• Sonuç bulunamadı

2. II Meşrutiyet Döneminde Basın Hayatı

2.1. Şiir ve Tefekkür ile Jale Dergileri'nin İncelenmesi

2.1.1. Şiir ve Tefekkür

2.1.1.4. Şiir ve Tefekkür Dergisindeki Yazıların Değerlendirilmesi

Hedişiyan Matbaası, S.1

Refik Halid, Fecr-i Âti topluluğunun fertlerindendir. Tercüman-ı Hakikât ve Servet-i Fünûn gibi önemli basın organlarında çalışmıştır. 1910'da Son Havadis adlı bir gazete çıkardıysa da gazete sadece on beş sayı çıkabilmiştir. Bu gazete dışında Aydede adında bir dergi de çıkarmıştır. Ayrıca Cem ve Kalem146 mecmûalarında Kirpi mahlasıyla yazılar yazmıştır.

Yazar burada intihar fikrine ve özellikle bu fikrin çocuklar ve gençler üzerindeki derin etkisine değinir. Öncelikli olarak memlekette ve dış ülkelerdeki intihar vakalarını anlatır ve bu vakaları duyan çocukların intiharı arzuladıklarını dile getirir. Yazar, sonrasında intihar fikrine sebebiyet veren mevzulara dair yazılar yazan bir kaç yabancı isimden bahseder. Refik Halit, bu isimlerden biri olan filozof Moris Bares (Maurice Barrés)'in görüşlerini ayrı bir paragrafta yer verir ve bununla birlikte kendisi de onun görüşüne katılır:

145

(1888-1965) İstanbul'da doğdu ve orada öldü. İslam Ansiklopedisi'nde yazarın hayatı hakkında şu bilgiler verilir: "Babası maliye baş veznedarı ve Bank-ı Osmanî nazırı Mudurnulu Mehmed Halid Bey'dir. Önemli devlet adamlarından biridir. Sırasıyla Şems-ül Maarif'te ve Galatasaray Sultanîsi'nde okudu. Yüksek öğrenimini ise Hukuk okuyarak tamamladı. Meşrutiyet'in ilanıyla okulu ve Maliye Nezareti'nde sürdürdüğü kâtiplik görevini bırakarak gazetecilik yapmaya başladı. Anadolu'nun muhtelif vilayetlerinde sürgün olarak yaşadı. İstanbul'a dönüşünde ise Robert Koleji'nde öğretmenlik ve PTT Genel Müdürlülüğü yaptı. Fikirleri yüzünden 1922 yılında yüz ellilikler listesine alınarak sınır dışı edildi. Sürgün senelerini Halep ve Beyrut'ta geçirdi. 1938'de çıkan af sebebiyle yurda döndü." İslam Ansiklopedisi, Refik Halit Karay maddesi, 2001, Cilt 24, s.480

Eserleri: Yezidin Kızı, İstanbul'un Bir Yüzü, Bugünün Saraylısı, Kadınlar Tekkesi, Yerini Seven Fidan, Yüzen Bahçe, Karlı Dağdaki Ateş, Yer Altında Dünya Var, Bu Bizim Hayatımız, Kadeh, Memleket Hikâyeleri, Dişi Örümcek, Gurbet Hikâyeleri, Bir İçim Su, Dört Yapraklı Yonca, Kirpinin Dedikleri, Tiryaki Hasan Paşa ve Kanije Müdafaası, Deli, Guguklu Saat, Ay Peşinde, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Ago Paşa'nın Hatırları.

146 Refik Halit Karay, öykülerinin yanı sıra mizahi yönüyle de tanınan bir yazardır. Çeşitli dergilerde mizahi

yönünü ortaya çıkaran eylemlerde bulunmuştur. Bu dergilerden birisi de 3 Eylül 1908 tarihinde yayın hayatına başlayan Kalem'dir.

Araştırmalarımız neticesinde Refik Halit'in yazılarında bazı mahlaslar aldığı gözlemlenmiştir: Kirpi, Karga, Tarih-i Devr-i Mebusan, Aydede, Mübeccel Halit, Vakanüvis, Kirp-i Natuvan, Rehak, Anber, R. H., R. H.K., Re. Ha. Ka., Diken, Dürenda, Başyazar.

