• Sonuç bulunamadı

2. II Meşrutiyet Döneminde Basın Hayatı

2.1. Şiir ve Tefekkür ile Jale Dergileri'nin İncelenmesi

2.1.2. Jale

2.1.2.4. Jale Dergisindeki Yazıların Değerlendirilmesi

- Köprülüzâde Mehmet Fuad214, Medeniyet Hastalıkları, 25 Kasım 1909, Metin Matbaası, S.1

Şahabettin Süleyman'ın derginin ilk yazısını, birlikte yazmış oldukları Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı ve Malumat-ı Edebiye'nin müellifine ayırmış olması aslında şaşırtıcı değildir. Mehmet Fuat Köprülü burada ilk olarak bedbin olma hususuna değinir. O eserin yazıldığı yıllarda yaygın, bulaşıcı ve ölümcül olan veba, kolera gibi hastalıklara benzetir. Ayrıca, ona göre bedbinlik sadece yüksek fikirli dimağları değil aynı zamanda saf, masum dimağları da istila edip zehirleyen, saldırgan dişleriyle onları kemiren ve sonunda öldüren bir mikrop olduğunu söyler. Fakat bu hastalıklı karamsarlığın geniş yayılımlı istilasını engellemek için her ne

214

(1890-1966) İstanbul'da doğdu ve orada öldü. Başkâtip İsmail Faiz Bey'in oğludur. Meşhur Adamlar

Ansiklopedisi'nde Köprülü için şu bilgiler kaydetilir: "Ayasofya Rüştiyesinde ilk ve Mercan İdadisini orta

tahsilini bitirmiş, şahsi gayret ve tetebbuile yetişmiştir. 1908 inkılâbından sonra yazı ve fikir hayatına pek genç olarak karışmış, şiirler, edebî ve ilmî makaleler neşretmiş ve liselerde birkaç sene edebiyat muallimliği yaptıktan sonra 1913'te Halit Ziya Bey'in istifasile açılan Darülfünün Türk edebiyat tarihi müderresliğine yirmi üç yaşında olduğu halde tayin edilmişti. O zamandan beri bu vazifeye devam etmekle beraber müteaddit defa edebiyat fakültesi reisliğine seçilmiş, birçok ilmî encümen ve heyetlerde çzlışmış, 1924 de sekiz ay kadar Maarif müsteşarlığında bulunmuştur." Gövsa İbrahim Alaettin, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, İstanbul: Yedigün Neşriyat, 1933-1935, Cilt 2, s.556

Köprülü'nün edebiyat olan ilgisi idâdi yıllarında başlar. Fecr-i Âtî topluluğunun mensubu oldu. Servet-i Fünûn ve Mehasin'de yayımlanan yazılarıyla adından söz ettirdi. Pozitif ilimler de kendini geliştirdi. Türk kültür tarihinin bütün alanlarında sayısız ürün verdi. 1924'te Türkiyat Enstitüsü'nü kurdu. Milli Tetebbular Mecmûası (1915), Türkiyat Mecmûası (1924), Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmûası (1931-39) gibi dergileri yönetti. İslam

Ansiklopedisi'nde yetmişi aşkın maddesinde yazısı vardır.

Eserleri arasında Hayat-ı Fikriye, Malûmat-ı Edebiye (Şahabettin Süleyman ile müşterek), Yeni Osmanlı Edebiyatı Tarihi (Şahabettin Süleyman'la), Nasrettin Hoca, Türk Dilinin Sarf ve Nahvi, Mektep Şiirleri, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi 1, Bugünkü Edebiyat gibi kitaplar vardır.

kadar fikir adamları çaba gösterirlerse göstersinler onlar ilimlerin bilinmezliği ve toplumsal düzenin karmaşıklığı neticesinde şaşırırlar ve takatsiz bir şekilde asla iyimser olamazlar.

