• Sonuç bulunamadı

1.3. Feminizmin Temel Kavramları

1.3.3. Kadın-Erkek Eşitliği

Kadın-erkek eşitliği/eşitsizliği, üzerinde önemle durulan konuların başında gelmektedir. Fakat konunun ‘kadın sorunu’ şeklinde telaffuz edilmesi, kadını bir problem olarak algılayan anlayışın, çözüm üretme konusundaki yetersizliklerini ortaya koymaktadır. Cinsiyete dayalı toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılması her şeyden önce, bu anlayışın terk edilmesi ve konunun yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir.

Çünkü eşitsizlik sorunu aslında insan haklarına ilişkin bir sorundur. Her iki cinsin eşit haklara sahip olması, bir anlamda insan hakları ve demokrasinin işleyişi için zaruridir.

Bunun yanı sıra, vatandaşlık hak ve sorumluluklarının kullanılması açısından da toplumsal bütünün önemli bir kısmının, göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir (Yeşilorman, 2001:

270).

İnsan haklarının temel kaynaklarından olan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilan edilme nedenleri sıralanırken, uluslararası bir belgede ilk olarak kadın-erkek eşitliği şu şekilde yer almıştır (UDHR, 1948)

Birleşmiş Milletler halkları, temel insan haklarına, insanlık onuruna ve değerine, erkek ve kadınların eşit haklara sahip olduklarına olan inançlarını Birleşmiş Milletler Şartında teyit ederek, daha geniş özgürlükler düzeni içinde toplumsal ilerlemeye ve yüksek standartlara ulaşmaya karar verdiklerinden(…)

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 2. maddesinin birinci fıkrası, haklara sahip olmada cinsiyet de dâhil olmak üzere hiçbir ayrım güdülemeyeceğine ilişkin şu hükmü içermektedir;

Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir görüş, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayırım gözetilmeksizin, herkes bu bildiride yer alan bütün haklara ve özgürlüklere sahiptir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1966 yılında kabul edilip, 1976’da yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından da 2000 yılında imzalanan ikinci belge olan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin II. Bölümünde, sözleşmedeki hak ve özgürlüklerden yararlanma konusunda cinsiyet eşitliği yer almaktadır;

Buna göre 3. madde:

“Bu Sözleşmeye taraf devletler, bu sözleşmede öne sürülen tüm ekonomik, toplumsal ve kültürel haklardan erkeklerle kadınların eşit olarak yararlanma hakkını tanır.” hükmünü getirmiştir.

Almanya ve Fransa Anayasalarında, kadın erkek eşitliği ilkesinin doğrudan doğruya somut olarak anayasada açık bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Alman Anayasası’nın 3.

maddesine göre “Erkekler ve kadınlar aynı haklara sahiptirler”. Fransız Anayasası’nın başlangıcında ise “Yasa her alanda kadına erkekle eşit haklar sağlar” ifadesi ile ilkeye anayasal bir değer kazandırılmıştır.

Uluslararası alanda kadın sorunlarına yönelik olarak gerçekleştirilen çözüm arayışları, harekete geçmek konusunda devletler üzerinde, baskı unsuru oluşturmuş ve bunun sonucunda kadınların hemen her alanda erkeklerle eşit konumda olmalarını sağlayan yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ancak, kadın-erkek eşitliğinin yasal olarak sağlanmış olması kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Uygulamada toplumsal, siyasal, ekonomik pek çok alanda kadınlara yönelik ayrımcı uygulamalar devam etmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

2. TÜRKİYE’DE FEMİNİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ

2.1. Türkiye’de Feminizmin Tarihsel Gelişimi

1980 sonrası Türkiye’sinde siyasi anlamda çok ciddi bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu dönüşümlerden biri de 1980 öncesinde görülen, siyasal yapıyı kökten dönüştürmeyi öngören dönüştürücü projelerin yerini daha spesifik konularla uğraşan, bu konularla ilgili hak talebinde bulunan grupların yer alması konusunda görülmektedir. Dolayısıyla sistem üzerinden politika üretmekten çok, sosyal gruplar doğrudan doğruya kendilerini ilgilendiren noktalarda sistemden hak talebinde bulunmaya başlamışlardır. Dini, iktisadi, sosyolojik ve siyasi anlamda bu yönde boy gösteren çok sayıda spesifik grup ve bu yöndeki hak arayışlarına şahit olunmuştur. İslami gruplar, çevreci gruplar, kadın grupları, insan hakları yönünde arayışları olan gruplar, ekonomik gruplar veya alternatif yaşam peşinde olan gruplar bunların başını çeken gruplardandır (Çaha, 1999: 217-218). Bu bakımdan Türkiye’de feminist hareketler 1980’li yıllar sonrasında kuram ve pratik olarak gündeme gelmeye başlamıştır.

Başta Şirin Tekeli olmak üzere, 1980 sonrası yeni kuşaktan, kadın sosyal bilimciler Cumhuriyet rejimi ve kadın hakları meselesini sorgulamaya başlamışlardır. Türkiye’de 1980 sonrasında akademik alandaki feminist çalışmaların gelişmesine paralel olarak yeni açılımlar, çözümlemeler ve eleştirel yaklaşımlar gelişmiştir. Türk modernleşmesinin kadınlar yönünden çözümlemesi yapılmıştır. Bu alandaki kalıp görüşler aşılmış ve günümüze değin gelen “kadınlara hiç mücadele etmedikleri halde haklar verildi”

söyleminin arkasındaki simgesel\işlevsel nedenler mercek altına alınmıştır (Zihnioğlu, 2003: 18).

1980'li yıllar, hem teorik hem de pratik anlamda feminist hareketin büyük bir ivme kazandığı, kadın konusunun hem resmi hem de sivil yapılarda giderek daha fazla gündem

belirlemeye başladığı bir dönem olmuştur. Türkiye'de, yine bu dönemde sosyalist, liberal, radikal ve İslamcı feministlerden söz edilir olmuştur. 1990'lı yıllara gelindiğinde kadın hareketinin akademik gelişimine katkıda bulunacak önemli iki kuruluş olan Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi (Nisan, 1990) ve İstanbul Üniversitesi bünyesinde Kadın Araştırmaları Merkezi (Kasım, 1990) kurulmuştur. Aynı dönemde bir yandan da Mor Çatı gibi kadın sığınma evleri kurulmaya başlamıştır. Türkiye'de bugün bir çok üniversitenin bünyesinde, feminist akademik çalışmalar yürütmek amacıyla kurulmuş Kadın Araştırmaları Merkezleri bulunmaktadır (Şimşek, 2000: 12-15)

Sonuç olarak bakıldığında günümüz Türkiye’sine gelene kadar feminist teori oldukça yol kat etmiştir. Bu çalışmada da Türkiye’de feminizmin tarihsel gelişimi, Osmanlı dönemi, Cumhuriyet dönemi, 1980 sonrası dönem ve günümüz Türkiye’si olarak ayrı başlıklar halinde ele alınmıştır.