• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.2. KALKINMA PLANLARI

Gerek gelişmiş gerekse de gelişme yolundaki devletler, kalkınma sorunlarını belirli bir ekonomik plan dâhilinde çözüme kavuşturmak için kalkınma planı oluşturmaktadırlar. Ekonomik kalkınma planlarında hedef; ekonomik ve sosyal yapının, kalkınma planında öngörülen süre sonunda amaçlanan seviyeye ulaşmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, ekonomik büyümenin sağlanmasıyla birlikte kişi başına düşen geliri ve çalışan nüfusu arttırmak, gelir dağılımı eşitsizliğini gidermek gibi ekonomik amaçlarla birlikte; toplumun yaşam beklentisini arttırmak, eğitim seviyesini yükseltmek, refah düzeyini arttırmak, bilim ve teknolojiyi geliştirmek gibi birden çok ekonomik olmayan amaçları gerçekleştirmek için çalışmaktır (Takım, 2011: 155). Kalkınmanın başarıyla yürütülmesinin iki koşulu vardır: İlk koşul; kamu kesiminin elinde kalkınmayı sağlayacak fon yeterince bulunduğu için kalkınma olgusu kamu kesimi tarafından yapılmalıdır. İkinci koşul ise; iç ve dış güçler siyasal otorite üzerinde piyasacı davranılması yönünde aşırı baskı oluşturabilecek güçte olmamalıdır. Bu iki ölçüt dikkate alındığında, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde ve devletçilik dönemlerinde kalkınma, gelişme sağlanırken, 1980’li ve 2000’li yıllarda ekonomik büyümeye önem verilmiş, kalkınma çabaları ikinci plana atılmıştır (Pınar vd., 2015: 84). Rostow’un 1960 yılında batı ülkelerinin yaşamış

olduğu deneyimlerden yola çıkarak yazdığı “Ekonomik Büyümenin Aşamaları” adlı çalışmasına göre, sanayileşmiş toplumlar beş aşamadan geçmektedir: Geleneksel Toplum, Kalkışa Hazırlık, Kalkış, Gelişen Topluma Geçiş, Olgunluk. 1850’de İngiltere, 1900’de Amerika, 1910’da Almanya, 1940’da Japonya ve 1950’de Rusya’nın olgunluk aşamasına geçtiği ifade edilmiştir. Rostow’a göre Türkiye, 1937 yılında Kalkış aşamasındadır. Bu tarihten 40 yıl sonra (1977 yılında) olgunluk aşamasına ulaşmış olması gerekmektedir. Olgunluk aşamasında gelirin %10-20’si yatırım harcamalarına gitmektedir. Türkiye’nin 2016 yılında yatırım harcamalarının GSYİH içindeki payı %4.1’i kamu yatırım harcamaları ve %24.1’i özel yatırım harcamaları olmak üzere toplam %28.2’dir (Küçükoğlu vd., 2018: 2620).

Ülkemizde ekonomik kalkınma planları 1930’lu yıllarda uygulanmaya başlanmıştır.

1930’lu yıllarda uygulanan devletçi ekonomi politikasının biçimlenmesinde; 1923-1930 döneminde uygulanan liberal ekonomi politikasının neticede başarılı olmaması, 1929 yılında ABD’de meydana gelen ve tüm dünya ülkeleri üzerinde olumsuz etki gösteren kriz ve batılı ülkelerin yaşanan krize çözüm getirememesi, Sovyetler Birliği’nde uygulanan planlı iktisat politikalarının olumlu sonuçlar vermesi üzerine Türkiye’nin bu planı örnek alması etkili olmuştur (Parasız, 1998: 29). Türkiye, Sovyetler Birliği’nden sonra sanayileşme amacıyla planlama uygulayan ilk devlettir.

1929 krizinin ertesi, İktisat Vekaleti’nin kaleme aldığı “İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor” adlı çalışmanın hazırlanmasından iki yıl sonra, bir Sovyet heyeti Türkiye’ye gelerek sanayi tesisleri ile ilgili hazırladığı raporu İktisat Vekaleti’ne sundu.

