• Sonuç bulunamadı

KızılbaĢlara Yönelik Osmanlı Politikaları

6. AraĢtırmada Kullanılan Kaynaklar

1.3 KızılbaĢlara Yönelik Osmanlı Politikaları

Osmanlı siyasal iktidarı bizzat gücü elinde bulunduran bir merkez olduğu için Osmanlı resmi düĢünce yapısının pratiğe yansıması sonucunda bu düĢünceyi benimsemeyen kesimlerde bir takım sorunlar çıkmıĢtır. Bunun sonucu olarak siyasal iktidar bunu kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak görüp bazen bu sorunları gidermek için baskı yöntemleri uygulamaya yönelmiĢtir. ĠĢte bu baskıyı doğuran en önemli resmi düĢünce kavramı arasında nizam-ı âlem prensibi önemli bir yer tutmaktadır. Nizam-ı âlemin kapsamı ise imparatorluk sınırları çerçevesinde değerlendirilmiĢtir. Devletin bekası ancak bu prensiple mümkün olmakta bu itibarla nizam-ı âlemin bozulduğu veya bozulmak üzere olduğu durumlarda hangi taraftan gelirse gelsin, hangi dine veya mezhebe mensup olursa olsun merkezi otoriteye rakip olacak, onu bozacak her türlü eğilimi ve faaliyeti Ģiddetle bastırmak ve onu ortadan kaldırmak en temel gaye olmuĢtur.115

ĠĢte kızılbaĢ Türkmen grupların yaptıkları her türlü faaliyette ve kızılbaĢ Türkmen ayaklanmalarında Râfızîlik, zındıklık116

ve mülhidlik117 vs. gibi ithamların

114 Sümer, Safevî Devletinin Kuruluşu, ss. 18-19.

115 Bkz., Ahmet YaĢar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler 15-17. Yüzyıllar, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2013, s. 97; Fahri Unan, İdeal Cemiyet İdeal Hükümdar İdeal Devlet, Ankara: Lotus Yayınevi, 2004, s. 50; Osman Turan, “Cihan Hakimiyetinin Ġlahî MenĢei”, Türk Cihan

Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, II, Ġstanbul 1969, ss. 88-106; Tahsin Görgün, “Osmanlı‟da Nizâm-ı

Âlem Fikri ve Kaynakları Üzerine Bazı Gözlemler”, İslâmî Araştırmalar, XIII/2, Ankara 2000, s. 187.

116 Zındık kavramı, esas olarak âlemin kadim olduğunu ileri süren, Allah‟ı veya Allah‟ın birliği ile ahireti inkâr ettiği halde inkâr etmiyormuĢ gibi görünen kiĢi veya grupları ifade eden bir terimdir. Aslı Pehlevîce “Zendîk” olan bu kavram ilk olarak M. 3. yüzyılın sonlarından itibaren Sasanîlerin Maniheistlerle mücadeleleri sırasında Maniheistlerle beraber Budist ve Brahmanist gibi değiĢik muhalif dini grupları ifade etmek için kullanılmıĢtır. Ġslâmiyetin doğu ülkelerine yayılması neticesinde Arapçaya geçen bu kelime, önceleri yine Maniheistleri ifade etmek için kullanılmıĢtır. Ardından âlemin kıdemini savunan gruplarla beraber nur ve zulmet inançlarını benimseyip Allah‟a ve ahiret gününe inanmayan kimseleri de içine alan bir anlam kazanmıĢtır. Osmanlı döneminde ise daha çok siyasî iktidara muhalif kızılbaĢ, kalenderî ve ıĢık olarak adlandırılan grupları ifade etmek için resmî bürokrat ve tarihçiler tarafından kullanılmıĢtır. GeniĢ bilgi için bkz., Cevad MeĢkûr, Mezhepler

Tarihi Sözlüğü, Çev. M. Mahfuz Söylemez vd., Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2011, ss. 575-577;

hatte‟l-ortaya atılmasının arka planında bu anlayıĢ bulunmaktadır. Bu ithamlar, Osmanlı siyasal iktidarının bir nevi kendini koruma aracı olarak değerlendirilebilir. Bu noktada Osmanlı‟nın katı tutumu her durumda kendini göstermektedir. Fatih Kanunnamesindeki kardeĢ katli meselesini de iĢte bu nizam-ı âlem çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu kanunname, devletin düzenini bozması durumunda hanedan üyelerinin bile gözden çıkarılması gibi bir kararlılığı ortaya koymaktadır.

