• Sonuç bulunamadı

Kuzey Amerika’nın 1980lere kadar kuramsal gerikalmışlığı ve Amerikan gücünün emperyal kenarları düşünüldüğünde, bu kıtanın en ünlü kuramcılarından Marksist edebiyat ve kültür eleştirmeni Frederic Jameson’ın kuramsal/siyasi müdahaleleri sadece kendi içinde bile ilginç olabilirdi. Biz bu bölümde edebiyatı ve kültürü Marksist kuramcılar arasında fazlasıyla ciddiye alan nadir isimlerden biri olan Jameson üzerinden sosyolojik edebiyat araştırmaları için Marksist bir yorumsamanın imkanlarını değerlendireceğiz. Ancak konuya geçmeden önce, Rus Formalizminden Frankfurt Okuluna, Marx’tan Lukasc’a, Dilthey’den Baudrillard’a farklı ve çoğun çatışmalı kuramsal alanlar arasında adeta bir tercüme makinesi gibi çalışan bu kuramcının kendine özgü tarzı hakkında birkaç kelime not düşülmelidir. Terry Eagleton’a göre,

‘Edebiyat eleştirisi eğer bir gün tarihin yargı makamında haklılaştırılacaksa, faşizmin veya nükleer holokostun defedilmesinde küçük bir payının olduğunu iddia edebileceksek- Jameson, kendisinin bizim kekeleyerek anacağımız maalesef nadir isimlerden biri olacağını bilmenin zulmedici hazzına sahip olabilir. Bu arada yine de, yapısal ihtimam ve tarihsel kehanetin bu ağır yükü bunalttığı düşünüldüğünde, kendisine bir pay, tam olarak tarzı ayrılmalıdır. Tarz Jameson’da kendisinin en gayretkeş analitik alışkanlıklarından bile kaçan, inatla işlemeye çalıştığı diyalektik biçimlerin içinden kaçıveren aşırılığı veya kişisel hazzıdır. Bloch veya Marcuse değerlendirmelerinden ziyade tam da onun eserlerinin ütopyan boyutudur, her adımda analizlerine eklenen bir gölge alan, ütopya veya arzunun kendisi gibi kesin şekillenmeyi reddeden ve sadece retorik versosu veya büyük anlatı konularının tüketilemez içerimlerinin vızıltısı gibi insanın zihninde yankılanan, her yanı kaplayan profilden bir jesttir (Eagleton, 1982; 15).

Çokuluslu Sermaye Çağında Üçüncü Dünya Metinleri makalesiyle yaşadığımız coğrafyada da ulusal edebiyat ve edebiyat eleştirisi hakkında bazı tartışmalar başlatmış ve normalleşen naif biçimci edebiyat eleştirisi içerisinde unutulan belli sorunsalları gündemimize taşıyan Jameson’ın entelektüel üretimini değerlendirmek genel olarak ülkemizdeki entelektüel düşünce ve bizim özelimizde sosyolojik edebiyat çalışmaları

için kanaatimizce anlamlıdır. Jameson’ın çalışmalarının, sosyal bilim araştırmaları için eleştirel içerimlerini yakalamak açısından Raymond Williams’ın ‘epokal inceleme’ olarak tanımladığı çabaya karşılık geldiğininin belirtilmesi gerekir (Williams, 1977; Ortner, 2005). Ortner’ın Subjectivity and cultural critique makalesinde vurguladığı gibi Richard Sennett ve Fredric Jameson gibi toplumsal eleştirmenler, kültürel süreçlerin belirli, baskın özellikleriyle (feodal kültür veya burjuva kültürü gibi) kültürel dizgeler olarak belirlenen formasyonlar üzerinden epokal eleştirinin örneklerini verirler. Ortner’ın makalesinin Jameson’ın postmodernizmle ilgili meşhur makalesini tartıştıktan sonra belirttiği gibi,

Postmodern bilinçle ilgili konumlarıyla katılırsınız veya katılmazsınız, Jameson ve Sennett bize günümüz dünyasının eleştirel okumasının kendisini sadece yeni siyasi, iktisadi ve toplumsal oluşumların değil, üretmeye yöneldiği öznellik biçimleri ile yeni kültürünün anlaşılmasını içermesi gerektiğini gösterir (Ortner, 2005: 46).

