• Sonuç bulunamadı

Kan Fizyolojisi

Belgede biçimine benzer. (sayfa 48-92)

Kan doku özelleşmiş bir bağ doku elemanlarındandır. Her bağ dokusu gibi iki ana birleşeni vardır. Sıvı haldeki matriks plazma ve şekilli elemanlar ya da hücrelerinden meydana gelir. Kanın temel görevleri başlıcaları;

Kan hacmi vücut ağırlığının % 8’ilik kısmını oluşturur. Kan miktarı yaş, cinsiyet, vücut tipine bağlı olarak değişir. Erkeklerde 5-6 litre, Kadınlarda 4-5 litre kan bulunur. Buna karşın yenidoğanda vücuda göre daha fazla kan vardır. Kan hücreler(yüzde 45’lık kısmı) ve sıvı kısmından(Plazma yüzde 55’lik) kısım dan oluşur. Kan hacmi plazma kısmını gereğinde vücudun diğer kısımları ile tamamlanırken (ekstrasellüler sıvı ile) plazma aynı zamanda vucud içinde sıvı dağılımın (alınmasını ve verilmesinin) sağlar. Sindirim sistemi ile alınan tüm maddelerin hücrelere, hücrelerede oluşan tüm atık madddelerinde akçiğer, böbrekler, karaciğer gibi organlara taşınması kan ile yapılır

ŞEKİL 4.22 Kan, şekil elemanlar ve plazma

Plazma Proteinleri

Kanın yüzde %55 kısmını oluşturan sıvı kısmı plazmada 3 tip protein vardır. Albüminler toplam proteinlerin %52-68’i, olşturur en önemli fonksiyonu taşıyıcı olmaları (Transferin demiri, Seroplasmin Bakır) ve kan osmotik basınçını (300 mOsm) oluşturmalarıdır. Diğer bir protein protrombin (kan pıhtılaşmasından sorumlu olan prolitik bir proenzim) hemostazda görevlidir. Plazma proteinlerinin yaklaşık %60’ını oluşturur.

Hemotokrit

Hematokrit, kırmızı kan hücrelerinin oluşturduğu hacmin, toplam kan hacmine oranıdır. Hematokritin normal değerleri yaş ve cinsiyete bağlı olarak değişmekte olup erişkin bir erkekte %42-52, kadında %36-46. aralığındadır. İnce uzun tüpe alınan kan sentrifüj makinasına konulur. Kanın içindeki ağır olan hücreler dibe çökerken daha hafif olan plazma üstte kalır. Plazma ve kan hücrelerinin arasındaki sınır değeri okunur

Taşıma Oksijen, besin maddeleri, atıklar, hormonlar, enzimler vs

Düzenleme Isı, pH, tuz ve sıvı dengesi, osmotik basınç, hormonal kontrol vs Koruma Kan kaybına karşı (pıhtılaşma), enfeksiyonlara karşı (immün sistem) vs

