• Sonuç bulunamadı

‘‘Biz kimseye kin tutmayız, Kamu alem birdir bize.’’ Yunus Emre.

Kamu, kamusal alan kavramları gündelik hayatın rutinlerinden, klasik felsefi tartışmalara kadar hemen her alanda kendilerine bir yer açmıştır. Burada esas olan kavramın etimolojik yapısından ziyade içerisinde anlam bulduğu kültür ya da devlet yapısının bu kavrama verdiği anlam ve bu anlam dahilinde kavrama yüklediği misyonun neliğidir. Kavramlar özü itibariyle birer soyutlamadır ve ideal içerimlere atıfta bulunurlar. Bu açıdan kavramların işaret ettiği nesne ya da durumlar arasında

çoğu kere mütekabiliyet olmaz. Aynı kavramla farklı durumların ifade edilmesini veya açıklanmasını hatta bu durumlara meşruiyet kazandırılmasını gözlemlemek mümkündür. Kavrama giydirilen bu farklı libasların şüphesiz hepsinin kendine ait meşru bir dayanağı vardır. Burada sorulması gereken şey kavramın etimolojisinden ziyade kulanım imkanlarını arttıran ölçütlerin ne olduğudur. Şüphesiz kavramın eklemlendiği kültür veya devlet yapıları -inşasında bir pay sahibi olmasa bile- bu ölçütleri belirleyen en önemli etkenlerdir. Kavramların farklı yorumlanmasını da bu açıdan değerlendirmek sağlıklı olacaktır. Çünkü belli bir toplumda üretilen kavramlar salt o kültürün içinde üretilip tüketilmemektedir. Özellikle dünyanın iletişimsel anlamda büyük bir ivme kazandığı şu zamanda. Artık her şey iletişime dahil edilmiştir ve kavramlar da sadece üretildikleri kültürde absorbe olmayıp başka kültürlere de kanalize olmaktadır. Bu açıdan kavramlar evrenseldir. Kendisi bir kavram olan ‘kamu’ da bu açıdan değerlendirilebilir. Bu kavram kimi zaman siyasetle kimi zaman siyaset üstü bir söylemle kullanılagelir. Ancak hangi durumda olursa olsun kendisine bir iktidar alanı açmaktadır. Bazen bu kavram iktidar üretme dışında bir tür meşrulaştırım ifadesi olarak da kullanılmaktadır. Bunun tersi de doğrudur yani iktidara muhalif cenahın da bir savunma mekanizmasına da dönüşebilmektedir. Bu noktadan sonra kavramın etimolojisine ya da ilk çıktığı yere bakmanın da bir anlamı olmayacaktır.

Modern ilişkiler dünyası düalist bir yapılanma gösterir. Buradaki temel ayrım, ‘‘özel’’ alan ile ‘‘kamusal’’ alan arasındadır (Öğün, 1997: 86). Özel alan ile kamu alanı arasındaki ayrım çizgisi, evin tam ortasından geçer. Özel şahıslar salonda oluşan kamusallığa, oturma odalarının mahremiyetinden çıkarak dahil olurlar; ancak her iki alan birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir (Habermas, 2007: 119). Özel-kamusal ayrımı genellikle içe dönük mahrem bir dünyayla sosyalliğin dışa dönük dünyası arasındaki sınıra işaret eden kavramsal bir çerçeve olarak kullanılmıştır. Başka bir deyişle benliğe içkin bir mahremiyet ile toplumsal etkileşim düzeni arasındaki sınırları belirlemiştir (Kömeçoğlu, 2005: 29). Kamu kavramı hukuki bir kavramdır ve ‘herkese açık’ anlamını içerir (Sarıbay,2000,17). Kamu sözcüğünün ingilizcede bilinen ilk kullanımı ‘‘ kamu’’yu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmaktadır’’( Sennet, 2010: 32). Sözlük anlamı itibariyle kamu(public) herkes, genel umum, halka ait,