Fredric Jameson, Kıta Avrupası’nın kuramsal birikimini Kuzey Amerika’nın kültürel deneyimiyle birleştiren nadir kuramcılardan biridir. Çıraklığını Fransız varoluşçuluğunun total entelektüeli Sartre’da ve Alman kültür havzasının Hegelci ve eleştirel kuramında geçirdiği düşünülürse, Jameson’ın kendisini Weber’in çalışmalarındaki anlatısal mantığı serimlediği makalesindeki tanımıyla ‘kaybolan aracı’ olarak görmek yerindedir. Eleştirmenlerinin işaret ettiği üzere (Anderson, 2002), Jameson adeta bir ‘tercüme makinesi’ bu farklı ve ayrıksı düşünce gelenekleri arasında sürekli yolculuklarla Kuzey Amerika’nın tarihsizleştirici günlük deneyimini, çoğu zaman zor kavramlar ve sorunsallar bağlamında kendine özgü diyalektik üslubuyla anlamaya çalışmıştır. Đkinci Dünya Şavası sonrasını tanımlayanın Amerikan hegemonyası olduğu ancak kuram düzleminde Amerikan varlığının sınırlılığı hatırlanırsa bu manidardır. Jameson’ı ilk elde coğrafi olarak konumladıksa da, Jameson’ın başat görünürlüğü bu bağlamda sivri marksizmidir. Jameson Althusser’in yapısal nedensellik sorunsalından E.P. Thompson’ın deneyim odaklı karşı-Althusserci sınıf kavramına, Walter Benajmin’in tarih meleğinden Mandel’in siyasi-iktisat merkezli geç kapitalizm tezine, Ernst Bloch’un mesihçi ütopik düşüncesinden Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramına bütün Batılı Marksist gelenekleri ve iddialarını kimi

zaman seçmeci elemelerle kimi zaman zorlamalı uzlaştırmalarla özgün bir Marksist hermenötik kurmak için seferber etmiştir. Yazı tarzı zor ve ilgi alanı geniş olan bu kuramcının tezimizin bağlamındaki önemini edebi metinlerin yorumlanmasında geliştirdiği orijinal yorumsal çerçevede görebiliriz. Biz Jameson’ın geç-kapitalizmin kültürel mantığı olarak anladığı postmodernlik kavramsallaştırmasına genel olarak değindikten sonra, tarihselcilik sorunu bağlamındaki değerlendirmelerini, tarihselciliği deneyim ve yapıyı dışarıda bırakmadan aşmamızı sağlayacak Marksist yorumsama çerçevesi ile edebiyatın sosyolojik çalışılması bağlamında bize bazı yol işaretleri sağlayabileceğini düşünüyoruz.

Bu nedenle Jameson’ın kuramsal çabasını son on yıllarda yükselişteki yapısalcılık-sonrası kuramlara açık olmasıyla birlikte Marksist yorumsamanın önceliğini korumak yönünde değerlendirmek gerekir (Homer, 2000). Manifestosu olarak görebileceğimiz Political Unconscious’ın açılış bölümü ‘On Interpretation’da Hegelci-Marksist konumunu savunurken yapısalcılık-sonrası kuramın sınırlılıklarını eleştirir ve Marksist yorumsamanın güncellenmesini gündeme getirir. Marksizm ve Biçim veya Dil Hapishanesi’ndeki tutumunu sürdürürken stratejisi dışlama ve reddetme değil, kapsama ve içermedir (Homer, 2000). Jameson’a göre, 1960 sonrasındaki kuramsal canlanışın verimleri ancak Marksist yorumsama çerçevesinde karşılığını bulabilecektir. Political Unconscious bu anlamda Marksizmin global ve bütünleştirici bakışaçısının önceliğinin en keskin anlamda savunulduğu metnidir: Bütün okuma ve yorumlamanın mutlak ufku olarak Marksizm (Jameson, 1982).

