• Sonuç bulunamadı

2. DİJİTAL MEDYADA ÖZEL VE KAMUSAL ALANIN KESİŞME NOKTASI: SOSYAL AĞLAR, ÜRETİLEN İMAJ VE DİJİTAL EMEK

2.2. BURJUVA KAMUSAL ALAN MODELİ: JÜRGEN HABERMAS

2.2.1. Kamusal Alan Olarak Medya: John Brookshire Thompson

Thompson’a göre, Habermas, burjuva kamusal alan modelini ortaya koyarken temele aldığı publarda, salonlarda, kahvehanelerde tartışma kültüründen doğan kamusal alan modeli ile Antik Yunan’da agoralarda yüz yüze iletişime geçen, tartışan yurttaşlardan doğan model arasında bir benzeşim bulunmaktadır. Düşünüre göre, Habermas, kamusallığı yüz yüzeliğe ilişkin bir modele indirgeyerek alternatif kamusallıkları kaçırmaktadır. Fakat dahası, modeli günümüz için son derece elverişsizdir çünkü günümüz etkileşiminde mekân zorunluluğu giderek zayıflamakta, kamusallık dolayımlı bir alan olan medyada kurulmaktadır(Thompson, 2008: 369- 398).

Bu bağlamda gerçek şu ki, medya araçları, tarih içinde farklı mekânlardan doğan kültürü dolayımlı alana taşıyarak iletişimde ve etkileşimde mekân-zaman bağlamını yıkmış, farklı alanlardaki bireylerin hem kendi kimliklerini hem ötekini hem de ortak bir “biz” ve “onlar” kimliğinin inşasını sağlayan en önemli zemin haline gelmiştir. Bu açıdan özellikle 19. Yüzyıl itibariyle sembolik paylaşımın merkezinin medya haline gelmesiyle medya araçları, sadece yukarıda ifade edilen siyasal erkin eleştirisinde görev almamış, dahası mekân bağlamını aştığı için belirli bir mekândan doğan kültür yerine, kültürün dolayımlı bir alana kaymasını mümkün kıldığı için dolayımlı alandan doğan kimlik inşasını da başlatmıştır.

Böylece medya; geçmiş, şimdi, gelecek ilişkisini tekrardan düzenlemiş; farklı halkların bir ulus çatısı altında ya da geçmişini bilmeyen, unutmuş bir halkın ortak bir biz kimliği inşasında katkı sunmuştur. Sonuç olarak medya farklı kültürlerin merkezi olduğu düzeyde hem bireysel hem de kurumsal anlamda kimlik inşasında rol oynadığı gibi aslına bakılırsa kamusal alanın inşasında başat aktör olarak rol almıştır. Bir diğer ifadeyle, medya araçları, gelişip yayıldığı ölçüde, mekâna bağlı kültür yerine dolayımlı bir alanda kültürel etkileşimi, simge paylaşımı mümkün hale getirdiği için hem söylem dünyasının hem de kamusal alanın zemini haline gelmiştir(Thompson, 2008).

Thompson tam da bu noktada, Habermas’ın da dikkatle üzerinde durduğu, batı siyasal tarihindeki kamusal ve özel alan ayrımına dair görüşe dikkat

47

çekmektedir(Thompson, 2008: 185-190). Thompson’ın ifade ettiği üzere, batı siyasal söyleminde kamusal alan genel olarak “devlet veyahut yarı devlete”; özel alan ise “pazar ekonomisinde kar amacı güden özel şahıslara, onların mahremine” ilişkin olarak görülmektedir. Fakat Thompson bu noktada, ikinci bir ayrıma dikkat çekerek kamusal alanı aleniyete, görünürlüğüne; özel alan ise mahremiyete ilişkin görülmesi gerektiğini ifade etmektedir(Thompson, 2008: 188-189). Bu noktada Hannah Arendt da, Thompson gibi düşünürek kamusalın temel niteliklerinden birinin aleniyet ilişkin olduğunu; aksine özel alanın ise, mahremiyete, kişinin ötekilerin gözlerinden uzakta olmasına ilişkin olduğunu belirtmektedir(Arendt, 2018: 92-104). David Lyon da Thompson ve Arednt gibi benzer bir şekilde batı uygarlığında varlık gösteren özel ve kamusal alan ayrımının “görünürlük” ve “mahremiyet” karşılığına ilişkin olduğunu mimari üzerinden göstermektedir:

“Roma döneminde, aslında o dönemden bugüne, bir evin mimarisi, neyin kamusal neyin gizli olduğu hakkında kuvvetli ipuçları verirdi. Hem mülkiyeti hem ahlakı koruyan kapıdan ziyaretçilerin kabul edilebildiği yarı kamusal odaların dizilişine kadar, duvarlar ve kapılabilir geçitler, alanlar arasındaki kesin ayrımları ortaya koyuyordu. Roma evinin girişindeki sundurma, ‘ikiyanlı alan’ olarak özellikle önemliydi, caddeye açılıyordu fakat eviçinin bir parçası değildi. Kamusal ile gizliyi ayıran sınır, iki yanlı ve böylelikle dönem dönem çatışmalı olarak kalır”(Lyon, 1997: 253-254).