(Barrés)'in dediği gibi intiharı yalnız dinsizlik ahlaksızlık, Schopenhauer147'lik yaptırmaz bazen bizim memleketimiz gibi ahlakı, dini yerlerde de çocuklar kendilerini vurur. Hem de büyük bir itidal-i dem ile özene bezene öldürür.148

Barrés'e göre din, ahlak mefhûmlarının varlığı ya da yokluğu intihar fikrinin beyinlerde zuhur etmesi için yeterli sebep değildir. Yapılması gereken intihara sevk eden sebeplerin bulunmasıdır.149

- Mehmet Raûf150, Şiir ve Tefekkür Müessislerine, 2 Eylül 1909, Heranet Hedişiyan Matbaası, S.1

Servet-i Fünûn dönemi romancılarından Mehmet Raûf, bu yazısında dönemin edebî dergilerini değerlendirmekle beraber edebiyatımızda kayda değer mecmûaların vücut bulamadığından dolayı müteessir olduğunu dile getirir. Âşiyân adlı bir mecmûadan bahseder ve bu mecmûanın görevini hakkıyla yerine getiremediğini söyler. Âşiyân'ın müessislerinin edebi düşüncelerini tebliğden çok menfaat kaygısına düşmelerinden ötürü iflas ettiğini belirtir. Neşredilmiş ve hâlen çıkmakta olan

147

Arthur Schopenhauer: (1788-1860) Alman filozofudur. "Schopenhaue'in sanat anlayışı Eflatun'un idealar kuramına ya da iradenin nesnelleşme derecesine bağlıdır. Sanatkârlardan her birine ya da iradenin nesnelleşme derecelerinden birine yükselmektir. Sanatçı doğayı taklit etmez, fakat düşüncesinin sezgisine göre yaratır. Sanat bize bireysel ve geçici olanın arkasından ebedî ve ütmel olanı göstermek suretiyle hayatın kötülüklerini hatırlatır": Sena, Cemil, Filozoflar Ansiklopedisi, İstanbul: Okat Yayınevi, 1976, Cilt 4, s.206

Refik Halit dışında ahlak konusunda Schopenhauer'in düşüncelerine yer veren bir diğer isim Şahabettin Süleyman'dır. Yazar, Malumat-ı Edebiye'nin II. Cildinin sekizinci ana bölümünde "Sanat ve Ahlak" başlığı altında Schopenhauer'den bahseder: "Sanat yüzlerce defa birçok inançlı kişiler, fenciler, ciddi adamlar, ahlakçılar tarafından ahlaksızlık ile itham edilmiş, şüphe altında bulundurulmuştur. Jean Jack Rousseau, Tolstoy sanatı nefsi hevesleri ve sefahati uyandırıcı olarak telakki etmişler; protestanlık onu, ahlakı ifsat eder, ihtirâsâtı ikaz eder mütalaasıyla daima uzak bulundurmaya çalışmıştır. Bunun aksine Hegel, Schopenhauer gibi felsefeciler de onu ahlaksızlığa karşı bir engel, kendine temas eden şeyleri arındırır ve güzelleştirir şeklinde telakki ederek takdir etmektedir. Bu nazariyeye "sanat, sanat içindir" diyenler tamamıyla inanmaktadırlar. Bütün bu çekişme ve mücadelelere karışabilmek için sanatı vak'a ve hadiselerin, tecrübenin, akıl ve mantıkin ziyalarıyla tedkik etmeli, sanat ahlaksız mıdır, değil midir, değilse tamamıyla aksi bir tesire sahip midir bilemeyiz." Şahabettin Süleyman / Fuat Köprülü, Malumat-ı Edebiye, Cilt 2, s.166

Buna göre yazara göre sanat, ahlak değildir. İkisinin amacı aynıdır, birbirleri için yardımcı konumdadırlar.

