• Sonuç bulunamadı

Kaos ve Kargaşadan Nizama Yürünmez

Evet, yapılması gerekenler yapılmadıktan sonra bir toplum içindeki başkaldırmalar çok defa karambole olur. Belki işin içinde hüsnüniyetle hareket eden pek çok insan vardır. Ancak karambol hâdiselerden nasıl bir sonuç çıkacağını kestirmeniz mümkün değildir. Bu sebeple karambolün hâkim olduğu hamle ve hareketler hakkında benim hep endişelerim olmuştur. Asıl konumuza dönecek olursak, bütün bunlar uyurgezerliğin, hâdiseleri doğru okuyamamanın, onları gözü kapalı bir şekilde değerlendirmenin sonucudur. İşte bir toplum içindeki uyûn-u sâhire sahipleri, bütün bunları önceden görüp ona göre tedbir almasını bilen gözlerdir. Mesela, Seyyid Kutup hayatı boyunca çok samimane mücadele etmiştir. Zaten o, mücadele duygu ve düşüncesinin var olduğu bir hanede neşet etmiştir. Babası, annesi, kardeşi hep aynı düşüncenin insanlarıdır.

“Fî Zılâli’l-Kur’ân” veya “el-Adâletü’l-İçtimâiyye” gibi eserlerine bakacak olursanız kendisinin de pürheyecan, hiç tereddüt etmeden ölümü göğüsleyebilecek bir insan olduğunu görürsünüz. Nitekim vefatından önce Nasır’ın adamları kendisine gelerek Nasır’dan özür dilemesi hâlinde affedileceğini ve asılmaktan kurtulacağını söylemişler ancak o, bir müminin asla bir kâfirden özür dilemeyeceğini söyleyerek bu teklifi kabul etmemiş ve ölürken bile kendisine yakışır şekilde vefat etmiş, şehitlik unvanıyla ötelere yürümüştür. Fakat bu zat onca mücadelesine rağmen hapishanede yazdığı son hatıralarında “Biz iman meselesinde zühul etmişiz. Toplumun dertlerine esas derman iman reçetesiymiş. İşte biz bunu görememişiz.” şeklindeki ifadelerle bir hakikate dikkat çekmiştir. Öyleyse bir toplumun ıslahı için, ferdi kendi ruhuyla yeniden ikame etme ve onu yeniden inşa etme öncelikle halledilmesi gereken en önemli meseledir. Başka bir ifadeyle, eğer bir değişim gerçekleşecekse meselenin bütün yönleriyle ele alınması gerekir. Nasıl ki, bir vücudun, bütün fonksiyonlarını tastamam eda edebilmesi için o vücudun uzuvlarının bütününün canlı olması gerekir. Aynen öyle de, içtimaî hayatın ıslahı da onun bütün birimleriyle ele alınmasını gerektirir. Bir yerde boşluk bırakacak olursanız hiç farkına varmaksızın felçli bir uzuv gibi orada küt diye devrilirsiniz. Evet, eğer siz sağlam bir mantık ve muhakemeyle, hüşyar bir gönül ve basiretle hâdiseleri değerlendirmiyor, hamle ve hareketlerinizi ona göre planlamıyorsanız, ortaya koyduğunuz hamle ve aksiyonlar gider keşmekeş ve kargaşaya teslim olur. Bu

sebeple, “ne”, “nasıl” yapılacak? Dinimize, diyanetimize, neslimize ve geleceğimize yönelen tehlikeler nelerdir? Güzergâh emniyeti sağlanmış mıdır?

