• Sonuç bulunamadı

5. YÖNTEM:SÖZLÜ TARİH

5.3. Değerlendirme

5.3.1. Köçeklik Geleneğine Karşı Önyargılı Yaklaşım

Köçekler de günümüzün profesyonel erkek dansçılarıdır. Baletlerden farkları, bu işi kılık değiştirerek, kadınları taklit ederek yapmalarıdır. Tarihsel olarak erkek ortamlarında erkek seyircileri eğlendirme geleneğini sürdürmüşlerdir. Bu dansçılar, mesleklerinin niteliğinden ve katıldıkları eğlencelerle ilgili belli yaşanmışlıklardan dolayı eşcinsellikle ilişkilendirilirler; baletlerin karşılaştığı önyargılardan da nasiplerini alırlar.

Mesleği köçeklik olan kişiler, toplumsal olarak ciddi bir saygınlığa sahip değildirler. İşleri, geçici bir iş olarak görülür ve erkeklere pek yakıştırılmaz. Bu “yakıştırmama”, “uygun görmeme” durumu, toplumsal bilinçaltına da yansımıştır. Örneğin internetteki bir rüya tabiri sitesinde rüyada çeşitli şekillerde “köçek” görmek şu şekillerde yorumlanır1:

Köçek:

1Rüya Tabirleri Sözlüğü, 24 Aralık 2005,

[…] Rüyanızda köçek oynatarak eğlendiğinizi görmek, söz verdiğiniz halde yapmadığınız bazı vaatleriniz yüzünden işinizde de bazı aksamalar olacağına; bu halinizden ötürü dostlarınızın da yavaş yavaş sizi terk edeceklerine işarettir.

[…] Bir adamın köçek kıyafetine sokarak oynatıldığını görmek, onun kendisine verilen bir işi başaramayıp, herkesin kınanmasına sebep olduğuna işarettir.

Yukarıdaki cümleler, toplumsal olarak kabul görmemenin bir anlatımı olarak yorumlanabilir. Köçekler terk edilen, kınanan kişilerdir. Ayrıca yaptıkları işin utanç verici olduğunu düşünenler de vardır:

[…] Rüyasında köçek olduğunu görmek, halk tarafından ayıplanacak bir iş yaptığına delalet eder.

[…] Bir köçeğe renkli köçek elbiseleri giydirdiğini ve parmaklarına zil taktığını görmek, akrabaları tarafindan ayıplandığına ve mahalle halkının da kendisini üzülecek işler yaptığı için ayıpladıklarına işarettir.

Hepsinden önemlisi, aşağıdaki yorum köçeğin saygınlığını kaybetmesinin, kadınların toplumdaki ikincil konumuna itilmesinin bir işareti olarak yorumlanabilir:

[…] Bir eğlencede köçek oynatıldığını ve kendisinin de köçekle birlikte oynadığını görmek, evin içinde saygınlığının kalmadığına ve eşinin kendisinden yüz çevirdiğine delalet eder.

Bir başka yoruma göre de, rüyada köçek olup, milleti oynattığını gören kişi; korku, üzüntü ve sıkıntıya düşer. Dolayısıyla sadece köçek olmak değil, köçekle birlikte oynamak ya da düzenlediği eğlenceye köçek çağırmak da sorun yaratabilecek bir durum olabilir.

Köçeklere karşı önyargılı tutumun bir örneği de, köçekliği eşcinsellikle bir tutmak ve geleneğin yaşanma biçimini hastalık olarak nitelemektir. Coşkun Aral, TRT 1’de yayınlanan Haberci programının bir bölümünde, Karabük'ün Eflâni ilçesinin Ovaşeyhler köyündeki

köçekleri konu edinir. Haberci ekibinden araştırmaya katkı olarak aktarılan Selim Somçağ’ın bu bölümle ilgili yorumu şöyledir:1:

