• Sonuç bulunamadı

1.2. EKONOMİK VE FİNANSAL KRİZLERİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

1.2.3.2. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri

2000-2001 krizleri IMF destekli bir istikrar programı uygulanması sırasında ortaya çıkmış ve önceki krizlerle kıyaslanamayacak boyutta ve derinlikte etkili olmuştur. 23 Kasım 1999’ da, IMF ile 2000 yılı başından itibaren geçerli olacak bir stand-by anlaşması imzalanmış, daha sonra bir iyi niyet mektubu gönderilerek Merkez Bankası enflasyonun düşürülmesi ve sürdürülebilir büyümenin sağlanmasına yönelik 2000 yılı para ve maliye politikasını açıklamıştır (Işık vd. 2006: 251-259).

Programda enflasyonun temel kaynağının kamu açıkları olduğu ve bunun kamu kesimi finansman yönetiminden kaynaklandığı kabul ediliyor, bu açıkların kapatılması için alınan tedbirler belirtiliyordu. Bu amaçla bir yandan kamu harcamalarının kısılması, diğer yandan da vergi gelirlerinin artırılması kararlaştırılmıştır (Güloğlu ve Altınoğlu, 2002: 127).

Kasım ayı başlarında bankacılık kesimine yönelik yeni düzenlemeler hız kazanmaya başlamıştır. Bu gelişme, bankaları açık pozisyonları kapatma yolunda çok daha hızlı ve ani davranışlar içine sokmuş, bankaların fazla likidite talebi faizlerin artmasına yol açmıştır. Likidite sıkıntısı sonucu bankalar, ellerindeki hazine kâğıtlarını zararına da olsa satmak zorunda kalarak büyük kayıplarla karşılaşmışlardır. Bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na aktarılacağına ilişkin söylentilerin yayılması, bankaların birbirlerine olan kredi hatlarını iptal etmelerine ya da minimum seviyeye düşürmelerine yol açmıştır. Yine bu dönemde yurtdışına büyük boyutlu bir sermaye çıkışı yaşanmış, Merkez Bankası rezervleri hızla gerilemiştir. Her önemli finansal krizde olduğu gibi bu krizde de mali kesimdeki sarsıntı reel kesimi de derinden etkilemiştir (Eğilmez ve Kumcu, 2004:

386-387).

2001 Ocak ayından itibaren kamu harcamalarını kısmak için tüm kamu kesiminin personel alımı ve dış kredi kullanımı Hazine onayına bağlanmıştır. Kasım krizinden sonra yapılan ilk Hazine ihalesinde güvensizlik nedeniyle çok yüksek faiz oranlarından borçlanılmak zorunda kalınmıştır. 19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı arasında yaşanan sert tartışmalar, kamuoyunda devlet krizi olarak algılanmış henüz Kasım krizinin yaraları sarılmamışken, mali piyasalar

41

bir kez daha karışmıştır. Ulusal paradan kaçış ve dövize geçiş işlemleri artmış, yabancı yatırımcılar yine sermaye piyasalarından çekilmelerini hızlandırmışlardır.

Faizler %1000’lerin üzerinde seyrederken, Merkez Bankası rezervleri 5,3 milyar dolar azalmıştır. Bankalararası para piyasasında gecelik faizler %7500’e çıkarken, Hazine %144 faiz oranı ile borçlanmıştır. Cari işlemler açığının gittikçe artması, Kasım krizindeki gibi sorunlarla yine karşı karşıya kalınmasına sebep olmuştur (Işık vd. 2006: 254).

Şubat 2001 krizi ile Türk iktisat tarihinin en kapsamlı istikrar programı sona ermiştir. 21 Şubat 2001’de sabit döviz kuru uygulamasından vazgeçilerek serbest dalgalı kur rejimine geçilmiştir. 22 Şubat’ta ulusal para %40 değer kaybederken, dış borçlar yüksek miktarlarda artmıştır. Yılın ilk yarısında 18 bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesiyle birlikte, reel kesime olumsuzluklar artarak yansımıştır. Bankacılık sektöründe yaşanan bu sarsıntı on sekiz bin kişiyi işsiz bırakmıştır (Kazgan, 2002: 459).

1994 krizi ile 2000 ve 2001 krizinin ortak noktalarından bazıları; büyüyen kamu açıkları, faiz oranlarının yüksekliği, döviz kurunun aşırı değerli tutulmuş olması, yoğun dış borçlanma ile kamu finansmanının sağlanmasıdır. Düşük kur politikası ile ithalatın artması sonucu dış açık ve cari açık iki kriz döneminde de artmıştır.