Diğer taraftan Yavuz Sultan Selim‟in, Memluk Devleti‟ni ortadan kaldırması ile birlikte hem hilafet makamına varis olmaları hem de bundan sonra Osmanlı padiĢahlarının artık hadimu‟l-harameyni‟Ģ-Ģerifeyn ünvanıyla anılmaları, halife-sultan olarak daha fazla kutsallık kazanmalarına, buna paralel olarak büyük bir saygınlık kazandıran fakat daha fazla sorumluluk getiren bir konuma yükselmelerini beraberinde getirmiĢtir. Artık Ġslâm‟ın hamisi olan Osmanlı padiĢahı, Osmanlı resmi düĢüncesinin temsilcisinden ziyade Ġslâm dünyasında nizam-ı âlemin efendisi olmuĢtur. Bu itibarla kendisine yöneltilen her türlü tehdit Ġslâm dünyasına yöneltilmiĢ gibi algılanarak bu çerçevede değerlendirilmiĢtir.118

Ayrıca Osmanlı resmi düĢüncesinde yer alan tebaa olmak kavramı Müslümanlığı kabul edip kendi dinî, mezhebi, kültürel kimliğinden vazgeçmek değildir. Aksine bütün bu özelliklerini koruyarak devlete vergi vererek onun hâkimiyetini kabullenmek,

Karni‟l-Hicriyyi, Beyrut: el-Müessetu‟l-Camiiyye li‟d-Diraseti ve‟n-NeĢri ve‟t-Tevzîi, 1425/2004, ss.

43-88; Ahmet YaĢar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler 15-17. Yüzyıllar, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2013, ss. 6-15; Melhem Chokr, İslâm‟ın Hicrî İkinci Asrında Zındıklık ve

Zındıklar, Çev., AyĢe Meral, Ġstanbul: Anka Yayınları, 2002, ss. 25-40; Mustafa Öz, “Zındık”, DİA,

XLIV, ss. 390-391.

117 Gerçekten sapmak, emredileni yerine getirmemek, kuĢku duymak gibi anlamlara gelen İlhad kavramı kelâm terimi olarak “Allah‟ın varlığı veya birliğini, dinin temel hükümlerini inkâr etmek, bunlar hakkında kuĢku beslemek veya uyandırmak, dinî kuralları hafife almak” mânasında kullanılmaktadır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de de “Allah‟ın isimlerini tahrif ve tağyir ederek O‟nu inkâra kalkıĢmak, Kuran‟ın Allah tarafından gönderildiğine inanmamak ve onu baĢka birine nisbet etmek, haktan sapmak, âyetleri yalanlamak, sapıkça te‟vil ve tahrif etmek” gibi manalarda kullanılmakta, bu yolda olan kiĢiye ise Mülhid denmektedir. Ġslâm dünyasında zaman ve mekân içerisinde farklı anlamlar kazanan Mülhid kavramı, önceleri yalnız Maniheistleri nitelerken ZerdüĢtleri ve Mazdekîleri de içerisine alacak bir Ģekilde Müslümanlık adı altında asıl dinlerini muhafaza edenleri, her türlü sapkın inanca sahip olanları, Allah‟a inanmayanları kapsayan bir terime dönüĢmüĢtür. XVI. Yüzyılda ise Osmanlı siyasal iktidarı tarafından sık sık kullanılan bu kavram genelde Sünnîlik dıĢı mezhebleri ifade etmekle birlikte devlete ve toplum düzenine karĢı tehlikeli olduğuna inanılan her türlü fikrî ve dinî eğilimi niteleyen bir kavram haline gelmiĢtir. Ayrıntılı bilgi için bkz., Mustafa Sinanoğlu, Ġlhan Kutluer ve Kenan Gürsoy, “Ġlhad”, DİA, XXII, ss. 90-98; Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, ss. 7-16.

