, fiildeki oluş ve kılışın durumunu belirten zarflardır diyebiliriz. Bir oluş ve kılışın durumu, kendisine eklenen zarfın anlamı ile bağlantılı olduğundan, bu grupta yer alan zarflar, işlev bakımından hayli çeşitlidir. Durumda benzerlik, beraberlik, dilek, hatırlatma, karşılaştırma, kesinlik, pekiştirme, tahmin,

41

tekrarlama, sebep, süreklilik gösterme, şüphe bildirme, yanıt verme karşıtlık, sınırlama gibi türlü işlevler yüklenmiştir.

Bizlere zıtlık, tam karşıtlık, karşıtlık, beklentiyi olumsuzlama ve sınırlama bildiren bağlantı ögeleri, Kıran ve Korkut’un genel bir ifadesiyle de “kendi düşüncemizi koruyarak, savımıza karşıt olguları saptamamızı sağlamaktadır” (2011, s. 316).

Özellikle sınırlama ifade eden bu bağlantı öğelerini örneklerle açıklayalım:

Ancak / yalnız / yalnızca / sadece

046. Corday kısmen bir kumaş parçasıyla örtülü bir yüzü ancak görebiliyordu (Lévy, 2007, s. 31).

Corday ne pouvait voir qu’un visage partiellement couvert d’un morceau d’étoffe.

047. Ödevimi ancak bitirdim. J’ai à peine fini mon devoir.

Bu cümlede geçen “ancakˮ yukarıdaki örnekte olduğu gibi karşıtlık değil zaman ifadesi için kullanılmıştır. Burada “az önceˮ anlamı verilmiştir.

048. Cumhuriyet döneminde Victor Hugo’nun tiyatrosuna ilgi çok az olmuştur. Bu dönemde yalnızca iki eseri oynanmıştır (And, 2002, s. 4).

Pendant la période républicaine, le théâtre de Hugo connait très peu d’intérêt;

Benzer Belgeler