148

Refik Halit, "İntihara Doğru", Şiir ve Tefekkür, S.1, s.2

149

Batılılaşma neticesinde bir kısım dini hükümler deforme olur. Zamanla tasavvufi manaların ilmi yönden taşıdığı değeri anlayamayan bir ulema sınıfı ortaya çıkar. Dini dersler veren kurumlar yozlaşmaya başlar ve bu durum ahlaki değerlerden yoksun köhne dimağların yetişmesine sebep olur. Sarıtaş, Muhammet, Nurettin

Topçu'da Sosyo-Pedagoik Yapı, Ankara: Mesaj Yayınevi, 1986 150

(1875-1931) İstanbul'da doğdu ve orada öldü. Şairler ve Yazarlar Sözlüğü adlı kitapta yazar için kaydedilenler şunlardır: "1894 yılında Bahriye Mektebin'den teğmen rütbesi ile mezun oldu. 1910'da yayınladığı bir kitap yüzünden askerlikle ilişkisi kesildi. Başından üç evlilik geçti. Bir ara Şule Neşriyat adında bir yayınevi açtı. Servet-i Fünûn edebiyatçılarındandır. Eylül adlı romanı ile Türk edebiyatınn ilk psikolojik romanını yazmıştır." Ünalmış,Oğuz, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yay., 2005, s.375

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları olmasının yanında Süs, Nevsal, Mehasin adlı dergileri çıkarmıştır.

Eserleri: Eylül, Genç Kız Kalbi, Ferda-yı Garam, Karanfil ve Yasemin, Ceriha, Son Emel, Kadın İsterse, Son Yıldız.

Yazılarında kullandığı mahlaslar: M. R., Raûf Vicdani, Ali Necdet, Mehmet Nafiz, Besime Raûf, Besim Raûf, Cemil, Jüpon, Salis, Cemil, Çiğdem, R. V.

mecmûaların da sırf edebî olmayı mesleklerine yahut menfaatlerine muhalif bulmaktan dolayı, aynı zamanda hem edebî, hem siyasi, hem fenni, hem ictimâî olmak davasında bulunarak maalesef bunları da layıkıyla yerine getiremeyerek bir yokluk çemberinde sürünüp gittiklerini ifade eder. Akabinde Servet-i Fünûn dergisinin edebî muhitlerde büyük ses getirdiğini ve Şiir ve Tefekkür'ün de bu türden büyük yankılar uyandıracağını düşünür. Çünkü Şiir ve Tefekkür sırf edebî olmak cesaretini göstererek matbuat hayatına atılan ilk mecmûadır. Yazar, Şiir ve Tefekkür mecmûası için kıymetli bir iltifat olan şu cümleyi sarf ediyor: Şiir ve Tefekkür… Bu yalnız bir mecmûa ismi değil, bir meslek-i edebî demektir. Ve nesl-i cedidi, böyle salim ve hadîd bir mesleğe salik görmekle iftihar ederim.151

Türk ve Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, Mehmet Raûf'un bu yazısını Şiir ve Tefekkür dergisi için bir tezkiye niteliğinde olduğunu belirtir: Şiir ve Tefekkür müessislerine başlıklı yazıyla mecmûayı okuyucuya tezkiye eden Mehmet Raûf'a göre, sırf edebî olmak cesaretini göstererek matbuat hayatına atılan ilk yayın oranımız budur. (...)152

Ayrıca Raûf, mecmûanın kurucularının menfaati göz ardı edip sadece edebiyat için çalışacaklarını ve böylelikle toplumu yeniden dirilteceklerini temenni eder.

- İmzasız, Birkaç Söz, 2 Eylül 1909, Heranet Hedişiyan Matbaası, S.1

Bu yazı imzasız olup yazarı belli değildir. Şiir ve Tefekkür dergisinin amacı burada belirtilir. Edebiyat camiasında ilk defa Fecr-i Âtî'de ortaya atılan ve ayrıca bu ekolün en önemli ideali olan "sanat muhterem ve şahsidir" sözüne değinilir. Yazı, imzasız olmasına rağmen Nâzım H.Polat bu konuda şunları söylemektedir:

(...)Fecr-i Âtî'nin kurulduğunu bildiren haber metninde ve Şahabeddin Süleyman'ın Şiir ve Tefekkür'deki -bir kısmını iktibas ettiğimiz- "Birkaç Söz" başlıklı imzasız yazısında da aynı düstûr zikredilmiştir. Ayrıca her iki metnin de dil ve üslup hususiyetleri, Şahabeddin Süleyman tarafından yazıldığı kanaatini uyandırmaktadır. Kezâ sözünü ettiğimiz haber metninde Fecr-i Âtî Encümeni için kullanılan "şiir ve tefekkür" sıfatının Şahabeddin Süleyman'ın çıkardığı mecmûaya isim olarak

151 Mehmet Raûf, "Şiir ve Tefekkür Müessislerine", Şiir ve Tefekkür, S.1, s. 3 152

seçilmesi dikkat çekicidir. Bütün bunlar, yazarımızın Fecr-i Âtî içinde çok faal bir rol oynadığını gösterir.153

diyerek bu yazının Şahabettin Süleyman tarafından yazıldığını ifade eder.