118 Halil Ġnalcık, “Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda Kültür ve TeĢkilat”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s. 981.

istenilen hizmeti eksiksiz yerine getirmek ve devlet gerekli gördüğünde müdahalesine boyun eğerek varlığını sürdürmek demektir. ĠĢte Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun uzun yıllar boyunca varlığını devam ettirebilmesinin arka planında bunlar yatmaktadır.119

Dolayısıyla tebaa olmanın gereklerini yerine getirmeyen her kim olursa olsun karĢılaĢacağı durumdan da sorumlu olmaktadır.

Osmanlı Devleti‟nin siyasal ve toplumsal geliĢmesine paralel olarak Ġslâm, siyasî bir yapıya bürünmüĢtür. Osmanlı Ġslâm‟ı dediğimiz bu Ġslâm, bir yandan devlet kavramına kutsallık bahĢederek onun meĢruiyetini güçlendirmeye çalıĢmıĢ diğer yandan da siyaset etme aracı olarak ikinci bir fonksiyonu icra etmiĢtir. Osmanlı Ġslâm‟ının ikili bir fonksiyon taĢır hale gelmesi özellikle Fatih Sultan Mehmed döneminde merkezileĢme sürecine bağlı olarak devletin Ġslâm anlayıĢının medrese eğitimine bağlı fıkıh ve kelam temelli kitabî Ġslâm‟a dönüĢmesiyle gerçekleĢmiĢtir. Bu süreçte Sahn-ı Seman medresesi baĢta olmak üzere medreseler Osmanlı resmi düĢüncesini Sünnî hüviyete bağlı ideolojik bir karaktere büründürmüĢtür. Bununla birlikte fetva kurumunun ve ilmiye sınıfının baĢı olan ġeyhülislâmlığın bütün kurumlarıyla birlikte Osmanlı siyasal iktidar sisteminin içine alınması merkezi yönetimin bir aracı olarak kullanılmasına ve bu kurumun devletin kontrolü altına girmesine sebep olmuĢtur. Bu durum Ġslâm‟ın devlete hakim bir konumdan ziyade devletin kontrolünde olduğu, ġeyhülislâm‟ın ise bir papa veya patrik gibi ruhanî bir otoriteden ziyade padiĢaha bağlı dinî bürokrasinin en üst kademesindeki bir memur olmaktan öteye gidemediğini göstermektedir.120

Halifelik makamı da bu durumu değiĢtirmekten ziyade iktidarın temsilcisi olan padiĢahın otoritesini daha da kutsallaĢtırarak daha üst bir konuma yükseltmiĢtir. ĠĢte bu yapılanma baĢta Osmanlı padiĢahı olmak üzere Osmanlı siyasal iktidarının ileride ortaya çıkacak birçok fiil ve hareketlerinin meĢrulaĢtırılmasını kolaylaĢtırmıĢtır. MerkezileĢme süreci ile birlikte Hanefilik tarafından temsil edilen Sünnî Ġslâm‟ın devletin resmi mezhebi haline gelmesiyle, 16. Yüzyılın baĢından itibaren Safevîler‟le olan mücadele farklı bir boyut kazanmıĢ ve Safevîlerin ġiî idelojisine karĢılık Sünnîliğin imparatorluk topraklarının her yerine yayılması için özellikle II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinin belli

119 Ocak, Zındıklar ve Mülhidler, s. 105. 120

Halil Ġnalcık, An Economic and Social History of the Ottoman Empire Volume One 1300-1600, London: Cambridge University Press, 1994, s. 172; ayrıca bkz., Ahmet YaĢar Ocak, “Din”, Osmanlı

zamanlarında baskıcı bir metot uygulanmıĢtır. Bunun örneklerini arĢiv belgelerinde çokça görmek mümkündür.