Gerçek şu ki, Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan siyasal kültür, sorumluluklara dairdir ki sorumluluk aktörün kişiliği ile kamusal temsilini birbirinden ayrılmasına ilişkindir. Bu açıdan aktör tarafından temsil ettiği makam onun şahsi kişiliğine ilişkin değil, ona doğru şekilde görünür, aleni olduğu düzeyde emanet edilen bir görevin karşılığıdır. O, kendi kendisinin nedeni değil kitlelerin sonucu olarak görevini gerçekleştirdiği sürece aleni, görünür olmak zorundadır; çünkü varlığın nedeni bir kez kendisi olmadığı zaman kitlelerin onayına muhtaçtır. Kuşkusuz şu gerçek ki, siyasal erk bir kez kendi kendisinin değil de kitlelerin sonucu olduğu an, onların rızasına, kamuoyuna muhtaç olduğu için, medyada sunduğu görünürlüğünü kurgulama girişmesi beklenirdir. Fakat Thompson’a göre, mekân bağlamını aşarak sembolik paylaşımın, etkileşimin merkezi olan medya araçlarının

48

dolayımlı alanlarında, kamusal söylem tam olarak kontrol edilmemektedir(Thompson, 2008: 205-226).

Bu bağlamda öncelikle farklı medya aygıtları farklı kamusal görünürlükler ortaya koymaktadır. Örneğin, gazete için kamusal görünürlük esası fotoğraflar, resimler, betimlemeler üzerine kuruluyken; televizyon için bu görsel-işitsel kodların bütünselliği altında gerçekleşmektedir. Fakat Thompson’a göre aygıt ne olursa olsun kamusal söylemi inşa etme maksadıyla kurgulanan görünürlük, imaj üretimi iki temel sebepten ötürü sorunludur: İlk olarak, özneler, yorumlayıcı birer aktör olarak her daim aktiftirler, dolayısıyla Eleştirel Kuramcıların sunduğu düzeyde edilgen değillerdir. İkinci olarak, kamusal alanda görünürlüğünü, imajını kurgulamaya çalışan, böylece kitleleri yani kamuoyunu “kontrol” etmek isteyen siyasetçiler ya diğer aktörler, ne kadar uğraşırsa uğraşsın kurguladıkları şablonları kitlelere yediremezler. Bunun en temel sebebi görünürlük, imaj yönetiminde her daim açıklıklar olmasıdır. Örneğin; gaflar, ifşalar, sızmalar vb. olgular siyasetçilerin imaj yönetimini engelleyen başlıca nedendir(Thompson, 2008: 372).

Thompson’a göre dolayımlı alanda kurulan kamusal alanı günümüzde tehlikeye atan asıl olgu, Habermas’ın devlet aygıtı olarak tasvirinin aksine şirketlerdir(Thompson, 2008: 361). Daha geniş bir ifadeyle, dolayımlı alanın medya araçlarıyla küreselleşme altında genişleyip tekelleşmesiyle iletişim tek yönlü hale geldiği için, medya aygıtlarının yaratacağı kamusallık tehlikeye düşmektedir. Thompson devletlerin hukuki düzenlemelerle şirketler birleşmeleri denetlemesi ve alternatif medyayı desteklemesini tavsiye etmektedir ki böylece medya duyulmayanların da sesi olabilecektir(Thompson, 2008: 364).

Fakat tüm bu çözümlemelerin ötesinde Thompson’ın dolaylımlı kamusallık olarak tarif ettiği medya aygıtlarının tarihsel gelişime bakılarak günümüze odaklanıldığında, tek yönlülüğün ortadan kalkarak çift yönlü iletişimin mümkün olduğu, simgesel paylaşımın karşılıklı hale geldiği, görünürlüğün sadece televizyonda, radyoda olduğu gibi az sayıda kişiye ilişkin olmadığı yeni platformlar olarak dijital medya platformları ortaya çıkmaktadır. Günümüzde dolayımlı kamusallığın yeni merkezleri olarak diyaloga, katılımcılığa imkân tanıyan yapısıyla dijital medya platformları kamusal alanın da giderek yeni zemini haline gelmektedir.

49

Özneler, bu aşkın platformlarda kimliklerini inşa edebilmekte, sosyalleşebilmekte ve arzu ettikleri şekilde kendi imajlarını kurgulayabilmektedirler. Özneler, kendi profil sayfalarını özel alanları, Lyon’ın örneğinden hareketle evleri, gibi kullanıp siber uzamın içinde kendilerini görünür kılarak, kendi istek ve arzularına göre, görünür olma, talep edilme adına imajlarını inşa edebilmektedir. Böylece bir bakıma imajları üzerinden görünür olma arzusu altında mahremiyet olgusunu bilerek ve isteyerek zedelemektedirler.

Bu açıdan Thompson’ın ayrımından yola çıkılacak olunursa, özel alana ilişkin olan “mahrem” ile kamusala ilişkin kılınan “aleni” olan arasındaki set ortadan kalkmakta; herkes ve her şey siber uzamın mimarisi, yani 0-1 dünyası, içinde giderek daha fazla “görünür” hale gelmektedir. Kamusala dönük olan görünürlük kişiler ya da kurumlar siber uzamdaki profil sayfalarını özel alanı olarak kullandığı müddetçe özel alana da sıçramakta ve sonuç olarak özünde kamusala ilişkin olan görünürlük kategorisi altında iki alan arasındaki ayrım yıkılmakta, alanlar kesişmektedir.

2.3. GELENEKSEL MEDYADAN DİJİTAL MEDYA’YA GEÇİŞ: ÖZEL