• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: YAVAŞ KENTLERDE MARKALAŞMA SÜRECİ

2.1. Yavaş Kentin Tarihsel Süreci ve Organizasyon Yapısı

2.1.1. Küreselleşme ve Yavaş Hareketi

Yavaş hareketini açıklamadan önce bu hareketin oluşumuna zemin hazırlayan, küreselleşme kavramı üzerinde durulacaktır. Küreselleşme ve McDonaldlaşma’nın etkisiyle birbirine benzer değer ve kimliklere sahip toplumların ortaya çıkmasına tepki olarak yavaş hareketi doğmuştur.

Dünya toplumları sürekli bir değişimden geçmektedir. Tarihsel süreç içerisinde yaşanan bu değişim toplumların kendi iç yapısından kaynaklanacağı gibi; toplumlararası dinamiklerden etkilenmesi sonucunda da gerçekleşmektedir (Alptekin, 2012: 108). Toplumların birbirlerini etkilemeleri ve bu bağlamda kendi yapılarında değişikliğe gitmeleri, toplumların birbirlerine karşı olan bağlılığını arttırmaktadır. Steger (2013: 31)’e göre küresel karşılıklı bağımlılık ile ilgili deneyimlerin kazanılmasının her geçen gün daha da güçlendiğini, bu durumun insanların bireysel ve ortak kimliklerini değiştirdiğini ve dünyadaki eylemlerinin, tarzlarında da farklılığa yol açtığını söylemektedir.

Küreselleşmenin kültür üzerindeki etkisi, kültürün yayılma ve farklı toplumlar tarafından benimsenme derecesiyle ölçülebilir. Önceden bilginin dağıtılması ve hedeflenen kitle tarafından benimsenmesini sağlamak geleneksel medya aracılığı ile olmaktadır. İnternetin ortaya çıkması ile birlikte yeni medya, bilgi yaymayı kolaylaştırmış ve hızlandırmış olup bu durum toplumlararası kültürel etkileşimin ve değişimin yaşanma süreci üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Ritzer (2011: 262)’ye göre dijital kültürün küresel dolaşımı kolaylaşmış görünse de hala bütün toplumlarda

eşit derecede gerçekleşmemektedir. Özellikle Güney’de yaşayan insanların internet erişimine sahip olmamaları örnek olarak gösterilebilir.

Küreselleşme, dünyadaki insanları birbirine mi benzetiyor ya da farklılaştırıyor mu? Küreselleşme konuları arasında en çok tartışılan sorulardan biridir. Küreselleşme karşıtı düşünürler toplumların gittikçe birbirine benzediğini ileri sürmektedir. Bu görüşe netlik kazandırma adına, New York, Hollywood, Londra ve Milan’da bir batı imzası olan popüler bir kültürün ortaya çıktığını söylemektedirler. Bu yoruma örnek olarak da Amozon yerlilerinin Nike spor ayakkabı giymelerini, Güney Sahra sakinlerinin Texaco beyzbol şapkası satın almalarını vermektedir. Anglo- Amerikan değerlerinin ve kültürel öğelerinin bu şekilde yayılmasını ‘Dünyanın Amerikanlaşması’ olarak gören düşünürler, yaşam tarzlarının ve batı normlarının daha zayıf kültürleri bastırdığı ve etkisi altına aldığını ileri sürmektedir (Steger, 2013: 101).

Amerikan değerleri ilk önce içinde barındığı toplumları etkisi altına almıştır. Ritzer (2011: 451)’e göre McDonaldlaşma kavramının, fast food restoranı kurallarının, Amerikan toplumunun üzerinde egemen olmasının yanı sıra dünyanın geri kalanını da etkisi altına alan bir süreç olarak tanımlamaktadır.