Emevilerden bu yana hiçbir Ġslâm devletinde Osmanlı Devleti kadar merkeziyetçi bir devlet yapısı görülmemiĢtir. Bu merkeziyetçi yapı Yıldırım Bayezid döneminde baĢlamıĢ Fatih Sultan Mehmed döneminde ise tam karakterini kazanmıĢtır. Bunun en iyi göstergelerinden birisi farklı din mensupları veya etnik unsurları bünyesinde barındırmasına rağmen hiçbir zaman onları sindirme politikası izlemeyiĢidir. Bu itibarla Osmanlı kendisini sadece Müslüman tebaanın temsilcisi olmaktan öte bütün dinî farklılıkların temsilcisi olarak görmüĢtür. Bu anlayıĢın sonucunda Osmanlı Devleti kendini Devlet-i Ġslâmiye değil Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Ģeklinde tanımlamıĢtır.121

Bu özelliği dolayısıyla devletin bekası her Ģeyden önce gelerek Osmanlı hanedanından da üstün tutulmuĢtur. Devletin bekasının üstün kılındığı gerektiğinde hanedan üyelerinin feda edildiği bu yapıda, devlete muhalif ayaklanan gruplara nasıl bir siyaset uygulanacağı aĢikârdır. Bu itibarla devlete her ne niyetle olursa olsun ayaklananlar en ağır Ģekilde cezalandırılmıĢ, hapse atılmıĢ ya da sürgün edilmiĢlerdir.

Bu itibarla Safevî Devleti Sünnî Osmanlı Devleti için en büyük siyasal rakip olarak görülmüĢtür. Silah gücüyle bu iĢi yapamayacağını anlayan Safevî Devleti, Osmanlı‟yı içerden zayıflatma yoluna giderek Anadolu‟da zaten problemleri olan yarı göçebe kızılbaĢ Türkmen kesimler arasında yoğun bir propaganda faaliyeti baĢlatmıĢtır. Ancak iki devlet arasında yapılan bu mücadele Sünnîlik-ġiîlik mücadelesi olmaktan ziyade iki devletin de Sünnîlik ve ġiîliği siyasal bir araç olarak kullandığını ortaya çıkarmaktadır. Bunun sonucunda ise Osmanlı siyasal iktidarı ġiî Safevî Devleti‟ni Ġslâm‟dan sapmıĢ, küfre girmiĢ Râfızî terimiyle nitelendirmiĢ bununla da kalmayıp daha da ileri giderek bu ülkeyi kâfir ilan ederek gayri müslim ülkelerle aynı konuma sokmuĢtur. Artık Osmanlı merkezi yönetimi bu yöntemle yalnız Anadolu‟da yaĢayan halka değil aynı zamanda Müslüman dünyaya da Râfızî veya Sünnî Ģeklinde bakarak dıĢ siyasetini belirlemiĢtir.

Osmanlı itikadî düĢünce sisteminde Ehl-i Sünnet düĢüncesinin hakim bir anlayıĢa sahip olmasıyla EĢarî ve Mâturîdî düĢünce sistemi Ehl-i Sünnet itikadının

temel iki inanç çizgisini oluĢturmuĢtur. Bu durum aynı zamanda Osmanlı alimlerinin makâlât ve fırak geleneğini kelam kitapları ve fırka risalalerinde yer aldığı ölçüde gerçekleĢmesine imkan tanımıĢtır. Bununla birlikte Mâturîdîliğin EĢ‟arîliğe göre geri planda kalması Osmanlı alimlerinden Teftâzânî‟nin EĢ‟arîlikle Mâturîdîliği uzlaĢtırma çabasından kaynaklanmıĢtır. Mâturîdî‟nin EĢ‟arîlikle uyuĢan görüĢlerini EĢ‟arîlikle birleĢtirmemiĢ, Mutezile‟ye uyan görüĢlerini de Mutezile diyerek görmezden gelmiĢtir.122

Bu anlayıĢın sonucu olarakRâfızîlik adı altında KızılbaĢlara karĢı yürütülen mücadelenin teorik temelini eskiden beri Osmanlı medreselerinde okutulan Nesefî‟nin Akaîd‟inin Ģerhi olan Sadeddin Teftâzânî‟nin (1395) ġerhu‟l-Akaîd isimli akaîd ve kelam kitabı oluĢturmuĢtur.123

Eserin aslı Mâturîdî söyleme sahip olmasına karĢın Ģerhi EĢarî usülle yazılmıĢtır. Sünnîlik dıĢı Ġslam Mezhepleri katı bir Ģekilde yargılanarak devleti Sünnî olmayan toplum üzerinde bir baskı aracı haline getirmiĢ ve Osmanlı Sünni bakıĢ açısının kızılbaĢlara bakıĢını oldukça olumsuz etkilemiĢtir.

