• Sonuç bulunamadı

An: Karşıtların Özdeşliği

İLİŞKİSEL-SÜREÇ METAKURAMIN EPİSTEMOLOJİK ÖZELLİKLERİ Dünyayı nasıl anlarız? Ne tür bir bilgilenme yöntemi meşrudur, geçerlidir? Bu tür

1. An: Karşıtların Özdeşliği

Zıt görünen kutuplar arasında bir özdeşlik vardır. Bu ilke yoluyla kutupsal iki olgu ya da kavram arasındaki özdeşlik tanınır ve anlaşılır. Zıt görünen kutupların birbirinden ayrı olmadığı, aynı bütünün birbirine anlam veren parçaları olduğu görülür. Bu ilke “temel parçalar arasında özdeşlik kurar”. Bu özdeşlik şöyle kurulur: temel parçalar “ayrık yöntemdeki gibi birbirini dışlayan zıt unsurlar olarak değil, birleşmiş (yani ayrılamaz) ve kapsayıcı bir matrisin ayrışan kutupları olarak, bir ilişki olarak tasarlanır.” (Overton, 2006, s. 33)

Karşıtların özdeşliği analitik bir andır. Yani inceleme sürecinde bir basamaktır. Bu analiz anında, mantıksal bir ilke olan çelişki yasası bir kenara bırakılır. Çelişki yasasına göre bir şey aynı anda birbirinin tersi olan iki nitelik ile özdeş olamaz; bir şey tersine eşit olamaz. Karşıtların özdeşliği ilkesine göre ise bir şey tersiyle özdeş olabilir. Evrensel bir mantık yasasının

esnetilmesinin bağlamı şudur: Evrendeki varlıklar ve deneyimler gibi yasalar da sabit değil değişkendir. Dolayısıyla mantık yasaları “incelemenin bağlamına göre uygulanabilir ya da esnetilebilir.” Süreçsel-İlişki metakurama göre mantık yasaları deneyimlere anlam vermek için

“çizilmiş resimler ya da anlatılmış öykülerdir.” Bunlar “yaşamlarımıza belli bir düzen niteliği getirdiklerinden iyi resimler ya da iyi öyküler olabilir, yine de resimler ve öykülerdir; başka resimlerin bize daha iyi hizmet etmesi muhtemeldir.” (Overton, 2015, s. 41)

Çelişki yasası esnetilince kavramların katılığı da azalır, kategoriler de esner. Sonuç olarak duygu ve düşünce, çevre ve biyoloji, birey ve toplum gibi kutupsal olgular varoluşları gereği ayrık ve birbirini dışlayan varlıklar olmaktan çıkar. Karşıtların özdeşliği anında kavramlar ya da kategoriler birbirinin içine işleyen, birbirini tamamlayan kutuplar olarak algılanır. Farklı olguların her birinin (örn. aklın, bedenin, farklı duygu türlerinin ya da zekâ türlerinin) doğası gereği bağımsız bir cins, ayrı bir tür, saf bir yapı olduğu anlayışı çöker ve “kategoriler birbirinin içine akar. Her bir kategori karşıtını içerir, karşıtının özdeşidir. Sonuç olarak kategoriler arasında geniş bir kapsayıcılık oluşturulmuştur.” (Overton, 2013, s. 99)

“Ayrışan parçalar olarak, her bir kutup yinelemeli olarak tanımlanır; her bir kutup kendi karşıtını tanımlar ve onun tarafından tanımlanır. Analizin bu özdeşilik anında, çelişki yasası askıya alınır ve her bir kategori diğerini içerir; aslında her bir kategori diğeridir. . . . Herhangi bir mevcut davranışın niteliği yüzde 100 biyolojik doğadır çünkü yüzde 100 çevredir. . . . Benzer biçimde herhangi bir eylem hem ifadeseldir hem de araçsaldır. Herhangi bir gelişimsel değişim hem dönüşümseldir hem de farksaldır.” (Overton, 2006, s. 33)

24

Bu ilke araştırma ve kuramlara bazı önemli sınırlamalar getirmektedir (Overton, 2006).

Örneğin insan davranışı ya da kişiliği “birey ve kültür” şeklinde saf yapılara ayrıştırılamaz.

