• Sonuç bulunamadı

Yeni devlet inşa edildikten sonra bu devlete uygun bir vatandaş profiline de ihtiyaç duyulmuştu. Bu profil her anlamda resmi ideolojiye uygun bir vatandaş profili olmalıydı. Bu ihtiyaç doğrultusunda artık ‘yeni devlete sadık ve onun hizmetinde olan yeni bir ulusal bilinçlilik oluşmasını sağlamak için halkın düşüncelerini devlet düzenleyecektir. ‘‘Dolayısıyla ‘yeni millet’ ve ‘yeni vatandaş’ tanımları devlete karşı bireysel hak ve özgürlükler kavramını karşılamıyor aksine hakları vatandaşların toplumsal, ekonomik ve siyasal haklarıyla ilgili devlet merkezli tanımlara bağlı sayıyordu. Bunun arkasında, sınıf ayrımları ve çatışmaları

bulunmayan, devlet tarafından temsil edilecek ve korunacak ebedi bir varlık olarak kutsanan, birleşik, dayanışmacı ve bir bütünlük olarak Türk toplumu kavrayışı yatıyordu(Özdalga, 1998: 90–91). Böylece devlete göre bir ulus seçimi konusunda verilen tercihte Türk etnisitesi merkeze alınmıştır.40Bu tekliğin getirdiği düşünce tarzı aynı zamanda devlet içerisinde ‘öteki’ne yer vermeyecek bir düşüncenin de mimarıydı. Kültürel yönüne yapılan atıf da aslında bu millilik söylemini etnisite jargonunun dışına taşıramamıştır. Ayrıca devletin ‘tek’liğe yaptığı vurgu, meşru dayanağını en çok da milli birlik ve beraberlik söylemi oluşturuyor. Şüphesiz milli birlik ve beraberlik, bir devletin yurttaşlarını ortak bir paydada buluşturması açısından önemlidir. Fakat bu milliliğin bütün kesimleri kapsaması, herkesi kucaklayıcı bir ifadeye kavuşması gerekiyor.

Cumhuriyet devrimleri, devletin rüştünü ispat için girişilen reformları ifade eder. Bu reformların tanımladığı bir de kamusal alan vardır. Yapılan inkılâplar, yenilikler aynı zamanda kamusal alanın nasıl olması gerektiğinin de cevabını veriyordu. Ulus-devletin düşünce yapısını simgeleyen bir kamusal alan. Türkiye’de post kolonyal bir özel ve kamusal alan ayrımı olduğunu ifade eden Bacık’a göre Böylece kamusal alan kamusal alan olmaktan çıkmakta bir tür terbiye alanı, vatandaşların belirli biçimde eğitilmelerinin devam ettiği bir yer olmaktadır (2005: 13). Ancak daha önce de ifade edildiği gibi toplum yapısı bu tür bir kamusallığı kaldırabilecek durumda değildi. Çünkü belli bir mühendislik mantığı çerçevesinde tasarlanan ve tanımlanan bu kamusal alanda ötekilere artık yer kalmamıştır. Çok kültürlülüğüne vurgu yapılan bir toplumda böylesi bir uygulama diğer unsurların ya da farlılıkların tasfiye edilmesini gerektiriyordu. Nitekim mübadele, dilde sadeleşme, kılık kıyafet değişikliği vs. bu yöndeki çalışmalara örnek gösterilebilir.

Devletin sınırlarını çizdiği bu kamusal alanda artık vatandaşın kendisi olarak var olabilmesinin önü tıkanmıştır. Kamusal alanda artık istenen kıyafetleri giyenler, istenen dil konuşanlar, izlenen ideolojiye sadık bekçilerin dışında başka hiç kimseye

40Retorikte her ne kadar kültüre ağırlıklı olarak değinilse de Türk milleti söylemi etnik bir grup