Bu imzasız yazının Polat dışında Şahabettin Süleyman'a ait olduğunu bildiren bir diğer kaynakta Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedi'sidir. Burada: İlk sayfadaki - Şahabettin Süleyman'ın kaleminden çıktığı anlaşılan- "Birkaç Söz" başlıklı yazıda mecmûanın gayesi şöyle ifade edilmiştir. (...)154

diye kaydedilir.

Yazının ilerleyen kısımlarında mecmûanın yalnız edebî olmakla beraber okuyucuyu, diğer yayımları izlemekten doğan maddi israftan kurtarmak için, sayfaları arasında küçük bir siyasi yazı ve fenni makale, en yeni mûsikî parçaları ve karikatürleri bulundurulacağı bildirilir.

- Süleyman Nazif155, Nihan (İhtiyaçlarım), 2 Eylül 1909, Heranet Hedişiyan Matbaası, S.1

Süleyman Nazif; Süleyman Nesib'e ithaf olunan yazısını vefat eden arkadaşının defterinden "aynen" naklettiğini bildirir. Yazar, ruhun gıdasının onu bir ömür var edecek ilacın emel olduğunu, insanların hayatlarında ihtiyaç arzusunun

153

Polat, Nâzım H., Şahabeddin Süleyman, Ankara: K.T.B. Yay.82, 1987, s.36

154

Türk ve Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998, Cilt 8, s.168

155

(1870-1927) Diyarbakır'da doğdu, İstanbul'da öldü. Babası zamanının ünlü şairlerinden Sait Paşa'dır. Düzenli bir öğrenim görmemesine rağmen Arapça ve Farsça biliyordu. Baha Dürder'in Şairler, Edipler Muharrirler adlı kitabında onun hayatı ve üslubuyla ilgili yazılanlar şöyledir: "Fransızcayı öğrenmesi, Namık Kemal, Abdülhâk Hâmit ve Ziya Paşa gibi yazarların yapıtlarını çok okuması, onun ilerlemesini birinci derece etkileyen nedenler olmuştur. Baş kaldırıcı, heyecanlı bir ruhu vardı. Bunun için Abdülhamit zamanında Avrupa'ya kaçanlar ve Mütareke'de Malta'ya sürülenler arasında bulunuyordu. 31 Mart Olayı'nda asilerin yanını tutmak isteyenlere karşı ateş püskürmüştü. İstanbul'un işgalini protesto etmek için yapılan toplantılardaki heyecanlı söylevleri, onun hayatında hep anılacak ünlü olaylardır ve o, bundan ötürü yazdıklarıyla edebiyat tarihine geçecek yazarlardandır." Şiirleri normal ve heyecansızdır. Zekâsı, onun hem iğneli, hem de alaycı nükteler yapmasına yardım etmiştir. Cümleleri güçlü ve çok ses çıkaran kelimelerden yapılmıştır. Çoğu eleştiriciler, bunların akışını bir şelâleye benzetmişlerdir. İlk yazılarını İbrahim Cehdi takma adıyla yayımlamıştır." Dürder, Baha, Şairler, Edipler

Muharrirler, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1986, s. 113-114