Dolayısıyla İlişkisel-Süreç metakurama göre “sosyokültürel ya da sosyal yapılandırmacı yaklaşımların toplumu ya da kültürü ayrıcalıklı ve üstün bir konuma yükseltmeye çalışan hedefleri kavram kargaşasından ibarettir.” Karşıtların özdeşliği ilkesi diğer yandan yeni kapılar açmaktadır. Örneğin bu ilke birey ile kültürün ya da biyoloji ile çevrenin bir bütünün birbirini tamamlayan parçaları olarak çalıştıklarını anlamamıza yardım eder. Dolayısı herhangi bir davranışın ya da yetinin ortaya çıkışını ve gelişimini anlamak için bütünsel süreçteki parçaların ilişkilerine odaklanmak gerekir. (s. 34) (Ayrıca bkz. Overton, 2013, s. 99-100; 2015, s. 42)

“Searle’ün deyişini başka sözcüklerle ifade edecek olursak, bir davranışın biyolojik ya da bireysel olarak belirlenmesi, sosyal ya da kültürel olarak belirlenmediği anlamına gelmez;

sosyal ya da kültürel olarak belirlenmesi de biyolojik ya da bireysel olarak belirlenmediği anlamına gelmez. Karşıtların özdeşliği ilkesi şu metakuramsal konumu yerleştirir: genler ve kültür, kültür ve birey, ya da beyin ve birey vb. gibi tam anlamıyla birbirinin içine işleyen tarzda

çalışır.” (Overton, 2015, s. 34)

İlişkisel-Süreç metakuram bir unsurun herhangi bir deneyimin nedeni olduğu yönündeki algıyı değiştirmektedir. Benzer biçimde herhangi bir deneyimin birden fazla unsurun toplamalı

olarak doğrusal sonucu olduğu yönündeki anlayışın aşılmasını öngörmektedir. Yüzyıllardır bilime egemen olmuş anlayış tek yönlü nedenselliğe ve toplamayla oluşan doğrusal etkilenmeye dayanır. Buna karşıt olarak, İlişkisel-Süreç metakuram bağlamında ise bu geri bildirim

çevrimlerini temsil eden şu kavramlar kullanılmaya başlanmıştır: “karşılıklı belirleyicilik (Overton & Reese, 1973), eşeylem (Gottlieb vd., 2006), kaynaşım (Greenberg, 2011; Partridge, 2011), ilişkisel çift yönlü (←→) nedensellik (Lerner, 2006), ilişkisel nedensellik (Gottlieb, 2003), ve çembersel ve aşağı yönlü nedensellik (Witherington, 2011).” (Overton, 2015, s. 42)

İlişkisel-Süreç metakuramın Hegel’in eytişimsel felsefesine borçlu olduğunu belirten Overton (2006) özellikle Hegel’in tez→antitez→sentez aşamalarıyla öne sürdüğü gelişim sürecine dikkat çekiyor. Hegel’a göre “herhangi bir dinamik sistemin kavramları ya da temel özellikleri ayrışırlar ve bütünleşmeye doğru giderler.” Bu eytişimsel gelişim sürecindeki

başlangıç kavram ya da özellik tez adını alır. Buna doğrulama ya da olumlama da denebilir. Öne sürülen tez kendi içinde bir çelişkiyi barındırır. Bu çelişki “sistemin dünyadaki eylemi yoluyla ikinci kavrama ya da özelliğe ayrışır”. Bu ikinci kavram da antitezdir. Buna tezin reddi, ya da tezin olumsuzlanması da denebilir. “Sonuç olarak, tezin tek birliğinde bile tez ile antitezin çelişkisel ilişkisi saklıdır. Tıpkı tek bir organik hücrenin birliğinde çoklu hücrelerin ayrışmasının saklı olması gibi. Bu, eytişimin temel ilişkisel niteliğine işaret eder.” (s. 34)

Antitez, tezden ayrışarak ortaya çıkar. Burada karşıt kutupların ilişkisi söz konusudur.

