• Sonuç bulunamadı

Veli Kültü Mezar İlişkisi

2. ERBİL᾽DE ÖLÜM ADETLERİ VE MEZAR KÜLTÜRÜ

2.6. Veli Kültü Mezar İlişkisi

Türklerin İslamlık öncesi inanç sistemleri içindeki mezar kültü ile ilgili ilk haberlere Çin kaynaklarına rastlanır. Çin kaynaklarında, Hunların defin töreni hakkında verilen ilk bilgiler MÖ. 3. yüzyıla aittir. Bu bilgilere göre, Hunlar bir tabut içine

koydukları ölülerini, eğer ölen kişi asil ise “Kurgan” denilen anıt mezara, değilse baş ucuna “Balbal” denilen bir taş parçası diktikleri basit mezarlara gömerlerdi. Hun ölülerinin gömülmesi yılın belirli zamanlarında, özellikle ilkbahar ve sonbaharda yapılırdı. Kazılan kurganlardan anlaşılmaktadır ki, genellikle asiller mumyalanarak gömülüyorlardı (Şeyban, 2007, ss. 158-159).

6. yüzyılla beraber Göktürkler dönemine gelindiğinde, defin töreninde pek değişim olmadığı görülür. Türklerin İslamiyeti kabul etmelerine kadar Asya᾽nın çeşitli bölgelerinde uyguladıkları defin töreni, genel hatları ile şöyle idi: “Ölüyü bir çadıra kurarlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabasıları atlar, koyunlar keserler, bunları çadırın önüne koyarak çadırın etrafında at üzerinde yedi kere dolaşırlardı. Sonra

76

kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip ağlarlardı. Bu tören yedi defa daha tekrarlanır ve yılın belli bir gününde ölünün atı, kullandığı eşyaları ceset ile beraber yakılıp külü yine yılın belli bir gününde mezara konurdu. İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın ölenler ise ilkbaharda gömülürlerdi (İnan, 1995, s.177).

Türk gelenekleri içinde bıçak ile yüz çizme adeti mutlaka yaygın olmalı ki, bu gelenek sadece ölü gömme törenlerinde değil, insanları yolculuklarına uğurlama törenleri içinde de geçerliyidi (Can, 2000, ss. 361-374).

Türklerde 6.-8. yüzyıllarda yakarak küllerini gömme, ağaca asma doğrudan gömme gibi çeşitli gömme adetleri vardı. Aynı dönemlerde çeşitli gömme törenlerinin yapılmasını coğrafya ve komşu etnik unsurlarla izah etmek mümkün gibi görülürse de, tam açıklayıcı olamaz. Bu durumun aile ve boy geleneklerine yahut her boyun dini inançlarına dayanmış olabileceğini düşünmek daha akla yakın gibi görünmektedir (Şeyban, 2007, s. 159).

Budizm’i benimseyen Uygurlar’da, Hoço çevresindeki kalıntılardan anlaşıldığına göre “stupa” adı verilen kubbe ile örtülü mezar anıtları yapılıyordu. Böylece daha

sonraları Türk Sanatı’nda yaygın bir şekilde görülen kumbet mimarisinin ilk örnekleri Uygurlar’da ortaya çıkmaktadır (Tünçel, 1996, s. 16).

Erbil yöresinde ölümle ilgili gelenek ve göreneklerden, ölen kişinin mezarına “gül” ve “zeytin” ağacı dikilir. Ölen gencin anası mezarda bağırarak ağlar, ölenin mezarı, sık sık çeşitli vesilelerle ziyaret edilir. Kadın, kocasının mezarına “ayağı yalın” olarak gitmiştir; orada “üç gün üç gece” bile bekleyebilir (K.K: 5).

Eski Türklerde ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülür. Mezarın başında bir at kurban edilip eti

77

yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilir. “Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır”. Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. Bu gelenek Erbil᾽de de görülmektedir. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bayrak veya bez asılmaktadır (K.K: 76). Daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar (Roux, ss. 219-233).

Veli kültüne gelince, Arapça vela ya da veliye fiilinden gelen veli, sözlükte “dost, ahbap, arkadaş, yardımcı, komşu” gibi anlamlar taşır. Evliya kelimesi ise onun çoğuludur. Miladi 19. yüzyıldan sonra gelişmeye başlayan tasavvuf hareketi ile birlikte veli kavramı dagelişme kaydeder. Kulun Allah’a ulaşması için verilen mücadele ve kat edilen yolveli kavramının temelini oluşturur. Bu yolda başarıya erişen kişi “veli” yani Allahdostu diye nitelendirilir (Ocak, 1997, s. 5).