dalton). Yapıca küçük, sayıca çok olmasından dolayı albumin plazma protein osmotik basıncının %80’inden sorumludur. Kan ile doku sıvıları arasında osmotik dengenin ayarlanmasında önemli rol oynar. Plazma albumin miktarı düşerse bunun sonucunda kanda sıvı kaybı buna karşılık interstisyel boşlukta sıvı birikimi (periferal ödem) gözlenir. Osmotik rolü yanısıra albumin plazmada birçok maddeye bağlanarak onların çözülmesini sağlar ve böylelikle plazma transportunda da önemli görev alır. Albuminin bağlandığı maddelerden bazıları: İlaçlardan; barbituratlar ve penisilin, pigmentlerden; bilirubin ve ürobilin, hormonlardan; tiroksin ve diğer maddelerden de yağ asitleri ile safra asit tuzlarını sayabiliriz. Globülinler toplam proteinlerin %38’i oluştur. Alfa 1-2, Beta 1-2 ve Ig ler tipleri(IgE, IgM, IgD vb) vardır, özelikle Antikorlar (immünite) olarak görev yaparlar.Toplam plazma proteininin yaklaşık % 40’ı globulindir. Bu % 40’ın; %4’ü alfa-1, %8’i alfa-2, %7’si beta-1, %4’ü beta-2 ve %17’si gamma globulindir. Alfa-1 globulinlerin çoğunluğu glikoprotein (karbonhidrata bağlanan protein) az bir miktarı ise lipoproteindir (lipide bağlanan protein). HDL (high density lipoprotein) yada iyi huylu lipoprotein) lipid transportunda görev alır ve kolesterolün arterlerin duvarlarına yapışmasını engeller. Alfa-1 grubunun diğer proteinleri tiroksin bağlayan globulin, kortizol bağlayan globulin (transkortin) ve vitamin B12 bağlayan globulin (transkobalamin) dir. Bunlar bağlandıkları maddelerin transportunu sağlarlar. Alfa-2 globulinler; haptoglobini (serbest hemoglobine bağlanan ve böbrekten atılmasını engelleyen protein) ve seruloplasmini (bakır içeren bir oksidaz enzimi) içerirler. Alfa-2 globulin yapısındaki diğer proteinler protrombin (kan pıhtılaşmasında görev alır), eritropoetin (eritrosit üretimini stimüle eden hormon) ve anjiotensinojen (kan basıncı, vücut sıvısı ve elektrolit balansının düzenlenmesinde görev alan bir hormon) dir. Beta globulinler (beta-1, beta-2) lipidlerin taşıyıcı proteinlerinin çoğunluğunu içerirler. Beta-1 lipoproteinleri, diğer adıyla kötü huylu kolesterol LDL (Low density lipoprotein), kolesterolün arter duvarlarında çökmesine neden olurlar yani damar ve kalp hastalıklarında rol oynarlar. Beta globulinler tarafından taşınan diğer maddeler fosfolipidler, gliseridler, yağda çözünen vitaminler ile bakır ve demir metalleridir. Bakır ve demir transportunda rol oynayan transferrin bir beta globulindir. Kan proteinlerinin temel sentez yeri karaciğer olmasına rahmen Lenfositler(B lenfositler) gibi kan hücreleride plazma içinde protein sentezlerler. Kan proetinlerin kan pH sabit tutulmasını sağlar. Kan proteinleri komplement sistemde(C1-C11) vücudu istilacı organizmalara karşı korur. Kan proteinleri kanın pıhtlaşmasında(fibronojen) görev alır.

Gamma globulinler: Bağışıklık sisteminde antikor olarak görev alırlar. Antikorlar, vücuda giren yabancı maddelerle yani antijenlerle bileşikler kurabilen moleküllerdir. İmmunglobulinlerde denilen gama globulinler IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE gruplarına ayrılırlar.

IgG: Sağlıklı bir insanda immunglobulinlerin % 75’ini oluşturur. G1 , G2 , G3 tipinde 3 formu vardır. Mol. ağırlıkları 51.000- 60.000 arasında değişir. İmmun sistemde pekçok antijene karşı sekonder yanıt şeklinde savunmada görev alırlar. Plasentadan geçerek yeni doğan bebeğe bağışıklık sağlar. Kompleman sisteminde klasik yolu aktive ederek antijenle savaşır.

IgA: IgA1 ve IgA2 diye 2 tipi vardır. Mol ağırlığı 52.000-56.000 arasındadır. Mukus salgısı yapan epitel hücrelerinin membranlarında ve sekresyon sıvılarında bulunur. IgA antikor reseptörünü taşıyan epitel hücreleri, sindirim kanalı, akciğer, meme dokusu, ürogenital sistem gibi dışa açılan sistemlerde yaygın bir savunma hattı oluştururlar. Mukus sıvısında bulunabilecek viral ve bakteriel antijenler, bu reseptörlere bağlı IgA antikorlarınca yakalanıp yok edilirler. Antijen bilgisi, sistemde yer alan microfold (M)

hücreleriyle alt tabakalardaki lenfoblastlara da iletilirler. Bu şekilde o antijene özgü IgA antikor sentezi artar. IgA lenf yoluyla diğer sistemlere taşınır. Amaç, gelebilecek antijen saldırısına karşı organlarda önlem almak, onları korumaktır.

