• Sonuç bulunamadı

II Meşrutiyet Dönemi İslam Birliği Siyaseti

2.5. II Meşrutiyet ve Sonrası İslamcılık ve H ilafet

2.5.1. II Meşrutiyet Dönemi İslam Birliği Siyaseti

Sultan Abdülaziz döneminde gündeme gelen İslam birliği siyaseti, II. Abdülhamid döneminde uygulanmaya konmuştur. Son Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti’nde, gayr-i Müslim tebaanın ayrılıkçı düşüncelerinin artması Osmanlıcılık siyaseti yerine İslamcılık fikrinin ön plana çıkmasını sebep olmuştur. Sultan Abdülhamid de Batılı büyük devletlerin baskısını azaltmak için İslamcılığı önem vermiştir.

İslam birliği için Şiilerle birlik olma çalışmaları da Meşrutiyet öncesine rastlar. Şii olup Osmanlı ile mezhep mücadelesi içinde olan, hatta bu yolda Ermeni komitacılara dahi destek veren İran etkisine karşı gerekli yerlere vaizler yollanmış, Şii talebeleri eğiterek Sünnileştirip Şii bölgelere yollamak gibi tedbirler de alınmıştır. İstenilen netice alınamayınca Şii ve Sünni ulema ile bir cemiyet teşkil edilerek mezhep ihtilaflarının ortadan kaldırılmasına çalışılmış, hatta Alman modeli1 gibi bir birlik

2 dahi konuşulmaya başlanmıştır.

1 Arşiv kaynaklarında geçen bu ifadeden kasıt, feodal beylik veya devletçiklerin başında bir kıral bulunması kasdediliyor olmalıdır.

19. yy.da İslam birliği siyasetini Dünya Müslümanlarına uygulamak ve yaymak kolsy olmsmıştır. İslam birliği siyasetine destek için gazetelerin ve cemiyetlerin desteklenmesi, tarikat mensuplarının yollanması vb. organizasyonlar, İstanbul’dan çok uzaktaki büyük Müslüman kitlelere ulaşmanın büyük zorlukları olmuştur. Hitap edilen coğrafyada insanların değişik lisanlar konuşuyor olmaları, Osmanlı Devleti’nin sınırlı finansal imkânları ve Panislam siysetinde aşırı gizlilik ile hareket edilmesi1 ve Avrupalı devletlerin İslam birliğini engellemek için haccın engellenmesi, tarikatler arasına ihtilaf sokulması, yerel reislerin elde edilmesi gibi tedbirlere başvurmaları Panislamizmin tam olarak amacına ulaşmasına engel olmuştur.

31 Mart ve sonrasında her ne kadar “şeriat isteyenler” takibe uğramışsa ve Abdülhamid’in tahttan inmesi sonrası her ne kadar Panislam siyasetinin iflası gibi gözükse de, bu durum Osmanlı Devleti’nin “İslam’dan kopuşu” olarak değil “hükümetlerin nüfuzunu hissettirmeye yönelik icraatları” olarak değerlendirilmelidir. Çünkü hükümetler İslamî hassasiyetleri gözönünde bulundurulmaya devam etmişlerdir. Mesela Abdülhamid zamanında nasıl ki adaba ters olan resimlerin basılması yasaklanması söz konusu olmuşsa, Divan-ı Harp’te mahkûm olanlar bir sene sonra Hz. Peygamber’in doğum günü sebebiyle serbest bırakılmış, 1917 yılında Peygamber’e hakaret eden bir muallim tutuklanmıştır.4

Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren İttihatçılar, başlangıçta Panislam siyaseti izlemekten kaçınmış,5 fakat dinsizlik suçlamaları altında İslam memleketlerinin nefretleri ve devletten kopacağı korkusu ile Trablusgarp,6 Balkan Harpleri ve Dünya Harbi’nin getirdiği gerçekler karşısında Panislam siyasetinin faydalarından istifade etmeye çalışmışlardır. Enver Paşa’nın başını çektiği Teşkilat-ı Mahsusa da Panislam