Tasavvuf terimlerinde “veli”, Kuran-ı Kerim’de bu kelimenin tekil ve çoğul şekliyle dost anlamında geçtiği ayetlere dayandırılmak suretiyle “Allah’ı seven, dost edinen ve onun tarafından dost edinilen” anlamında kullanılmıştır. Zamanla bu kavram genişleyerek, kendine mahsus bir tekamül seyri takip etmiştir. Bunun neticesinde, “benliğini Allah’ta yok etmek suretiyle birtakım üstün vasıflar kazanarak harikulade şeyler gösterebilen büyük bir insan” manasını almıştır (Ocak, 1992a, s. 1).

Araştırmacılar, zamanla veli inancı çevresinde bir kült oluştuğunu

savunmaktadır. Ahmet Yaşar Ocak “veli kültü” nü şu şekilde tanımlar: “Fevkalade kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup, Tanrı’ya yakın kabul edilen şahsiyetin herhangi bir konuda sağ veya ölü iken birine yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin

78

için ritual yollara başvurulmasıdır.”. Bu anlayış velinin takdis olmasıyla sonuçlanmaktadır (Ocak, 1992b, s. 273).

Velinin herhangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımının dokunacağına inanılması ve bunun için ritüel yollara başvurulmasına veli kültü denir. Bu kültler, o toplumun dini ve ahlaki değerlerini yansıtırlar. Yardımının dokunacağı kişi olarak adlandırılan veli ve bu velinin mezarı başında yapılan uygulamalar olarak adlandırılan veli kültünün kült konusu olup olmadığını anlamak için bazı noktalara dikkat edilir. Veli adına yapılmış bir mezar veya türbenin ya da kendisinden kalan, kaldığına inanılan bir kısım eşyaların bulunması, bu mezarda hastalıkların iyileşmesi ya da dileklerin

gerçekleşmesi gibi durumlarla karşılaşılması ve söz konusu veli ile ilgili onun adının geçtiği birtakım sözlerin var olması dikkat edilen özellikler arasında yer alır (Ocak, 1997, s. 9).

Bahsedilen bu mezar ya da türbeler genellikle normal mezarlıklarda

bulunmazlar. Bir tepenin başı ya da bir yolun kavşağı gibi bir yerde veya şehrin dikkat çekecek bir yerinde olabilir (Furat, 1986, s. 287).

Veliler ermiş, iyi yetişmiş, nefsini terbiye etmiş, Allah dostu, gönül eri, darda kalmışın, bunalmışın yardımcısı, hak dostu, olacakları önceden bilen ilim sahibi,

hastalara şifa dağıtan, yolda kalmışları koruyan keramet sahibi, Allah᾽a daha yakın olan kimse, vasıl olan, kâmil insan” ifadelerle bilinir (Sezgin, 1998, ss. 457- 468).

Erbil yöresinde halkın arasında eski zamandan beri uyguladıkları özel bir gelenek vardır. Ölülerinin kırkından sonra mezarını yeniden dağ taşıyla veya mermerle yaptırılır, yaptıkları mezar taşlarının üzerine ve yanlarına kazılı veya kazısız bir şekilde

79

Kur᾽an᾽ı Kerimden ayetleri yazılmaktadır. Ayrıca Arapça, Türkçe ve Farsça ile şiirler yazılır, ardından ölünün adı, doğum tarihini ve ölüm tarihi eklenir (K.K: 5).

Kaynak kişilerimizin verdikleri bilgilere göre, eskiden Erbil yöresinde mezar taşı haramdı, bu yüzden de kurulmazdı. Sadece mezarın her iki tarafına dağdan getirilen küçük iki taş koyarlardı. Günümüzdeki mezarlar ise değişik şekillerde yapılmaktadır ve çoğu mermer ve seramik ten oluşur. Eski mezarlara eğer taş konulsaydı, Kur᾽an’ı Kerim᾽den ayetler yazılırdı. Günümüzde ise şiirler yazılıyor ve bunlar Allah katında günah sayılıyor (K.K: 6, 53).