Ayrışarak belirginleşmiş iki kutup arasında “potansiyel bir alan” oluştmuştur. Bu alan tez ile antitezin “eşgüdümü için zemin oluşturur.” Böylece eşgüdüm “sistemin eylem mekanizması yoluyla” ortaya çıkar. Tez ile antitezin sistemsel eylem yoluyla eşgüdümü “yeni bir birlik ya da bütünleşme oluşturur ki buna ‘sentez’ denir.” Sentez yoluyla yeni bir sistem ortaya çıkmıştır.

“Böylece tez-antitez-sentez olarak üç boyuttan oluşan yeni bir ilişkisel matris oluşmuştur.”

(Overton, 2006, s. 34; ayrıca bkz. Overton, 2015, s. 30)

Oluşan bütünleşme “her bütünleşme gibi noksandır.” Sentez sonucunda oluşan sistem yeni bir tez oluşturur: “Sentez yeni bir dinamik eylem sistemini temsil eder”. Böylece, yeni sistemin temsil ettiği tez ile “ayrışma ve bütünleşmenin yeni bir gelişim çevrimi başlar.”

(Overton, 2006, s. 34-35; ayrıca bkz. Overton, 2015, s. 30 ve s. 35-36)

“Ruh asla dinlenme halinde değildir, her zaman ilerlemeyle meşguldur.”

Hegel (1807/1977, s. 6) 2. An: Özeşliğin Karşıtları

Ödeşliğin karşıtları ilkesi analiz anlarından ikincisidir. Bu aşama birincisinden farklı olarak “görgül inceleme için” sağlam bir temel oluşturur, belirli bir çerçeve sunar. Karşıtlık oluşturan kavramlar ya da deneyimler bu analiz anında ayrı ayrı incelenebilir. Her bir kavram ya da deneyim hakkında ayrıntılı bilgi edinilebilir. Bu analiz anında “önceki özdeşliğe karşın bariz hale gelir ki Escher’in çizimi bir sağ el ve bir de sol el göstermektedir. Bu anda, çelişki yasası (‘A = A olmayan’ mümkün değildir) yeniden öne sürülür ve kategoriler birbirini yeniden dışlar.”

Parçaların başlı başına değeri, “eşsiz ve ayrışan” nitelikleri belirlenebilir, incelenebilir.

Parçaların ya da niteliklerin her biri “görgül inceleme için” uygun “platformlar” oluşturabilir. Bu platformlar “mutlak gerçekler” değil, “görüş noktaları, bakış açıları ya da görüş hatları haline gelir (Harding, 1986).” (Overton, 2006, s. 34)

“Çok bakış açılı bir dünyadaki” farklı bakış açıları bu ikinci analiz adımında belirginleşir.

Her bir bakış açısının değeri ve katkıları anlaşılabilabilir. Burada belli bir görelilik yaşanır.

Verilere dayanan inceleme için oluşan sağlam platform aşırı sabitlik ile aşırı görelilik arasındaki bir denge noktasıdır. Bu inceleme platformu “ne mutlak sabitliktir, ne de mutlak göreliliktir; ama göreli bir göreliliktir (Latour, 1993)”. Bu demektir ki 2. adımın iki inceleme kavramı ya da

deneyimi arasında yarattığı ayrım bir avantaj sağlar; ama bu ayrım mutlak değil görelidir.

Buradaki görelilik bile kesin değildir, öykünün tamamı değildir, sürecin bir aşamasının bir yönüdür. Gelişim aşamasının ve incelemenin gerektirdiği geçici bir göreliliktir. (Overton, 2013, s. 100; 2015, s. 42).

İlişkisel-Süreç metakuramın birinci analiz anındaki karşıtların özdeşliği ilkesine göre

“her davranış yüzde 100 biyolojidir ve yüzde 100 kültürdür.” Bununla birlikte ikinci analiz anında “alternatif bakış açıları” devreye girebilir. Böylece bilim insanları “davranışı biyolojik ya da kültürel görüş noktasından inceleyebilirler. Biyoloji ve kültür artık birbiriyle rekabet eden alternatif açıklamalar değil”, farklı bakış açılarıdır. İnsan davranışı ve gelişimi o kadar kapsamlı ve karmaşıktır ki “ancak çoklu bakış açıları yoluyla tam anlaşılabilir”. Kültür ve biyoloji de birbiri pahasına tercih edilmesi gereken olgular değil, bize gereken bakış açılarından ikisidir.”