42

İKİNCİ BÖLÜM

2008 KÜRESEL FİNANS KRİZİ VE TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ

2000’li yılların başlarında, ABD’de yaşanan ekonomik durgunluğun aşılması için uygulanan maliye politikaları küresel krize giden yolun başlangıcını oluşturmuştur. Yaşanan kriz sonucu ülkelerin üretim yapısı, büyüme oranları, istihdam yapısı, ödemeler dengesi gibi değişkenler büyük oranda etkilenmiş ve ülkelerin ekonomik performansları düşmüştür (Bostan ve Kelleci, 2010: 306).

2008 krizi daha önce yaşanmış olan krizler gibi, başlangıçta likidite yetersizliğinden kaynaklanan bir kriz olmamıştır. Ekonomiyi durgunluktan kurtarmak için toplumun her kesimine yapılan borç takviyesi ile harcamaların artırılmak istenmesi ve verilen bu borçların geri dönüşünde yaşanan sıkıntıların hızlanması ile likidite krizine dönüşmesi bu krizi diğer krizlerden ayırmaktadır.

Bu bölümde 2008 küresel mali krizinin ortaya çıkış nedenleri, gelişim süreci ve sonuçları ile Türkiye ekonomisine etkileri incelenecektir.

2.1. Küresel Mali Krizin Ortaya Çıkış Süreci ve Gelişimi

2008 küresel mali krizinden önceki on yıl boyunca, daha önce 1929 küresel krizinde olduğu gibi, dünya genelinde hızlı bir ekonomik büyüme ve genişleme dönemi yaşanmıştır. 1980 serbestleşme hareketleriyle başlayan, 2000’li yıllar ile birlikte küresel ekonomide geliştirilen para ve bütçe politikalarıyla, piyasalara sürülen bol miktarda likidite sonucunda finansal piyasaların aktif işleyişi dünya ekonomisinin hızlı büyümesine neden olmuştur.

2000’li yılların başında gelişmiş ülkeler düşen büyüme hızları endişesiyle parasal genişleme ve faiz indirimi politikalarını uygulamaya yönelmişlerdir. Bu durum varlık fiyatlarının kontrolsüz bir biçimde yükselmesi, konut piyasası işlemlerinin kolaylaşması, bankalar ve finans kuruluşlarının ödeme gücü düşük kesimleri konut piyasasına çekecek uygulamalar yoluyla artan bir riski beraberinde getirmiştir. Konut fiyatları, 2000-2006 yılları arasında ABD genelinde yılda ortalama

%10 oranında artmıştır. Bazı bölgelerde bu artış oranı söz konusu dönemde yıllık

43

ortalama %15 seviyesine ulaşmıştır (Yellen, 2009). Ancak 2004 yılında ABD’de enflasyon endişesi ile faiz haddi yükseltilmeye başlayınca, uygulanan bu politikaya karşılık konut fiyatlarının durağanlaşması, kredi geri ödemelerinde sorunlar yaşanması ve konuta dayalı varlıkları eriyen banka ve finansal kuruluşların zor duruma düşmeleri sonucu ile karşılaşılmıştır (Yılmaz, 2008: 2-3). ABD’deki bankalar ve finansal kuruluşlar ödeme gücü olmayan kişilere verdikleri konut kredilerini tahvil haline getirip hem iç piyasaya, hem de Avrupa bankalarına satmışlardı ve bunun sonucunda bu tahviller toplam ekonomik büyüklüğü 30 trilyon dolara yaklaşan iki büyük ekonomik bölgeye yayılmıştı. ABD’de uygulanan faiz politikasının sonucu olarak konut fiyatları düşmeye başlayınca iç piyasa ve Avrupa bankalarında bulunan tahvillerin ikinci el piyasaları düşmeye başladı. Hükümet krize müdahalede geç kalınca emtia fiyatları da etkilenerek bunlar üzerine bina edilen varlıklar ve vadeli işlemlerdeki pozisyonlardan inanılmaz zararlar oluştu. 15 Eylül 2008 tarihinde Amerika’nın büyük yatırım bankalarından ve türev ürünlerin en fazla toplandığı banka olan Lehman Brothers’ın batmasıyla kriz patlak verdi, devamında diğer bankalarda da ardı ardına iflaslar görülmeye başlandı. Söz konusu bankaların dünya genelinde birçok finans kuruluşu ile ilişkisi olduğundan krizin dalgaları, reel sektörü de etkileyerek ekonomide genel bir durgunluğa neden olmuştur (Okutan ve Balaban, 2009: 18).