İlk McDonald’s restoranı, 1940 yılında Dick ve Mac McDonald tarafından California San Bernandino’da faaliyete geçmiştir. Bugün 118’den fazla ülkede bulunan firma 32.000’den fazla restorana sahiptir. Her gün dünyada ortalama 58 milyon kişi McDonald’s’a gitmektedir. ABD’de nüfusunun ise %98’i yılda en az bir kere McDonald’s’tan hizmet almaktadır (www.mcdonalds.com.tr). Mcdonald’s’ın bu şekilde yaygınlaşması küreselleşme sürecini tamamladığına işaret etmektedir.

McDonaldlaşma kavramı kendi içinde beş boyut barındırmaktadır. Bunlar: verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik, teknolojik denetim ve rasyonelliğin irrasyonelliğidir. Verimlilik, Mcdonald’s çalışanlarının beklenen standardı yakalaması için verimli çalışmak zorunda olduklarını gösterir. Hesaplanabilirlik, çalışmanın nicelliğine vurgu yapar. Mcdonald’s’da ürünlerin niteliği benzer olduğu için çalışanların performansının hız üzerinden ölçülmesini ifade eder. Mcdonald’sta her şey önceden öngörülebilir. Ürünlerin isimleri, sipariş edilme şekli ve müşteriye sunuluş hızı standarttır. Mcdonaldlaştırılmış sistemlerde büyük bir denetim söz konusu olup bu durumun alt yapısı teknolojiye aittir. Çalışanlar üzerinde hâkimiyeti olan teknoloji zamanla

çalışanların yerini almaktadır. Rasyonelliğin irrasyonelliği ise fast food restoranının verimliliğine karşın çoğu kez kasalarda uzun kuruklar oluşması ya da çalışanların insansızlaşan çalışma şekline zorlandıklarını ifade etmektedir (Steger, 2013: 451-453). Mcdonaldlaştırma kavramı alışverişten, yemek kültürüne, spor, ekonomi, eğitim ve sosyal hayatı etkisi altına almıştır. Mcdonaldlaştırmanın bir ürünü olan alışveriş merkezleri hem gençler hem de yaşlılar için topluluk merkezi konumuna gelmiştir. Alışveriş merkezinde bulunan departmanlı mağazalar tüketimi arttırmıştır. McDonaldlaştırma kavramı yemek kültürünü de etkilemiştir. Toplumun hızlı yaşama ayak uydurma döngüsü içinde evde yemek yapmak zaman kaybı olarak görülmüş olup insanlar, bu ihtiyacını dışarıda yiyerek karşılama durumuna gelmiştir. MCdonaldlaştırma sistemi sıradan bir restoranda bile yemek yemenin çok zaman alacağını, fast food restoranında ise en hızlı ve kolay şekilde yemek yemenin mümkün olduğu düşüncesini insanlara empoze etmeyi amaçlamaktadır. Teknolojinin denetimi ve verimlilik ilkeri ekonomik hayatı ve iş yapış koşullarını da etkilemiştir. Örneğin; bankacılık sisteminde insansız çalışan ATM’ler buna örnek olarak gösterilebilir. Yine McDonaldlaştırma’nın etkisiyle fast food ürünleriyle sağlıksız beslenen bireyleri spora yönlendirmiş olup bu bağlamda da spor salonları fiziksel olarak değişimden geçmiştir. Artık insanlar bir yandan yürürken bir yandan da müzik dinleyebilmekte ya da kitap okuyabilmektedir (Ritzer, 2011).

