• Sonuç bulunamadı

Kapitalist Sistem İçinde Resmin Metalaşması

Gencay Şaylan`a göre, kapitalizm, en genel anlamda üretilen mal ve hizmetlerin giderek metalaşması biçiminde tanımlanmıştır. Kapitalizm, metalar üreten bir sistem değil aynı zamanda bu toplumun en üst yönetim biçimi olarak bilinmektedir. Karl Marx, kapitalist toplumun en küçük hücresinin meta olduğunu söylemiştir. Metanın her şeyden önce toplum dışında bir nesne ve taşıdığı özellikleriyle, şu ya da bu türden insan gereksinmelerini gideren bir şey olduğunu belirtmiştir.

Meta, belli bir kullanım ve belli bir değişim değeri olan bir üründür. Metanın toplumsal analiz açısından önemli olan yanı değişim değerinin olmasıdır. Metalaşma ise üretimin tüketim için değil, değişim için yapılması anlamına gelmesidir. Meta üretiminin tümü, değişim değeri üzerinden belirlenir. Meta üretimi sırasında önemli olan şeyin, bu üretimle hangi ihtiyacın karşılanacağı değil, meta karşısında alınacak bedelin ne kadar büyük olacağıyla ilgilidir. Bu yeni türde ilişkiler bütünü pazar ya da piyasa sözcükleriyle tanımlanmıştır. İnsan yaşamında önemli bir yere sahip olan üretim, değişim ve bölüşüm pazar mekanizması içinde belirlenmiştir. Böylece üretim ve bölüşüm aynı zamanda yeni insan gereksinimlerinin ortaya çıkmasına da yol açmıştır. Sürekli değişim kapitalizmin “0lmazsa olmaz” koşulu olarak yorumlanmıştır. Ancak kapitalizmin gelişmesi ve kapitalizmin alternatif bir dünya sistemi olması sanat ve sanatçı üzerinde ağır baskılara yol açan bir değişim sürecine girmesine neden olmuştur.

Bu değişimin yaşandığı 1960’lı yıllarda, daha çok kar elde etmeyi düşünen sanat tacirlerinin resmi bir meta haline dönüştürmesi ile gerçekleşmiştir. Kar, sanatın amacı olduğu sürece sanatçının duyarlılığı yok olmaya yüz tutmuştur. Kapitalizmden

önce resim toplumsal yarar için yapılmış, Kapitalizmden sonra ise meta haline gelen sanat eseri kar amacı için üretilmeye başlamıştır. Hakkı Engin Giderer, ‘Resmin Sonu’ adlı kitabında kapitalist kültürün içinde, resmin statüsünün arttırılmasının, kapitalist çıkarlarla ilişkili olduğunu belirtmiştir. Kuspit, bu düşünceyi destekleyen ifadesiyle günümüzde bir sanat tacirinin eline düşmektense kıt kanaat yaşamayı tercih edecek bir çağdaş sanatçının bulunmadığını, tamamıyla iş dünyası haline gelen sanat ortamında sanatsal bir amaç uğruna kendini feda etmenin olanaksız olduğundan söz etmiştir. Artık sanat parayla eşdeğer hale gelmiştir. Kapitalizm’in, sanatın sonsuzluk adı verilen o nihai maddesinin dünya üzerindeki temsilcisi olma rolünü geçersiz kıldığını belirtmiştir. Kuspit’e göre sanat, bulunduğu zamanı ne kadar yansıtırsa yansıtsın daima zamansız bir şeyler barındırmıştır. Ancak sanat, yüzyılın sonuna gelindiğinde tamamen içinde bulunduğu dönemi yansıtmıştır.13

Pop Sanat’ın en önemli temsilcilerinden biri olan Andy Warhol sanatın metalaşması konusunda şunları söylemiştir;

