• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM III: KÜRESEL FİNANSAL KRİZ VE CDS’LERİN MAKRO İKTİSADİ

3.1. Küresel Finansal Kriz ve CDS’lerin Etkisi

2001 yılında Amerikan ekonomisi küçük ölçekli bir resesyon yaşamıştır. Bunun nedeni, 2001 yılındaki teknoloji balonunun etkileri ve terör saldırıları gibi olaylardan kaynaklanmaktadır.

Amerikan Merkez Bankası (FED) resesyonun etkilerini azaltmak için gecelik faiz oranlarını %6,5’ten %1,75’ e kadar indirmiştir. Yeterince piyasayı hareketlendiremeyen FED 2003 yılında bu oranı %1’e kadar düşürmüştür.

61

FED ’in faizi bu seviyeye kadar düşürmesi çok agresif yatırım stratejileri ile ünlü Amerikan yatırım bankalarının iştahını kabartmıştır. Devlet tahvil ve bonolarının faizi düşük olmasından dolayı bankalar başka yatırımlara yönelmişlerdir. Bireylerin de ucuz para olarak tanımlanan düşük faizlerle kredi alımları artmıştır.

Bu dönemde yatırımcılar, güvenilir bir yatırım olan gayrimenkul almaya yönelmişlerdir. Konut fiyatlarının da sürekli yükseleceği beklentisi ile emlak satışları artmaya başlamıştır.

Mortgage kredisi taşınmaz malın ipotek alınması şartıyla verilen bir kredidir. Mortgage kredisinin bütün taksitlerinin ödemesi tamamlandığında, ipotek durumu ortadan kalkar. Mortgage kredisinin vadesi 1 ile 20 yıl arasında değişmektedir16.

Yatırım bankalarının yalnızca mortgage kredisi verdiğini ve kazançlarının sadece buradan geldiğini düşünmek büyük hata olmaktadır. Yatırım bankaları mortgage kredilerini menkulleştirip birleştirerek bunları İpoteğe Bağlı Menkul Kıymetler (Mortgage-Backed Securities - MBS) haline getirmektedirler. Böylece bankalar anlık, çok büyük hacimli işlem yapabilmektedirler.

Yatırımcılar konut almak istediklerinde, bankadan mortgage kredisi başvurusunda bulunabilmektedirler. Bankaya krediyi anlaşılan tarihte geri ödenmesi taahhüttü ile mortgage konut kredisini müşterisine sağlayabilmektedir. Banka mortgage’ı kendi portföyünde tutmayı tercih edebildiği gibi başka üçüncü bir partiye de satabilmektedir. Böylece gayrimenkul alıcısı temerrüde düşerse bankanın kaybı olmamaktadır.

Eğer banka mortgage’ı satarsa, başka krediler vermek için gerekli fonu sağlamaktadır. Bankanın krediyi büyük bir yatırım bankasına sattığını varsayarsak yatırım bankası bu konut kredisini diğer küçük bankalardan aldığı benzer kredilerle bir araya getirerek bunları MBS haline getirebilmektedir.

62

Yatırım Bankaları sonra bu MBS’leri satmakta ve aldıkları fon sayesinde yeni mortgagelar satın alabilmekte ve tekrar MBS’e çevirerek aynı işlemi devam ettirebilmektedirler17.

Burada küçük bankalar mortgage’ı devretmekle yarar sağlamış olmaktadır çünkü faizi yatırım bankasına devretmiş olmaktadır. Başka bir deyişle kredideki ödenmeme riskini (default) devretmektedir. Yatırım bankası da MBS’i yatırımcılara satmaktadır ve riski devretmektedir.

Küçük bankanın yüksek gelirli yatırımcılara kredi vermesi durumunda, riskin az olması nedeniyle kredi faizi de düşük olmaktadır. Banka eğer krediyi dar gelirli yatırımcılara verirse bankanın talep ettiği faiz, riskin artmasından dolayı daha yüksek olmaktadır.