Erbil yöresinde eğer bir mezar evliya, seçkin, alim veya sufi şeyhlerine ait olan mezar ise üzerine tuğla veya özel dağ taşından oluşan levha parçası yerleştirilir, bu taşın üzerine şöyle bir ifade yazılır: “Bu mezar sufi alim veya şeyhin mezarıdır”. Ayrıca mezarın yan tarafı kazılarak Kur’anı Kerimden bazı suretler yazılmaktadır. Örneğin; İhlas, Kevser, Fatiha sureleri ve Ayetel Kürsi yazılır. Kur’an᾽ı Kerim ayetlerinden başka bazı şiir parçaları da yazılmaktadır (Şeyh Muhammed, 2011, s. 11).

Erbil᾽de yaşayan kadınların anlattığına göre, Kale ve Erbil içindeki türbe ve mezarlıkları halkın ziyaret etme amacı, genellikle hastalıklara şifa bulmadır. Mide ağrısı, baş dönmesi ve durmadan ağlayan çocukların şifa bulup hastalıklardan kurtulması için bu mezar veya türbelerm ziyaret edilmektedir (K.K: 7).

Kalede yaşayan insanlar, kalede bulunan bütün türbe ve mezarları kutsal ve deva merkezleri olarak düşünmektedirler. Bu sebeple bütün türbe ve mezarlıklar özellikle de veli, alim, aziz, salih, ve sufilerin türbeleri birer kült halini almıştır. Erbil halkının bütün türbe ve mezarlıklarına Veli, Şeyh, İmam ve Seyid isimlerini vermeleri de dikkat

80

çekmektedir. Erbil yöresinde veli, şeyh ve diğer din adamların türbeleri genellikle bir tepe üzerinde ya da yol üstünde bulunmaktadır (K.K: 26).

Birçok şeyh ve veli mezarının yer aldığı Erbil’de, özellikle türbeler önemli inanç ve ritüellerin merkezini oluşturmaktadır. Örneğin; Kale mahallesinde bulunan Şeyh İbrahim Geylani Türbesi, mide ağrısı ve baş dönmesi olan kişiler tarafından ziyaret edilmekte ve şifa bulmak için çeşitli niyazlarda bulunumaktadır (K.K: 36). Habib Nacar’ın makamı ise psikolojik hastalıklar için şifa merkezi olarak kabul edilmektedir. Bu mekânlarda farklı ritüeller mevcuttur. Örneğin; Cömert Kasap türbesinde çocukların bademcik ve kabakulak hastalıklarının iyileşeceğine inanılmakta bu sebeple de gelen ziyaretçiler bıçağı ısıtıp veya tencerenin dibinde olan siyahlığı alıp çocukların boğazını çizmektedir. Böylece çocukların iyileşeceğine inanılır (K.K: 87).

Erbil içinde önemli evliya mezarlarından biri Nabi Aziz türbesidir. Türbeye gelen ziyaretçiler, türbede nimet ve arzuya kavuşmak, hastalıktan da kurtulmak için dua etikten sonra, türbenin duvarına yapışık şekilde bulunan yeşil taşa sırtlarını dayıyorlar. Çünkü bu taşın bel ağırısı için şifalı olduğuna inanıyorlar (K.K: 88). Ayrıca bu türbede eskiden beri Erbilliler mevlidler okutup yemekler dağıtmaktadır. Özellikle Peygamber Efendimizin doğum gününde, miraç kandilinde, kadir gecelerinde ve arefe günlerinde bu uygulamalar yapılmaktadır (K.K: 19).

Erbil yöresinde her zaman kadınlar tarafından ziyaret edilen diğer bir türbe ise Siti İmamı türbesidir. Türbenin ziyaret amacı ateşli hastalıktan ve baş ağrısından

kurtulmaktır. Bazı Türkmen kadınları tarafından bu türbeye “Süt İmamı” denilmektedir. Çünkü onlar, göğüslerinde süt azaldığı zaman bu türbeyi ziyarete gidip sütleri çoğalsın

81

diye mezarın başında dua ederler. Ziyaret günlerinde ise mevlid okuyup orada bulunan kadınlara da tatlı ve çeşitli yerel yemekler dağıtılır (K.K: 89).