Yoksa yürüdüğümüz yolda bir kısım trafik problemleriyle karşılaşma ihtimali var mıdır? deyip bütün bunlar üzerinde derinlemesine düşünmek gerekir. İşte

“uyûn-u sâhire”yi bütün bunların hepsine tâmim ederek daha kapsamlı ele alabiliriz. Dolayısıyla denilebilir ki, gece gündüz hiç durmadan Allah için ağlayan gözler Cehennem’i görmeyeceği gibi, topluma, onun dinine, diyanetine, geleneklerinden süzülüp gelen değerlerine yönelik bir kısım hücumlar karşısında, yapılması gerekli olan şeyleri yapma adına muzdarip ve müteyakkız bir hâlde bulunan uyanık gözlere de Cehennem ateşi dokunmayacaktır.

Soru: Uyûn-u sâhire ile ızdırap arasında nasıl bir alâka vardır?

Bir insanın şahsî dertleriyle veya ailevî problemleriyle ya da daha geniş dairede mahallesiyle, kasabasıyla hatta ülkesiyle ilgili ızdırapları olabilir.

İnsanın, bu ızdırapları vicdanında duyup hissetmesi onun insanlığının bir gereğidir. Fakat esas ızdırap, bütün insanlığın problemleriyle meşgul olma, onlara çareler arama, bütün insanlığa karşı bağrını, kucağını ve kalbini açma mânâsını ihtiva eden daha yüksek bir duygudur. Eğer siz bütün insanlığın maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî huzur ve saadete ermesini gerekli görüyor, hep bu mülâhazalarla oturup kalkıyor ve bunun ızdırabını çekiyorsanız, zannediyorum uykularınız kaçacak ve geceleyin yatakta yatarken bile rahat edemeyeceksiniz. Hele bir de yaşanan problemlere çareler bulamıyor, onların çözümü adına alternatif yollar ortaya koyamıyorsanız ihtimal işte o zaman yorganınızı bir kenara atıp deli divane gibi koridorlarda dolaşmaya başlayacaksınız. Evet, böyle bir ızdırap sizi uyutmayacak ve sizi uyûn-u sâhire olmaya sevk eden bir sebep olacaktır.

Fakat ızdırabın asıl kaynağının Allah’a iman olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Yani bir insanın böyle bir ızdırabı vicdanında duyabilmesi için hakikî mânâda Cennet ve Cehennem’in ne ifade ettiğini vicdanında duyup hissetmesi, Peygamber yolunu bilmesi gerekir.

“Keşke bütün insanlığı kucaklayabilsem! Keşke onlara hangi seviyede olursa olsun sahip olduğum değerleri üfleyebilsem! Keşke ruhumun ilhamlarını onların sinelerine boşaltabilsem!” diyen ve sinesi ızdırapla dolu olan bir insanın gözüne uyku girmeyecek ve böyle birisi oturup kalkıp plan üstüne plan yapacak ve stratejiler üretecektir. O, –bağışlayın– istibra yaparken bile kafasındaki problemlerin çözümüyle meşgul olacaktır. Aklına güzel bir düşünce gelse hemen onu not edecek veya derhal konuyla ilgilenen insanlara telefon açarak bulmuş olduğu çözümü onlarla paylaşacaktır. Hatta bazen aklına gelen bir fikir ona abdestini veya nafile namazını yarıda kestirecektir. Çünkü o, toplumun

değişik yaralarına karşı, bir hekim-i hâzık gibi hareket etmekte ve oturup kalkarken zihni sürekli isabetli bir mülâhaza yakalama peşinde koşmaktadır.

Karşısındaki yaralı, bereli insanları iyileştirmek için kullandığı elli türlü reçetenin fayda etmediğini gören ve “acaba daha başka ne yapabilirim?” diye düşünen muzdarip bir insan, aklına bir çözüm geldiğinde, “acaba bu, onların derdine derman olur mu?” diyerek hemen onu tatbike koyulacaktır. İşte böyle bir ızdırap, insanı uyutmaz ve onu deli gibi dolaştırır.

75 Tirmizî, cihâd 12; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 7/307.

76 Bkz.: Tirmizî, cenâiz 34; Ebû Dâvûd, edeb 42.

Benzer Belgeler