IgM: Mol ağırlığı 70.000 olup, en büyük antikor tipidir. Bağışıklık sisteminde, antijenik uyarıya karşı primer yanıt olarak oluşan ilk antikor grubudur. Kompleman fiksasyonunda etkilidir. T lenfositlerin başedemediği antijenleri opsoninleyerek savaşırlar. Antijen spektrumları çok geniştir.

IgE: Bazofil ve mast hücrelerinin uyarılmasıyla görevlidirler. Bu hücrelerin yüzeyindeki Fc reseptörlerine bağlanarak onları aktive ederler. Aşırı duyarlılık reaksiyonlarında ve enfeksiyonlara karşı korunmada çok önemlidirler.

IgD: Serumda çok düşük düzeyde bulunan bir antikor tipidir. Fonksiyonu tam olarak bilinmemektedir. IgD reseptörlerinin B lenfosit yüzeyinde sıkça bulunması, antikor sentezinin kontrolünde etkili olabileceğini düşündürmektedir.

Fibrinojen: Plazma proteinlerinin % 0.3’nü oluşturan fibrinojen karaciğerde yapılır. Çözünebilir bir proteindir. Hemostazda trombinin etkisiyle çözünmez bir protein olan fibrine dönüşerek pıhtılaşmada önemli rol oynar

Kan protein farklı görevleri vardır. Birincisi: Hücre beslenmesi için amino asitlerin önemli rezerv kaynağı olarak hizmet ederler. Gerekirse; retiküloendotelyal sistem hücreleri (Karaçiğer, dalak, akciğer ve lenfatik dokulardaki makrofajlar) plazma proteinlerini içlerine alırlar, yıkıma uğratırlar ve amino asit komponentlerini kana salgılayarak diğer hücrelerin bunları yeni protein yapımında kullanmalarını sağlarlar.

Plazma proteinlerinin ikinci görevi: Diğer moleküllere taşıyıcı olarak hizmet etmeleridir. Küçük moleküllerin çoğu spesifik plazma proteinlerine bağlanarak barsaklardan yada depo edildikleri organlardan diğer dokulara kullanılmak üzere taşınırlar. Örneğin; demir kanda transferrin adı verilen transport proteinine bağlanarak taşınır. İlaçlar, pigmentler, hormonlar ve iyonların birçoğuda kanda plazma proteinlerine bağlanırlar.

Plazma proteinlerinin üçüncü görevi: Stabil kan pH'sının sağlanmasına yardımcı olmak üzere tampon etkisi göstermektedirler. Kanın normal pH'sı 7.35- 7.40 arasındadır. Proteinler amfoteriktirler (serbest NH2 ve COOH içerirler). Yani pH'ya bağlı olarak zayıf asit veya zayıf baz etkisi göstererek H+ yada OH- ile bağlanma yeteneğindedirler. Genellikle zayıf baz etkisi göstererek ortamdaki fazla H+ 'ı bağlarlar ve böylece kanı hafif alkali durumda tutmaya yardım ederler. Plazma proteinleri kanın tamponlama yeteneğinin % 15'sinden sorumludurlar.

Dördüncü görevi: Birçok plazma proteini kan pıhtılaşmasını sağlayacak şekilde spesifik yollarla interaksiyona girer. Kanın pıhtılaşması, vücudun vasküler yaralanmaya verdiği yanıttır ve kan kaybının önlenmesi ile mikroorganizmalara karşı korunmaya yardım eder.