Biz bu tez bağlamında edebiyat sosyolojisinin çıkardığımız soykütüğündeki sorunları ve sınırlılıkları tarihselcilik, milliyetçilik ve romantisizm olarak belirlemiştik. Sonrasında bu sorunsallara edebiyat sosyolojisi içinden çözümler üretmenin sınırlılıklarına işaret ettiğimiz postpozitivizm anlamında postmodern kuramsal şartlarda sosyolojik edebiyat çalışmalarının meşruiyetini yapılan eleştirileri karşılayabilecek yeni araştırma programlarına ihtiyacı dillendirmiştik. Bu nedenle, bu bölümde Jameson’ın öncelikle tarihselcilik sorunsalının içerimlerini ve Marksist yorumsama çerçevesini genel terimler içinde tartışacağız ve sonrasında postmodernizm sorununa yorumsamacı Marksist çerçevede sunduğu eleştirel çözümlerini değerlendireceğiz. Jameson postmodernizmle doğrudan ilgilenen nadir Marksist kuramcı veya sosyal bilimcilerdendir. Jameson’ın

kapitalizmin kültürel mantığı olarak tanımladığı postmodernizme sorunsal olarak yaklaşımı tezimizin bu bölümünde ‘edebiyatın sosyolojisi’ni yapmamız için gerekli şartları sağlaması açısından canalıcıdır. Eski tarz edebiyat sosyolojisinin postpozitivizm olarak postmodern uğrakta temel sorularının anlamısızlaştırıldığı düşünülürse, bu sorunsalla yüzleşilmeden araştırmamızı sürdürmenin fazla anlamının olmayacağı açıktır.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin Batı entelektüelleri için modernliğin neliğine dair sorulara felsefi, tarihsel ve sosyolojik çözüm arayışlarıyla geçtiği düşünülürse, son çeyreğinin modernliğin sonrası anlamında postmodernlik sorusu çevresinde dönmesi şaşırtıcı gelmez. Batılının ‘yeni fetişizmi’ bağlamında değerlendirebileceğimiz bu düşünsel uğraşıların verimlerinin bize yansıması Batılı aynının ebedi dönüşü olarak yansıtılabilmektedir. Dil felsefesi ya da tarih felsefesi üzerinden yapılan modernlik ve sonrası tartışmalarının anlamı ‘yeni epokal değişim’ açısından değerlendirildiğinde savunulan tezlerin bizler için eleştirel içerimleri farklılaşmaktadır. Biz şimdilik bu itirazlarımızı geçici olarak askıya alarak, postmodernlik sorununun bizim tezimiz çerçevesinde karşılığına yoğunlaşacağız.

1960 sonrası toplum kuramları bu yeni epokal değişmeyle meşgul oldular. Yapılan tartışmaların merkezini modernliğin kurucu sorunsalları ve geçerlilikleri belirlediği için muhalif renk belirgindi. Ancak modern-sonrasına entelektüel ilginin artması muhalif sesleri kısarken, kuramsal yelpazenin farklı uçları tartışmaya ister istemez girdi. Jameson’ın bu tartışmaya müdahalesi bu ister-istemezlik dikkate alınarak düşünülmelidir. Her ne kadar biz burada Jameson’ın postmodernliği anlama çabasının kısıtlanımları ve sınırlılıklarını ayrıca tartışmayacağız. Fakat postmodernlik sorusunun ciddi anlamda ilk Marksist muhatabı olarak Jameson’ın postmodernliği yorumlama çabasının kaydadeğer verimlerinin Marksist birikiminin sonucu olduğu gibi, belirli sıkıntılarını yine bu birikim çerçevesinde anlamak gerekir. Bu nedenle, postmodernlik yorumunu doğru veya yanlış olmasıyla değil, neleri bize görünür kıldığıyla ilgili olarak düşünmek gerekir.