Erbil᾽in kült halini almış türbelerden biri de Baba Gurur türbesidir. Türbenin bu adla anılmasının sebebi, eskiden Erbilli kadınlar bu türbeyi çeşitli amaçlarla ziyaret ederlermiş. Ayrıca erkek çocuğu olmayan kadınlar, bu türbenin güney tarafına kadar yuvarlanarak aşağı doğru inerlermiş. Kadınlar bu işle gurur duymuşlar ve sonra türbeye bu isim verilmiş (K.K: 27). Kadınlar, Baba Gurgur türbesini ziyaret ettikleri zaman kendilerini büyük bir kumaş parçasının içine sarıp sonra da mezarın güneyine doğru kendilerini yuvarlarlarmış. Eskiden bu mezar yerden biraz yüksekmiş ve kadınlar da buradan yuvarlandıklarında erkek çocuk sahibi olacaklarına inanırlarmış (K.K: 90).

Erbil yöresinde bulunan diğer önemli bir türbe Muzefereddin Gökbörü türbesidir. İnsanlar üç çarşamba üst üste türbeye gidip arzularının yerine gelmesi için mevlid okutup dua ederler. Bazıları ise muradının yerine gelmesi için ilk çarşamba bir mevlid okutur ve eğer muradı yerine gelmezse ikinci mevlidi okutur (K.K: 31).

Ayrıca İmam Beşinci Ali᾽nin türbesi Erbil halkı tarafından en çok ziyaret edilen türbedir. Türbede eskiden beri ziyaret sırasında uygulanan bazı pratikler ve inanışlar vardır. Yürümeye geç kalmış çocuklar, dört hafta üst üste türbeye getirilir, yürümeleri için dua edilir. Ayrıca türbeye sınav zamanında birçok öğrenci gelmektedir. Onlar türbenin güney kısımında bulunan taşın üzerine küçük taşlar yapıştırırlar ve eğer taş yapışırsa sınavlarının iyi geçeceğine inanırlar (K.K: 29).

Aynı zamanda yürümeye geç kalan çocuklar, İmam Sakız türbesine de getirilir. Çocuklarıyla birlikte türbenin ziyaretine gelen anneler, ellerinde “Kürt Sakızı” olarak

82

adlandırılan sakızı getirirler. Bu sakızı türbenin taşına yapıştırırlar. Sakızın taşa yapışması, ziyaretçinin isteğinin yerine geleceği anlamına gelmektedir.

Erbil yöresinde, Yel İmamı türbesi de önemli kült merkezlerinden biridir. Bu türbe romatizma hastalığı veya kemik ağrısı olan kadınlar tarafından şifa bulmak için haftanın çarşamba günleri ziyaret edilir (K.K: 91).

2.7. Mezar Etrafında Oluşan Pratikler

Canlılarda yaşamsal fonksiyonların tamamen durması anlamına gelen ölüm, hayatın en önemli gerçeklerinden biri olup en eski dönemlerden bu yana insanoğlunu derinden etkilemiş ve onu bu konuda çeşitli düşüncelere sevk etmiştir. Ölüm olayı karşısında hissedilenler ve ölüm sonrasındaki bilinmezlik, bütün toplumlarda çeşitli inanma, adet, töre ve törenleri beraberinde getirmiştir (Muhammed, 2011, s. 35).

İlkel dönem insanları, ölümün tam olarak bir yok oluş anlamına gelmediğine; ölen kişinin yaşamını herhangi bir şekilde sürdürdüğüne, geride bıraktıklarıyla ilişkiler kurduğuna, hatta onların günlük yaşantılarını olumlu ya da olumsuz yönde

etkileyebildiğine inanmışlardır. Ölenin hem geri dönerek insanlara zarar verebileceği korkusu hem anılmaya, yiyeceğe, giyeceğe vb. şeylere ihtiyaç duyabileceği inancı, “ölü kültü” nün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ölen kişiye karşı duyulan bu iki yanlı duygu yani korku ve sevgi, ölüleri gömme şekillerini de etkilemiş, bazı yerlerde ceset, vakit geçirilmeden gömüldüğü ya da ıssız yerlere bırakıldığı gibi bazı yerlerde evin içine, avluya veya köy meydanına gömülmüş, mezarına yiyecek, içecek, giyecek vb. bırakılmıştır (Örnek, 1988, s. 93).