1 Jacob M. Landau, İslami Birliğin Sağlanmasına Yönelik Gayretler,

http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=285244 (27.12.2014) saat 17: 48. 2 Sırma, s.57-58, 63, 68

3 Mesela 1915’de Cemal Paşaya çekilen bir telgrafta “Kırçova müderrisinin Volkancı Vahdetî ve emsali gibi Meşrutiyet aleyhinde bulunmuş olması” bahsedilip maaşına uygulanan yaptırımdan bahsedilmektedir (BOA, DH.ŞFR. 54/114).

4 BOA, DH.MKT. 1131/21; İ..MBH. 1/61; DH.İ.UM.EK. 28/104.

5 Fransa’ya Osmanlı Hükümeti’nin “İttihad-ı İslam siyaseti gütmediği teminatı verilmesi” hakkında bk. BOA, BEO 4190/314332.

6 İttihatçılar, Şili’deki Antofagosta Şehri Cemaat-i Osmaniyesi’nin Trablusgarp mücadelesini tebrik eden telgraf (bk. BOA, İ..MBH. 7/57) vb. destekleri dünya kamuoyunda yalnız kalmamak için reddetmeyeceklerdir.

7 İttihatçılardan Enver ve Talat başta olmak üzere Dr. Bahaeddin Şakir, Dr. Nazım’ın, hatta Prens Sabahattin’in dahi İslamcı görüşleri bulunduğu gibi Teşkilatı Mahsusa’nın da bu konuda çalışmaları

ve Pantürkizm fikirlerine dayanıyordu.1 Dünya Harbi sonrası Enver Paşa Türkistan’ı Rusların aleyhine birleştirmiştir. I. Dünya Harbi sonrası kurtuluş savaşına destek olmak için girişimlerde bulunup İsviçre’de Arap, İran, Afgan, Hind Milliyetçileriyle

“Asya Müslümanları Federasyonunu kuran Talat Paşa da, Müslümanların esaretten

kurtulması için ortak mücadele çağrısı yapmıştır. Enver Paşa’nın İslam âlemindeki nüfuzundan istifade edilmesini Mustafa Kemal’e teklif edip Panislam siyaseti çerçevesinde faaliyetlerde bulan Talat Paşa’nın katledilmesini, bu hareketinden rahatsız olan İngilizlere bağlayanlar vardır. Cemal Paşa da Afganistan’da Emanullah Hanın ordusunu ıslah ile uğraşıp, M. Kemal ile irtibat halinde kalmış, İngiltere’nin Afganistan’dan çıkarılmasına çalışmıştır. İngilizler, Afganistan’ın bu durumunu İngilizler aleyhine destekleyen Rusya’yı “Enver- Cemal- Talat Paşaların M. Kemal ile oluşturdukları bu ittifakın Türk İslam uyanışını getireceğini” Ruslara anlatarak destek vermesini engellemişler ve Afganistan’ı aralarında paylaşmışlardır.4

Cihan harbi sonrası hükümetleri de hem siyasi hem de insani olarak İslamcı politikalara devam etmiştir. 1918 yılında Vahdettin’in padişahlığı ve İttihatçı ve mason olarak tanınmış Musa Kazım Efendi’nin şeyhülislamlığı zamanında, İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nde idari azalık yapmış olan Said Nursi, Cemiyet-i İlmiye’den Mustafa Sabri, Abdülhamid’in hal fetvasını hazırlayan Elmalı Hamdi yazır ile bazı şeyhler bulunan bir kadro ile “D aru’l-Hikmet ’ül-İslamiye” kurulmuştur. Bu kurum, İslam âleminde çıkan sorunlara cevaplar vermek ve İslam aleyhinde yazılar yazanlara cevap vermek, hatta ceza almaları için Dâhiliye Nezaretine müracaat etmek, umumi ahlakın ıslahı için çalışmak vazifesini üstlenmiştir.5