Beşinci görevi: Plazma proteinleri suyun kan ve interstisyel sıvı arasında dağılımını yönlendiren kolloid osmotik (onkotik) basıncı oluştururlar.

Normal plazmanın total osmotik basıncı yaklaşık 7.3 atm. (1 atm= 760 mmHg) ya da 5550 mm Hg.dir. Plazma ile aynı osmotik basınca sahip olan solüsyonlar izotonik olarak adlandırılır. İzotonik solüsyon (örneğin; % 0.9’ luk NaCl) içine yerleştirilen bir eritrosit ne su alır nede su kaybeder. Plazmadan daha yüksek osmotik basınca sahip olan

solüsyona konacak olursa şişer, patlar ve hemolize uğrar. Plazma, interstisyel sıvı ve intrasellüler sıvı normalde osmotik dengede olduğu için homeostasis kritik olarak plazmanın osmotik basıncının regülasyonuna dayanır. Normal Ekstra sellüer sıvı osmotik basıncından herhangi bir sapma hücrelerin hacminde artmaya yada kayba, dolayısıyla hücrelerin fonksiyon yapmamasına ve ölümüne neden olur.

Plazmanın total osmotik basıncının yaklaşık % 99.5'i su ile birlikte kapiller membranlar boyunca rahatlıkla geçen moleküllere (örn: elektrolitler, üre, glikoz ve diğerleri) bağlıdır. İnterstisyel sıvı için de durum aynıdır. Plazmanın total osmotik basıncına plazma proteinlerinin katkısı yaklaşık % 0.5'dir ve plazmanın normal kolloid osmotik basıncı 28 mmHg'dır (bunun 25 mmHg'sı proteinlerden, yaklaşık 3 mmHg'sı ise (-) yüklü proteinlerin Na+ iyonunu tutmasından kaynaklanır) Plazma ve interstisyel sıvı arasında su dağılımının regülasyonunda onkotik basınç önemli bir rol oynar, çünkü plazma proteinleri kapiller membranlardan geçemezler. Kandan interstisyel sıvıya geçen az miktardaki protein interstisyel sıvı içinde toplanmaz çünkü bunlar lenfatik sistem tarafından uzaklaştırılır. Böylece kandan interstisyel sıvıya doğru bir protein konsantrasyonu gradyanı sağlanır ve osmotik olarak su ile küçük moleküllerin plazma ve interstisyel sıvı arasındaki hareketi yönlendirilir.

Kısaca plazma proteinleri temel işlevleri:

Viskoziteyi sağlamak

Onkotik basıncın oluşmasını sağlamak

Kan hacminin korunmasını sağlamak

Taşıma görevi

Asit-baz dengesini korumak

Beslenme-yapıtaşı

Pıhtılaşma, immün yanıt

Transferrin :Transferrin geriye dönüşümlü olarak demir, bakır, çinko, kobalt ve kalsiyum bağlayabilmektedir.Yalnız bu katyonlardan demir ve bakırın bağlanması fizyolojik önem taşımaktadır. Seruloplazmin (iki ferrik iyonu) Fe+2 iyonunun Fe+3

iyonuna yükseltgenerek transferrine bağlanmasını sağlamaktadır. Dolaşımdaki transferrin moleküllerinin yarı ömrü 7 gündür. Vücudun demir yetersizliğinde, dolaşımın transferrin düzeyi bir cevap olarak normal düzeyinin iki veya daha fazla katına yükselmektedir. Bu durumda transferrin apoproteini bağırsaktan demiri daha fazla çekebilmektedir. Bağırsaktan kazanılan demirle oluşan Tf-Fe+3 dolaşımla bu kez karaciğer, RES gibi demir depolarına ulaşır ve oralarda serbestleşen demir, ferritin veya hemosiderin sentezlerine katılır. Serbest halde toksik etkili olan demir, organizmada gerek duyulan dokulara taşınmak üzere transferrin ile birleştiğinde potansiyel toksisitesi azalmaktadır. Demir plazma içinde transferrine bağlı olarak ferrik iyonu (Fe +3)şeklinde taşınır. Transferrin spesifik hücre reseptörlerine bağlanınca demiri serbest bırakır. Ve bu kompleks içeri alınır. Demir ferritin veya hemosiderin olarak depolanır veya hem proteini sentezinde kullanılır.