. . . 15. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı’nın Türkmenlikten uzaklaşarak İslâm’ın Bizans ve Pers ekininün etkisindeki katı yorumlarını benimsemesiyle şehirlerde kadının toplumsal hayat dışına itilmesi, ikinci sınıf insan konumuna indirgenmesi başladı. Kadını hareme hapseden, kadın ve erkeğin her zaman ve her yerde birbirinden ayrılması ilkesine dayanan yeni toplum modeli, daha önce bunu benimsemiş olan Eski Yunan ve Pers toplumlarında neye yol açtıysa Osmanlı’da da onu üretti: Erkek eşcinselliği patlama yaptı ve kurumsallaştı. Toplumdaki eşcinsel oranı, aşağı yukarı her toplumda % 5 civarında gözlenen kalıtsal erkek eşcinselliğinin çok çok üzerindeydi. 16. asırda İstanbul’a gelen Batılı gezginlere bakılırsa hemen her Türk erkeğinin bir oğlanı vardı. Bazıları gece yatarken bir yanına karısını, bir yanına oğlanını alıyordu. Savaş esirinin bol olduğu bu dönemde esir pazarlarından alınan bu zavallıların tercih şansı yoktu. Ancak giderek bütün topluma yayılan bu tutkuyu yalnızca esirlerle dindirmek mümkün olmadı. Zamanla “oğlan kaldırmak” eşkiya ve isyancı güruhunun standart bir eylemi haline geldi. 16. asır sonunda Anadolu’yu kasıp kavuran suhte (medrese öğrencisi) ayaklanmalarında, ardından gelen Celâli isyanlarında, asiler ele geçirdikleri kasabalarda “kasık mancası” olarak kadınlardan çok küçük çocuklara rağbet ederlerdi. 17. asır boyunca İstanbul’da sık sık ayaklanan, zorbalık yapan yeniçerilerin kurbanları da, kadınlardan çok küçük çocuklardı. Zaten yeniçeri kışlaları ve tekkeler bu işlerin yatağıydı. 19. yüzyıldaki taklitçi Batılılaşma da bu hastalık üzerinde fazla etkili olmadı. Tanzimat padişahı Abdülmecid ayyaşlığı ve oğlancılık merakı yüzünden verem olup öldü. Tanzimat’ın meşhur Âli Paşa’sının hiç yanından ayırmadığı, kendi gibi Âli adında kadrolu bir oğlanı vardı. Divan edebiyatının aşk terennümlerinin kaçta kaçının kadınlar için yazıldığı çok tartışmalıdır. Türk kadınını esaretten, Türk çocuğunu kasık mancası olma korkusundan Atatürk kurtardı.

İşte Coşkun Aral'ın desteklediği köçeklik bu bataklığın bir ürünüdür. Köçeklik erkeğin dans etmesi değildir. Anadolu’da erkeğin oyunu zeybektir, halaydır, bardır. Köçek kadın gibi etek giyer. Kadın gibi kalça kıvırmaya çalışır. Hareketleri ve kıyafetiyle

göbek atan bir kadın vücudunun erotizmini hatırlatmaya çalışır. Kadınsız bir toplumda içki sofralarının mezesidir. Dolayısıyla, hele kadınsız bir toplumda, oğlancılığa doğru ucu fazlasıyla açıktır. Bugün kırsal kesimde bu işi yapanların çoğunun böyle bir durumu olmasa da, bu Cumhuriyet’in getirdiği toplum yapısı sayesinde böyledir. Yoksa bu işin kanunu budur.

Köçekliği “oğlancılık”la bir tutan tek kişi Selim Somçağ değildir. Gençliğinde kısa bir dönem köçeklik yapmış olan ve sonrasında bağlamasıyla ve besteleriyle ünlenen Kırşehirli Abdal müzisyen Neşet Ertaş, kendi yaşamını anlatan bir kitapta köçeklik günlerinden bahseder. Kendisi de benzeri önyargılı bakışlardan rahatsız olmuş; yaşadığı bir olay üzerine bu işi bırakıp babası gibi bağlama ustası olmuştur. Kendisiyle söyleşi yapan ve kitabı yayımlayan Haşim Akman “Önsöz”de şöyle yazar:1

. . . Daha önce anlatılmış bir hayat hikâyesinin üzerinden bir kez daha geçmek ikimiz için de sıkıcıydı. Ben dışına çıkmaya çalıştıkça o durdurdu. “Girersek çıkamayacağımız” iki kritik noktada durmam için özellikle uyardı. Biri, 12 yaşında babasının yanında köçeklik yaparken bir anda zilleri çıkartıp oyunu bıraktığı an üzerineydi. Öteki Almanya yıllarına ilişkindi.

Çocukluk yıllarında babasının müzik ekibiyle birlikte ekmek peşinde koşturan Neşet Ertaş yazarın sorularına şöyle cevap verir2:

. . . -Gittiğiniz köylerdeki çocuklar size nasıl bakardı ya da tersi, siz onlara nasıl bakardınız?:

-... Babam saz çalardı. Yanında da zil vardı. Çalarken bazen ona eşlik ederdim. Oyun havaları çaldığı zaman da kalkar oynardım. Şiirin içinde o da geçer:

Zalım kader devranını dönderdi Tuttu bizi İbikli`ye gönderdi

1Haşim Akman, Gönül Dağında Bir Garip, Neşet Ertaş Kitabı. (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Haziran 2006) xi, xii.

Babam saz çalarken bana zil verdi Oynadım meydanda köçek dediler

Köyün çocukları bana köçek gözüyle bakardı.

- İncitir miydi bu bakışlar sizi?

- Elbette. Çocuktum ben ve çok utanırdım. Hep babamın yanında, onun dizinin dibindeydim ama yine de utanırdım.