“Piyasa sanatı, Sanat’ın ardından gelen aşamadır. Ben bu işe ticari sanatçı olarak başladım ve piyasa sanatçısı olarak bitirmek istiyorum. Adına ister “sanat” densin ister başka bir şey, bu işi yaptıktan sonra piyasa sanatına yöneldim. Sanatçı İş adamı ya da İş adamı sanatçı olmak istedim. Piyasada iyi iş yapmak sanatın en büyüleyici yönü. Hippi döneminde insanlar piyasa düşüncesinden uzaklaşmışlar, “Para kötüdür” ve “Çalışmak kötüdür” gibi şeyler söylemeye başlamışlardı. Oysaki para kazanmak sanattır, çalışmak ta

sanattır, piyasada iyi iş yapmaksa en iyi sanattır”.14

Warhol, pop kültürünün bilinen görüntülerini sürekli çoğaltarak mekanik çağın sıkıntısını, herkes için yapılan sanatın yüzeyselliğini ve kapitalist toplumda paranın gücünü, eleştirel bir yaklaşımla sergilemiştir. Warhol, sanatın ne anlama geldiği ya da niçin önemli olduğuyla değil paranın sanatı belirleyecek güce sahip olup olmadığıyla ilgilenmiştir. Sanatı parayla özdeşleştirerek sanatın değerini düşürmüş ve sanatı satılık bir meta haline dönüştürmüş, popüler ticari kültür içinde

      

13 Donald Kuspit, Sanatın Sonu, Çev: Yasemin Tezgiden, 2.Baskı, Metis Yay, İst. Ekim 2006, 160-

161s.

sanatı tüketilebilir metaya indirgemiştir. Aynı zamanda yüksek kültür ve kitle kültürü arasında uzlaşma sağlamaya çalışmıştır.

Oysa Adorno, kültür endüstrisi ile yüksek sanatın iç içe geçirilmesine rağmen içe doğru çöküşün gerçekleştiğini ve evrensel ile tikel olanın arasında sahte bir uzlaşmanın meydana geldiğinden söz etmiştir. Adorno, sanat eserinin metaya dönüşmesini de sosyal yaşamdan örneklerle açıklamıştır. Örneğin, birbirine rakip hayat tarzlarının artması, pop müziğin yaygınlığı, ürünlerin reklâmlardaki imgelerin birer uzantısına dönüşmesi gibi. Adorno, sanat eserinin metaya dönüşmesini şöyle açıklamıştır;

“Kültür endüstrisinin sanattaki stili geri dönüşümle sunması demek olan” hayat tarzı” vaktiyle yâdsıma unsuru barındıran bir estetik kategorinin meta tüketiminin bir niteliğine dönüşmesini temsil eder. Sanat esrelerinin metaya dönüşmesi ve bu şekilde alımlanması gibi, tüketim toplumunda metanın kendisi de imgeye, temsile ve gösteriye dönüşmüştür. Kullanım değerinin yerini ambalaj ve tanıtım almıştır. Sanatın metalaşmasının sonu, metanın estetize edilmesidir. Metanın baştan çıkarıcı ölümcül şarkısı, vaktiyle burjuva sanatının barındırdığı mutluluk vaadini yerinden etmiştir; tüketici Odysseus, tatmine ulaşacağını umarak kendini sevinçle meta denizinin sularına bırakır,

ama aradığını bulamaz” 15

Adorno’ya göre sanat eseri, sadece kar elde etmek için değil, onları sürekli kara dönüştürmek için kullanılır hale getirilmiştir.

Hakkı Engin Giderer, posmodernist anlayışta, sanatla gündelik yaşam arasındaki ayrımın silinmesi, yüksek kültür yerine pop kültürün alması, sanatla reklamcılığın içi içe geçmesi, sanatın bir eğlence aracı olan televizyon için üretilmesinin Adorno, Horkheimer ve Habermas’ın görüşlerini desteklediğini savunmuştur. Metaya dönüştürülen resim, fotoğrafla çoğaltılmış, kar elde etmek için kitleler ve kitle iletişim araçları yoluyla satışa sunulmuştur. Susan Sontag sanatın

      

15 Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, Çev: Nihat Ülner, Mustafa Tüzel, Elçin Gen, İletişim Yay.

kendi içine kapanmasına, soyutlaşmasına metalaşmadan farklı olarak başka bir ölçüt getirmiştir. Sontag, çağdaş yorumu şöyle değerlendirmiştir;

“Çağımızdaki örneklerin çoğunda yorumlama, hiçbir sanat yapıtını irdelemeden bırakmama bilgiçliğine denk varıyor. Gerçek sanat bizi rahatsız etme yetisi taşır. Sanat yapıtını içeriğine indirgeyip sonra bu içeriği yorumlamakla o sanat yapıtını ehlileştirmiş oluruz. Yorum, sanatı evirilip