Jameson’ın çalışmaları çoğu zaman belirli yerel metin ve anlatıların inceden inceye araştırılmasına dayanır. Postmodernliği anlamak yönündeki kuramsal emeğini Bonavanture Oteli’nden video oyunlarına, bilim-kurgudan mimariye farklı kültürel

ürünlerin okunması üzerinden kurar. Ancak kuramını postmodernliğin kültürel belirginlikleri ile çokuluslu sermaye arasında diyalektik olarak işleyen dolayımlayıcı geçişleri belirlemek yönünde şekillendirir. Bu anlamda, diğer postmodernlik kuramcılarından farklı olarak sistem vurgusunu unutmamak gerekir. Bu nedenle, yerel ve belirli kültürel metinleri veya anlatıları incelerken, bunları daha geniş metin veya anlatılar içine yerleştirir. Burada daha geniş metin veya anlatılar derken postmodernistlerin ‘büyük anlatılara’ olumsuz yaklaşımı ve Marksizmin bunlardan biri olduğu düşünülürse Jameson’ın durumunun keskinliği daha iyi anlaşılır. Jameson postmodern kültür ögelerini Marksist kuramın anlatılarına yerleştirerek anlamaya çalışır. Dolayısıyla ilk akla gelen soru, modern anlatılardan biri olarak Marksizmin tarihsel çerçevesinin postmodernliğin anlaşılması için nasıl seferber edildiğidir. Jameson’ın kültür kuramına kapitalizm gibi iktisadi örgütlenme biçimlerini nasıl yedirdiği ve bu şekilde kültürel metinlerin siyasi içerimlerini nasıl gümdemleştirdiği sorularına cevap bulmamız gerekir.

Jameson farklı metinler ve anlatılar arasında gidiş gelişlerinde, sistemli bir kuramcı olarak bu metinleri ve anlatıları Marksizm’in bütünleştirici sistemine yerleştirir. Postmoderni kuramlaştırırken Ernest Mandel’in Geç Kapitalizm’indeki kapitalizm dönemselleştirmesini kullanır. Geç kapitalizm veya kapitalizmin üçüncü aşaması Marx’ın dönemindeki kapitalizmin daha saf biçimidir. Böylece Jameson farklı kültürel biçimlerle kapitalist gelişimin farklı aşamalarını birbirine bağlayarak kapitalizmin tarihini dönemselleştir. Jameson için postmodernizm kapitalizmin Mandel’in çıkardığı çerçevede üçüncü aşamasına karşılık gelen çokuluslu geç kapitalizmin kültürel üretiminin özgül mantığıdır. Kapitalizmin en saf biçimine karşılık gelen çokuluslu geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak postmodernizm, kapitalizmin sistemik yeniden-yapılanmasının kültürde yol açtığı genel mutasyondur. Acar-Savran’ın vurguladığı gibi, Jameson bu şekilde yapmak istediği bu özgül mantığı kapitalizmin belli bir evresine bağlayarak postmoderni tarihselleştimektir (Acar-Savran, 2006; 38):

Öte yandan postmodern kopuş Jameson’ın teorisinde görelileştirilir: Kopuş kapitalizmin sürekliliği içinde yer alır ve esas olarak kültürel üretimde ve kültürel biçimlerde köklü bir dönüşümü ifade eder (a.g.e., 38).