(Overton, 2006, s. 36; 2013, s. 100)

“Daha genel ifade edecek olursak, insan kimliğini ve insan gelişimini oluşturan birlik ancak birbiriyle bağlantılı çoklu görüş hatlarının çeşitliliğinde keşfedilebilir.” (Overton, 2006, s. 37) 3. An: Bütünlerin Sentezi

Önümüzde birbiriyle ilişkide, hatta birbiriyle özdeş, ama aynı zamanda birbirinden farklı, hatta birbiriyle karşıtlık içinde iki olgu (örn. doğa-çevre, beden-akıl, ya da duygu-düşünce) vardır. İkinci analiz aşamasının sonunda, “kutupsal çiftin karşıtlık niteliği sürmekte” ve çözüm beklemektedir. Bu iki olgunun karmaşık ilişkileri nasıl temsil edilebilir, nasıl sentezlenebilir, aradaki gerilim nasıl çözülebilir? Çözüm, kutuplardan ortaya yaklaşmak, kapsayıcı bir sentez merkezi bulmaktır. Bu sentez çatışmayı gelişerek aşmanın adımıdır. İki kutupsal sistemin bütünleşmesinde yepyeni ve daha kapsamlı bir sistem ortaya çıkar. (Overton, 2013, s. 100)

Önceki aşama (2. an) görgül inceleme için göreli olarak sağlam bir temel oluştursa da

“anahtar bir ilişkisel bileşeni es geçmiştir”. Bu anahtar unsur “parçaların bütün ile ilişkisidir”. İki kutupsal parçanın 2. andaki karşıtlık niteliği bize anımsatmaktadır ki burada hâlâ çözümlenmeyi bekleyen bir ayrılık vardır. “Ayrıca, daha önce tartışıldığı gibi, bu gerilimin çözümü Kartezyen-Ayrık-Mekanik yaklaşımın mutlak Gerçekliğin sarsılmaz tabanına indirgemesinde bulunamaz.”

(Overton, 2015, s. 43)

Peki iki olgu arasındaki gerilim, iki güç arasındaki çatışma nasıl çözümlenebilir? Olguları sarsılmaz, değişmez bir temele indirgemek yerine ilişkiyi tanımak ve korumak gerekir:

“Çözüme yönelik ilişkisel yaklaşım, aşırılıklardan uzaklaşarak merkeze doğru ilerleyip

çatışmanın üstüne yükselmektir ve burada çatışan iki sistemi de eşgüdümleyecek yeni bir sistem keşfetmektir. Bu, bütünlerin sentezi ilkesidir. Bu sentezin kendisi de başka bir görüş noktası

oluşturur.” Overton, 2006, s. 37

İlişkisel-Süreç metakuramdaki bu aşama parçaların birbirleriyle ve bütün ile ilişkilerini yeniden tesis eder. Bütünlerin sentezi sayesinde sistem hem ayrışmış hem de bütünleşmiş olarak anlaşılır. Bu aşama Escher’in birbirini çizen iki el resmiyle nasıl ifade edilebilir? Overton’a (2006) göre bu aşamanın temsili için Escher’in resmini çizen görünmez eli imgeleyebiliriz.

Bütünlerin sentezi “çizen elleri çizmiş olan ve bu eller tarafından çizilen bir görünmez eldir.” (s.

37)

Overton “genel metakuram için” söz konusu olan sentezin en geniş ve evrensel iki kutbu eşgüdümleyecek bir sistem olacağını belirtiyor. Böyle bir kutupsallık için adaylardan birini de Latour’a gönderme yaparak “bir yanda madde ya da doğa ile diğer yanda toplum arasındaki kutupsallık” olduğunu öne sürüyor. Herhangi bir konu, nesne ya da deneyim “sosyal ya da fiziksel görüş noktalarından irdelenebilir. Sentez için söz konusu olan soru ise bu iki sistemi

hangi sistemin eşgüdümleyeceğidir.” Overton’a göre bu sorunun makul bir yanıtı “yaşam” ya da

“yaşayan sistemlerdir”. (Overton, 2006, s. 37)