çevrilebilir, rahatsız ediciliği giderilmiş bir duruma getirir.”16

Sontag, sanatın kendi içine kapanıp soyutlaşmasının ya da sadece süsleyici olmasının nedeninin yorumdan kaçmak olduğunu savunmuştur. Yazar, günümüzde sanatların çoğu yorumdan kaçınma güdüsüyle yapıldığı izlenimi verdiğini ifade etmiştir. Sontag, bu konu hakkında şunları söylemiştir;

“Yorumdan kaçmak, modern resmin kendine özgü bir niteliği olmuştur. Soyut resim, sıradan anlamıyla, içeriksiz olma çabasıdır; içerik yoksa yorumda olamaz. Pop sanat da aynı sonuca bunun tam tersi bir yoldan ulaşır. Öylesine bağırgan, öylesine “ne idüğü belli” bir içerik kullanır ki gene yorumlanamaz

olup çıkar.”17

Sontag, sanat yapıtının yorumlanmasında içeriğe çok fazla önem verilmeden yapıtın bir bütün olarak görülmesi gerektiğini savunmuştur. Ona göre yorum, çıkış noktasını sanat yapıtının duyumsal yaşantılar yarattığı gerçeğinden almıştır. Ancak 20.yy sonunda kentsel çevrede duyumların sürekli uyarıldığını, değişik tatlar ve kokuların yanında birde sadece çoğaltılmak için yapılan sanat yapıtları eklendiğinde, duyumsal algıların keskinliğinin köreldiğinden bahsetmiştir. Modern yaşam içinde aşırı üretim sonucu oluşan sanat yapıtlarının eleştirmenler tarafından yaşanılan anda değerlendirilmesi gerektiğini yazmıştır. Ona göre eleştirinin işlevi yapıtın “ne anlama geldiği” değil “nasıl o şey olduğunu” göstermesi olmasıdır.

Canan Beykal, “ Sanat Ölüyor mu?” adlı makalesinde, kitle iletişim araçlarının egemenliğindeki ileri kapitalist ve tüketim toplumunun tüm

      

16 Susan Sontag, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, Çev: Yurdanur Salman, Müge Gürsoy. Metis yay. İst.

Ekim 1991,14s.

göstergelerinin Pop Sanat için hazır malzemeler oluşturduğunu belirterek, 60’ lı yıllarda Pop Sanatın, sanat için fazla düşünmeye gerek duymayan eğlence ve kısa süreli zevklerden hoşlanan kitle için uygun bir yol olduğundan bahsetmiştir. Reklâm dünyasının imgeleri ve gündelik kullanım nesneleri sanat dünyasında kullanılan malzemeler olmuştur. Ona göre sanatçı ve kitle arasındaki sınırların kalkması, sanatın meta haline gelmesi sonucu 70 sonrası sanat ortamında farklı şeylerin sorgulanmasına neden olmuştur. Artık gerçekliğin “nasıl” elde edilişi değil, neyin sanat olup olmadığının sorgulandığı önem kazanmıştır. Canan Beykal bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştır;

“Gerçekliğin ele geçiriliş serüveninde gelinen yer imgenin, nesnenin değil, ideanın/ düşünün gerçekliğiydi. İşte tam bu dönemde, sanatın krizinden söz edilmekteydi ve “sanat öldü” bundan nasıl çıkılır diye tartışılmaktaydı. Çünkü kavramsal sanat ilk kez sanatın market ilişkilerini de sorgulayıp zorlamaktaydı. Sanat pazarı gerçekten büyük bir kriz yaşıyordu ve saf kavramsal sanatçılar on yıl boyunca sanatı sorgularken, marketi besleyen sanat endüstrisinin kişi ve kurumları da krizden çıkış çarelerini