yer yoktur. Nitekim 1950’li yıllara kadar geleneksel kıyafetiyle41 köyden kente gelen vatandaşların büyük şehir merkezlerine alınmadıkları gerçeği de orta yerde duruyor. Resmi ideolojinin ürettiği kamusallığın makbul vatandaşı olmak da kamusal alandan atılmak da beraberinde pek çok sorun meydana getirmiştir. Mardin de(1991: 356) nitekim devrimlerin istenen şekilde başarıya ulaşamadığını ifade ederken de bu durumu otoriter kentli zihniyetin köylüye karşı takındığı başlıca tutuma bağlamaktadır. Bu baskıcı otoriteye karşı yürütülen karşı hareketler ise bazı müdahalelere maruz kalmıştır. ‘‘Kendisini hakim kültürel kimlik tarafından baskılanmış, ötelenmiş hissedenlerin verdikleri farklılık mücadelesi siyasal sistem içinde bölücülük, ayrılıkçılık olarak algılamakta ve bu durum ötekileşme denilen süreci daha da beslemektedir’’(Aktay,2010a: 22). Böylesi bir süreçte pek çok gerilimin yaşandığını görmek çok zor değil ve bu gerilim durumu belli bir kesimi tahakküm altına alırken diğer bir kesime önemli bir rant alanı açmaktadır. Konuya anayasal sorunların ekseninde bakan Özbek aslında durumu oldukça iyi resmediyor. Özbek’e göre (2010: 35–36) ilk başta, 1982 Anayasasının altında, anayasa hukukçularının da dediği gibi, devletin bekasını ve yürütme gücünü topluma karşı korumak üzere çıkartılmış, aslında ‘‘anayasal olmayan’’ bir anayasanın bağladığı hukuki ve yönetsel koşullar altında yaşıyoruz. Bu bağlamda; eğer devletin sivil özgürlükler meselesine bakışı, basit bir uluslar arası halkla ilişkiler ve tanıtım meselesine indirgenmişse; yaşam hakkı ve kendi dilinde/görüşünde ifade hakkı başta olmak üzere temel hakları koruyabilmenin önkoşulu olan politik-kamusal alan yıkıma uğratılmışsa; kamuoyu esas olarak bireysel kanaatlerin toplamı, araştırma şirketlerinin anketlerinin sonuçları ya da egemen medyanın oluşturduğu gündem ve reyting sonuçları olarak anlaşılıyorsa; medya egemen ekonomik-politik çıkarlarla iç içe kamusalın da, mahremiyetin de içini boşaltıyorsa; çene çalma ve gösteri kendisini

41Kılık-kıyafet konusuna beden sosyolojisi bağlamında yaklaşan Aktay’a göre bütün siyasal

iktidarların, ideolojilerin ve dinlerin, hatta bütün toplumsal düzenlerin, muhatap aldıkları muhayyel bir ruh ve zihin olsa da nihai olarak bireysel bedenler üzerinde bir denetim kurmaktan başka bir amaçları ve işleyiş biçimleri olamaz.(…)Esasen kılık-kıyafet üzerinde tarihin her döneminde kopan fırtınaların kaynağı, hep bedenlerin kimler tarafından temellük edileceği sorunu olmuştur. Hiç kimse sadece ruhu ele geçirmekle yetinmemektedir. Çünkü bütün idealist tutumlarına rağmen dinler bile insanın doğrudan maddi varlığını belirlemeyi, dolayısıyla beden üzerinde somutlaşmayı hedeflerler. En laik tutumlar içinde bulunan iktidarlar bile dinlerin çoğunlukla bir gerilim kaynağı haline gelmesinin sebebi de bedenler üzerindeki iktidara ya ortaklık talep etmeleri veya başat iktidarın hayati mekanlarının bir istilası olarak algılanmaları olmuştur (2005a: 75–76).

ifade özgürlüğü ve eleştirel tartışma yerine geçiriyorsa; demokrasi fikri, kısıtlanmış sivil haklar bağlamında yasaklı, barajlı seçimler ve oy çokluğu nosyonuna indirgeniyorsa; parti kapatma politikasıyla da beslenen bu şartlar altında, halk kesimleri tepkisini esas olarak seçim ortamlarında gösteren bir ‘sessiz çoğunluk’ halinde ifade ediyorsa; parlamentodan kamusal aklın ürünü olan bir konsesusa varma yerine kavga dövüş ve çoğunluk partisinin emr-i vakisi çıkıyorsa; aleniyet praksisi yerine, kamu olarak devletin sırları, gizli askeri yönetmelikler, ‘derin devlet’ çeteleri, yolsuzluk üreten siyasalar hakimse; adil ve bağımsız yargı yerine (simgesel ve fiziki) yargısız infaz ya da faili meçhul praksisi geçebiliyorsa; toplumun ciddi politik meseleleri güvenlik güçleri aracılığıyla çözülüyor ve emniyet görevlileri silah kaldırarak gösteri yapıyorsa; bu benzeri manzaralar ülkemizde demokratik bir kültür ve derin bir anayasal norm olarak kamusallık ilkesi içeren demokratik devletten daha çok kanun devletinin hüküm sürdüğünü gösterir.

Esasen sorun sadece Türkiye’yle sınırlı değil. Aydın’ın da ifade ettiği gibi(2005: 107) Günümüz modern devletleri, kapsayıcı bir meşrulaştırma ideolojisi üretememekte, dolayısıyla da etkinlikleri totaliter uygulamalara kalmaktadır. Mesela bizde ‘‘çağdaşlaştırıcı olma’’ yegane meşruiyet kaynağı olarak görülmekte, devlet mutlak bir çağdaşlaştırma hak ve yetkisine sahip, halk ise bir lütuf olarak sunulan bu uygulamaya uymakla yükümlü sayılmaktadır. Ancak çağdaşlaştırmanın kendisi meşruluk yeterli olmadığından dolayı sorun çözülüp bitmemekte, açık bir halk tepkisi olmasa bile siyaset sürekli bir müdahale konumunda bulunmaktadır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

YENİ ANAYASA TARTIŞMALARI, VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI ÜZERİNE BİR SÖYLEM ANALİZİ

Benzer Belgeler