Öte yandan ulema sınıfının Osmanlı Devleti‟nin resmi düĢüncesinin oluĢturulmasında, teĢkilatlanmasında, kültürel ve bilimsel faaliyetlerinde çok önemli katkıları olmuĢtur. Bu itibarla Osmanlı toplumunda önemli bir yere ve nüfuza ulaĢmıĢtır. Ġslâmî ilimleri en iyi anlayan, kavrayan ve Ģahsında uygulayan bu kiĢiler halk nazarında nüfuz ve itibar kazanırken beraberinde de onlara büyük bir sorumluluk yüklemiĢtir. Sahip oldukları bu imaj sayesinde devlet tarafından halk ile aralarında iletiĢimi sağlayan bir aracı konumuna yükselmiĢlerdir. Bu da ulemanın devlet nezdinde itibar kazanarak belli bir statüye yükselmesine sebep olmuĢtur. Bunun sonucunda Osmanlı siyasal iktidarı, ulemayı halk ile aralarındaki bu iletiĢim yüzünden halkı kontrol etme ve devlete saygınlığını artırma gayesi ile kullanmıĢtır. Daha da ileri giderek ulemayı, devletin menfaatlerini, siyasi çıkarlarını ve otoritesini sağlamlaĢtırıp meĢrulaĢtıran bir devlet memuru konumuna indirgemiĢtir. Nitekim ulemanın bu konuma

122 Sönmez Kutlu, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik: Tarihi Arka Plan, Hayatı, Eserleri, Fikirleri ve

Mâturîdîlik Mezhebi, Ankara: Avrasya Yayınları, 2003, s. 52; Mâturîdîlik ile ilgili ayrıca bkz., Ebu

Nasr Taceddin Ġbnü's-Sübki Abdülvehhab b. Ali b. Abdilkafi Sübki, Matüridi'nin Akide Risalesi ve

Şerhi, Çev., Saim Yeprem, Ġstanbul: Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2000,

ss. 10-80; Mâturîdî, Kitâbu‟t-Tevhid Tercümesi, Çev., Bekir Topaloğlu, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm AraĢtırmaları Merkezi, 2002, ss. 20-314; EĢ‟arîlik ile Mâturîdîlik arasındaki iliĢki için bkz., Mehmet Kalaycı, Tarihsel Süreçte Eşarilik-Maturidilik İlişkisi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2013, ss. 11-384.

123 Teftâzânî, Kelam İlmi ve İslâm Akâidi Şerhu‟l-Akâid, Haz., Süleyman Uludağ, Ġstanbul: Dergâh Yayınları, 1982, ss. 32-33.

inmesinin temelinde ise ulema mesleğinin eğitim süreleri içinde geçmiĢ oldukları yollar bulunmaktadır. Silk-i ilmiye denilen bu ulema mesleğinin yolu ve kapısı herkese açık olmakla beraber Osmanlı yönetim sisteminin bir parçası olan intisap sistemine yani bugünkü anlamıyla patronaj sistemine bağlıydı. Bu sistemle taĢradaki bir medreseden baĢkentte bulunan bir medreseye gelmek uzun bir tahsili gerektiriyordu. Birçok aĢamayı geçip icazetini alarak Ġstanbul‟a gelebilme imkânı elde edebilen Anadolu insanı, burada devlet kurumlarında nüfuzlu birinin himayesine girerek bürokraside kendine yeni bir görev edinebilirdi.124