Jameson’ın eleştirel çabasının odağını öznellik biçimleri ile kültürel biçimlerin açıklanması olduğu düşünülürse postmodernizm üzerine yazdıkları aynı çerçeve içinde anlaşılmalıdır. Postmodern bu şekilde kapitalin dönüşümleri sürekliliğinde konumlanarak yeni deneyim ve öznellik tarzlarını ve yeni kültürel biçimleri görünür kılar. Bu nedenle Jameson’ın postmoderni bir Lyotard veya Baudrillard’dan farklı olarak üretim tarzı ve üretim ilişkilerinde herhangi kökten bir kopuşu içermez (Acar-Savran, 2006; 37-39). Hardt ve Weeks’ın Jameson Reader’in giriş bölümünde belirttikleri gibi Jameson’ın amentüsünün ilk şartı tarihselleştirmek ise ikincisi dönemselleştirmektir. Buna göre, gerçekcilik, modernizm ve postmodernizm sırasıyla piyasa kapitalizmi, tekelci-yayılmacı kapitalizm ve çokuluslu kapitalizm aşamalarına karşılık gelmektedir. Burada belirtilmesi gereken nokta, kültürel düzeyler ile kapitalizmin örgütlenme biçimleri arasında diyalektik ilişkiler kurulurken bunların kendilerine özgü mantıklarının yok sayıldığının düşünülmemesi gerektiğidir. Jameson araştırmaya büyük resme bakarak başlar. Bourdieu’nun araştırma biçeminin kopuş-inşa-ispat olması gibi, Jameson da edebiyat eleştirisinin doksik biçimlerinden kopuşunu dönemselleştirerek belirler. Ancak modernizm ve postmodernizm dönemselleştirmesini Foucault’nun episteme’leri gibi süreksizlikler üzerinden kurmaz. Postmodernizm bu nedenle kapitalist gelişimin baskın öğesidir. Modernlik gibi postmodernlik de diyalektik olarak ilişkili olduğu ekonomik düzlemin kültürel mantığıdır. Jameson böylece postmodernliği üretici olarak yazar, izler kitlelerle bağlantılı olarak inceler ve piyasanın ekonomik düzenlenişiyle ilişkilenmelerini açıklamaya koyulur. Marx tarih, toplum veya ekonomi gibi dışsal belirleyicilerle çalışırken Jameson bu bütünleştirici kavramları öznellik biçimleriyle birlikte değerlendirir.

Modern ve postmodern, kapitalizmin belirli aşamalarıyla bakışımlı kültürel mantıkları yansıtırken, Frankfurt Okulu’nun toplum kuramında canalıcı kavramlardan biri olan meta-biçimi Jameson’ın modernliğin ve postmodernliğin kültürel mantıklarını anlarken kullandığı temel kavramlardan biridir. Kapitalizm kültürel nesnelerin toplumsal anlamının yaratılmalarına içsel olan insani emeğin sürekli yersizleştirilmesiyle yeniden düzenler. Nesneler bu anlamda araç-amaç çizgisinde yeniden yapılandırılırken kapitalist üretim şartlarında sadece amacı yönünde -piyasa değeri- tanımlanır. Bunun Marksist kuramdaki kavramsal karşılığı meta şeyleşmesidir. Bu süreç hızlandıkça, emek ve üretim biçimleri piyasa ilişkilerince tüketilir duruma gelinir. Metaların değerlerini

farklılaştırıcı tek değer kapitalizmde paranın evrensel değişim değeridir. Jameson buna

göre modernizmin meta-biçiminden kaçmak yönündeki çabasında

müze/üniversite/sanat-galerisinde somutlanan sanatın kurumsallaşmasına tepki üzerine kurulduğunu savunur. Bir Kafka veya Joyce’da gördüğümüz gibi modernizm bu nedenle araçsallaştırmaya ve meta tatminine direnen tarzlar yaratır. Buna karşın, modernizmin başarısızlığ tam da bu tepkisel tavrının meta şeyleştirmesi tarafından tanımlanan sınırlarca belirlenmesinden dolayı, farklı kişisel tarzlara karşın şeyleştirme sürecinin giderek hızlanan yayılımınca kurumsallaştırılarak yutulmuştur. Modernizmin kişisel tarzları çoğaltması, özne olarak yazarın karizmatik dehasının yüceltimine aralanmıştır. Sanat eserinin kökeni olarak sanatçı, sanat eseri ve sanatçı etrafında romantik bir auranın yaratılmasına neden olmuştur. Modernizm sanatın metalaşmasına karşı çıkarken eklemlediği avangard etiğin uzun vadede yüksek kültür-aşağı kültür arasındaki ayrımların keskinleşmesine yaradığını görememiştir. Jameson’ın geç-kapitalizmin iktisadi dizgesinin kültürel mantığı olarak kavradığı postmodernizm bu bağlamda görülmelidir. Küresel ama yine de Amerikan karakterli bu postmodern kültür, yeni Amerikan askeri ve iktisadi tahakküm dalgasının içsel ve üstyapısal dışavurumu olarak postmodernizme karşı alınan konumların Jameson için çokuluslu sermayenin doğası hakkında örtük veya açık olarak benimsenen siyasi okumasını gereksinir. Postmodernizm bu şekilde kültürelin toplumsal konumunu bağlarken, yüksek sanat ile kitle kültürü arasında yapılan modernist ayrımın geçersizlenerek tüm kültürün kitle veya popüler kültür içinde içerlendiği genel durumun resmini vermektedir. Modernliğin sonu veya postmodernliğin başlangıcı buna göre modernizmin kanonlaştırma ve kurumsallaştırmayla kurulu düzenin tarzları arasında kabul edilerek radikal tarzlarının rahatsız edici olmaktan çıktığı noktada belirmektedir. Nesnesini gizemli aurasıyla sunan modernlikle derinlik hissinin kaybolduğu postmodernlik arasındaki fark, Vincent Van Gogh’un Peasant Shoes’u ile Andy Warhol’un Diamond Dust Shoes’u arasındaki farkta görülebilir. Kaygı Çağı’nın Köylü Ayakkabıları gönderge ve gösterilenin dayandığı izleyici-kitleyi gözetirken, postmodern Ayakkabılar’da göndergesinden kopuk göstergenin kendisi kutlanmaktadır. Yüzeysellikle belirginleşen Diamond Dust Shoes’ta yorumlamaya gereksinen gizli gerçeklik hissi kalmamıştır. Kültürel nesnelerin total metalaşmasının modern sanatın bağlandığı kişisel tarzların sürdürülmesini imkansızlaştırdığı postmodern durumda, izler-kitle veya muhatabın eylemliliğine