Edebiyat-ı Cedide şairlerindendir. Ama Şerif Aktaş'a göre tam anlamıyla bu topluluğun sesi olmaz araf sancıları içinde tarzını sürdürür. Aktaş'ın Yenileşme Dönemi Türk Şiiri ve Antolojisi 1 kitabına bakılırsa: "Onun sesine sinen Edebiyat-ı Cedide duyarlılığı ve anlayışı, kişiliğinin bir yönü hakkında kanaat verse bile, emanet gibi durmakta; dil karşısındaki tavrı, eski-yeni arasındaki arayışları, mısralardaki ses, hatta kelime kadrosu ve bir türlü kıvamını bulamayan hayal iklimi ile mutavassıt zevke yakın bir sanatkâr intibaı vermektedir. Kültür ve zevkiyle aynı anda bağlı olduğu Doğu ve Batı kaynaklı eser ve değerler de bu kanaatimizi doğrular mahiyettedir. Ayrıca dostlukları, insani ilişkileri, dini kanaatleri, milli değerlere karşı hassasiyeti, siyasi tercihleri ve edebiyata bakış tarzı Edebiyat-ı Cedide mensuplarından farklıdır."s.106

Yeni Tasvîr-i Efkâr, Hâk, Edebiyyat-ı Umûmiyye, Hazîne-i Fünûn, İctihad, Mecmûa-i Ebüzziyâ, İleri, Ma'lumât, Peyâm-ı Sabah, Yarın, Resimli Gazete gibi yayım organları için yazılar yazmıştır. Bununla da yetinmeyip Cenab

Şahabeddin'le beraber Hâdisât gazetesini çıkarmıştır. Bu yazıların çoğu milli mücadeleyi destekleyici yazılardır. İtilaf Devletlerinin pervasız ve saldırgan tutumlarına karşı ünlü makalesi Kara Bir Gün'ü kaleme aldı.

Eserleri: Gizli Figanlar, Malta Geceleri, Firâk-ı Irâk, Ma'lûmu İ'lâm, Elcezire Mektupları, Batarya ile Ateş Kahire, Boş Herif, Âsitâne-i Târihte, İttifakın Tarihçesi, Tarihin Yılan Hikâyesi, Çal Çoban Çal, Çalınmış Ülke, Hitâbe, Âbide-i Şühedâ, İki Dost, Nâsırüddin Şah ve Bâbîler, Yıkılan Müessese, Kâfir Hakikat.

önemli bir gereksinim olduğunu vurgular. Bu düşüncelerinin hülâsası şu cümlelerde gizlidir: Oh emelsiz ruh olmaz. Felaket o ihtiyacı hissedememektedir!156 Yazar, kendi ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda ruhunun donup eridiğini söyler.

- Baha Tevfik157, Fantazi (Tramvay Beygiri), 2 Eylül 1909, Heranet Hedişiyan Matbaası, S.1

19. yüzyılın ikinci yarısında Beşir Fuad'la başlayan pozitivizm akımının, bu dönemdeki sözcüsü Baha Tevfik'tir. Baha Tevfik ile Beşir Fuad his ve hayale dayanan edebiyatın zararlı olduğu, insanı marazi bir duruma sürüklemekten başka bir şeye yaramadığı konusunda birleşirler. Orhan Okay, bu hususu şu şekilde belirtmiştir:

İkinci Meşrutiyet sonrasının nispeten serbest atmosferinde Beşir Fuad'ın daha cüretli takipçileri ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en önemlisi Baha Tevfik'tir (1884-1914). Beşir Fuad gibi fenni gerçekler karşısında edebiyatı, özellikle hayalperest şairliği küçümseyen, hatta edebiyatı zararlı bulan Baha Tevfik, Beşir Fuad'ın pek çok yazısında bahsettiği, çevresine okumalarını tavsiye ettiği Büchner158'in Madde ve Kuvvet'ini bu ad altında tercüme etmiştir.159

156

Süleyman Nazif, "İhtiyaçlarım", Şiir ve Tefekkür, S.1, s.4

157Ülkemizde Materyalist felsefenin gelişmesini sağlayan Baha Tevfik 1881 yılında İzmir'de doğmuştur.