Yüksek risk, yüksek kazanç anlamına gelebilmektedir. Bu yüzden yatırım bankaları, 2008 balonu sırasında, lobicilik faaliyetleri sayesinde dar gelirli hatta geliri olmayan insanlara dahi konut kredisi vermenin yolunu açmışlardır. Böylece yüksek riskten yüksek kazancı hedeflemişlerdir.

Bankaların eşik altı (subprime) mortgage kredisi vermelerinin önünü açmalarının başka bir nedeni ise mortgage piyasalarından yüksek kârlar sağlamaya başlayan yatırım bankaları ve diğer yatırımcılar risksiz ev alıcısı bulmakta zorlanmaya başlamışlardır. Yukarıda bahsettiğimiz lobicilik faaliyetleri sayesinde, daha riskli ev alıcılarının kredi alabilmesinin yolu açılmıştır.

Ayrıca bankalar yukarıdaki gösterdiğimiz MBS’i başka MBS’lerle, otomobil kredileri, tahvil veya diğer varlıklarla birleştirerek Teminatlı Borç Senedini (Collateralized

Debt Obligations-CDO) oluşturmuşlardır.

CDO’lar düşük riskli, orta riskli ve yüksek riskli dilimlere (trache) ayrılmakta ve buna göre derecelendirilmektedir. Krediler, ev sahipleri tarafından ödendiği zaman ilk önce düşük riskli dilim sonra orta riskli dilim ve en son yüksek riskli dilim ödenmektedir. Örneğin; emeklilik fonları düşük riskli dilimi almaktayken, hedge fonları ise yüksek kazanç getirdiği için yüksek riskli dilimleri tercih etmektedir.

17 Mortgage-Backed Securities (MBS). InvestingAnswers. 28 Aralık 2016

63

Buradaki yüksek riskli mortgagelar eşik altı mortgagelar (sub-prime mortgage) olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca Toksik asit olarak da adlandırılmaktadırlar. 2008 finansal balonun iyice genişlemesindeki en büyük etkenlerinden biri olan kredi temerrüt swapları sayesinde CDO gibi finansal enstrümanlar sigortalanmıştır. Bununla birlikte, sigortalanan CDO’lar koruma altına alındıklarından dolayı kredi derecelendirme kuruluşları tarafından yüksek puanla derecelenmektedir. Ancak yüksek notlu CDO’ların içinde riski az borçlar ile toksik asitler birlikte bulunmaktadır. Bu yüzden eşik altı kredilerin temerrüde düşmesi CDO’nun tamamı için risk teşkil etmektedir.

Şekil 17. Yıllar İçinde Değişen CDO Hacmi

.

Kaynak: Sifma. <sifma.org>

Yukarıdaki şekilde oluşturulan CDO’ların 2008 krizinden sonra nasıl hızla düştüğü görülmektedir.

Kredi derecelendirme kuruluşları kredilere AAA, BBB, D yani Junk (Çöp) gibi notlar vermektedirler. Buradaki AAA en yüksek derecedir ve riski yok denecek kadar azdır. BBB biraz daha riskli, CCC daha da risklidir. D çok risklidir ve yüksek ihtimalle kredi geri ödenmeyecektir.

Tablo 9. Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Notları Standard &

Poor's Fitch Moody's

64

AA+ AA+ Aa1

Yatırım Yapılabilir

AA AA Aa2

AA- AA- Aa3

A+ A+ A1 A A A2 A- A- A3 BBB+ BBB+ Baa1 BBB BBB Baa2 BBB- BBB- Baa3 BB+ BB+ Ba1 Riskli Yatırım BB BB Ba2 BB- BB- Ba3 B+ B+ B1 B B B2 B- B- B3 CCC+ CCC+ Caa CCC CCC Caa3 CC CC Ca D D D Başarısız Yatırım

Kaynak: İlhan, T.2015. Kredi Derecelendirme Kuruluşları Neden Önemlidir, 29 Aralık 2016 <https://grifikirler.com/derecelendirme-kuruluslari.html>

Yukarıdaki tabloda en büyük 3 kredi derecelendirme şirketinin not sistemi ve anlamları görülmektedir.