Türkiye Cumhuriyeti, devletin laikleşmesi sebebiyle İslamcılık siyasetinden uzaklaşmış, hatta dine müsamaha ile yaklaşan Menderes bile Müslüman milletlerle bu konuda herhangi bir faaliyette bulunamamıştır.6 Uzun müddet İslam coğrafyasına ilgisiz kalan Türkiye’nin Müslüman devletlerle yakınlaşması, Kıbrıs meselesinde

vardır. Bk. Nevzat Artuç, İttihat ve Terakki’nin İttihad-ı İslam Siyaseti Çerçevesine İttihatçı Senusi

İlişkileri (1908-1918), İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2013, s. 35-41.

1 Aydın, s.137. Bundan savaş beraber girdiğimiz Almanların rahatsız olması altında kıskançlık mı yoksa başka mana mı aranmalıdır bilinmez (Öke, s.49, 51-54).

2 Öke, s.79.

3 Hasan Babacan, Mehmet Talat Paşa 1874-1921, Ankara: Altınpost Yayınevi, 2012, s.245, 249­ 252.

4 Öke, s.109-110.

5 BOA, MV. 224/107; ŞD. 2840/21; 2842/15; 2842/55 6 Mısıroğlu, s.462.

Yunanistan’a taraf olan Avrupa devletleriyle arasının açılarak 1974’de İslam Konferansı Teşkilatına katılmasıyla başlayacaktır.1

2.5.2. 31 Mart Sonrası Hilafetin Durumu

Hilafet II. Meşrutiyet sonrası yavaş yavaş eleştirilere hedef olmaya başlamıştır. Yine de Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar hilafet fazla muhalefet görmemiştir. II. Meşrutiyet sonrası serbest olarak yazmaya başlayan basının Abdülhamid’e saldırıları, hilafete de zarar vermeye başlamıştır. 31 Mart sonrası padişahın yetkilerinin azaltılması ve padişahlığın temsili konuma düşürülmesi ile hilafetin etki alanı da daralmıştır. 31 Mart üzerinden henüz iki ay geçmeden 9 Mayıs 1325’de (22 Mayıs 1909) İttihatçıların fikirlerine tercüman olan Tanin gazetesinde çıkan haberde, yeni tahta çıkan Sultan Mehmet Reşat’ı -her ne kadar halifeliğin Müslümanlarda, hususen Akdeniz coğrafyasındaki öneminden bahsetse de- “Türklerin hükümdarı” lakabını ön planda tutarak tanıtması dikkat çekicidir.4 İttihatçıların bu anlayışı İslamcılıktan ulusçuluğa geçişin işaretini vermektedir.

Hilâfet kurumunun 31 Mart Vakası’ndan sonra Ağustos 1909’da çıkarılan kanunla halifenin hak ve yetkileri daha da sınırlandırılmışsa da, bir müddet sonra İslam âleminden gelen tepkiler üzerine İT yönetimi, içerideki Müslümanların devlete

1 Mısıroğlu, s.464.

2 Mevlanza’de gibi bir Abdülhamid düşmanı dahi şöyle demiştir: “Halifesini, padişahını sevmek,

Osmanlıların en birinci ahlâki üstünlüğüdür... İşte biz Osmanlılar bu ruha, bu kahramanlığa, bu vicdana sahip âlicenap, cömert, kanaatkar; azim, sebat ve merhamet gibi yüce erdemlerle temayüz eden halifelerimize, padişahlarımıza muhabbet beslemiş, tazim ve hürmet ederek köleleri olmuşuz; diğer taraftan miskinlerini, hevâ ve hevesine yenik düşenleride daima kovmuşuz. Yüce Osmanlı tahtını her an için Osmanlılık şan ve şerefine layık padişahlarımıza sunmuşuz.” (Mevlanzade, s. 175-1760.)