Seruloplazmin(Cp): Tek bir polipeptid zincirinden oluşan ve bir α2 globulin olan seruloplazmin, molekül başına 6–8 demir atomu bağlamaktadır. Bakır oksidaz veya ferrooksidaz adlarını alan enzimdir.(kofaktörü bakır) Enzim olmasının yanında bakır vericisi fonksiyonuna sahiptir. Seruloplazmin iki değerlikli demir katyonunu (Fe +2) üç değerlisine (Fe+3) oksidasyonu katalizleyen (Ferrooksidaz) enzimdir. Ferrooksidaz, demirin transferine bağlanabilmesinden önce, hücre yüzeyinde ferro (Fe+2) forma

dönüşmesinde görev aldığından büyük öneme sahiptir. Enflamasyonda, ekzersizde, gebelik sırasında ve östrojen uygulamalarında serum seruloplazmin düzeyi yükselir. Uzun süre plazmanın major bakır taşıyıcı proteini olduğu düşünülen seruloplazminin fonksiyonu tartışmalıdır. Sitokrom oksidaz, tirozinaz, süperoksit dismutaz gibi birçok önemli enzimin metal kofaktörü olan bakır, erişkin bir kişinin vücudunda çoğunluğu kemik, karaciğer ve kasta olmak üzere 100–150 mg kadar bulunmaktadır. Plazmada bulunan bakırın %95 kadarını diyaliz ile ayrılmayan, seruloplazmine bağlı, % 5 kadarını ise diyaliz ile ayrılabilen ve albumin ile histidine gevşek olarak bağlı fraksiyonu oluşturmaktadır. Barsaktan karaciğere albumine bağlanarak taşınan bakır, karaciğerde seruloplazmin apoproteini ile birleşmekte ve moleküle sialik asit zincirleri eklendikten sonra dolaşıma verilmektedir. Seruloplazmin antioksidan olarak görev yapmaktadır. Organik bileşiklerin oksijen ile spontan oksidasyonu sonucu oluşan, yaşam için tehlike yaratan bileşikler, plazma ve dokularda bulunan antioksidanlar tarafından ortadan kaldırılmaktadırlar. Plazmada bulunan oksidan aktivitenin önemli bir bölümünü seruloplazmin ve transferrin göstermektedir. Bir akut faz proteini olan ve akut yanıtı sırasında konsantrasyonu % 50 artan seruloplazminin lipid peroksidasyonunu ve serbest radikal oluşumunu önlediği düşünülmektedir Böbreklerde, KC’de biriken bakır (siroza), beyinde biriken ise bazal ganglionlarda hasara, eritrositlerde biriken bakır hemolitik anemiye yol açmaktadır. Korneada biriken bakır, kornea çevresinde yeşil veya sarı renkli Kaiser-Fleisher halkası oluşturmaktadır. Wilson hastalığında serum seruloplazmin düzeyi tipik biçimde düşüktür. Buna karşılık iyon bakır düzeyi serumda yüksek bulunur. Bakırın üriner ekskresyonuda yüksektir.

Transkortin: Kanda dolaşan transkortizolün yaklaşık % 90’ı plazma proteinlerine ve primer olarak da globuline bağlanmış bulunur. İşte kortizolün bu α-globuline bağlı biçimi kortikosteroid bağlayıcı globulin(CBG) veya transkortin olarak adlandırılır. Kortizolü yüksek afiniteyle bağlayan bu molekül 56.000 dalton ağırlığındadır. Aslında transkortin Androjen-bağlayan protein (sex hormon-bağlayan protein-SBP)vitamin D bağlayan protein(DBP), retinol bağlayan protein(RBP) gibi kabul edilir. Çünkü bütün bunlarda lipid veya benzeri ürün hormonunun özel taşıyıcısı durumundadır. Serumda yetişkinlerde normal seviyesi 70 mg / L kadardır. Gebelik, androjen veya östrojen uygulamalarında yükselir.

