• Sonuç bulunamadı

Kötülüğün Cisimleşmesi: Kadın Bedeni

2. BÖLÜM:

2.4. Kötülüğün Cisimleşmesi: Kadın Bedeni

Hıristiyanlıkta görüldüğü gibi, İslamiyette de, insan bedeni üzerinde özellikle de kadın bedeni üzerinde düzenleme ve baskı altına alma eğiliminin olduğu görülür. Hıristiyanlık bu eğilimi ise, kadın bedenini kötülüğün cisimleşmiş biçimi olarak, daha iyi bir niyetle de “iyiliğin kusurlu biçimi” olarak tasvir ederek ortaya koyar. İnsan bedeninin dinsel bir söylemin malzemesi olduğu nokta neresidir? Yasin Aktay, “İktidarın Nesnesi ve Kaynağı Olarak Beden ve Kimlik Politikaları” başlıklı yazısında, toplumsal eylem içerisinde bedenin bizzat maddi varlığının bir iktidar kaynağı, dolayısıyla toplumsal eylemin en temel koşulu olduğunu ortaya koyar. O’nun bu görüşleri Nietzsche’nin, bedenin kendinin, sürekli onu denetlemeyi hedefleyen ve siyasi ideolojilerin isteklerine karşı bir direniş içerisinde olduğunu söyleyen görüşlerinin bir açıklayıcısıdır. Nietzsche’nin “iktidar istenci”nin sanıldığı gibi olumsuz bir kategori olmayıp, aksine

73

bedenin en doğal varlığının ifadesi oluşunu Aktay, sözü edilen makalede şu şekilde açıklar:

“İktidar istenci içerisinde olmayan bir beden tasavvuru genellikle Nietzsche’nin dinlere, özellikle de Hıristiyanlığa yakıştırdığı bir tasavvurdur ve bunu çok sahte bulur Nietzsche. Çünkü hiçbir şekilde iktidar talep etmeyen, iktidarı önemsemeyen bir bedene ulaşma iddiasındaki bir din, bunu asla gerçekleştiremez. Ancak, bu görüntüyü sağlayabilmek için gerçekten çok çalışması gerekir ve aslında bütün bu çabalarıyla yine de başka bir şeyi kanıtlamış olur: O da daha büyük bir iktidara ulaşabilmek için iktidardan vazgeçmiş görünmekten başka bir şey değildir. Gerçekte, bütün münzeviliklerine, kendi bedensel çilelerine rağmen, Hıristiyan rahiplerin kazandıkları örgütsel iktidar biraz daha sapkın bir tarzda da olsa bir iktidardır ve Hıristiyanlık bu iktidarın peşindedir. Sapkın olması bedenin doğal taleplerine karşı olup onları fazla sıkboğaz etmesindendir.”74

Aktay’ın devam eden sözlerinde doğru olarak vurguladığı gibi, dinlerin, müminlerin bireysel bedenleri üzerinde kurdukları denetim sayesinde ete kemiğe bürünmeleri ya da bir başka ifadeyle dünyevileşmeleri olgusunun, insan bedenini dinsel söylemin başlıca malzemesi yapar. Burada beden sosyolojisinin bir konusu olan bedenin, iktidar çatışmalarının bir alanı olarak görülmesi ya da bir özdeşleşme ve farklılaşma pratiği olarak kimliğin, bedenin değişik hallere girip çıkması olduğu üzerinde durulmayacak. Üzerinde durulacak nokta şudur: Kadın bedeninin neden kötülüğün cisimleşmesi ya da ilk günahın taşıyıcısı olarak betimlendiğidir.

74

Yasin Aktay, “İktidarın Nesnesi ve Kaynağı Olarak Beden ve Kimlik Politikaları”, Sivil Toplum, sayı 2, İstanbul, 2003, s.18.

Fatmagül Berktay, “Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın” adlı yapıtında “yaşamı yaratan kimdir?” sorusunun ardından gelen ikinci temel dinsel sorunun bu dünyadaki acının ve ıstırabın kaynağını sorgulayan soru olduğunu ifade eder. Batı Hıristiyan geleneğinin bu soruya verdiği yanıtın, yani günahın kaynağı ve nedeninin saptanışının sonucu olarak kimin denetim altına alınması gerektiğinin de ortaya çıkmış olduğunu belirtir. Berktay, egemen ideolojinin cinsler üzerindeki etkisini ise şu şekilde açıklamaktadır:

“İnsan değerine ilişkin bir hiyerarşisinin yaratılması ve bunun eşitsiz toplumsal ve ekonomik ilişkileri meşrulaştırmak için ‘doğal’ sayılması tarihin her döneminde karşılaşılan bir durumdur ve ideolojinin temel işlevine işaret eder. Kadın ile erkek arasında kadınların üreme kapasitelerine dayandırılan ‘doğal’ farklılık söylemi, cinslerin doğasına ilişkin dikatominin çerçevesini oluşturur ve erkeğin üstünlüğü ille kadının ikincil konumu bu dikatomi aracılığıyla meşrulaştırılır.”75