. . . Babam önce zil verdi bana. Oyun havlarında zille eşlik etmeyi öğretti. Ritim duygum gelişti böyle. Zaten bizim Abdallarda öteden beri köçeklik vardır. Bir gelenektir. Çocuklar da müziğe böyle, zille başlar. Köylerde, düğünlerde, gezdikleri her yerde, büyüklerinin çalıp söylediği bozlakları, oyun havalarını, ne varsa hepsini, böyle dinleye dinleye öğrenip gelişir çocuklar. Gittiği yerde öyle boş oturamaz çocuk, ne yapacak? Zil tutacak, gerekirse oyun havasında kalkıp oynayacak. Bu, temeli oluşturur. Bu arada, kabiliyeti neye varsa, saz mı, keman mı, beynine ne oturursa, kabiliyetine göre çocuk onu öğrenirdi. Zaten 11-12 yaşında da ben zili bırakıp cümbüşü aldım elime.

- Babanız utandığınızı gördüğü halde sesini çıkarmaz mıydı?

- Bu ekmek davasıydı. Rahmetlik bilirdi ama çaresizdi ve ben çocuklardan utanırdım.

- Büyükler nasıl karşılardı?

- Büyükler seyrederdi. Çocukların oynaması görmedikleri bir şeydi. Eskiden erkekler ayıp saydıkları için oynamayı, bizimkiler icat etmiştir. Düğün olurdu, halay dışında hiçbir erkek kalkıp oynamazdı. Ne kendileri oynar, ne de çocuklarını oynatırlardı. Kadınlar da kendi aralarında, gizlice oynardı.

- Yani bu çocuktur, oynatılır mı gibisinden hiç acıyan, yadırgayan çıkmaz mıydı?

- Acıyacak bir durum yoktu ki. Babam saz çalar, onlar keyiflerine bakar, ben de kalkıp oynardım.

- Köçeklikten utanmanız ya da köçekliğiniz ne kadar sürdü?

- 12 yaşımda ben cümbüşe başlayana kadar.

- O zamana kadar hep utanarak mı oynadınız?

- Evet. Çünkü bizim memlekette gelenekti ama Yerköy’de, Kırıkkale’de gelenek değildi mesela. Bu utanmayla ilgili, bir söz yüzünden, derhal bıraktım. Babam da niye bırakıyorsun filan demedi.

- Bu söz neydi?

- Başka gözle görüyorlar gibi hissettim ben.

- Bu bir his mi, yoksa doğrudan size söylenmiş bir söz müydü?

- Sözdü. Babama demedim. Bırakıyorum, dedim. O da ağzını açıp tek laf etmedi bana.

- Zaten siz, “Hep babamın önünde oynadım ben” diyerek bunu vurguluyorsunuz. Başkasının önünde de oynamak mümkündü herhalde değil mi?

- Elbette mümkündü ama ben babamın önünde oynadım.

- 11-12 yaşına kadar ve etek giyerek köçeklik ettiniz.

- Etekcek giyerdik, evet.

- O halde, bir histen öte, sözlü sataşma da olmuştur.

- Tabii bir söz duydu kulağım. Beni, affedersiniz, şey olarak... Söylemeye dilim bile varmıyor, kadınla erkek arasında olan birilerinden biri olarak düşünülmüş gibi hissettim ben. Ondan sonra bıraktım.

- Evvela kadınla erkek arasındaki cinste gezen insanlar var mıydı ki böyle bir söz doğdu?

- O zamana kadar ben görmedim. Yoktu. Bizde köçeklik, asırlardır gelen bir gelenektir. Bu köçeklik düğünlerde olurdu böyle. Kendi aramızda da, kaşıkla oynanırdı. Çocuk, kaşık tutana kadar zille oynar, köçekliğini devam ettirmek isteyen olursa kaşık alırdı eline ve kaşıkla oynamaya devam ederdi.

. . . - Bir köçek oynarken ne hisseder?

- Sen dans ederken ne hissedersen onu hisseder. Fazladan hiçbir şey hissetmez. Hoşuna gider, orada güzel bir hava çalıyor ve içinden geldiği gibi oynuyorsun. Onun gibi. Batı müziğinde insanlar kendilerini sallandırıyor. Bizim türkülerimizde, oyun havalarımızda da daha çok ritim vardır. Oyun havalarının, oynamanın bir tadı vardır bizde. Bir köçek olarak da, bunu ekmeğini kazanmanın bir yolu, bir meslek olarak düşünüp oynar.

Neşet Ertaş’ın karşılaştığı önyargılı tutum, kendisinin bu işi bırakmasına neden olmuştur. Kendisinin de belirttiği gibi köçekler arasında “kadınla erkek arasındaki cinste gezen insanlar”a pek rastlanmaz ama bu “yüzyıllardır süren gelenek”i sürdürenler sanatsal yetenekleriyle değil, toplumsal cinsiyet rollerine uygunlukları üzerinden değerlendirilirler.

Benzer Belgeler