Ölümden sonra da hayatın devam ettiği inancı, ölen kişilerin yaşadıkları bir dünyanın olduğu inancını da beraberinde getirmiştir. Ölülerin eğleştikleri yerler olarak

83

ilk önce gömüldükleri yerler yani mezarlıklar düşünülmüş, böylelikle yeraltındaki ölüler dünyası tasarımı ortaya çıkmış, ruh inancının gelişmesiyle de zamanla ruhların

gökyüzünde eğleştikleri inancı oluşmuştur. Öte dünya, genellikle yeraltında, yeryüzünde ve gökyüzünde canlandırılmıştır. Denizlerin dibi, dağların tepesi, üzerinde yaşanılan toprağın sınırları, güneşin batmasıyla ilgili olarak batı yönü, ormanlar, mağaralar ve adalar ölülerin eğleştikleri yerler arasında kabul edilmiştir (Örnek, ss. 117- 118)

Türkler arasında da ölüm olayı, doğum ve onu takip eden evlilik gibi en önemli geçiş aşamalarından biri olarak kabul edilmiştir. Bu geçiş dönemlerinden sonuncusu olan ölüm, bir son gibi görünse de gerek eski Türk dinlerinde gerekse Türkler’in

mensubu bulundukları İslam dininde bir yok oluş olarak algılanmamış; ölümle her şeyin bitmediğine sadece bu dünyadan öbür dünyaya geçildiğine inanılmıştır (İnan, 1986, ss.176-177).

Erbil yöresindeki eski mezarların hakkında birçok inanışlar vardır, içlerinden çırağ mezarlığı şu anlama gelmektedir. Eski inanışlara göre melekler mezarlardaki seçkin ve eğitmen insanların ruhu için karanlık geceleri ışık getiriyorlardı. Mezar hakkındaki diğer bir söylentiye göre ise bir çok insan kendi gözleriyle bu mezarlıkta geceleri bir ışığın yayıldığını görmüşlerdir (Muhammed, 2011, s. 33).

Ayrıca Erbil yöresinde Şeyh, Seyid ve İmam adlarıyla bilinen evlya ve veli kültülerin türbeleri hakkında birçok inanışlar ve pratikler ortaya çıkmıştır. Zamanla bu pıratikler Erbil halkı tarafından yaygın bir şekilde gelecek nesilere aktarılmıştır.

Günümüzde de var olan evliyaların türbelerine birçok Erbilli kadınlar tarafından çeşitli nedenlerle ziyaret edilmektedir örneğin:

84

İmam Muhammed El-VastiTürbesi kadınlar tarafından çeşitli pratikler

yapılmaktadır. Bunlardan biri, çocuklarıyla birlikte türbenin ziyaretine gelenler ellerinde “Kürt Sakızı” olarak adlandırılan sakızı getirirler ve bu sakızı türbenin taşına

yapıştırırlar. Eğer sakız taşa yapışıyorsa, o ziyaretçinin dileği gerçekleşmiş anlamına gelmektedir. Siti İmamı Türbesi hakkında var olan inanışlar ise sütü az olan yada hiç olmayan kadınlar tarafından sütlerinin çoğalması için ziyaret edilmektedir. Bundan dolayı “Süt İmamı” olarak da bilinmektedir.

Baba Gurgur Türbesi hakkındaki inanışlar ise, kadınlar, kendilerini büyük bir kumaş parçasının içine sarıp sonra da mezarın başından aşağıya doğru kendilerini yuvarlayıp daha sonra tekrar yuvarlandıkları yere gelmektedirler. Bu pratiğe göre ziyaretçi kadınlar, eğer bu yükseklikten aşağı doğru yuvarlanıp tekrar geri gelirlerse muratlarının kabul olacağına ve erkek çocuğu olmayan kadınlar da erkek çocuğa kavuşacaklarına inanmaktadır. Türbede uygulanan diğer bir pratik ise türbenin başı ucundaki büyük dağ taşlarına, küçük taşları yapıştırılıp dua etmektir. Yel İmamı Türbesi ise Erbil halkı tarafından eskiden beri bel, sırt, baş, bacak ağırısı ve romatizma hastalığı için ya da çocuğu olmayan kadınlar çocuk dilemek için İmam᾽ın türbesini ziyaret edip huzurunda Allah᾽a yalvarıp dua ediyorlar. Son olarak Erbilli kadınlar tarafından

günümüze kadar devam eden ve uygulanan diğer bir pratik ise Nebi Azi Türbesine gelen ziyaretçiler özellikle bel ağrısı olanların ürbede bulunan taşa bellerini dayadıklarında ağrılarından kurtulduklarına inanmaktadırlar.

85

3. ERBİL᾽DE TÜRBE VE MEZARLIKLAR

Benzer Belgeler