Dönemin Bakanı Celal Bayar raporu “Sınaî Tesisat ve İşletme Raporu” adıyla 1933 yılında Başbakanlığa iletti. Böylece kalkınma planı olmanın ötesinde bir sanayi planı özelliği taşıyan Birinci Beş Yıllık Sanayi Kalkınma Planı ile somutlaştırıldı (Ekiz ve Somel, 2007: 103). Birinci beş yıllık kalkınma planı yürürlükteyken, 1936 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Kalkınma Planı hazırlanmış, 1938 yılında uygulanmaya konulmuştur. İkinci plandan ayrı olarak aynı yıl Dört Yıllık Plan hazırlanmış, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle uygulanamamıştır. Birinci ve ikinci planlar temel sanayinin kurulmasını hedefleyen kısmi planlardır. Bu nedenle reel anlamda kalkınma planları olarak kabul edilmemektedirler (Takım, 2011: 155-156).

1940-1950 yılları devletçi ekonomi politikasının uygulandığı, Türkiye’nin de şartlarından olağanüstü etkilendiği İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ülke genelinde yüksek enflasyonun olduğu, halkın zor günler geçirdiği bir dönem olmuştur. İkinci

Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye yüklediği zorunluluk, 500.000 kişilik ordunun silah altına alınması ve beslenmesi olmuştur. Bu nedenle, bu dönemin temel sorunu, halkın ve ordunun ihtiyaçlarını karşılamak olmuştur. Dolayısıyla, silahaltına alınan insan sayısının yüksek olması üretimin düşmesine neden olmuş; yatırım yapılamamış, kalkınma hızı düşmüş, dış ticaret zayıflamıştır (Ünal, 2009: 72-73).

Demokrat Parti (DP) dönemi olarak da bilinen 1950-1960 dönemi, liberal politikanın savunulduğu, sanayi yerine tarıma öncelik verilen, dış ticaret kısıtlamalarının olduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde ABD dünya savaşının galibi olarak yeni küresel düzeni oluşturdu. DP batı dünyası ile siyasal ve ekonomik düzeyde güçlü bağlar kurmayı hedefledi. Oluşan iş bölümü gereği, Türkiye tarım alanında yatırım yapmaya teşvik edildi. Marshall Yardımı ile ithal edilen tarımsal malzeme, yatırımlarla birlikte tarımın Pazar ekonomisine geçişini sağladı. Böylece, Türkiye’de 1970’lerin sonuna kadar ithal ikâmeci ekonomi modeli uygulandı (Gürses, 2009:

344). Bu dönemin özellikle ikinci yarısı, gelir bölüşümünde farkların belirginleştiği ve bunun sebep olduğu huzursuzlukların sosyo-politik sorunlar meydana getirdiği bir dönem olmuştur (Taş, 2004: 1). Ücret ve maaşlı grupların nispi durumlarının gerilediği, mülk gelirleri ve ticaret sermayesinin milli gelirden aldığı payın arttığı bu dönemde devletin gelir dağılımı sorununu öncelikli bir amaç olarak görmediği anlaşılmaktadır (Boratav, 1993: 84).

1960 Askeri Darbesi sonrasında ülkenin kalkınmasının hızlandırılması hedefiyle 30 Eylül 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. DPT tarafından 1960-1980 yıllarında Türkiye’de dört adet Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmıştır.

1973’te yaşanan petrol krizi ve Batı ülkelerinin ekonomilerinin yaşadığı durgunluk Türk ekonomisini etkilemiş ve dördüncü kalkınma planı uygulanamamış, bu plan haricinde diğer kalkınma planları uygulanabilmiştir.

1980’lerde Türkiye dâhil gelişmekte olan ülkeler, Bretton Woods kuruluşları olan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası kurumlarının, azgelişmiş ülkelerin yaşadığı finansal krizlere cevaben bir arada oluşturduğu yapısal uyum programını uygulamaya başladı. Bu program ile döviz girdisiyle azgelişmiş ülke ekonomilerinin kısa dönemli şokları atlatmaları sağlanırken, işçi ve memur kesimleri, tarımsal üreticiler ve enformel sektörlerde çalışanlar yüksek gelir kayıpları yaşamışlardır.

1930’lardan günümüze kadar on adet kalkınma planı hazırlanmıştır. 2019 yılında uygulanmaya konulacak on birinci beş yıllık kalkınma planı 2023 yılına kadar geçerli olacaktır.