İnceleme odağı ruhsal deneyimler olduğundan Overton yukarıda değindiği genel kutupsallığı biyoloji ve kültür arasındaki kutupsallık olarak örnekliyor. Biyolojiyi ve kültürü

“eşgüdümleyen hangi sistemlerdir”? Yanıt “insan organizmasıdır, bireydir” ki bu yaşamın ya da yaşayan sistemlerin temsilidir. Overton bu bağlamda insanı ya da bireyi şöyle tanımlıyor:

“Bilişsel, duygusal ve güdüsel süreçlerin ve eylemlerin kendisini düzenleyen bütünleşik dinamik sistemi”. Böylece insan “biyoloji ve kültürün eşgüdümünü oluşturan ve bu eşgüdümden doğan yeni bir yapı ve işlev düzeyini temsil eder.” (Overton, 2006, s. 37)

“Öyle görünüyor ki hiçbir şey bir etkileşimler ağının parçası olmadan var olmamaktadır.”

(Gilbert ve Epel, 2009, s. xiii; alıntı Overton, 2015, s. 43) Böylece ilişkisel yaklaşıma göre bir ruhsal varlık olarak insan (birey) biyoloji ve kültürü eşgüdümleyen bir sentezi temsil eder. Ama aynı zamanda, biyoloji (örn. merkezi sinir sistemi ve istemsiz sinir sistemsi dahil bedensel sistemler) insan ve kültürü eşgüdümleyen sentezdir.

Biyolojik görüş noktası insanı ve kültürü biyolojiye indirgemeden ilişkisel olarak ele alır. Benzer biçimde kültür, insanı ve biyolojiyi sentezleyen bir görüş noktasıdır. Overton diğer iki sistemle ilişkideki her üç görüş noktasını aşağıdaki gibi simgelemiştir. Araştırmanın öncelikli hedeflerine göre, araştırmacıların hangi bakış açısını (sentez noktasını) tercih edeceğine bağlı olarak

psikolojik araştırmalar bu üç görüş noktasından herhangi birine göre yapılabilir. Böylece sentez, çoklu bakış açılarına dayanan anlayış içindeki bir görüş noktasını temsil eder. (Overton, 2006, s.

37; 2015, s. 43)

______________________________________________________________________________

“Bütünlerin sentezi. Üç olası görüş noktası.” Overton, 2015, s. 44 (Ayrıca bkz. Overton, 2006, s. 37)

______________________________________________________________________________

“Üç sentez noktası –biyoloji, birey ve sosyokültür– eşeylem halinde birbirinin içine işleyen parçaların birliği olarak şekillendirildiğinde, Greenberg ve Partridge’in (2010) organizmanın biyopsikososyal tanımladıkları organizma modeli ortaya çıkar. Bu üçlü ilişkisel yaklaşımda, her parça bir diğerinin içine işler, onunla birlikte evrilir ve o parçayı onunla birlikte oluşturur.

Biyolojik organizmanın gelişimi göreli olarak ayrışmamış bir biyososyal eylem matrisinden başlar ve karşılıklı olarak oluşturucu, birbirinin içine işleyen eşeylemler yoluyla biyolojik, kültürel ve ruhsal ya da birey parça sistemleri ortaya çıkar. Bu parça sistemleri ayrışır ve birbirinin içine işleyen birbirini oluşturan sürece devam ederler. [Biyolojik, kültürel ve ruhsal parça sistemleri bu süreç içinde] Gelişimsel hedeflere doğru ilerlerken karmaşıklığı giderek artan düzeylerden geçerler.” (Overton, 2013, s. 102)

Sentezin sunduğu yeni görüş noktası “ilişkinin diğer iki üyesi arasındaki gerilimi eşgüdümler ve çözümler.” Böylece “görgül inceleme başlatmak için özellikle kapsamlı ve sağlam bir temel” oluşur. Görüş noktası olarak bireyi aldığımızda “ruhsal yapı-işlev ilişkilerinin

Birey

Kültür Biyoloj

i

(örn. algı, düşünce, duygular ve değerlerin süreçlerinin) evrensel boyutlarını, bireysel farklılıklarını ve yaşam boyu gelişimlerini görgül olarak inceleme yolu açılır.”:

“Evrensel ve özel/yerel olma boyutlarının kendileri ilişkisel kavramlar olduğundan burada

