• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.5. EKONOMİK KALKINMA VE GELİR DAĞILIMI İLİŞKİSİ

Geçmişten günümüze süregelen ekonomik kalkınma ve gelir dağılımı arasındaki ilişki ilk olarak Simon Kuznets tarafından ortaya atılmıştır. Kuznets’e göre gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere göre daha dengeli bir dağılım göstermektedir.

Ayrıca, ekonomik kalkınmanın başlangıç aşamasında gelir dağılımı eşitsizliği artarken, sonraki aşamalarında eşitsizlik azalma yönünde eğilim göstermektedir (Kuznets, 1955: 1-28). Başlangıç aşamasında gelir eşitsizliğinin artmasını iki faktörle

açıklamaktadır: Birinci faktör, tasarrufların dağılımındaki dengesizlik, gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikten daha büyüktür. İkinci faktör ise, gelir eşitsizliğinin düşük olduğu kırsal kesimi tanımlayan sektörlerden, eşitsizliğin yüksek olduğu kentteki sektörlere yönelik nüfusun yapısal dönüşümü gelir dağılımındaki dengesizliği arttırmaktadır. Kalkınmanın ilerleyen aşamasında; teknolojik değişim, hizmet gelirlerinin yaygın hale gelmesi, demografik yapıda meydana gelen değişmeler, sosyal adaleti sağlamaya yönelik politik kararların uzantısı olarak tasarrufların gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisi ortadan kalkmaktadır (Dağdemir, 1998: 42). Kuznets’in ters U eğrisi olarak adlandırılan bu teori sadece Batı Avrupa medeniyetlerinde geçerli olmuştur. Nitekim 1823 yılında İngiltere’de Gini katsayısı 0.400, 1871 yılında 0.621 ve 1901 yılında 0.443 olarak hesaplanmıştır.

Bunun aksine, Kolombiya ve Brezilya gibi Latin Amerika ülkelerinde bu hipotez çalışmamaktadır (Öztürk ve Oktar, 2017: 103).

Ekonomik büyüme gelirdeki artışı ifade ederken, ekonomik kalkınma gelirdeki artışın yanında gelir dağılımındaki adaleti ifade eder. Dolayısıyla, kalkınmanın en önemli gelişmesi, gelirin âdil dağıtılması yönündeki gelişmedir (Arslan, 2013: 47).

Kalkınma süreciyle birlikte gelir dağılımı ve yoksulluk olguları başta olmak üzere pek çok durum söz konusu olmaktadır. Kalkınmış ülkeler, gelir dağılımı ve yoksulluk alanlarında kalkınması daha az olan ülkelere göre daha iyi durumdadır. Bu nedenle, gelir dağılımının adaletli dağıtılması ve yoksulluğun azaltılmasıyla da kalkınma süreci hızlanacaktır.

Kalkınma kavramının tanımından da anlaşılabileceği gibi, ekonomik büyümenin sağlanmasıyla birlikte bu durumun kalkınmayı desteklemesi ve ardından gelir dağılımının daha âdil duruma gelmesi beklenmektedir. Tersi olması durumunda büyümenin ardından kalkınma gerçekleşmemiştir.

Bir ülkede insanların refah içinde yaşamaları için gelirin âdil dağıtılması gerekmektedir. Doğumda yaşam beklentisi, okuryazarlık oranı, kişi başına düşen gelir gibi refah göstergeleri maddi öğelere dayalı mutluluk olduğundan ekonomik etkilerinin yanı sıra sosyal etkileri açısından da gelir dağılımını önemli hale getirmektedir. Gelir dağılımında eşitsizlik söz konusu olduğunda toplumun bazı kesimleri gelirden yüksek oranda pay alırken, bazı kesimleri düşük pay alacak ve

refah göstergeleri bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, adaletli paylaşımın sağlanmasıdır. Milli gelirin artmasıyla kişi başına düşen gelir oranı artarak büyüyebilir. Kişi başına düşen gelir oranının yüksek olması, o ülkede yoksul nüfus yoktur demek değildir. Gelirin âdil dağıtılmaması durumunda nüfusun bir kısmı yine yoksul olacaktır. Bu durumda ülkede büyüme sağlanmış olurken, kalkınma yine sağlanamayacaktır. Tablo 2’de gösterilen dünyada kişi başına gelir seviyesi sıralaması 661$’dan 116.936$’a kadar uzanan ülkeler, gelir dağılımındaki eşitsizliği gözler önüne sermektedir.

Türkiye’nin 1990 yılından 2015 yılına kadar İnsani Gelişme Endeksi’nde meydana gelen %33.2’lik artış dikkate alındığında, bu gelişmenin nedeni dünyadaki teknolojik gelişme ve bilgiye ulaşımın kolaylaşmasıyla açıklanabilir. Türkiye’nin bu zaman içerisinde İGE değerleri artarken, gelir eşitsizliğini ölçen Gini değerleri de düşmüştür. Bu değerlendirme, ülkeler nezdinde yapıldığında düşük beşeri düzeydeki ülkeler haricinde tüm ülkelerde olumlu gelişmeler yaşanmıştır.