Köprülü, yazının ilerleyen kısımlarında ecnebi filozofların medeniyet hastalıkları üzerine görüşlerinden ve bedbinliğin memleketlerdeki farklı söylemlerinden bahseder. Yazar, özellikle de Max Nordau'nun215

hayal ile hakikat mevzularına dair fikirlerini yazısına taşır. Nordau göre hayal ile hakikat arasında bir münasebet yoktur ve edebiyatta hakikat aramak doğru değildir.216

Max Nordau'n bu fikirlerine Mehmet F. Köprülü dışında Hüseyin Cahit'te Sabah gazetesindeki yazılarında yer verir. Sabah gazetesi üzerine yapılan bir yüksek lisans çalışmasında şu sözlere rastlanır:

Hüseyin Câhid'in musahabe niteliği taşıyan ilk yazısı ise gazetede 3353 numaralı nüshada karşımıza çıkar. Bu yazıda edebî eserlerin hayal mi yoksa hakiki mi oldukları konusu üzerinde durduktan sonra Mösyö Maks Nordav'dan alıntılar yaparak edebî eserlerin hayata nasıl etki ettiklerini ele alır.217

Yine bu yabancı isimlerin özellikle de edebiyat alanındaki isimlerin, bedbahtlığın etkisinde kalarak romantizm akımının esasını oluşturduklarını söyler. Yazar akabinde ilk Fransa'da filizlenen natüralizmin karamsarlık duygusuyla nasıl alakalı olduğunu anlatır. Şöyle ki sanatçıların eserlerini sonlandırırken okuyucusuna işte hayat, işte hayat-ı hakikiye diyerek onların ruhlarında elim ve öldürücü bir yara açar ki bu da bedbinliğin doğmasına sebep olduğunu söyler.

Yazının son sayfasında Fuat Köprülü, Gustave Lebon adlı filozofun fikirlerini aktarmış olsa da kendisi onun fikirlerine katılmaz. Zira Lebon'a göre ilim iflas

215

(1849-1923) Macar yazarıdır. Budapeşte'de doktorluk yaptı. Almanca kaleme aldığı edebiyat tenkidi eserlerinde, Avrupa fikriyatını dejenere olmakla suçladı. Tolstoy, Wagner ve İbsen'nin görüşlerine karşı çıktı. Düşünceleriyle materyalist felsefeyi benimseyen birçok Osmanlı edebiyatçılarını etkiledi. Tarih Felsefi, Ertantug bu eserlerinden bazılarıdır. ttps://www.kitapyurdu.com/kitap/tarih-felsefesi/33956.html

216

Yazarın Şahabettin Süleyman ile beraber yazdığı Malumat-ı Edebiye'de de benzer konuya parmak basılmıştır: "Meşhur münekkitlerden Max Nordau roman ve hikâyenin toplum ve insan hayatına, hayatın bunlara tesirinden ziyade tesir ve nüfuz ettiğine tamamıyla inanmaktadır. Hakikkatte bütün muharrirler beşeri araştırma ve incelemelerde bulundukları zaman herkesin bildiği, herkesin gördüğü adi vak'a ve şahısları dikkate almazlar. Çünkü okuyucular, hayatında daima tesadüf ettiği şeylere rastlamaya tahammül edemez. Onlar yeni birtakım duygulanmalara muhtaçtır. Bu ise mevcut bulunan bir halet-i vicdaniyenin yeni bir vicdani hale inkılâbına, bir tesirin sona ermesiyle ona tamamıyla zıt ve yeni bir tesirin ortaya çıkarılmasına bağlı bir keyfiyettir. Muharrir hayatının güzergâhına tesadüf eden bazı şahısların uzvi sebeplerine uygun istisnai halleri alır ve onu hususi şahsiyetine göre tebdil ve tağyir ederek ortaya koyar ve gösterir." Malumat-ı Edebiye, Cilt.1, s.28-29

217 Demirel, Mecit, Sabah Gazetesi (1899-1909)'ndeki Dil ve Edebiyat Yazılarının İncelenmesi ve Şiir Metinleri,

etmemekle beraber o bir takım gerçeklerin kavranıp idrak edilebilmesini sağlar. Ama Köprülü'ye göre şairlerin, kahramanların, mabutların varlığının hayatın sebebi gerçeklerinden nefret eden insanlara bir his ya da bir ümit bahşetmekten öteye geçemez.

Yazar son sözlerini medeniyetler üzerine çökmüş onları boğan, öldüren bedbinliğin gelecekte yok edileceğinin mümkün olup olamayacağını sormakta ve umutsuzluğa hazır olunması gerektiğini söylemektedir.