İstanbul'da Mülkiye'yi okumuştur. Yazarın hakkında Türk Edebiyatı Ansiklopedisi'nde kaydedilen bilgiler şunlardır: "Balkan Savaşı sırasında kardeşi Fikri Tevfik'le birlikte Teceddüd-i İlmi ve Fikri Kütüphanesi'ni kurarak pozitif bilimleri, materyalist felsefeyi savunan kitaplar yayımladı. Hâle, Tenkit, Piyano, Felsefe

Mecmûası, Zekâ adlı düşün ve sanat dergilerini çıkardı, felsefe, ahlak konularında yazılar yazdı. Eşek, Elmalûm, Yine O adlı gülmece dergileri de onundur. Bir ara Rehber-i İttihad-ı Osmanî okulunda felsefe öğretmenliği de

yaptı. 1914 yılında İstanbul'da öldü." Özkırımlı, Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul: Cem Yayınevi, 1984, Cilt 1, s.179

Yazar, Teceddüd-i İlmi ve Edebî isimli eserinde edebiyatın toplum üzerindeki olmusuz etkilerine değinir. Bu kitabın içinde yer alan "Edebiyat Kat'iyen Muzırdır" başlıklı makalesinde edebiyata karşı olan tutumunu yazar. Makalesinde Darwinci bir anlayışla insanın meydana çıkışını anlatıp, edebiyatla ilgili görüşlerine yer verir. Onun "Bilâtereddüt, hükmolunur ki edebiyat umumi ve müstevli bir maraz-ı dimağından başka bir şey değildir" bu konudaki hükmüdür. Edebiyatın cemiyete etkisinden dolayı muzır olduğunu düşünür. Edebiyatın bir kolu olan şiir ona göre marazi bir üründür ve insanı acizliğe sevk eder.

1914'te yayımladığı Felsefe-i Ferd eserinde toplum-birey ilişkisinden bahsederken birrçok filozof yanında Macar asıllı Max Nordau'nun görüşlerinden de yararlandı.

Baha Tevfik ve arkadaşlarının çıkardığı Eşek, 29 Kasım 1910 birinci sayısı çıkınca hükümetçe tatil edilen mizah içerikli bir organdır. Bunun üzerine sırasıyla Kibar, Yuha, Malûm adlarıyla yayımlanmıştır.

Eserleri: Yeni Ahlak, Felsefe-i Ferd, Muhtasar Felsefe, Yeni Umumî Tedris Usulü: Faal Mektep Usulü Mütercimi.

158

Burada bahsedilen şahıs, yabancı düşünürlerden Ludvig Büchner'dir. Onun Madde ve Kuvvet I-III adlı eserini Baha Tevfik- Ahmed Nebil çevirmiştir.

159

Okay, Orhan, Beşir Fuad İlk Türk Pozitivist ve Naturalist, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2012, s.206

Beşir Fuad'ın edebiyata, lirizme karşı oluşunu Envar-ı Zekâ dergisinde yayımlanan "Kalp" başlıklı tercüme yazısında görülür. İnsanların duygularının menbaa olarak saydıkları bu uzvu şu şekilde tanımlar: "İçiboş bir adaledir ki kanı yukarı ve aşağı itip vücudun aza-yı muhtelife ve müdeaddidesine tevzi eder." Kuran, Ercüment,

Abdullah Kaygı, Türk Düşüncesinde Çağdaşlaşma isimli eserinde pozitivizmin Türk aydınını etkilediğini ve değerler sistemini değiştirdiğini şu şekilde anlatmıştır: Kendi kendisini genel olarak pozitivizmi, daha sonra neo-pozitivizm diye adlandırılan bu anlayışa göre, empirik olmayan, deneyle doğrulanamayan hiçbir önerme bilimsel olamaz, ancak metafizik olabilir.160

Yazar, bu yazısını Şahabettin Süleyman'a ithaf eder. Şahabettin Süleyman, Baha Tevfik'e dergide yayımlanması için büyük ediplerden birisine ait izlenimlerini yazmasını ister. Akabinde bu iki ismin "büyük başlar" denilince hangi edipleri, hangi devlet adamlarını hayal ettikleri belirtilir:

Bir Napolyon Bonapart, bir Wilhellm Sani, bir Faliyer (Falliérs) düşünmediğine katiyen kâniyim. Fakat belki bir Burje, bir Verlaine, bir Dorşen ihtimaline bir Fikret, bir Cenap Şahabettin, bir Halit Ziya tasavvur ediyorduk!161

Baha Tevfik, bu ifadesiyle kendince siyaset adamlarını ve sanatkârları aynı kefeye koyar ve ağır basan taraf isimler sanatkâr zümresi olur.

Aynı zamanda yabancı muharrirlerle Türk muharrirlerin isimleri verilerek örneklendirme yapılır.