tüketmek dışında alan bırakılmamıştır. Jameson’ın verdiği bu örnekle gösterdiği gibi, modernlik ile postmodernlik arasındaki farklılaşmalar

Yüksek kültür ile aşağı kültür arasındaki katı ayrımın çökmesi; modernist eserlerin eleştirel ve yıkıcı yönlerini yitirmelerini sağlayacak şekilde kutsal patikaya dahil ve yukarıdan tayin edilmeleri; kültürün neredeyse total bir metalaşması ve bunun kapitalizme medya nokurken başvurulabilecek eleştirel bir mesafenin ilgasına yol açması; öznelliğin radikal fragmantasyonunda endişe, yabancılaşma ve burjuva bireyciliği sorunsallarının sona ermesi; hem tarihsel geçmiş duygusunu hem de önemli ölçüde farklı bir gelecek duygusunu silen kötürümleştirici bir mevcudiyetçilik (presentism); yön kaybına yol açan postmodern hiper-uzamın ortaya çıkması (Best & Kellner, 1998; 224).

Bu uzun katalog diğer postmodernizm kuramcıları ile arasındaki tematik ortaklaşmaları göstermesine karşılık, Jameson tüm bu belirlemeleri Marksist bir yorumsama çerçevesi içinde yapar. Buna göre, postmodernizmi bir kültürel baskın olarak anladığımızda karmaşık güç alanındaki karşıt mantıkların ve eğilimlerin varolmaya devam ettiğini ve postmodern kültürün çoğulluğunun ölçülebilmesinin genel bir bağlamı gerektirdiğini teslim etmemiz gerekmektedir (Jameson, 1984; Best & Kellner, 1998). Jameson, postmodernin anlaşılmasında bir Lyotard veya Baudrillard’ın meta-anlatı ya da totalleştirici yorum çerçeveleri olarak göreceği analiz araçlarının kullanılmasını zorunlu görür. Farklılığın ilişkisel ve dizgesel bir bir bağlamın dışında anlaşılamayacağı ve kapitalizmin tektipleştirici dizgesel etkilerinin haritalandırılması gerektirdiğini savunan Jameson için yapısalcılık-sonrası kuramların sorunsallarını dışarıda bırakmayan bir Marksist hermenötik gereklidir. Biz bundan sonraki sayfalarda bu hermenötiğin bağlamını ve içerimlerini, tarihselcilik sorunsalından bağlayarak değerlendirmeye çalışacağız.