1973’te yaşanan Petrol Krizi’nden sonra Türkiye sosyo-politik bunalım süreci içine girmiştir. Ülkenin yaşadığı bu bunalımdan çıkması adına uygulanan 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye ekonomisi dışa kapalı ve devletçi yapıdan piyasa ekonomisine dönüşmeye başlamıştır (Parasız, 1998: 368). Türkiye ekonomisi yaşanan krizler sonucunda daha kırılgan hale gelmiş ve bunalımlardan en çok etkilenen gelir dağılımının üçüncü %20’lik dilimi olmuştur (Erçakar ve Güvenoğlu, 2018: 44).

Boratav’a göre Türkiye ekonomisi, “kemale ermiş bir burjuva demokrasisi olmak yerine popülizm ve askeri rejimler arasında yalpalamıştır”. Türkiye zaman içinde çeşitli ekonomi politikalarını deneyimlemiştir. Ancak, en ciddi değişiklik 1980 sonrası serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı dönemde yaşanmıştır. Türkiye 1990’ların ortasında AB ile Gümrük Birliğini gerçekleştirerek dışarıya açık hale gelmiştir. Ancak, bu liberalleşme gelişmiş ülkeler ile Türkiye arasındaki kalkınmışlık farkını azaltmamış, Batı ile arasındaki fark sabit kalmıştır (Boratav, 2006: 205-210).

İktisadi büyümeyi hedef alan geleneksel kalkınma anlayışından farklı olarak sürdürülebilir kalkınma; ekonomik, sosyal ve çevresel alanlarda sürdürülebilirliği sağlamaktır. Sürdürülebilir kalkınmanın sosyal boyutunda, iktisadi büyüme

neticesinde oluşan refahın gelir dağılımı yolu ile âdil paylaşılması oldukça önemlidir.

Şekil 1’den de görülebileceği gibi, negatif gelir dağılımı ve negatif büyüme durumu hiç istenmeyen, pozitif gelir dağılımı ve pozitif büyüme durumu çok istenen boyutu oluşturmaktadır (Aliyev ve Aslanlı, 2015: 54).

Şekil 1: Sosyal Kalkınma Esnekliği Haritası

Kaynak: Peter Rogers, Kazi F. Jalal and John A. Boyd (2007), “An Introduction to Sustainable Development” Cambridge, Massachusetts.

2.BÖLÜM

GELİR DAĞILIMI

Bir toplumun milli gelirinin artması kadar, artan gelirin dağılımı da oldukça önemli bir konudur. Zira bugün hiçbir ülkede gelir âdil dağıtılmamaktadır. Özellikle düşük gelirli ülkelerde az sayıda zengin kimsenin milli gelir pastasından aldıkları dilimin çok büyük olması, bunun tersine, çok sayıda kimsenin bu pastadan aldıkları dilimin az olması gelir dağılımı adaletsizliğinin bir sonucudur. Aşağıda gelir dağılımı kavramının tanımına geçmeden önce bilinmesi gereken gelir ve servet tanımları üzerinde durulacak, ardından gelir dağılımının önemine değinilecek ve gelir dağılımı türlerinin Türkiye ve dünya açısından bulunduğu durum ortaya konulacaktır. Gelir dağılımı eşitsizliğinin ölçüm yöntemleri anlatıldıktan sonra gelir dağılımı eşitsizliği açısından Türkiye’de ve dünyadaki durumun boyutları üzerinde durulacaktır.

2.1. GELİR VE SERVET

2.1.1. Gelir

Periyodik olarak herhangi bir ekonomik birimin, üretim ya da hizmet karşılığında elde ettiği parasal bir değerdir. Bir toplumun gelirsiz yaşaması mümkün değildir.

Gelir belli bir zaman aralığında kazanıldığı için akım değişkendir. Bir kişinin kazancının gelir adını alabilmesi için cari yıl üretiminin karşılığı olması gerekmektedir. Bu nedenle; emeklilik maaşları, bağışlar, yardımlar gibi ödemeler transfer ödemeleridir, gelir sayılmazlar (Özgüler, 2014: 25).

2.1.2. Servet

Servet, kişiden kişiye aktarılabilen, geçmişten günümüze kadar harcanmadan biriken gelirin oluşturduğu ekonomik değere sahip mallar toplamıdır. Gelir bir akım değişken iken, servet ise stok değişkendir. Kişiye veya devlete ait olabilir. Bunun yanı sıra kişi belli bir anda gelire sahip olamaz, fakat servete sahip olabilir. J.S.

Mill’in “zihni servet” olarak nitelendirdiği insana ait bilgi, beceri de servet sınıfına girmektedir (Bayramiç, 2006: 9). Bir kişinin gelirinden yaptığı tasarruf kendi

servetini arttırır. Dolayısıyla, ülkede yaşayan her bir kişinin tasarrufu devletin de servetini arttırmaktadır. Düşük gelirli ülkelerden ziyade yüksek gelire sahip ülkelerde servet edinebilme daha yüksektir. Servet düzeylerindeki eşitsizliklerin ekonomilere ve ülkelerin sosyal yapılarına dengesizlik getirdiği düşünülmektedir. Son 30 yılda özellikle Batılı ülkelerin birçoğunda servet eşitsizlikleri artmış, kişisel tasarruflar azalmıştır (Yıldırım, 2017: 214).

Gelir dağılımının âdil olmaması servet dağılımının da âdil olmamasına yol açmaktadır. Gelir âdil dağıtılmayınca servet, yüksek gelirli kişilerin elinde bulunmaktadır. Buna karşılık, düşük gelire sahip kişiler de tasarruf yapamayacağından servete sahip olamayacaklardır. Bu yönüyle gelir dağılımı ve servet birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.