McDonaldlaştırma’da kültür emperyalizmi etkileri bulunmaktadır. Fakat bütün toplumlararası kültürel etkileşim bu kadar baskın şekilde gerçekleşmemektedir. Ritzer (2012: 455)’e göre bu durumu kültürel melezleşme olarak açıklanmış olup kavramın özüne küreyerelleşme demiştir. Küreyerelleşmeyi ise küresel ve yerel olanın farklı coğrafyalarda karşılaşarak yeni kültürel ürünlere yol açması olarak tanımlamaktadır. 1986 yılında Roma’da Mc Donald Restoranı’nın açılmasına yönelik Carlo Petrini önderliğinde gelişen protestolar, ilk yavaş hareketinin başlangıcı kabul edilmektedir. Yavaş yemek hareketi ile doğal ve yerel olan yiyecekleri koruma amacı güdülmüş ve bunu bütün insanlara tanıtmayı amaçlamışlardır. Bu felsefe, dünyanın farklı bölgelerinde de benimsenmesiyle yavaş hareketine dönüşmüştür (Yurtseven vd, 2010: 3).

Yavaş hareketi, küreselleşmeyle birlikte değişen tüketim alışkanlıklarını yaşamın her safhasında sorgulayan ve kişinin doğal yaşam sürecinden çıkarak içine düştüğü hız arzusuna karşı mücadele eden bir akımdır. Hareket, seyahatten yemek kültürüne, ekonomiden kent yaşamına kadar hayatın her aşamasında doğallığı, yerelliği ve insan tabiatıyla uyum içerisindeki yavaşlığı desteklemektedir (Güven, 2011: 113). Yavaş hareketi küreselleşmeyi reddetmemektedir. Tam aksine, dünyadaki bütün insanların sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal mecralarda birbirleriyle iletişim ve etkileşime girmelerini kaçınılmaz görmektedir. Yavaş Hareketi, olumsuz kültürel değişime karşı çıkmaktadır (Yurtseven vd., 2010: 7-8).

Yavaş Hareketi kitabı yazarı Carl Honore hız ve yavaş kavramları arasındaki bağlantıyı şu şekilde açıklıyor:

“Hızlı” ve “Yavaş” terimleri bir değişim oranını belirtmekten öte bir anlama sahiptir. Bu terimler varoluşa veya hayata dair bir felsefenin kısaca yazılımı aslında. Hızlı kelimesi; meşgul, kontrol eden, saldırgan, aceleci, analitik, stresli, yüzeysel, sabırsız, aktif, miktarı kalitenin üzerinde gözeten anlamında kullanılıyor. Yavaş ise tam tersi; sakin, dikkatli, açık, sessiz, sezgisel, telaşlı olmayan, sabırlı, düşünceli ve kalitenin miktardan daha üstün tutulduğu durumları anlatıyor. İnsanlarla, kültürle, işle, yemekle her şeyle gerçek ve anlamlı bağlar kurmakla ilgili” (Honore, 2008: 15).

‘Yavaşlık’ adlı kitabın yazarı Mılan Kundera (2010: 10)’a göre ise teknolojinin hız üzerindeki etkisini göstererek şu şekildedir:

“Teknoloji devriminin insana armağan ettiği bir esrime biçimidir hız. Motosiklet sürücüsünün tersine, koşucu, kendi bedeninin varlığını her zaman duyumsar, ilaç ampullerini, soluk durumunu hiç aklından çıkarmamak zorundadır; gövdesinin ağırlığını ve yaşını hisseder koşarken, kendi kendinin ve yaşamının zamanının her zamankinden daha fazla bilincindedir. İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir: Artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlılığına, esrime hıza”

Günümüzde, bireylerin her konuda daha hızlı olmaya çalıştıkları, bir çeşit hız tutkununa dönüştükleri görülmektedir. Hız, çoğu zaman teknolojinin bireylere sağladığı devrim

niteliğinde bir imkân olarak görülmekte ve yüceltilmektedir. Fakat günümüzde bilgiye ulaşmak saniyelerle ölçülebilecek bir zaman diliminde, hem de önemli bir fiziksel güç sarf etmeksizin mümkün olabilmektedir. Ancak, haddinden fazla hızlanan yalnızca fiber optik ağlarla bireylere ulaşan bilgi değil tam olarak bireyin kendisi olmuştur (Güven, 2011: 113). Bilgisayarımıza bir programı kurarken, internet sitesine üye olurken, son aşamadaki “Bütün hüküm ve şartları okudum” kutucuğunu işaretlemedeki aceleciliğimiz gibi, gündelik hayatımızda bize sunulan bütün koşulları kabul ederek hayatımıza devam etmekte, hayatlarımızı bize sunulan hızlı yaşam kurallarına göre biçimlendirmekteyiz (Özmen vd., 2015: 41).

