• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: KADIN KONULU YORUMLAR

3.2. Kadının Toplumsal Konumu

3.2.3. Kadının Şahitliği

Klasik ve modern dönem tefsirlerin kadınla ilgili bakış açısındaki farklılık, müdayene ayeti olarak bilinen Bakara Suresi 2/282. ayet kapsamındaki yorumlarda da karşımıza

154 Ateş, c. II, s. 221. 155 Ateş, c. II, s. 222-223. 156 Ateş, c. II, s. 223.

70

çıkmaktadır. Müdayene ayeti vadeli borçlanma halinde yapılması gerekenleri içermektedir. Oldukça uzun olan bu ayete yaptığı yorumda Râzî, ayet lafzındaki “…iki

erkek ya da bir erkek ve –biri unutursa diğeri ona hatırlatsın diye- iki kadın şahit…”

ifadesini kadının fıtraten unutkanlık özelliği olduğu şeklinde değerlendirmektedir: Râzî, bu ayete yaptığı yorumda unutkanlığı kadının özsel bir sıfatı olarak ifade etmekte ve buna kadının fiziksel durumuyla ilintili açıklamalar getirmektedir:

“Kadınların yapılarında burudet ve rutubetin çok olmasından ötürü unutma kadınların genel karakteri olmuştur. İki kadının birden unutması birinin unutmasından aklen daha uzak bir ihtimaldir. Biri unutursa diğeri ona hatırlatır ve bir erkek yerine geçerler …”157

Râzî’nin kadının psiko-fiziksel (burudet-rutubet) yapısına dikkat çekerek unutmayı onun varoluşunun bir parçası gibi gördüğü de dikkati çekmektedir.

Râzî’nin felsefeyle yakından ilgilendiği ve bu alanda eser verdiği bilinen bir husustur. Müfessirin bu yorumuna mesnet teşkil etmiş olabilecek bir veriye dönemin ahlâk felsefesi ile ilgilenen düşünürlerinde rastlamaktayız. Tabiat ve mizaç farklılıklarının antropolojik ve genetik kökenleri olduğu düşüncesi İslâm ahlâk felsefesinde önemli bir yeri olan İhvan-ı Safa Risaleleri’nde mevcuttur. Bu teoriye göre soğuk tabiatlılar tembel ve hantal, ıslak tabiatlılar ahmak ve istikrarsız olmaya meyyal olurlar.158

Râzî’nin, yaşadığı dönemin felsefî görüşlerinden haberdar olduğu ve bu yorumunun felsefecilerin görüşlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca Râzî, bu ayetin tefsirinde bazı dilbilgisel tahlillere yer vermekte ve farklı kıraatlerle ilgili savunduğu görüşü destekleyecek tarzda görüş bildirmektedir. Sufyan b. Uyeyne ve Ebu Amir’in bir kıraatle ilgili olarak öne sürdüğü görüşü reddetmektedir. Bu görüş, “kadınlardan biri şahadet edip diğeri de aynı şekilde şehadet ettiğinde bu iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşit olur” şeklindedir. Râzî, görüşün bütün müfessirlerin ittifakıyla batıl olduğunu ifade etmektedir. Çünkü kadınların sayısı ne olursa olsun içlerinde bir erkek bulunmazsa, onların şehadetleri caiz olmaz. Ayrıca bu ayetteki dalal kelimesi tezekkür kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır ve unutma anlamındadır.

157 Râzî, c.VII, s.95. 158

71

Râzî, ayette erkeğin kadından üstün olduğunu beyan etme kastı bulunduğunu ve hükümdeki adaletin ancak iki kadının bir erkek yerine geçmesiyle sağlanacağını da ifade etmektedir.159 Böylece erkeğin üstün olduğu düşüncesini bir kez daha vurgulamış olmaktadır. Râzî, bazı klasik tefsirlerde bu ayetin yorumunda zikredilen,160

kadının aklı ve dininin eksik olduğu ifadesini içeren hadisi bu ayetin tefsirinde söz konusu etmemektedir.