- Süleyman Nazif, Prenses Ludvika Altieri'ye, Bursa 15 Şubat 1909, Metin Matbaası, S.1

Süleyman Nazif'in kardeşi ve aynı zamanda Fecr-i Âtî'nin de sanatkârı olan Fâik Ali Ozonsoy'un yazdığı Dunna Ludvika Altieri'ye adlı bir şiiri vardır. Buradan yola çıkarak Süleyman Nazif ile kardeşinin aynı isme şiir ithaf ettiği kanısına ulaşılır.

1. İçerik: Konu, yalnızlıktır.

Yüceltilmiş aşk duygusu şiirin bütününe hâkimdir. 2. Şekil: 14 mısradan oluşur.

3. Ahenk: Şair, h, n, m, t ve z ünsüzleriyle ahengi sağlamayı denemiş. Küskün kelimeleri tekrar edilmiş.

- Celâl Sâhir218, Takdîs-i Gıyâbî, 10 Nisan 1909 Hobyar219, Metin Matbaası, S.1

Tanzimat döneminden gelen Fransız hayranlığı toplumun her köşesinde hissedilir en çok edebiyat ilimi bundan nasibini alır. O dönemin yazarları Fransız mürebbiyelerine, matmazellerine karşı beğeni duymakta ve onlar için muhtelif türlerde eserler yazarlar. Jale dergisinde şahıslara hasredilmiş şiirler bulunmaktadır ki Celâl Sâhir'in bu yapıtı olan Matmazel Bert B. bu gruptandır.

218

Celâl Sâhir'in, Şiir ve Tefekkür ile Jale dergilerinde yayımlanmış olan O Aşina-yı Baîde ve Takdîs-i Gıyâbî şiirlerini görmüş olduk. Bu bölümlerde şair, büsbütün bireysel hisleriyle şiirlerine yön vermekle beraber şairin,

Sabah gazetesinin 9394-10123 sayılarında vatani duygularla yazılmış Hilal-i Ahmer Çiçeklerini Alınız adlı şiiri

de bulunmaktadır. Şairin, bu şiir dışında milli hissiyatlarla yazılmış Köyde Kalanın Türküsü, Kafkas Türküsü,

Gönül Türküsü gibi şiirleri de vardır. Bu durum Celâl Sâhir'in sadece sanat için sanat ilkesine bağlı kalmadığını

gösterir. Zira Sâhir'in sanat süreçleri dört bölüme ayrılmaktadır. Edebiyat-ı Cedide, Fecr-i Âtî, Türkçülük ve Cumhuriyet Sonrası Dönem.

219

Celâl Sâhir'in şiir sanatı yönüne, derginin müdürü olan Şahabettin Süleyman Târih-i Edebiyât-ı Osmâniye adlı tezkire türündeki eserinde şöyle değinir:

... Bu pek genç yaşında kendini takdir ettirebilecek bir meziyet-i mahsusa, bir şahsiyet-i edebiye gösterebilmiştir. Celâl Sâhir Bey şiirlerinde mühim bir istihâleye uğramıştır. İbtidaları “Beyaz Gölgeler” şâiri hayallerinin, tabiatın mağlubudur. Beyaz Gölgeler'i karıştırılırsa Sâhir'in buhalet-i ruhiyesi görülür. En samimi, en hissi ser-levhalar altında güzel, doğru, derin tabiat tasvirleri onu pek ziyade işgal etmiştir. İkinci devre-i sanata gelince Sâhir bunda daha ziyade ruhi, daha ziyade beşeri olmuştur. Tahlilât-ı ruhiyeyi tersim ve tasvir tabiata tercih etmiştir...220

1. İçerik: Şiir de görülmemiş lakin zihnin aşina olduğu bir varlık vardır. Bu varlık Celâl Sâhir'in hayallerinde gezinen bir kadındır. Şair ona dokunamaz, onu göremez ama onu ruhunda hisseder. Kalbi ne zaman ki gam ağına düşerse o hayallerine sarılır, kendini sevgilinin şefkatli kucağına bırakır ve böylece bir nebze teselli bulur.