Alt başlıktaki Tramvay Beygiri'ne değinecek olursak yazar, bindiği bir tramvayda, bir tramvay beygirinin durumunu anlatır ve medeniyet ile ilerlemenin yalnızca elektrikli araçların gelişmesine bağlayanların yanıldığını belirtir.

- Süleyman Nesib (Süleyman Paşa-zâde Sâmi Bey)162, Şiir / Âsâr-ı

Mâziden, 2 Eylül 1909, Heranet Hedişiyan Matbaası, S.1

1. İçerik:

Âsâr, kelime anlamıyla nişaneler, eserler anlamına gelmekte olup yapıtın başlığı geçmişten gelen eserler şeklinde çevrilebilir. Şair, şiirinde yaratıcıdan bir

160

Kaygı, Abdullak, Türk Düşüncesinde Çağdaşlaşma, Ankara: Gündoğan Yay., 1992, s.29

161

Baha Tevfik, "Tramvay Beygiri", Şiir ve Tefekkür, 1325, S.1, s.5

162

(1866-1917) "İstanbul'da doğdu ve orada öldü. Asıl ismi Süleymanpaşazâde Mehmet Sami'dir. Babası "Şıpka kahramanı" olarak ünlenmiş Müşir Süleyman Paşa'dır. 1899 yılında Mülkiye'yi bitirdi. Ülkenin muhtelif bölgelerinde idadî ve maârif müdürlüğü yaptı. Şiirlerini ilk defa 1893 yılında neşretme başladı. 1896'da Servet-i Fünûnculara katıldı. Bu topluluk içinde en çok Tevfik Fikret'in etkisinde kaldı. "Tanzimat'tan Bugüne

Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul: YKY, 2010, Cilt 2, s.935

Edebiyatımıza batı menşeli sone tarzını ilk kullanan şairlerden biridir. Şiirleri, başka yazı, makale ve konferansları, ölümünden sonra bir heyet tarafından Süleymanpaşazâde Sami Bey adlı bir anma kitabında toplandı. (1918).

ümit vermesini diler. Bir ümit ah bir emel, Rabbim163

mısrası buna örnek olarak gösterilebilir.

Şair, şiirinde romantik âşık duruşunu sergilemektedir. Sevgilisi onun için her şeydir. Tüm benliğini işvesiyle, edasıyla alır. Cana yakınlığıyla şairin ruhunda bir tazelik, bir canlanma uyandırır.

Süleyman Nesib, bu şiirinde çağdaşlarının şiirlerindeki karamsarlık temasının dışına çıkarak daha olumlu bir çerçeve çizer. O, samimiyetten, saadetten, asûdeden ve ümitten bahseder. Aşkının sayesinde solmuş ömrünün dirileceğine inanır. Öyle ki yeryüzü ve gökyüzü bu dirilen bedenin sevincine iştirak eder.

2. Şekil: Şiir, dörtlüklerle kurulmuştur. 1., 2, dörtlükler çapraz kafiyelidir. 3, ve 4. dörtlükler ise düz kafiyedir.

3. Dil ve Üslup:

Şiir de yakarış üslubu egemendir. Nurullah Çetin, Şiir Çözümleme Yöntemi adlı kitabında bu üslupla ilgili şu noktaya değinir:

Şairin üslubuna dua samimiyeti ve yakarışı egemendir. Bu hafifçe, usulca, yalvarıp yakaran, niyaz eden, dileyen bir üsluptur. 164

4. Ahenk

a. Kelime Tekrarları: Aşağıda şiirden alınan mısralar vardır. Bu mısralardan yola çıkarak ki'li cümle yapısının kullanıldığı anlaşılır.

Ki harîm-i hayatıma sokulur Sokulur öyle şûh ve fettan ki Öyle munîs ve muharrem can ki

b. Ses Tekrarları: Armoni unsurlarından olan aliterasyon şiir de d, m, r, s sesleriyle sağlanır. Ünlü seslerin ahengi de asonans ile sağlanır. Özellikle a, e, i, u sesleriyle sağlanır.

Dembedem bir hayal-i âsude

Bana bir ufk-u nev-hayat açarak

163 Süleyman Nesip, "Şiir/Âsâr-ı Maziden", Şiir ve Tefekkür, 1909, s.5 164

Benzer Belgeler