NALBANT S1, AKMAZ İ2, AVŞAR K3, ŞAHAN B1, ASLAN E1, KAPLAN H2, DANACI M1 1İç Hst Srv GATA HEH İstanbul
2Ortopedi Srv GATA HEH İstanbul
3Biyokimya Srv GATA HEH İstanbul
AMAÇ:Selektif ve non-selektif anti-inflamatuar
ilaçlar akut gut ataklarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Biz de bu çalışmamızda rofekoksib, indometazin ve diklofenakın monosodyum ürat kristallerinin (MSU) rat cilt altı hava keselerinde oluşturduğu inflamasyon üzerindeki proflaktik anti-inflamatuar etkilerini karşılaştırdık.
YÖNTEM-GEREÇLER:Ratlarda cilt altı hava keseleri
oluşturulduktan sonra hiç bir şeyin verilmediği (negatif kontrol grubu) ve sadece MSU
kristallerinin verildiği (pozitif kontrol grubu) olmak üzere iki kontrol grubu ile hem kristal hem de ilaçların verildiği 5’er rattan oluşan çalışma grupları oluşturuldu. Rofekoksib (15 veya 30 mg/kg 2 farklı grup), indometazin (20 mg/kg) ve diklofenak (3mg/kg) verilen 4 çalışma grubuna ait rata ve pozitif kontrol grubuna MSU kristalleri verildi. Bir gün sonra ratlar sakrifiye edildi. Hava keselerinin sıvı aspirasyonu yapılıp, keselerin diseksiyonları yapılarak lökosit sayıları, vasküler indeks (Vİ), interlökin-10 (IL- 10) ve tümör nekrozis-alfa (TNF-α) seviyeleri değerlendirildi.
BULGULAR:Kese içi MSU kristallerinin verilmesi IL-
10 (60.6±63.03 ve 61.48±7.1) hariç kese sıvısı lökosit sayılarını (30±44.7 ve
4508±792.3cells/mm3), Vİ (4.8±0.39 ve 11.4±1.5 damar/x100) ve TNF-α’yı (46.9±12.3 ve
61.5±7.1ng/mL) anlamlı derecede yükseltti. Lökosit sayıları ve Vİ bütün çalışma gruplarında pozitif kontrol grubuna göre anlamlı derecede azalırken (p<0.05), bu etki yüksek doz rofekoksib grubunda daha belirgindi. Kese sıvısındaki TNF- α seviyeleri bütün çalışma gruplarında anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). En yüksek seviye ise indometazin grubuna aitti. TNF-α’nın aksine IL-10 seviyeleri anlamlı derecede azalmıştı (p<0.05). Ancak, IL-10 seviyeri açısından çalışma grupları arasında fark bulunamadı.
SONUÇLAR:Çalışmaya dahil edilen her üç anti-
inflamatuar ilaç da MSU kristallerinin yaratmış olduğu inflamasyon üzerinde proflaktik süpresif bir etki oluşturmuştur. Ancak, oluşan anti- inflamatuar etkinin yapısı farklılıklar
göstermekteydi. Özellikle TNF-α seviyeleri çalışma gruplarında beklenenin aksine artmıştır. Hem bu artışın rofekoksib grubunda en az olması hem de Vİ’i daha iyi suprese etmesi rofekoksibin gut hastalarında atakların önlenmesinde uzun vadede daha potent olabileceğini düşündürmekte ve bu konuda yapılacak klinik çalışmalara ihtiyaç göstermektedir.