Finansal balonun oluşması sırasında genel kanı konut fiyatlarının sürekli artacağı yönünde olmuştur. FED’in 2001’de başlayan %1’e kadar düşen faiz indirimleri sayesinde ev talepleri çok artmıştı. Artan talep nedeniyle fiyatları sürekli yükseliyordu. Herhangi bir işi, geliri ve varlığı olmayan kişilere bile kredi verilmesi, başta konut olmak üzere pek çok varlık fiyatının hızlı bir şekilde yükselmesine neden olmuştur (Turhan, 2008).

65

2004 yılının ikinci çeyreği ile birlikte Amerikan Merkez Bankası, enflasyonist baskıları kontrol altına almak amacıyla faiz artırımlarına başlamıştır. Faiz artırımı ile birlikte konuttaki aşırı talep artışı ve konut fiyatlarındaki artış yerini durgunluğa bırakmıştır. Bu dönemde faiz oranlarındaki artış özellikle değişken faizli konut kredileri ile tüm konut kredilerinde ödeme güçlüklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Konut fiyatlarındaki düşme eğilimi de müşterilerin konutlarını satarak kredi borçlarını kapatma imkânını sınırlandırmış ve buna bağlı olarak bankalar tarafından verilen krediler geri dönüşlerinde sıkıntılar yaşanmıştır. Böylece, piyasalarda önce likidite darlığı olarak ortaya çıkan problemler, bir süre sonra finansal kurumların bilançolarındaki bozulma ile birlikte bu kuruluşları iflas tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir (Yılmaz, 2008).

Finansal balonun patlamasını hızlandıran diğer büyük nedenlerden biri American International Group (AIG) başta olmak üzere diğer sigorta şirketleridir. Çünkü AIG ve diğer şirketler kredileri kredi temerrüt swapları ile sigortalamışlar ve böylece bu işlemlerden dönemsel olarak prim almışlardır. Ancak bu şirketler emlak piyasasının çok sağlam olduğuna ve asla batmayacağına inandıklarından dolayı bilançolarındaki riski çok yüksek miktarda artırmışlardır.

Örneğin AIG kendisine verilen koruma primlerini işlerin ters gitmesi durumunda piyasayı kurtarmak için yeterince tutmamış, çoğunu kendi çalışanlarına kâr olarak dağıtmıştır. Ancak; 2007 yılında kendisini iyice hissettiren emlak piyasasındaki çalkantı sonucunda bankalar, hedge fonları ve emeklilik fonları gibi yatırımcılar kendilerini kurtarmak için önceden yaptıkları sigortaların bedelini talep etmişlerdir. AIG’nin bu talepleri karşılayacak varlığı olmaması finansal krizi iyice belirginleştirmiştir ve bünyesinde çok fazla toksik asit olmasından kaynaklı olarak piyasayı sistemik kriz ile tehdit etmiştir.

Finansal kurumların bilançolarındaki bozulma bir süre sonra ekonomik aktiviteleri de azaltmış, yatırımlarda, tüketim harcamalarında ve borç verme oranlarında düşüşler meydana gelmiştir (Öztürk ve Gövdere, 2010, s. 382-383). Özet olarak, finansal sektörde kredilerin ödenememesi ile başlayan kriz reel sektöre yansımış ve dünyadaki çoğu ülkenin durgunluk sürecine girmesine neden olmuştur.

3 Ekim 2008’de Amerikan Senatosu 700 milyar dolarlık bir kurtarma (bail-out) paketini onaylamıştır. Kurtarma paketi sayesinde bankaların hesabındaki toksik asitler satın alınmıştır. Yaşanan banka paniğinin daha da artmasını engellemek için, ahlaki tehlike (moral

66

hazard) riskine rağmen, bankalardan hiçbir şey talep edilmemiştir. Ama 5,5 milyondan fazla Amerikalı işini kaybetmiş, Türkiye dâhil birçok ülkenin ekonomisi küçülmüştür.

Benzer Belgeler