araştırıyorlardı”18

Beykal, kavramsal sanatın, sanat eserinin meta haline gelmesine bir tepki olarak ortaya çıkmış olduğunu ve ilk defa sanatın market ile olan ilişkisinin sorgulandığını yazmıştır. 1960’lı ve 70’li yıllarda marksizm üzerine incelemelerde bulunan Jean Baudrillard, ortaya çıkan bu yeni toplumsal formasyonu tüketim toplumu kavramıyla tanımlamıştır. Hocası Roland Barthes’ten etkilenen Baudrillard, tüketim, moda, medyanın rolü ve gücü gibi sorunların üzerine eğilerek bu sorunları Marksist söylem içinde tartışmıştır. İlk üç kitabında, kültürün, ideolojinin ve işaretlerin günlük yaşamda ne tür işlevleri yerine getirdiği sorularını ortaya koymuştur. İlk kitabında (Les Siystem Des Objets, Paris: 1968), kapitalizmin insanın günlük yaşamını nasıl metalaştırdığı konusunda bilinen Marksist tezi ele almıştır. İkinci kitabında, (La Societe De Consummation, Paris: 1970) giderek zenginleşen ve tüketim toplumuna dönüşen kapitalizm içinde insan sorunu üzerinde durmuştur. İnsanların metalaşmış bir ortamın içine girdiklerini ve toplumun bu çerçevede

      

yeniden yapılandığını yazmıştır. Baudrillard, “Tüketim Toplumu”nu kapitalizmin yeni bir aşaması olarak tanımlamış ve bireylerin bu sistem içinde tek bir meta olmaya değil birçok nesne olmaya özendirilmiş olduğunu belirtmiştir. Birey, kendini diğer bireylerden farklı olarak görmüş, tüketim toplumunun uyumlu bir parçası olarak bütünleşmiş ve böylece nesnelleşmiştir. Baudrillard, artık sanatın var olmadığını yazmıştır. Ona göre estetik değersizleşme başladığı anda gerçek sanatında sonu gelmiştir.

“Macera olarak sanat; yanılsama olarak sanat; gerçekliğe karşı bir başka sahne kuran sanat, bir tuvalin üzerine konan çizgi ve renkler gibi; varlıkların anlamlarını yitirip kendi varlık nedenlerini aşarak bir baştan çıkarma süreci

içinde ideal biçimlerine ulaşabildikleri aşkın bir figür olarak sanattır.” 19

Baudrillard, sanatın ve sanat üzerine söylemlerin çoğaldığını Her şeyin sanat olarak kabul edildiği bu ortamda ne kural, ne yargı, ne de zevk ölçütünün kalmadığını söylemiştir. Sanat alanında hiçbir şeyin diğerinin karşıtı olmadığını Yeni Dışavurumculuk, Yeni Figürasyon gibi hareketlerin bir arada bulunduğunu ve sanatın bir reklâm okyanusu içinde kalarak meta haline dönüştürüldüğünü ileri sürmüştür. Baudrillard, kültürel metalaşmanın sonucu sanatın sanal bir özgürleşme içinde tutsak edildiğini belirtmiştir. Sanatı, gerçekte var olmayan ama bütün bileşenleriyle gerçekmiş gibi kendini gösteren bir çoğunluklar toplamı olarak değerlendirmiştir.

Baudrillard, içinde yaşanılan dünyanın sanatsal bir simulacrum olduğunu söylemiştir. Ona göre sanat denilen şey, her şeyi sanatsızlaştırarak sanatı yok saymış, sanat ötesi bir dönemim içine girilmiştir. Bu anlamda modadan, iletişim araçlarına kadar her türlü üretim biçiminin sanata dönüştüğünü yazmıştır. Baudrillard, “Sanatın Komplosu” adlı makalesinde ise bir anlamda sanatçılara meydan okumuştur. Ona göre galeriler ve sanat piyasası tüketici ile suç ortaklığı yaparak süper sanat anlayışını oluşturmuşlar, sanatın işlevini de performansa dönüştürmüşlerdir. Ayrıca sanatsal olanla yüce olan arasında eskiden kurulabilen bağ kalmamıştır.

Sonuç olarak kapitalizmde her şey satılabilen bir meta durumuna dönüşmüştür. Sanat eseride sanat pazarında satışa sunulmaktadır. Sanatın para için

      

yapılması onun hem içtenliğini yitirmesine hem de özgürlüğünün yok olmasına neden olmuştur. Kendini bu ortamdan kurtarmak isteyen sanat, Minimalizm ve Kavramsal Sanat başlığı altında iki kuram geliştirmiştir. Ancak biçimsel anlatımı reddeden bu iki kuram bile sanat pazarından kurtulamamıştır.

Benzer Belgeler