Onun şiirinde kadın sığınılacak bir aşiyandır. Oraya vardığında yanan varlığı serinliğe kavuşur. Kadın, Sâhir'in diğer şiirlerinde olduğu gibi bu şiirinde de en önemli temadır. Şahabettin Süleyman şairin kadın ve edebiyat arasında ikilemde kaldığını düşünür, bunu Servet-i Fünûn dergisinde çarpıcı olan şu soruyla sorar ve cevaplandırır: (...) şair edebiyattan ziyade kadını mı veya kadından ziyade edebiyatı mı seviyor?

Şair eski şiirlerinde, eski parçalarında aşkı tabiat için, kadını edebiyat için seviyor; yani tabiatın hüsnünü, hıyanetini, masumiyetini, hulâsa mecmûa-i tezadın bütün ânâtını tefhim ve tebliğ için mevzuuna göre zalim, bir heyecan yahut bir aşk, siyah, al veya mavi gözlü bir kadın intihâb ediyor. -Kadın, esasen, biraz her şeydir.

Tabiatın her şeyini, kadınlığın öyle çiziyor, öyle gösteriyor ki ruh-ı sanata malik olan bir kari' kelimeleri, bu asi serserileri telvin-i eş'ar, tesbit-i mehasin için bu kadar esir etmekteki maharet-i sanatı, hayretle, hatta ubudiyetle takdir ediyor.221

220

Beğen, Nevzat, Şahabeddin Süleyman'ın Târîh-i Edebiyât-ı Osmâniye Adlı Eserinin Metin ve İncelemesi, Kars: Kafkas Üniv. SBE., yüksek lisans tezi, 2011, s.285

221

Şair, sevdiğini uzaktaki bir meleğe ve simasını da gökyüzüne benzetmiştir. Böylelikle onun ulaşılmaz ve yüce bir mevkide olduğu anlaşılmaktadır. Şair, aşkının hayaliyle hemhâl olduğunda düşler âlemine daldığını söylemektedir. Buradan yola çıkarak Celâl Sâhir'in şiiri için Şahabettin Bey'in söylemiş oldukları destekleyici niteliktedir.

2. Şekil: Şiir mısra kümelenişi bakımından 6, 6, 6, 6 mısralık dört bentten oluşur.

3. Dil ve Üslup: Yabancı kelimelerin kullanılması şiirin anlaşılmasını zorlaştırır.

4. Ahenk: Ruh kelimeleri şiir de dört kez tekrarlanarak ahenk sağlanılmaya çalışılır. Kelime tekrarları dışında r, h,s sesleri tekrarlanır.

- Ahmet Haşim, Ses222, 24 Kasım 1910, Metin Matbaası, S.1

1.İçerik: Fecr-i Âtî edebiyatında sembolizmin en derin etkilerini Ahmet Haşim'in şiirlerinde görmek mümkündür. Onun şiirinde simgelerle örülü bir ağ ve yoğun imge sanatı göze çarpmaktadır. Şiirinden de yola çıkacak olursak o hep gece vaktine dair izlenimlerini şiirine terennüm eder. Şair, gölgeler, ay ışığı, yıldızlar, bulutlar gibi motifleri kullanarak okuyucularına tabiatın kendisinde bıraktığı sezgileri yansıtmaya çalışır.

2. Şekil: Şiir, mısra kümelenişi bakımından 4, 2, 2, 3, 3 mısralık altı bentten oluşmaktadır.

3. Dil ve Üslup: Arapça ve Farsa kelime ve terkipler yoğun olarak kullanılır. Lirik bir şiirdir.

4. Ahenk: Haşim, şiirini ahenkli kılmak için başlıca kafiye ve mısra başı kelime tekrarlarından faydalanmıştır.

Kafiye: Zengin Kafiye: "müstağrak" ile "doldurarak" arasında

222

Burada Ses adıyla karşımıza çıkan şiir, İnci Enginün'ün Ahmet Haşim-Bütün Şiirleri adlı kitabında Gecei smiyle yayımlanır. Engün, İnci ve Kerman Zeynep, Ahmet Haşim Bütün Şiirleri, İstanbul: Dergâh Yay., 2016, s.155

Tam Kafiye: "mühtez" ile "yetmez", "rüzgâr" ile "velvekâr" arasında görülmektedir.