Modern toplumlardaki rekabetçi yapı ve ilerlemeci bakış açısının etkisiyle oluşturulan yeni talepler nedeniyle tatminsiz, stres seviyesi yüksek hız kavramı sorgulanmaktadır. Farklı kültürlerin gelenekleri derinlemesine incelendikten sonra ulaşılan sonuç birçok bilgenin de savunduğu ve Abraham Maslow gibi modern psikologların ‘zirve deneyimi’ olarak tanımladıkları ‘anı yaşama’ olgusunun önemi yeniden anlaşılmıştır (Alpat, 2013: 45). Farklı bir deyişle yavaş hareket, insanların yaşadıkları an içerisinde mutlu olmalarını sağlamaktadır (Honore, 2008: 16).

Yavaşlık, hızlı yaşam sonucu oluşan yoksulluk, stres, eşitsizlik, sürdürülemezlik gibi insanları olumsuz yönde etkileyecek bütün sorunlara karşı bir direnç noktası olarak ortaya çıkmıştır. Hızlı yaşam; kişilerin günlerini çalışma, alışveriş yapma ve televizyon izleyerek birbirine benzer günleri aceleyle yaşamasına neden olmaktadır. Yavaş yaşam ise kişilerin hayatın tadını çıkararak, geç kalma kaygısından uzak, zamanı verimli bir şekilde kullanmalarına olanak sağlamaktadır (Yurtseven vd, 2010: 13). Yavaşlık, kelime itibariyle çalışma temposunu düşürmeyi çağrıştırıyor olsa da tam aksine hızı dengede tutma ve hayatın doğal ritmini yakalayarak üretme anlamlarını karşıladığı söylenebilir.

Yavaş hareketindeki en önemli nokta “yavaş” sadece “hız” bağlamında yavaşlık anlamında değildir. Yavaş kavramı, yaşamın niteliğini arttırma ile ilgilidir. Çünkü bu hareket doğrultusunda kişilerin çevrelerine karşı farkındalık kazanarak yaşamlarını sürdürmesi amaçlanmaktadır (Acuner, 2015: 15). Bu farkındalığın kazanılmasında ihtiyaç duyulan maddeler Christopher Richards’ın hazırladığı yavaş hareketi manifestosunda şu şekilde sunulmuştur:

“Bizim hızlı olmamızı isteyenler var. Biz direneceğiz! Etrafınızdaki her şey hızlanırken yavaşlayabilirseniz, o zaman siz bizden birisiniz. Ne bayrak kaldıracağız ne de başarısız olacağız. Ofiste ve yollarda yavaşlayacağız. Çevremizdeki herkes hiperaktivite konusunda titiz davranırken, biz kendimize olan güvenle yavaşlayacağız. Maliyeti ne olursa olsun sakin durumumuzu savunacağız. Tarlalarda ve sokaklarda yavaşlayacağız, tepelerde yavaşlayacağız, asla teslim olmayacağız. Etrafınızdaki her şey hızlanırken yavaşlayabilirseniz, o zaman bizden birisiniz. Onlardan biri değil, bizden biri olduğun için gurur duy. Çünkü onlar hızlı ve biz yavaşız. Bir şey yapmaya değerse, yavaşça yapmaya da değer. Bazıları doğuştan yavaştır, bazıları ise buna mecbur bırakılır. Sabah çay bardağıyla yatakta yatmanın insanlık için en üstün durum olduğunu bilen birileri hala var”(www.1000manifestos.com).