3 Hüseyin Cahit’in idaresinde Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım Kadri tarafından 1908’de

çıkarılmaya başlayan İttihatçıların sözcüsü konumundaki bir gazetedir. Falih Rıfkı (Atay), Enis Avni (Aka Gündüz), Fazıl Ahmet (Aykaç) ve İttihatçıların dış politikadaki akıl hocası olarak tarif edilen Babanzade İsmail Hakkı’nın da yazarları içinde aldığı gazete 31 Mart Hadisesi’nde toplumun inancına zıt yayınlarıyla önemli rol oynamıştır. 1914’te İttihat ve Terakki tarafından satın alınmıştır. Hükümeti eletirdiğinden 1912-1913 yılları arasında kapatılan Tanin, İstanbul’un işgali sonrası 1922’de Hüseyin Cahit tarafından tekrar çıkmışsa da Terakkiperver Cumhuriyet Fıkası’na destek verdiğinden 1925-1943 tekrar kapatılmıştır. Tanin, 1947’ye kadar çıkmaya devam etmiştir.

bağlılığını devam ettirebilmek ve dışarıdaki Müslüman kamuoyunun desteğini sağlayabilmek amacıyla tekrar hilâfet kurumuna önem vermeye başlamıştır.1 Böylece başlangıçta zayıflamaya yüz tutan “İslam birliği siyaseti” 1913 sonrası tekrar canlanmıştır. Araplardan bazı kabilelerin isyanlarıyla İslamcı bir siyasetten nispeten ümidi kırılmış olan İttihatçılar, Trablusgarp ve Balkan savaşlarında İslam âleminden hususen Hindistan Müslümanlarından gelen desteklerle, tekrar hilafetin nüfuzunu fark etmişlerdir ki, I. Dünya Harbi’ne bu cesaretle girmişlerdir. Ancak İngiltere, Fransa ve Rusya kendi Müslüman sömürgelerinde gereken tedbirleri alması ve halkı harekete geçirmesi muhtemel bütün kişi ve kuruluşları tasfiye etmeleri sebebiyle beklenen etki hâsıl olmamıştır. I. Dünya Harbi sırasında Müslümanlardan beklenen tepkinin gelmemesi, İngilizlerin Hindistan Müslümanlarının tepkisini yatıştırmak için Osmanlı hilâfetine ve mukaddes bölgelerdeki hâkimiyetine halel gelmeyeceğini taahhüdünden kaynaklanmıştır. Taahhüdün yerine getirilmeyeceği Sevr Antlaşmasında ortaya çıkınca Hint Müslümanları, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’ye de büyük yardımı olacak olan, Osmanlı hilâfetinin hukukunu korumak üzere büyük bir eylem başlatmışlardır. Bu eylem İttihatçıların İslam âleminden bekledikleri yardımın çok da boş olmadığını göstermiştir. Cihan Harbi yenilgisi sonrası Hicaz, Yemen, Asir’de halk büyük üzüntü duymuş, Mısır’da halk İstanbul’la ciddi ilgilenir olmuş, Kuzey Afrika’da ise Fas yüksek komiseri ile Fransız hükümetine baskı yapmış, Hindistan’da Cuma halife için dua günü ilan edilmiş, Londra’da “İslam Cemiyeti” Sünni ve Şii Müslümanların desteğini beyan eden bir bildirgeyi İngiltere Başbakanı’na ve Vahdettin’e yollamıştır.4

İngiltere’nin Dünya Harbi sonrası hilafette siyasi tercihi için üç şıktan bahsedilir. Birincisi: Araplara hilafeti vermektense Vatikan gibi sadece dini yetkileri olan bir halifeliğin Türklerde kalarak Bolşeviklik, Türk ulusculuğu ve Hind ulusculuğuna