Mısra Başı Kelime Tekrarı: "sanki" (2 kez)

- Tahsin Nâhit, Hep Bekler, 25 Kasım 1909, Metin Matbaası, S.1

1. İçerik: Tahsin Nâhit, bu şiirinde deniz, meşcere, bahçe, nücûm gibi tabiat mefhumlarına yer vererek okuyucunun zihninde belirli bir görsel şema çizmeye çalışır. Edebiyat-ı Cedide'den süregelen hüzün, elem gibi duygular bu dönem sanatkârlarının müşterek yönleri olur. Tahsin Nâhit'te şiirini hüzünlü bir tablo içinde sunar. Zira mezar ve kara toprak sembolleri kullanılarak ölüm çağrıştırılır ve onların mütemadiyen bir bekleyişlerinin var olduğu anlatılır.

2. Şekil: Şair, bu şiirinde nazım şekli olarak da serbest nazımı kullanır.

3. Dil ve Üslup: Şiirde farklı izlenimler ve daha derin hisler uyandırmak için tek bir kelime ve fiilden oluşan yapılar verilir. Aşağıdaki örneklerden anlaşılacağı üzere şiir de kesik cümle hâkimiyeti vardır.

Sessiz...

Uyuyor...

Parlar;

İzhâr sema, hepsi o elmaslı nazarlar... Hep bekler...

Bir şeyler...

4. Ahenk: Tam kafiye kullanılmıştır. "Hep Bekler" mısra sonu ifade tekrarıdır. Şiir de birden fazla aruz vezni tercih edilir.

- Şahabeddin Süleyman, Fantazi / Gölgeler ve Hakikatlerden, 25 Kasım 1909, Metin Matbaası, S.1

Şahabettin Süleyman, dilin muhtevasına dair fantazilerinde kullandığı ortak başlık "Gölgeler ve Hakikatler"dir.

Yazar, bu yazısında ilk olarak okuyucusuna şu soruyu sorar: Serbest ve hür olduğunuza bütün varlığınıza inandığınız kadar mu’tekidsiniz.. Böyle zannediyorsunuz değil mi? Hiçte değilsiniz. İşte inanmıyorsunuz tekrar ediyorum - hiç değilsiniz…223

Bu soruyla yazar onların zihinleriyle oynamak, şaşırtmak ve aynı zamanda deniz vurgunu gibi bir etki yaratmak ister. Ona göre insanlar hür olmayıp yaşamaya devam ettikleri süre bir takım mecburiyetleri yerine getirmeye mahkûmdurlar. İnsanların zihninde kalıplaşmış ifadelerin yattığını söyleyen Şahabettin Süleyman bunu yine bir soru ile örneklendirir. Yıldız Saray'ına gitmeyen bir insanın toplum tarafından büyük bir esefle karşılanacağını belirtir. Ona göre Yıldız Saray'ını ziyaret etmemek daha iyidir. Çünkü yazar burada ismini vermese de dönem şartlarından anlaşılacağı üzerine orada devrin hükümdarı II. Abdülhamit Han yaşamaktadır. Şahabettin Bey, II. Abdülhamit'in yaşadığı yeri şöyle anlatır:

...Oh hiç gitmeseydiniz… Otuz üç senelik bir mesafe-i tarihe sükût-u vahşi ve mu’annid ile vakûr ve müteazimiyle dağların tepesinden “sükût ve korku” emrini veren o mevki’, cebbârı o mevki, o mevki-i hûnîn orada yaşayan eski müstebid, eski canavar gibi şimdi zelil, hakîr, müheyyâ-yı secde bulacaksınız…224

Servet-i Fünûn döneminde başlayıp Fecr-i Âtî kuşağını da etkileyen yönetim sistemi siyasi ve sosyal anlamda tesirleri var olmakla beraber Türk edebiyatı üzerine de derin etkileri olmuştur. Bu sistem sanatkârların ruhuna nüfuz etmiş ve bu da onların eserlerine ütopik bir yere kaçış ve özgürlüğe hasret imajı olarak yansımıştır. Çünkü onlara göre hükümet basın yayını kendi kontrol ediyor aksi bir durumda ya yazının tefrika edildiği gazete veya dergi kapanıyor ya da sorumlu müellif sürgüne gönderiliyordu. Sürgüne gönderilmek istemeyenler ise içlerine kapanıyor yayın hayatlarına bohem, marazi bir üslupla devam ediyorlardı.