Plazma Lipidleri

Yağlar sindirim sisteminden yağ asidi ve gliserol olarak emilir ve barsakta trigliseride dönüştükten sonra 0,5 mikron çapında partiküller halinde (şilomikron) kana geçer. Kolesterol ve fosfolipidler ise barsakta değişime uğramadan absorbe olur. Günlük diyetle fazla yağ alınırsa, plazmada yağ o kadar artabilir ki, süt gibi bir bulanıklık oluşur. Buna lipemi denir. Açlıkta da yağ mobilizasyonunun artması nedeniyle lipemi görülebilir. Kandaki iyonize yağ asitleri albuminle (esterleşmeyen yağ asidi), diğerleri ise gliserol ve kolesterol esterleri şeklinde taşınır. Hücrelerin artan enerji gereksinimini karşılamak üzere yağ tüketimi artınca kanda esterleşmemiş yağ asitleride çoğalır. Normal koşullarda bir mol albumin 3 yağ asidi taşıdığı halde gerektiğinde 30 yağ asidini taşıyabilir.

Plazma Karbonhidratları

Glikoz %90–110 mg, laktik asit %4–10 mg düzeyindedir. Sindirim sisteminden karbon- hidratların % 80'i glikoz, gerisi fruktoz ve galaktoz halinde kana geçer. Fruktoz ve galaktoz da karaciğerde glikoza çevrilir. Yemeklerden sonra %140 mg'a

kaslardaki glikojen depolarından kana glikoz çekilir. Bütün kanda 5 g glikoz vardır, gerektiğinde organların kandan çektikleri glikoz saatte 7 g’ma yükselebilir. Kas çalışması sırasında kanda düzeyi yükselen laktik asitten karaciğer glikojen yapabilir.

Plazmada Bulunan İnorganik Maddeler

Plazmada en çok bulunan iyonlar Na+ ve Cl- dur. K+ ve HCO3 daha azdır. Plazmadaki Ca2+’un 1/3’ü proteine bağlı, 2/3’ü de erimiş haldedir. Minerallerin miktarı; proteinlerle (%7-8 g) kıyaslanamıyacak kadar azsa da, kanın osmotik basıncını sabit tutmak gibi hayati bir rol oynarlar. Bunun nedeni moleküllerinin küçük, molekül sayılarının çok oluşudur. Bilindiği gibi: osmotik basınç moleküllerin türüne ve büyüklüğüne değil, sadece sayısına bağlıdır. Minerallerin yaşamın devamı bakımından başka rolleri de vardır.

Kan hücreleri

Kanın şekilli elemanları santrifüjle çökeltilebilir ve kanın % 45’lik kısmını(hemotrokrik değeri) oluşturur. Eritrositlerin oluşturduğu hacmin, toplam kan hacmine oranına hematokrit denir ve erkeklerde % 40–50, kadınlarda % 35–45 arasındadır.(Vücut ağırlığının yüzde 8 kısmı kan hacmini verir.)

ŞEKİL 4.23 Kan bileşenleri

Kandaki eritrositler sayısı kadında 4.000.000–4.500.000/mm3 erkeklerde 4.500.000– 5.000.000/mm3

arasındadır. Lökositler sayısı 7000 ile 11000/mm3 ve Trombositlerin sayısı ise 150.000–450.000/mm3kadardır.