Râzî, Nur Suresinin li’anla ilgili olan 24/6. ayetinin yorumunda da kadının şahitliğinin hüküm belirleme noktasında hiçbir etkisinin olmadığını ifade etmektedir. Ayetteki “dört defa şehadet etmesi… o kadından bu azabı def’eder” ifadesini kadının li’anının sadece azabı savuşturmak için olduğu şeklinde izah etmektedir. Ayeti, li’anla ilgili her türlü hükmün ancak kocanın li’anına bağlı olduğu, kadının li’anı ve hakimin hükmüne ihtiyaç duyulmayacağı şeklinde yorumlamaktadır.161

Râzî’nin bu yorumlarında da kadınlar hakkında olumsuz bir tasavvura sahip olmasının etkisi olduğu açıktır. Aklı eksik, dini eksik, her zaman gözetim altında tutulması gereken, kendini savunamayan, buna rağmen büyük bir fendi olan kadın cinsi doğal olarak şahitlik konusunda yeterince güvenilebilir olmayacaktır.

Modern döneme geldiğimizde Ateş’in yorumlarında ise iki cins arasında şahitlik konusunda böyle keskin bir ayrım yapılmadığını görmekteyiz. Ateş, li’an konusunda kadının da erkeğin de dörder kere yemin etmesini şahitliklerinin eşit değerde olması şeklinde anlamaktadır. Ateş, kazif suçuyla ilgili Nur Suresi 24/4. ayetinin izahı hakkında kadının şahitliğinin erkeğinkine eşit olduğunu, sadece vadeli borçlarla ilgili olan

müdayene ayetinde iki kadının bir erkek şahide denk tutulduğunu ifade etmektedir.162

Râzî ve Ateş aynı ayetten tamamen birbirine zıt iki farklı anlam çıkarmaktadır. Klasik dönemde kadının şahitliği konusunda her iki görüşün de temelleri olduğunu burada belirtmek gerekmektedir.

Müdayene ayetinde de söze bir erkek yerine iki kadının şahitlik etmesinin kadının değeriyle alâkası olmadığını; İslâm’ın kadın ve erkeği eşitlediğini belirterek başlayan Ateş, buna şöyle açıklık getirmektedir: Konu kadını doğrudan ilgilendirmeyen, onun

159

Râzî, c. VII, s.95. 160

İbn Kesir, Ebu’l fida İsmail b. Ömer b. Kesir el Kureyşî, Tefsîru’l Kur’an-il Azîm, 1. Baskı Beyrut: Dâru’l Kutubi’l İlmiyye (thk. Muhammed Hüseyin Şemsuddîn), 1419, c.1, s.561

161 Râzî, c. XXIII, s.334. 162

72

günlük hayatında meşguliyetleri arasında olmayan bir şeyle ilgilidir. Yapı olarak erkeğe göre daha hassas olan kadın, farklı meşguliyetleri nedeniyle kendisini doğrudan ilgilendirmeyen işleri unutabilir. Aslen erkek işi olan bir konuda kadına görev yüklemek onun için ağır bir yük olacaktır. Ama bu konular dışında tek kadının şahitliği de geçerlidir. Bazı âlimlerin kadının şahitliğinin geçersiz olduğu konular belirlediğini ifade eden Ateş, İbn Kayyım Cevziyye’nin konuyu etraflıca araştırıp kadının her konuda şahitlik yapabileceği sonucuna vardığını belirtmektedir.163

Ateş’in bu konuda da İslâm’ın kadına pozitif ayrımcılık yaptığı yönünde görüş beyan ettiğini görmekteyiz. Kadını doğrudan ilgilendirmeyen vadeli borçlar konusunda, ona sorumluluk yüklememek adına kadının şahitliği erkekle eşit sayılmamakta; diğer konularda aynı değeri taşımaktadır. Kadının unutma ihtimalini birtakım sosyo-psikolojik nedenlere bağlayan Ateş, modern değerlerle örtüşen kadın-erkek eşitliği fikrini de İslâm’ın getirdiği bir anlayış olarak sunmaktadır.

Özetle Ateş öncelikle modern insanın algılanmakta zorlanacağı klasik dönem yorumlarını İslâm’ı savunmak adına yeniden gözden geçirmektedir. Sonra da çağdaş dünya ile yaşanan İslam arasındaki mesafeyi kapamak amacıyla söz konusu değerlendirmeleri hukuk zemininden ahlâk düzeyine çektiği gözlemlenmektedir.