ĠĢte bu sistem ulema adaylarının bürokratik hiyerarĢide geniĢ bir iliĢkiler ağı kurmaları ihtiyacını doğurmuĢtur. Bu sağlıksız rekabet bilimsel açıdan bir kalitesizliği getirmekle beraber devletin menfaatleri uğruna nasıl siyasî gayelerle fetvalar verildiğini de ortaya koymaktadır. Bununla birlikte ulema, devletin bir memuru gözükmekle birlikte hukukî, adlî, dinî ve eğitim-öğretim gibi birçok idari yapının da kontrolünü elinde bulundurarak sosyal statü itibariyle önemli bir konuma yükselmiĢlerdir. Aynı zamanda, sahip oldukları bu güçle ġiî Safevî propagandalarının oluĢturmuĢ olduğu Ehl-i Sünnet dıĢı tüm dinî ve mezhebî eğilimlere karĢı amansız bir mücadele baĢlatmıĢlardır. ĠĢte bu mücadelenin örneklerini dönemin âlimlerinin yazmıĢ olduğu eserlerde, fetvalarda ve arĢiv belgelerinde sıkça görmek mümkündür.125

1.3.1 Suçlamalar

XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı tarihi ve belgelerinde KızılbaĢlar hakkında dinî emir ve yasaklara uymamak, ibadetleri yerine getirmemek gibi klasik ithamların yanında Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman‟a sövmek, Hz. Muhammed‟in sünnetini hafife almak, râfızî kitaplar bulundurmak, halifelik yapmak, Safevî Devleti için yardım toplamak gibi yeni suçlamalar görülmeye baĢlanmıĢtır. Ancak bahsi geçen bu suçlamaların çoğunun bir iddiadan ibaret olduğu, hükümlerin sonunda yer alan eğer bu iddiaların doğruluğu var ise haklarından gelinmesi manasında kullanılan tabirden anlaĢılmaktadır.

973/1565 tarihli Bozok Beyi‟ne gönderilen bir hükümde Bozok kazasına bağlı Darende adlı bölgede Cuma adlı bir kiĢiye hırsızlık, zina ve kızılbaĢlık yaptığı

124 Unan, Kuruluşundan Günümüze Fatih Külliyesi, Ankara: TTK Basımevi, 2003, ss. 235-237. 125

KızılbaĢ/Alevîlere yönelik Osmanlı‟dan itibaren devam eden bu bakıĢ açısının günümüze dek ortaya koyduğu sonuçları açısından bkz., Hasan Onat, Türkiye'de Din Anlayışında Değişim Süreci, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2003, ss. 52-62.

ithamında bulunulmuĢ ancak hısımlarının bu iddialara karĢı çıkması üzerine durum araĢtırılmıĢ ve bu kiĢinin böyle olmadığı ortaya çıkmıĢtır.126

979/1571 tarihli ÇerkeĢ Beyi‟ne gönderilen bir hükümde ġah Hüseyin, Mehmed, Pirkulu, Hasan, Hüseyin, ġahkulu adlı bazı kızılbaĢ Türkmenlerin daha önceden yakalanmaları emredildiği halde henüz ele geçirilemedikleri bununla birlikte Müslümanların mallarına ve ırzlarına kastettikleri iddia edilmektedir.127

KızılbaĢ Türkmen çevrelerin inançları ile ilgili bazı iddialara da döneme ait kayıtlarda rastlanmaktadır. Niksar kadısına gönderilen bir hükümde Niksar kazasında yaĢayan Ali Kulu Abdal, Katurci Deli Ġbrahim ve Emin Koca adlı kiĢilerin tanrımız Ali‟dir, namaz ve oruç Yezid‟e gelmiştir, namazımız kılınmış orucumuz ise tutulmuştur, kabemiz Hz. Hüseyin‟in mezarıdır dedikleri iddia edilmektedir. Durumun doğruluğu ortaya çıkmıĢsa gereğinin yapılması istenmektedir.128