Sosyal bilimler düşüncesinin tarihöncesi Vico’ya götürülür. Filolojist ve edebiyat tarihçisi Auerbach’ın tarihselcilik ve Vico hakkındaki makalesinde vurguladığı gibi, modern sanat veya edebiyat eleştirmenleri anlamaya yönelik aynı rahatlıkla Giotto ve Michelangelo, Michelangelo ve Rembrandt, Remhrandt ve Picasso, Picasso ve bir Đran minyatürü; veya Racine ve Shakespeare, Chaucer ve Alexander Pope, Çin lirikleri ve T. S. Eliot üzerine düşünür ve değerlendirir. Bunlardan birine ya da ötekine teveccüh

göstermeleri artık bütün çağdaşlarımızın duygularına hakim belli estetik kurallar veya yargılar tarafından dayatılmamakta, tercihleri sadece bireysel zevk veya deneyimlerinden kaynaklanan kişisel eğilimleridir. Shakespeare ya da Remhrandt’ın sanatını, hatta buzul çağı ilkellerinin resimlerini klasik Yunan veya roma kuramının belirlediği estetik standartlara uymadığı için zevksizlikle mahkûm edecek bir eleştirmenin kimse tarafından ciddiye alınması mümkün olmayacaktır.

Estetik ufkumuzun bu genişliği tarihsel perspektifimizin bir sonucudur; tarihselciliğe, yani her medeniyet ve her dönemin estetik mükemmeliyetin kendine özgü imkanlarına sahip olduğu; farklı halkların ve dönemlerin sanat eserlerinin, tıpkı onların gnele yaşam biçimleri gibi değişen tekil şartların ürünleri olarak anlaşılması ve güzellik ve çirkinliğin mutlak kurallarınca değil kendi gelişimlerince değerlendirilmesi gerektiği inancına dayanmaktadır (Auerbach, 1949; 110)

Tarihin kutsallaştırılması tekil tarihsel ve estetik biçimlerin araştırılmasına ve bunların kendi büyüme ve gelişme şartları içinde anlaşılmasına yönelik arzuyu kışkırtırken, klasik Yunan düşüncesinin Orta Çağ kilise geleneği içinde dinselleştirilmiş biçimde yeniden ürettiği Aristocu mutlak ve rasyonalist estetik kurallar manzumesinin reddine imkan verdi. Bu nedenle, Vico’nun yaşadığı Romantik-öncesi dönem ve özellikle romantisizm modern anlamıyla tarihselciliğin ve bu nedenle modern tarihsel bilimlerin (edebiyat tarihi, dil tarihi, sanat tarihi, siyasi tarih) kaynaklarını oluşturdu. Toplumsal yaşam biçimlerinin veya yasama ve siyaset biçimlerinin modern anlamıyla çalışılması, bütün bunların farklı tekil biçimlerin organik evrimi çerçevesinde görülmesi anlamına gelmiştir.

Marksizm ile tarihselcilik sorunsalı arasındaki ilişkiyi daha geniş bir Marksist hermenötiğin içinde gören Jameson, üç tematik patikayı tarih, yorumlamada üst-kod, üst-biçim ve temsil olarak belirler. Bu patikaların postmodernizm başlığı altında değerlendirilen yapısalcılık-sonrası düşüncenin merkezi sorunları olduğu düşünülürse, tarihselcilik sorunsalının canalıcı kuramsal çatallanmaları anlaşılacaktır. Bizim Jameson’ın Marksist yorumsamasını anlamak için başlangıcı tarihselcilik sorunsalından yapmamız tezimizin gidişatı açısından bazı imkanlar açacaktır. Öncelikle tarihselcilik, toplum bilimlerinin hem oluşumunda hem gelişiminde hem de günümüzdeki sosyal

bilimlerin Avrupa-merkezcilik eleştirilerinde kilit önemdedir. Iggers’in tarihselcilik kavramının anlamı ve geçmişiyle ilgili toparlayıcı makalesinde vurguladığı gibi, son on yıllarda Batı’da tarihselcilik konusunda kaydadeğer sayıda kitap ve makale yayımlandı (Iggers, 1995). Ancak bu yeniden-canlanan literatürde terimin anlamı üzerinde herhangi bir uzlaşma yoktur. Biz burada Hayden White’ın Meinecke’nin meşhur kitabından

Benzer Belgeler