umumi, açık, aleni gibi anlamlara gelmektedir. Genel gözleme açık, ortada olan ve herkesin denetimine açık anlamlarını da taşımaktadır (Yelken, 2003: 45). Kamusal alan ise kamu kavramını somut anlamda bir gerçeklik kazanması durumudur. Habermas’a göre (2007: 95) kamusal alanla her şeyden önce kamuoyunun oluşturulabildiği bir alan kastedilir. Bu alana tüm yurttaşların erişmesi garanti altına alınmıştır. Habermas aynı zamanda kamusal alanı kahramanlığın sergilendiği ve itibar kazanmanın belirlediği bir alandan çok; katılımın ekseninde toplumsal normlara ve kolektif politik kararlara ulaşmada, o normların ve kararların muhataplarına söz hakkı tanıyacak prosedürlerin demokratik şekilde yaratılması olarak tanımlar(Keyman ve Sarıbay, 1998: 34).39 Kavramın bu tanımı tamamen toplumsal birliktelik refere edilerek yapılmıştır. Aynı zamanda bir arada yaşama iradesine dayalı bir açıklamayı içermektedir.

Kamusal alan kavramı bir noktada kamu kavramın da içine alacak şekilde toplumsalın kısa ve uzun vadeli birlikteliklerini kapsamaktadır. Bu noktada kamusal alanın özneleri arasında insan birlikteliklerinin bütüne yakın hallerini göstermek mümkün oluyor. Devlet, medya, eğitimin bütün boyutları, din, ideoloji vs. bu alanın özneleri olarak değerlendirilebilir. Adı zikredilen öznelerin şüphesiz hepsi topluma ve bireye seslenme noktasında önemli işlevlere sahiptir. Ancak bu çalışmada devlet ekseninde sürdürülecek bir kamusal alan tartışmasının konuyu daha diri tutacağı düşünülmektedir.‘‘Her ne kadar sözün gelişi olarak devlet otoritesi için kamusal alanın yürütücüsü deniyorsa da, devlet aslında kamusal alanın bir parçası değildir. Kuşkusuz devlet otoritesi genellikle ‘kamu’ otoritesi olarak ele alınır; ama bu kabul, kamusal alanın özelliğinden, yani devletin tüm yurttaşların selametiyle ilgilenmesi görevinden türetilmiştir’’(Habermas, 2007: 95–96). Teorik olarak kamusal alanın

39‘‘Habermas’ın altını çizmeye çalıştığı kamusal alan, Avrupa’da sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan

yeni toplumsal ve siyasal alandır. Habermas’ın dikkat çektiği nokta, aile ile kapalı komünler etrafında örgütlenmiş olan geleneksel toplumun sanayileşmeyle birlikte kazandığı yeni görünümdür. Bu görünüm, ailenin ve cemaatlerin etrafındaki geleneksel barikatların kaldırılarak insanların ortak bir alanda buluşmasını ve burada bir aleniyet kazanmasını anlatmaktadır (…) Habermas’ın altını çizdiği kamusal alanı birkaç noktada özetlemek mümkündür. Birincisi bu kamusal alan sanayi toplumunun bir ürünüdür. Habermas’ın deyimiyle burjuva toplumunun diğer bir adıdır. İkincisi, bu kamusal alan inşa edilmiş bir kamusal alan değildir. Başka bir deyişle modernleşmeyle birlikte kendiliğinden doğup gelişmiş olan bir alandır. Üçüncüsü bu kamusal alan aleniyetin tezahür ettiği bir alandır’’(Çaha, 2005: 143–144). Ayrıca Bkz: (Habermas, 1995).

aktörlerinden birisi olan devlet kamusal alana resmi ideolojisi, eylemlilik ve resmi- yarı resmi örgütleriyle tamamen hakimse faşizm, komünizm gibi otoriter-diktatör sistemlerden söz edilir. Devletin kamusal alana derece derece daha az müdahil olduğu durumlarda ise temsili demokrasi, katılımcı demokrasi, çoğulcu demokrasi gibi demokrasinin çeşitli biçimlerinden söz edilir (Yelken, 2003: 93–94). Peki devletle bu biçimde özdeşleştirilen ‘‘Kamusal alanın işlevi nedir? Toplumun yeniden üretiminin herkese açık kamusal bir ilgi haline getirilmesidir. Politik bir toplum bu nedenle üretim araçlarını toplumsallaştırmak zorundadır’’(Çiğdem, 2010: 510).

Benzer Belgeler