Eritrositler(akyuvarlar)

Eritrositler kan hücrelerinin büyük kısmını oluştururlar(yüzde 99). Başlıca görevleri akciğerlerden dokulara oksijen götürmekle yükümlü olan hemoglobini taşımaktır. Bazı ilkel hayvan türlerinde hemoglobin eritrositler içinde değildir(Hemoeritrin toprak solucanı). Plazmada serbest protein halinde bulunur. Ancak, insanda hemoglobin kan plazmasına çıkar ve serbest dolaşmaya başlarsa o zaman bunun her geçişte yaklaşık % 3 kadarı kapiller membrandan doku aralıklarına yada böbrekte glomerüler membrandan glomerüler filtrata sızar. Bu nedenle hemoglobin, dolaşımda kalabilmek için eritrosit içinde olmalıdır. Eritrositlerin basitçe hemoglobini taşımak ve korumaktan başka görevleride vardır. Örneğin; karbondioksit ve su arasındaki reaksiyonu katalize eden ve bu tersinir reaksiyonun hızını binlerce kez artıran karbonik anhidrazı çok miktarda içerirler. Böylece büyük miktarda karbondioksit, kandaki su ile reaksiyona

– Eritrositler % 99 – Lökositler <% 1 – Trombositler % 1

girerek, dokulardan akciğere bikarbonat iyonu (HCO3

- ) halinde taşınır. Ayrıca eritrositler içindeki hemoglobin çok iyi bir asit-baz tamponudur.

Kanın şekilli elemanlarının(kanın yüzde 45 kısmının) % 99 unu alyuvarlar oluşturur. Alyuvarların şekilleri bikonkav disk şeklinde olup, çapları 6–8 mikrometredir(çoğunlukla 7 mikrometre). Alyuvarların çekirdeği yoktur (olgunlaşmış eritrositlerde). Sayıları cinsiyet, yaş ve yaşanılan yerin yüksekliğine göre değişebilmektedir. Eritrositler hemoglobin taşırlar. Eritrosit’in %34’ü Hemoglobin ’dir(her bir eritrositte 250 milyon hemoglobin). Hemoglobin miktarı erkeklerde 16 gr/dl– kadınlarda 14 gr/dl dir.

ŞEKİL 4.24 Eritrosit ve hemoglobin

Hemoglobin eritrositlere kırmızı rengini veren oksijenini zayıf bağlar kurarak taşıyan moleküldür ve eritrositlerin renkleri içerdikleri hemoglobin miktarına bağlıdır. Embriyonik yaşamın ilk birkaç haftasında vitellus kesesi, Gebeliğin ikinci trimesteri sırasında dalak, lenf düğümleri ve karaciğer, Gebeliğin son ayında ve doğumdan sonra kemik iliğinde oluşur. Beş yaşına kadar tüm kemikler, 20 yaşından sonra tibia ve humerusun proksimal bölümü dışında uzun kemiklerin ilikleri yağlanır ve alyuvar yapımı durur. 20 yaşından sonra vertebralar, sternum, kostalar ve iliyak kemik gibi yassı kemiklerin ilikleri, Yaş arttıkça bu kemiklerde de üretim düşer. Dolaşımdaki tüm hücreler kemik iliğindeki hemopoietik kök hücreden Hemositoblast kaynaklanır Bu kök hücreler birbiri ardına bölünerek dolaşımdaki hücreleri oluştururlar. Eritrosit Üretiminin düzenlenmesi doku oksijenasyonudur. Oksijenlenmeyi azaltan faktörler alyuvar yapımını artırır;

Hemositoblast

Miyeloyit ana hücresi. Kemik iliğinde bulunan ve her tip beyaz kan hücresi (monosit, granülosit, lenfosit) ile megakaryosit ve eritrositleri veren çok yönlü hücredir.

Lenfoir ve myeloid seri ile kan hücreleri oluşturulur.