Hıristiyan ten öğretisinin Berktay’ın sözünü ettiği “doğal” farklılık söylemini aşan bir niteliği olduğu vurgulanmıştır. İlk günahın kadına getirdiği ikincil statü üreme kapasitelerinin erkeğinki gibi olmadığını ortaya koymaya gerek bırakmayan meşrulaştırıcı bir açıklama olarak ortaya konmuştur. Şüphe yok ki Ortaçağ Avrupası’nda kadın imgesi “geleneksel cadı öğretisi” adı verilen öğretinin kadınlara yönelik toplumsal histeriyi canlı tutabilmesinin bir başka aracı haline gelmiştir.Haydar Akın, “Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı” adlı çalışmasında cadı kimliğinin kadın cinsiyle olan özdeşliğini şu şekilde açıklar:

“İlişkilerinin türü üzerine farklı tasarımlar olmakla birlikte, en çok kabul gören inanışta cadı, şeytanla ilişkiye giren, onun hizmetçisi olarak emirlerini yerine

75

getiren, sonuçta onun adına insanlara zarar veren bir fahişedir. (Teufelshure) Bu tasarıma göre, şeytan kandırılmaya yatkın, zayıf karakterli kadınlara insan kılığında yaklaşarak onlarla sevgili olur. ”76

Buna göre kadınların ahlaki zayıflıkları ve kolay baştan çıkarılabilir oluşlarının vurgulanışı cadı davalarının ana eksenini oluşturmuştur. Ancak burada önemli olan nokta, bir toplumun böyle bir “suçlu” arayışına neden ihtiyaç duyduğudur. Kadının bir “günah keçisi” haline getirilmesi; hangi toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulların sonucu olmuştur?

Akın, kadınların cadılıkla suçlanma nedenlerini sadece cinsiyet faktörüne indirgemenin, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla gelişen feminist hareketin içine düştüğü bir hata olduğunu belirtmektedir. Akın, tarihsel bir olgu olan cadı avının nedenlerinin araştırılmasının sürecin kendisini besleyen koşulların varlığı bir bütün olarak ortaya konulmadıkça anlaşılamayacağı konusundaki görüşlerinde haklıdır. Ancak kadınların cadılığa katılımı konusunun, feminist araştırmacılar tarafından çokça abartıldığını söyleyerek yerinde olmayan bir duyarlılık göstermektedir. Çünkü cinsiyet faktörü kadınların cadılıkla suçlanmalarının tek nedeni değilse bile, bir dizi neden arasında en önde gelenidir. Ayrıca Akın, cadılıkla suçlananlar üzerinde kurulan amansız baskının kaynağının sadece engizisyon mahkemelerinin uygulamaları, kilise ve dünyevi mahkemelerinin ceza kodeksiyle açıklamanın yeterli olamayacağını düşünür. Buna göre cadı avlarının yüzyıllar boyunca geniş bir coğrafyada halka açık alanlarda yakma ritüellerini gerçekleştirebilmelerinin nedeni, toplumun tüm kesimlerinin desteğini ya da çoğunluğun sessiz kalarak verdiği onayı alabilmesidir. Hıristiyanlığın ve feodal kültürün bir ürünü olarak ortaya çıkan cadı kimliğinin kadınlarla olan ilişkisi Richard Kieckhefer tarafından şu şekilde açıklanmıştır:

76

“Kültür genel olarak, kadınları hem idrak hem irade açısından zayıf yaratılışlı diye tanımlamıştır. Kurumlar kadınları karşılarına aldıklarında erkeklere oranla daha az dirençle karşılaşıyorlardı. (...) Genel kadın düşmanlığının yarattığı kalıplaşmış örnekler, kovuşturmaları teşvik edecek ve artan kovuşturmalarda daha fazla kalıplaşmış örneğin ortaya çıkmasına neden olacaktı.”77

Ortaçağ’da kadının cadı kimliğiyle özdeşleştirilmesinin nedenlerinden bir de, kadının gizliliğe meyilli oluşu gibi, Tanrıların ya da demonların yardımına şer amaçlı başvurmak anlamına gelen büyüye de eğilimli olarak görülmeleridir. Büyü kötü bir şeydir çünkü gizlidir, “toplumun içinden çıkan ama topluma karşı işleyen bir güçtür, bu nedenden dolayı da kökünden sökülüp atılmalıdır.”78