Şahabettin Süleyman işte bu tesirlerin neticesinde "Gölgeler Ve Hakikatlerden" başlıklı yazısını kaleme alır. Yazar, Yıldız Sarayı'nın kullanım şekline pek kızgındır. Ona göre bu saray tüm yaşanmışlıklarıyla herkese açılmayan sessizliğe gark olmuş bir müze olmalıdır. Etrafında sadece güneş, kumru, yıldızlar

223 Şahabettin Süleyman, "Fantazi", Jale, 1909, s.4 224

gibi tabiatın parçaları bulunmalıdır. Lakin orası tam aksine bir mesire haline gelmiş, insanların, arabaların gezip dolaştığı alelâde bir yer olup çıkmıştır.

- Mehmed Raûf, Nihan / Bir Heyûlâ-yı Sanata Dair, 25 Kasım 1909, Metin Matbaası, S.1

Bir Heyûlâ-yı Sanata Dair başlıklı yazı dönemin ünlü dergisi Resimli Kitab dergisinin müdürü olan Mehmet Raûf tarafından kaleme alınır. Yapıtın genelinde o dönemin ünlü mekânlarından olan Mınakyan Efendi'nin225

tiyatrosunda oynanılacak oyundan bahsedilir. Yazarın Mınakyan hakkında önemli değerlendirmeleri Servet-i

Fünûn dergisinde mevcuttur.226

Mehmet Raûf, yazısında oynanılacak olan piyese müstehzi bir ifadeyle karşı çıkar. Yazar, Burhannedin Bey 227

adlı bir şahsın Sherlock Holmes'u tiyatro sahnesinde canlandıracağını duyunca tepki gösterir. Raûf, yazısının başından sonuna kadar Burhan ismine değinmekte ona karşı olumsuz tutum sergilemektedir. Bununla ilgili Burhan Bey'in kimliği hakkında Abide Doğan'ın, II. Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı adlı eserinde geçen bölümlerin aşağıda aktarılması faydalı olur:

225

(1839-1920) Asıl ismi Mardiros Mınakyan olan bu şahıs, Ermeni asıllı Osmanlı tebaası tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. Türkiye'de Batılı manada tiyatronun gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'nde Mınakyan için şu sözlere yer verilir: "1908 Meşrutiyet devriminin ilânından

sonra da Manak Efendi Kumpanyası eskisi gibi tek ve hâkim bir vaziyette olmamakla beraber yine bazı fasılalarla yedi sekiz sene kadar devam etmiştir. Kendisi sahneden 1916'da yani ölümünden dört yıl önce çekildi. 1912'de Manak Efendi'nin sahneye girişinin ellinci yılı münasebetiyle jübile yapıldı ki Türkiye'de böyle bir şey ilk defa onun için yapılmış oluyordu. Mınak Efendi uzun sahne hayatı esnasında komedi ve dram olarak iki yüz kadar piyesi tercüme etmiştir derler." Gövsa, İbrahim A., Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, İstanbul: Yedigün Neşriyat, 1933-1936, Cilt 3, s.1002

226Mehmet Raûf, Mınakyan Efendi "Ellinci Sene-i Devriyes Münasebetiyle", Servet-i Fünûn, 17 Mayıs 1328,

S.1095

227

(1882-1952 İstanbul'da doğdu ve İstanbul'da öldü. Mısır göçmenlerindendir. Babası Hariciye Hukuku Muhtelite Müdürü Yusuf Neyyir Bey'in oğludur. Resimli Türk ve Dünya Meşhurları isimli kitapta Tepsi için kaydedilen bilgiler şunlardır: "1902'de Galatasaray Lisesi'nden mezun olmuş, Sadaret Tercüme Dairesi'nde çalışmış, fakat sahneye karşı duymuş olduğu arzu üzerine Fransa'ya kaçarak, Paris konservatuvarında tiyato tahsil etmiş, 1908'de İstanbul'a dönerek kurmuş olduğu bir tiyatro ile Abdülhak Hâmid'in bazı eserlerini oynamak suretiyle tiyatro hayatına girmiştir. 1924'te karısı ile tekrar Paris'e gitmiş ve orada sekiz sene Türk sahne eserlerinin Fransızca tercümelerini oynamıştır. 1942'de İstanbul'a dönerek kurmuş olduğu muhtelif tiyatrolarla sahne faaliyetlerine devam etmiştir." Resimli Türk ve Dünya Meşhurları Ansiklopedisi, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, 1962, s. 309