‘evrensel süreçlere odaklanmak özeli dışlar mı’ diye bir soru ortaya çıkamaz. Dışlamadığını, kutuplarla ilgili önceki tartışmamızdan biliyoruz. Bir sürece evrensel görüş noktasından

bakılması bağlamsal olmadığı anlamına gelmez. Jean Piaget (1952), Heinz Werner (1940/1957) ve Erik Erikson’ın genel kuramları; John Bowlby (1958), Harry Stack Sullivan (1953) ve Donald Winnicott’un (1965, 1971) duygusal bağlılık ve nesne ilişkileri kuramlarının hepsi gelişim odaklı ilişkisel birey görüş noktaları örnekleridir. ” (Overton, 2006, s. 37) DAVRANIŞI VE GELİŞİMİ ANLAMAK

Davranışın Araç ve İfade Özellikleri

Davranış hem araçtır hem de ifadedir. Davranış belli amaçlara ulaşmak için araç işlevi görür. Davranışın araç niteliği iletişim işlevini içerir. Araç niteliği organizmanın çevresi ile iletişim ve bağlantı kurmasıyla ilgilidir. Örneğin bireyin belli bir zamandaki beden hareketleri ya da konuşması sosyal ya da fiziksel çevredeki hedeflerine erişme yolunda atılmıştır. Ama aynı zamanda davranış, organizmanın dinamik sisteminin (örn. gelişim düzeyinin) bir ifadesi olarak anlaşılabilir. İfade niteliği oluşuma yönelik, yapıya özgü bir niteliktir. Davranış yapının,

oluşumun ifadesidir; belli bir yapısal düzenlenişi temsil eder, yansıtır. Davranışın temelinde bir kurulum vardır. Davranış da sistemin bu kurulumu ifade eder, sistemi teşkil eden düzeni yansıtır;

bu bakımdan ifade işlevi kurucu işlev olarak nitelenmiştir. Bireyin davranışı çevreden gözlenebilir. Ama gözlenen davranışın temelinde “belli bir zihinsel, duygusal, ya da güdüsel [motivasyonla ilgili] sistem” olabilir ki dışavurulan davranış bu sistemi belirlemek için işaret işlevi görür (Overton, 2006, s. 22). Örneğin bireyin beden hareketleri ya da konuşması nasıl bir ruh hali içinde olduğunu ele verebilir, anlamamıza yardımcı olabilir.

“Belli bir sözel ifade çocuğun düşünce sistemini yansıtabilir. Belli bir bağlamdaki ağlama

davranışı çocuğun duygusal bağlılık sisteminin durumunu yansıtabilir. Bir dizi davranış çocuğun niyet sistemini yansıtabilir. Bu ifade işlevi oluşturucudur çünkü insan eyleminin yaratıcı işlevini gerektirir (Taylor, 1995). Bu işlev, yeni davranışların, niyetlerin ve anlamların oluşturulduğu

tabanı yansıtır.” (Overton, 2006, s. 22-23)

Ayrık yaklaşım davranışın araç işlevini ön plana çıkarmış, ifade niteliğini geri plana atmış, hatta görmezden gelmiştir. Bu yaklaşım yalnızca gözlenebilen davranışa odaklanmış, gözlenebilen davranışı da araç işlevi ile sınırlı görmüştür. Bu da bilimsel olarak neyin “meşru, önemli ya da anlamlı” sayıldığıyla ilgili katı ve dışlayıcı bir yaklaşımdır. Geçerli olanı ‘doğrudan gözlenebilir’ olana indirgeyen ayrık yaklaşım ise zihinsel organizasyon, zihinsel yapı ve gelişim evreleri gibi kavramları bilimsel olarak meşru görmemiştir.

Oysa ilişkisel yaklaşıma göre araç ve ifade nitelikleri davranışlar bütününün ayrılmaz ve tamamlayıcı parçalarıdır (Overton, 2006, s. 24).

Aynı davranışa, bakış açımıza göre araç veya ifade anlamı yüklenebilir. Örneğin,

“ağlama eylemi” bireyin duygu durumunu yansıtması bakımından ifade işlevine sahiptir; ama aynı zamanda bireyin ilgi görmesine yol açması bakımından araç işlevinde olabilir. Yürüme davranışı “bedensel devinime ait genel bir dinamik sistemi yansıtması bakımından ifadesel olabilir”, ama “besin edinmek için araç işlevi görebilir” (Overton, 2006, s. 24).