Diğer taraftan II. Bayezid

126 BOA, MD, 5-103, “Bozok beğine hüküm ki Bozok kadısı mektup gönderüp Bozok beği ile Akdağ kadısına emr-i Ģerif varid olup mefhum-i Ģerifinde ol ki kadılarsız mektup gönderüp kaza-i Bozok mehayifi teftiĢ olunduk da kaza-i mezbureden Darende Cuma nam ÇeribaĢı‟nda bazı kimesneler hukuk-i Ģer‟iye talep ettik de ibra ve iskat idüp mezbur Cuma töhmetler ve zina ve sirkat ve hırsız yatağı ve KızılbaĢlık isnad olunup ve hısımları dahi evsaf-ı mezbureden beridir deyu haber verdiğin bildirmeğin hasbine bais ne olmuĢdur arz idesiz deyu ferman olmağın ayan-ı vilayetten tefahhus olunduk da mehayif müfettiĢlerine hukuken nas sabit olan sipahileri haps idüp arz idesiz deyu emr olunmağın haps idüp vech-i meĢruh üzere zikr olunan töhmetlerden beridir deyu cemaat-ı kesire cevap virdüklerin arz idüp ve sabıkan Amasya kadısı Mevlana Muzaffer ve sabıkan kadısı Mevlana Mehmed mezbur Cumanın tımarı ahara verilmiĢtir ve bazı kimesnelerden edna behaya kavli alup ve bazının bir miktar akçesin virüp ve bazısın akçesin vermeyip zulm ittirmiĢ deyu sabit olup hukuken nas alınup haps olunmuĢtur deyu haber vermeğin buyurdum ki kazıyyesi müĢarun ileyh kadılar arz ettikleri gibi olup fesaddan hali olmamak ihtimali baki ise hapsten olunmaya ve illa yarar kefillere verüp itlak eyleyesiz…”.

127

BOA, MD, 12-880, "ÇerkeĢ beğine Budaközü ve Yüzdepare ve Hüseyinabad kadılarına hüküm ki ġah Hüseyin ve oğlu Mehmed ve Pirkulu ve Hasan ve Hüseyin ve ġahkulu ve ġahid‟ür-rahman ve Eryitti ve Veli ve ġah Ali ve Sevindik ve ġeyhi nam kimesneler KızılbaĢ ve ehl-i fesad olub birkaç defa ahvalleri görülüb südde-i saadete fesad ve Ģena‟atleri arz olunub haklarından gelinmesine ahkam virilmiĢken gerü ele gelmeyüb her daim müslümanları mal u menallerini garet edip ehl ü iyallerine tecavüzden hali olmadıkları südde-i saadetimde istima olunmağın buyurdum ki vardukda göresin mezburlar anun gibi fesad ve ilhad üzere oldukları sabit ve zahir olub vech-i meĢruh üzere arz olunub haklarından gelinmesine ahkam-ı Ģerife varid olub girü zabta kabil olmadıkları vaki ise mezburları buldurması lazım olanlara buldurub ele getürüb dahi ne makule fesadları sabit olmuĢdur ve ilhad üzere oldukları mukarrer midir ve ayan-ı vilayet haklarında ne dir mufassal ve meĢruh yazub arz eyleyesiz”.

128 BOA, MD, 69-115, "Niksar kadısına hüküm ki Niksar Kazası‟ndan bazı kimesneler südde-i saadetime gelüb nefs-i Niksar‟da Ali Kulu Abdal ve kaza-i mezbureden Katurcı Deli Ġbrahim ve Emin Koca nam kimesneler el-ıyazü bi‟llah bizim tanrımız Ali‟dir ve namaz ve oruç Yezid‟e gelmiĢdir ve namazımız kılınmıĢdır ve orucumuz tutulmuĢdur ve bizim kabemiz Ġmam Hüseyin‟in merkadidir deyu bu makule nameĢru kelimat edip bu itikadda olanlar katli müstehakdır deyu müfti-i zemandan fetvaları olduğun bildirdükleri ecilden ahvalleri Ģer‟le teftiĢ olunub arz olunmasın emr edip buyurdum ki vardukda ahvallerin bigaraz ve müsellem ve mütedeyyin kimesneler mahzarında teftiĢ edip göresin kazıyye ilam olunduğu üzere olub mezkurların ol vechile nameĢru kelimat eyledükleri Ģer‟le sabit olursa ve ellerinde Ģer‟i fetvaları var ise mucebince amel edip haklarında Ģer‟le lazım

dönemine ait Nur Ali Halife ayaklanmasında ġehzâde Murad‟ın Safevî Devleti tarafında yer almasının bir niĢanesi olarak ġah Ġsmail‟e secde edeceğinin iddia edilmesi129

Benzer Belgeler