• Eritrosit 5.000.000 adet/mm3 • Toplam lökosit 7000 adet/mm3

Lökosit formülü: • Nötrofil 50–70% • Eozinofil 1–4% • Basofil 0.1% • Monosit 2–8% • Lenfosit 20–40%

Eritrosit yapımı için gerekli faktörler şunlardır Eritropoietin, Fe, VitB12, Folik Asit. Alyuvar üretimini stimüle eden esas faktör eritropoietin

hormonudur. Eritropoietin glikoprotein

yapıdadır, % 90’ı böbreklerde, kalanı da karaciğer de yapılır. Eritropoietin kök hücreden proeritroblast oluşumunu artırır. Eritropoietin oksijenin az olduğu ortamda dakikalar içinde yükselmeye başlar, 24 saatte maksimuma ulaşır, ancak kanda yeni alyuvarlar 5 gün sonra görülür. Vitamin B12 ve folik asiti DNA sentezi için gereklidir. Yokluklarında DNA sentezi azalır, çekirdek olgunlaşması ve bölünme yetersiz olur. Olgunlaşma ve bölünmenin yetersiz oluşu makrosit adı verilen normalden büyük, hücre zarı dayanıksız, düzensiz, geniş, bikonkav olmayan, oval şekilli alyuvarlar oluşur. Vitamin B12 ve folik asit olgunlaşma yetersizliğine yol açar.

Eritrosit membran proteinleri

GULT1: Eritrosit membranında yer alan glikoz kolaylaştırılmış difüzyon taşıma proteinleridir. Kolaylaştırılmış difüzyon mekanizmasıyla plazmada glikoz alımını düzenler GLUT1, düşük Km değerine sahiptir (enzim substrat ilgisi yüksektir Vmax/2).

Glikoforin A, B ve C: Eritrosit membranında yer alan önemli bir integral protein de glikoforindir. Tek bir polipeptid zincirinden oluşur. 16 tane oligosakkarit birimi içerir. %60’ ı karbonhidrattır. Glikoforin, kan grubu antijenleri taşımasına rağmen büyük ölçüde yapısal rol oynamaktadır. Glikoforin ailesi de transmembran proteinler ise de membranı boydan boya ancak bir kez kesen tek geçişli tiptedir. Glikoforin A, ana glikoforindir, ileri derecede glikoziledir. Eritrosit membranındaki sialik asitlerin ~ %90’ı bu proteine yerleşiktir. Glikoforin A, influenza virusu ve sıtma nedeni olan plazmodium falcifarum için bağlanma noktaları taşır.

ŞEKİL 4.26 Eritrosit membran yapısı.

Anyon değiş-tokuş proteini (Bant 3): Transmembran glikoproteindir. Karboksil ucu dış yüzeyde amino ucu stoplazmik yüzdedir. Çift katmanı en az on kez kesen çok geçişli bir membran protein örneğidir. Membranda büyük olasılıkla dimer halinde bulunur. İçinde klorun bikarbonatla değiştirilmesine izin veren bir tünel yapar. Dokularda oluşan karbondioksit eritrositlere bikarbonat halinde girer, akciğerde klorla yer değiştirir ve soluk havasında karbondioksit olarak atılır.

– Düşük kan hacmi (kanama) – Anemi

– Hemoglobin azlığı – Azalmış kan akımı – Akciğer hastalığı

Hemoglobin Yapımı

Hemoglobinin en önemli özelliği oksijen ile gevşek bağlanmasıdır. Hemoglobin eritrositlerde bulunan ve oksijen taşıyan globuler bir proteindir. Hemoglobinin 1 gramı 1.34 ml oksijen bağlar ve 100 ml kan da 12–16 gr Hb bulunur. Oksijenin % 97 si hemoglobin ile % 3 ü kanda çözünmüş olarak taşınır. Hemoglobinin hem bölümü mitokondride, globin bölümü ise endoplazmik retikulumda sentezlenir. Hem grubu oksijeni bağlayan demir içerir. Hemositobalst hücresinin miyeloid farklılaşan

Belgede biçimine benzer. (sayfa 48-92)

Benzer Belgeler