“Herhangi bir eylem ifadesel-kurucu ya da araçsal-iletişimsel özellikler bakımından anlaşılabilir. . . Ama ifadesel-kurucu ve araçsal-iletişimsel arasındaki ayrım açıkça yapılmadığında ‘gözlenen davranış’ın ne olduğu belirsizleşir. Bu belirsizlik araştırmanın

gelişimle ilgili genel anlayışımıza nasıl katkı yaptığına ve amacına ilişkin kafa karışıklığını

artırır.” (Overton, 2006, s. 24)

Araç ve ifade özelliklerini birlikte ele almak

Overton araçsal ve ifadesel özelliklerin davranışın oluşumunda ve açıklanmasındaki yeri ve ilişkisiyle ilgili üç ayrı metakuramsal çözüme değiniyor. İlk çözüme göre araçsal özelliklerin üstünlüğü ve ayrıcalığı vardır. Davranışçılık yaklaşımı bu metakuramın temsilcilerindendir.

Ayrıca günümüzde de insan davranışını, duygularını ya da düşünce etkinliğini yalnızca çevreye uyum odaklı açıklamaya çalışan yaklaşımlar bu metakuramı temsil eder. Bu yaklaşımlar

“zihinsel yapıları, zihinsel organizasyonu ya da biyolojik sistemleri . . . yadsırlar ya da marjinalleştirirler”. Oysa zihinsel ve biyolojik oluşumlar, davranışın açıklanmasında bütünün parçaları olarak değerlidir. (Overton, 2006, s. 25)

İkinci metakuramsal bakış açısına göre ise ifadesel özelliklerin üstünlüğü ve önceliği vardır. “Davranışın açıklanması için biyolojik ve/veya zihinsel sistemleri hem gerekli hem de yeterli olarak sunan yaklaşımlar bu çözümün örnekleridir.” İlişkisel-Süreç metakurama göre ise ne araçsal ne de ifadesel özelliklerin üstünlüğü vardır. Bu üçüncü metakuramsal çözüm

ilişkiseldir: “ifadesel ve araçsal [olgular], bir ilişkisel matris içinde çalışan, eşit değerdeki ve birbirini tamamlayan süreçlerdir” (Overton, 2006, s. 25).

“Bir bakış açısına göre vazo, diğer bakış açısına göre iki insan yüzü olarak görünen ünlü resim gibi, ifadesel ve araçsal, bağımsız süreçleri deği iki bakış açısını temsil eder. Sistem ve uyum, yapı ve işlev gibi, ancak analitik bakış açıları olarak ayrılabilir durumdadır. İncelemeyi

temeldeki biyolojik ya da ruhsal dinamik sistemleri teşhis etmeye odaklamak davranışın uyumsal değeri olduğunu hiçbir şekilde yadsımaz; uyumsal değere odaklanmak da davranışın bir dinamik sistemden kaynaklandığını hiçbir şekilde yadsımaz.” (Overton, 2006, s. 25)

Overton’a (2006) göre, ilişkisel bakış açısı hem kapsayıcıdır hem de gelişimde neyin değiştiğini açığa kavuşturur. Gelişim sürecinde değişen şey “gözlenen davranıştır” dersek ve saptamayı böyle bırakırsak belirsizliğe ve karışıklığa yelken açmış oluruz. İlişkisel-Süreç yaklaşımı gelişimi açıklarken “gözlenen davranış” terimini şu ifade ile değiştrir: “gözlenen

Overton’a (2006) göre, ilişkisel bakış açısı hem kapsayıcıdır hem de gelişimde neyin değiştiğini açığa kavuşturur. Gelişim sürecinde değişen şey “gözlenen davranıştır” dersek ve saptamayı böyle bırakırsak belirsizliğe ve karışıklığa yelken açmış oluruz. İlişkisel-Süreç yaklaşımı gelişimi açıklarken “gözlenen davranış” terimini şu ifade ile değiştrir: “gözlenen

Benzer Belgeler