[SS-015][RefNum: 43][Oral][2 Kasım 2004 / 14.30-15.30 Salon 1]
Ankilozan spondilit'li hastalarda Sjögren sendrom sıklığı
Kobak Ş.1, Öder G.2, Kabasakal Y.2, Doğanavşargil E.1 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,Romatoloji Bilim Dalı,İzmir
2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,Romatoloji Bilim Dalı
AMAÇ:Bu çalışmanın amacı, Ankilozan spondilit’li
hastalarda Sjögren sendrom sıklığını araştırmaktır
YÖNTEM-GEREÇLER:: Ocak 2002-Kasım 2003 tarihleri
arasında,E.Ü.T.F.Romatoloji Polikliniğine başvuran, New York tanı kriterlerine göre Ankilozan spondilit tanısı almış 70 hasta çalışmaya alındı. Klinik ve laboratuar tetkikler ile (dsDNA, anti-Sm,anti-U1RNP, anti-Scl70 negatifliği) başka bir bağ doku hastalığı
dışlandı.Tüm hastalara ağız ve göz kuruluğu ile ilgili şikayetleri soruldu.70 hastanın tümünde RF (nefelometri), ANA (immunfluoresan yöntem), anti- Ro, anti-La (ELIZA yöntemi) varlığı arandı ve Schirmer testi ve göz yaşı kırılma zamanı bakıldı.RF, ANA, anti-Ro,anti-La testlerinde en az birisi pozitif bulunan, pozitif Shirmer ve/veya göz yaşı kırılma zamanı ve sicca semptomları olan hastalara tükrük bezi biopsi yapıldı. Chisholm evrelemesine göre grade 3 ve/veya grade 4 sialodenit olan hastaların biopsileri pozitif olarak kabul edildi.
BULGULAR:: 70 AS’li hastanın 56’sı erkek(%
80),14’ü kadın(%20) ve yaş ortalaması 42 yıl idi.Üstteki şartları tamamalayan 16 hastaya tükrük bezi biopsi yapıldı.Bu 16 hastanın 11’i ANA pozitif (1/40 üzeri), 3’ü anti-Ro pozitif, 2’i anti-La pozitif ve 4’ü RF pozitif
saptandı.Bu 16 hastanın 7’sinde (5’i grade 3 sialodenit, 2’si grade 4) patolojik tükrük bezi biopsisi saptandı
SONUÇLAR:Bizim çalışmamızda, AS’li 70 hastanın
7’si (%10) Avrupa sınıflama kriterlerine göre sekonder Sjögren sendrom tanısı aldılar. Bu AS ve Sjögren sendrom’unun birlikte olabileceğini gösteren bir sonuçtur.
[Page: 102]
[SS-016][RefNum: 53][Oral][2 Kasım 2004 / 14.30-15.30 Salon 1]
Romatoloji poliklinik takibindeki ankilozan spondilit hastalarında
güncel kriterlere göre biyolojik ajanlar ile tedavi ihtiyacı
Temel M, Atagündüz P, Direskeneli H
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul
AMAÇ:Ankilozan spondilit (AS) tedavisinde
biyolojik ajanlar ile yapılan (İnfliximab® ve Etanercept®) ve TNFα tedavisinin etkinliğini değerlendiren klinik çalışmalar, konvansiyonel ilaçlara göre daha güçlü etkinliğe sahip olduklarını göstermiştir.
Bu nedenle, rutin poliklinik takibinde biyolojik tedaviye uygun hasta seçimi önem kazanmıştır.
YÖNTEM-GEREÇLER:Çalışmaya alınan AS hastaları,
Modifiye New York kriterlerine göre seçildi (N=93, E/K=46/47).
İnfliximab® ve Etanercept® ile yapılan iki büyük araştırmanın çalışmaya alma ve dışlama
kriterleri, ASAS ve SPARTAN tedavi kılavuzları, biyolojik tedaviye aday hastaların (aktif hasta) belirlenmesinde kullanıldı.
Sedimentasyon hızı, CRP değerleri ve detaylı ilaç öyküsü kaydedildi.
BULGULAR:Aktif hasta olarak belirlenen hasta
sayıları için gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. En fazla aktif hasta Davis JC et-al. tarafından yürütülmüş olan Etanerept çalışmasının kriterleri uygulandığında saptandı (41.9%).
Her dört kriter setine göre de 24 AS hastası aktif hasta olarak saptandı (25.8%, E/K=12/12). Erkek hasta grubunda CRP düzeyleri kadın hasta grubuna oranla daha yüksekti (E/K, ortalama CRP: 32/9.6 mg/dL, p=0.001). En yüksek CRP değerleri, etanercept çalışma kriterlerine göre belirlenen aktif erkek hastalarda saptandı (Aktif/inaktif: 47.1/22.2 mg/dL, p=0.044, 95% CI: 49.1-0.8). Bu gruptaki yüksek CRP değerleri sulfasalazin (SAZ) kullanımı ile negatif korrelasyona sahipti (R=- 0.76, p=0.05). Yüksek CRP değerleri ile bel ağrısı arasında bir ilişki yoktu. Servikal/dorsal omurga ve büyük eklem tutulumu ile anlamlı bir ilişki saptandı (R=0.7, p=0.05).