Dârülbedayi-i Osmânî'nin ilk öğretmenlerinden olan Tepsi Burhanettin-SeniyeTepsi Tiyatrosu'yla ülkenin dört bir yanını gezerek tiyatronun gelişmesini ve ilerlemesini sağlar. Afife Jale, İsmail Galip Arcan ve Muhsin Ertuğrul gibi tiyatrocuların yetişmesinde büyük katkısı vardır. Burhanettin Tepsi ve eşi için alınan bir yazıda bu şahısların devirlerinde tiyatro alanında ne kadar mühim bir iş yaptıklarını belgeler niteliktedir: Celâl Sâhir, "Musahabe-i Temâşâiye- Burhanettin Bey ve Rüfekası", Servet-i Fünûn, 22 Mayıs 1325, S.940, s.51-58

Burhannedin Tepsi oyunculuk kariyeri dışında az da olsa döneminin dergilerinde yazı kaleme almıştır. Araştırmalarımız neticesinde Resimli Kitap dergisinde Burhaneddin Bey'e ait "Rücu"başlığıyla bir yazı tespit ettik. Yazı, Sadi ve Neriman isimli iki genç arasındaki diyaloglardan ibarettir. Burhanettin Tepsi, Resimli Kitap, [1]321, Cilt 1, s. 1-6

...Aralarında Burhanettin Tepsi'nin Kumpanyası (karısı Seniha ile birlikte) Osmanlı Tiyatrosu kadar olmasa bile yine de uzun ömürlü olmayı başarmıştır. Burhanettin Tepsi'nin Kumpanyası sonraları Sahne-i Osmaniye adını alır ve bu sahne meşrutiyetin ilk yıllarında önemli rol oynar.

Burhanettin Bey tiyatro ile ilgili bir gençtir. Paris'te konservatuvar öğrencisiyken İstanbul'a gelmiş ve İstanbul Belediyesine başvurarak Tepebaşı'ndaki elyevmi Şehir Tiyatrosu idare heyeti tarafından işgal olunan odaları almıştır. Kendi başvurusu ile Müze Müdürü Hamdi, Recaizade Ekrem, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Mehmet Raûf ve Ahmet Hikmet gibi tiyatro severler tarafından bir edebî heyet kurulmuş ve kumpanya işe başlamıştır"...228

Mehmet Raûf, ilk olarak Burhan Bey'in bu oyunu oynamak istemesiyle yanlışlık çukuruna düştüğünü söyler. Bu zat, zamanında bütün itirazlara rağmen sırf sonunda para var diye Abdülhamid isimli oyununu da oynamaya teşebbüs eder. Hâlbuki Raûf'a göre sanat ulvi bir varlıktır, maddi kaygılar için araç edilemez. Üstüne üstlük Burhan Bey Osmanlı'nın temaşasını tesis etmek için Avrupa'dan tantanalı bir şekilde getirilse de sanat adına beklenilen faydayı gösteremez. Bu şekilde yazar, ona karşı eleştirilerini ağır bir üslupla dile getirir ve onunla ilgili bir anısına değinir. Bir sonbahar gecesi Büyükada'da dört genç arasında geçen münakaşa da Mehmet Raûf ve diğer iki kişi natüralist yazar Emile Zola229'yı savunurken,

Burhan Bey ise Zola'yı ifadeleriyle küçük düşürmeye çalışır.

Tüm bu sebepler birleşince Mehmet Raûf'un gözünde Burhan Bey gittikçe küçülür, adileşir hatta yazar ona sanatkâr bozuntusu bir şarlatan der. Yazar, bazı kimselerin ise kendisi için oyununu oynamadığı için bu adamdan intikam alıyor diyeceklerini bilmişse de o şu şekilde cevap verir:

(...) Fakat bu benim oyunumu oynamadığı için değil, (çünkü oynamaya değil

Benzer Belgeler