Tarımla uğraşan insanların normal durumunun serflik olduğu Ortaçağ feodal kültürü, yoksulluğun ilahi kökenli olduğunu belirterek ve ilk günahın ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu ifade ederek gerekli ideolojik açıklamayı sunmuştur. Ancak cadı kimliğiyle kadının bir günah keçisi ilan edilmesini gerektirecek toplumsal koşulları açıklamaya yetmeyen bir anlatım olmuştur bu. Açlığın ilk günahın bedeli olarak serflere özgü bir insanlık durumu olduğunu ifade eden bir açıklama, bir başka toplumsal olgu olan sınıfsal bir ayrım gözetmeden toplumun tüm kesimlerini tehdit eden veba salgını (1348’de) karşısında yetersiz kalır. Ayrıca doğal olayların toprağa olan olumsuz etkisi, topraktan alınan ürünün veriminin düşüklüğü, kaybedilen topraklar gibi pek çok toplumsal gerileme karşısında toprak sahibinin de zor durumda kalışı yeni bir “neden” arayışına neden olur. Jacques Le Goff, “Ortaçağ Batı Uygarlığı”nda değişen toplumsal yapı karşısındaki tavrı şu şekilde açıklar:

77

Richard Kieckhefer, “Ortaçağda Büyü”, çev.: Zarife Biliz, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 283.

78

“İlk günahın bir başka sonucu olan kölelik nasıl serf sınıfına özgü ise kıtlık da, istisnalar dışında, yoksul sınıfla sınırlıdır. Yoksulları kıran ve varsıllara dokunmayan bu felaketlerin toplumsal ayrımı Ortaçağ’da o denli doğaldır ki, ayrım gözetmeden bütün sınıfları öldüren bir bela, kara veba geldiğinde herkes şaşırır kalır.”79

Bu şaşkınlık zamanla yerini kadının “bela”nın sorumlusu olduğu yeni bir açıklamaya bırakır. Toplumsal değişim karşısında statülerini kaybetmek istemeyen kişilerin bir günah keçisi bulma konusunda işbirliği yaptıkları bu sayede toplumdaki krizden etkilenmemeye çalıştıkları bilinen bir tarihsel durumdur. Kadının tarihi boyunca itilmiş olduğu ve özellikle bedeni üzerinden açıklanan ikincil konumu bu açıklamalar için önemli bir araç olur. Hıristiyanlığın kadın karşıtı tutumunun cisimleştiği cadı imgesini Joel Kovel, “Tarih ve Tin”de şöyle ifade eder:

“Cadılara zulmedilmesi Hıristiyanlığın tin-varlığa açık bir dinden logosun ve modernliğin dini haline yavaş yavaş ve acılı bir süreçle dönüşmesinin bir parçasıdır. İsa’nın orijinal dininin erotik olmasa bile, erotikle uyumlu ve vecde dayalı bir din olduğunu ve rasyonel biçimde dinsel kurumlar oluşturulmasına izin verilmediğini de hatırlamalıyız. (...) Hıristiyanlığın cinsellik karşıtı ve kadın karşıtı tutumları temelde dinsel topluluğa dahil edilen güç ve tahakküm düzeyinin fonksiyonlarıdır.”80

Ayrıca Kovel, cadılıkla ilgili gelişmelerin ataerkil düzende kadının bastırılışının ve erkek egemenliğindeki Hıristiyanlığın, pagancılığın daha açık nitelikteki tinselliği üzerindeki yükselmesinin bir parçası olduğunu düşünür. Ancak, cadılık konusunda söylenebilecek en önemli şey, iktidarın

79

Jacques Le Goff, “Ortaçağ Batı Uygarlığı” , s.185.

80

bedenler üzerindeki denetiminin, cinsiyeti yanlış ve “kötü” bir biçim altında dondurduğudur.

Kadın bedeni, dinin sözettiği kötülüğün cisimleşmiş biçimi olarak gösterilir. Cadılık, bu dünyadaki kötülükleri açıklamaya yarayan, maddi temel üzerinde yükselen bir imgedir denilebilir. Cadı kimliğini temsil eden kadın imgesi, cisimleşmiş olması suretiyle, İsa’yı karnında taşıyan Meryem’in ruhani bedeni karşısında daha dünyevidir demek yanlış olmaz. Din ile ilgili olarak tek materyalist ve bilimsel yöntemin ne olduğunu ortaya koyan Marx’ın şu sözlerinden hareket ederek böyle bir yargıda bulunulabilir:

“Dinin imgesel yaratıklarının bu dünyadaki özlerini inceleyerek bulmak, aslında tersinden giderek yaşamın gerçek ilişkilerinden yola çıkarak, bu ilişkilerin kutsallaştırılmış şekillerini bulmaktan daha kolaydır. Bu sonuncu yöntem biricik materyalist ve dolayısıyla biricik bilimsel yöntemdir.”81

Foucault’nun da belirttiği gibi, beden sorununun gündeme geldiği her yerde ister istemez materyalist bir çizgi varlığını korur. Foucault’nun bu analizinin nedeni şu şekilde açıklanır: “Çünkü beden başlı başına maddi varlığıyla söz konusu olan bir şeydir.”82