SONUÇLAR:Bu çalışmada konvansiyonel ilaçlar ile
tedavi edilen AS hastalarının büyük çoğunluğunun biyolojik tedaviye aday olduğu saptandı (%34 - % 42.6). Bu oranlar AS hastalarının daha etkin tedaviye olan ihtiyacını göstermetedir. Yakın zamanda yapılmış olan benzer bir çalışmada aktif hasta oranı % 65 olarak belirtilmiştir.
gibi ilaçlar hastalığın seyrini değiştirerek biyolojik ajanlar ile tedaviye aday hasta sayısını azaltmış olabilir.
Bu sonuçlar, romatoid artrit ile karşılaştırıldığında, aktif hastaların belirlenmesinde önerilen güncel kriter ve kılavuzların günlük pratiği daha iyi yansıtabileceğini desteklemektedir.
[Page: 103]
[SS-017][RefNum: 48][Oral][2 Kasım 2004 / 14.30-15.30 Salon 1]
Takayasu hastalığında ateroskleroz
Seyahi E1, Cumalı R2, Uğurlu S1, Balcı H3, Yurdakul S1, Yazıcı H1
1İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul
2İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Radyoloji Ünitesi, İstanbul
3İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Merkez Laboratuvarı, İstanbul Takayasu arteriti (TA) kronik iltihapla seyreden
bir hastalık olması nedeniyle, sistemik lupus eritematozus (SLE) örneğinde olduğu üzere, aterosklerozun artmış olma olasılığı vardır. Ancak bu konu sistemik şekilde henüz araştırılmamıştır.
AMAÇ: TA hastalarında Doppler USG ile karotis
arterlerinde aterom plak sıklığını araştırmak.
YÖNTEM: TA olan 23 kadın (ort. yaş: 41.5 ± 11.5
yıl) ve 26 sağlıklı kadın (ort. yaş: 43.1 ± 5.9 yıl) çalışmaya alındı. Ayrıca hikayesinde
miyokard infarktüsü olmayan ve serum kreatinin değeri <1.4 mg/dl olan 42 SLE’li kadın ( ort. yaş: 40.8 ± 10.4 yıl) hastalıklı kontrol olarak çalışmaya alındı. Hasta ve sağlıklı kişilerin
hangi gruptan olduğu bilinmeden, B mod USG ile 10 Mhz lineer prob kullanılarak, karotis arter
sisteminde 4 ayrı yerde (ana karotis, bulbus, internal ve eksternal karotis arter) aterom plağı arandı ve intima-media kalınlığı ölçüldü. Tüm hastalarda ve kontrol gruplarında klasik ateroskleroz risk faktörleri bakıldı.
BULGULAR: TA hastalarının 7’sinde (% 30), 42 SLE
hastasının 10’unda (% 24) ve 26 sağlıklı kontrolün 1’de (% 4) plak bulundu. TA
hastalarında SLE’de olduğu gibi normallere göre plak sayısının arttığı gözlendi (p=0.044). İntima- media kalınlığı TA hastalarında (0.97 ± 0.38 mm), SLE’li hastalara (0.59 ± 0.11mm) ve sağlıklı kontrollere (0.59 ± 0.17mm) göre anlamlı olarak daha kalın ölçüldü (p= 0.0001). SLE ve TA hastaları arasında açlık kan şekeri, total kolesterol, LDL, HDL düzeyleri, vücut kitle indeksi ve sigara öyküsü açısından fark
gözlenmedi. Ancak ailede iskemik kalp hastalığı öyküsü SLE'de, TA hastaları ve sağlıklı
kontrollere göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.025).
SONUÇ: TA hastalarında SLE’de olduğu gibi benzer
yaş ve cinsteki kontrollere göre yüksek bulunan plak sıklığı, bu hastalıkta da aterosklerozun hızlandığını düşündürmektedir. Karotis arterlerde intima-media kalınlığı artışı doğrudan
hastalığın karotis arter duvarında diffüz kalınlaşma yapması ile açıklanabileceği gibi aterosklerozla da ilgili olabilir. Bu ayrıntıyı
[Page: 104]