1 Hususen Araplar, Arnavutlar ve Kürtleri Osmanlı ile bağlayan hilafet olup, hilafetin ikinci planda

kalıp unsur-ı asli olarak görülen Türk ve Türkiye kavramlarının ön plana çıkması ve Osmanlı’nın ekonomi ve istikrarın bozulmasıyla Arnavutluk ve Arap memleketlerinde millet temelinde devlet kurma fikirleri yayılacak, Türklerle akrabalık bağları ziyade olan Kürtlerde de bu konuda huzursuzluklar artacaktır. Bk. Edward F. Knight, 1908 İhtilali’nin Hikayesi Jön Türkler ve II.

Abdülhamid, çev: S. Deniz, İstanbul: Kariyer Yayınları, 2010, s.221, 241-245; Sommerville Story

(ed.), İsmail Kemal B e y ’in Hatıratı, çev.: Adnan İslamoğulları ve Robin Hoxha, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2009, s. 224; Mısıroğlu, s. 48, 196.

2, Şerif Mardin, “İslamcılık”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul:

İletişim Yayınları, 1985, 1400-1404.

3 Azmi Özcan, “Hilâfet”, DİA, C.17, s. 549. 4 Satan, s. 47-48, 58-66.

karşı bir merkez oluşturmak. İkinci fikir: En büyük Müslüman tebaası olan devlet İngiltere olduğundan kendi güdümünde Mısır veya Cidde merkezli bir hilafet kurmak; üçüncüsü ise kendi hükmündeki Müslümanları İslamcılık akımıyla etkileyen halifeliğin kaldırılmasıdır.1 İngiltere önceleri Hilafetin iktidar gücünden arındırılıp, ruhani bir kisveye büründürülmesini isteyecektir. Sonra ise hilafetin kaldırılmasının kendisine zarar vermeyecek şekilde zemini oluşmasından dolayı kaldırılmasına sevinecektir.

İzmir’in alınmasıyla Vahdettin’in Malta’ya gitmesi sonrasında TBMM, işgal altındaki İstanbul’daki şehzade Abdülmecid’i halife olarak tayin etmiş, fakat iktidar alameti olan kılıç kuşatılmamıştır. İslam coğrafyasında dünya ile irtibatı kopmamış yegâne millet Hind Müslümanları olduğundan, Türkiye Cumhuriyeti’nin hilafeti evvela manevi alanla sınırlamasına tepki de bunlardan gelmiştir. Hindli Mslümanların kurduğu “Hilafet Kongresi Cemiyeti”, hilafetin saltanattan ayrılmasını meşruti halifelik olarak görüp normal karşılamış, fakat “Cemiyet-i Ulema-yı Hind” halifeliğin saltanat olmayıp seçimle gelmesini uygun görmüşse de cismani güçten halifeliğin arındırılmasına karşı çıkmıştır. Hilafetin saltanattan ayrılmasına tepkiler olsa da Hindistan, Mısır, Tunus, Beyrut’tan gazeteler bu durum için olumlu yorumlarda bulunmuş; Bağdat din âlimleri, Finlandiya Müslüman cemaati, Arnavut, Romanya, Çin Müslümanları, Rusya Müslümanları Kongresi halife Abdülmecid Efendi’ye biat etmişlerdir.3

‘22 Ocak 1923’de Ankara hükümeti Abdülaziz Çaviş başkanlığında Heyet-i İlmiye kurularak Rusya ile ortak bir İslamî birleşme programı canlandırılacağı; buna Afganistan, İran, Buhara, Suriye, Trablugarp, Yemen ve Rusya’dan destek verdiği; Afganistan, Hindistan, Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerinin yeni halifeyi resmen tanımadan önce Panislamik bir kongre toplamak istedikleri’ haberleri İngiliz istihbaratında konu edilmiştir.4 İstenilen bu toplantının Lozan sonrasına bırakılması, Lozan’da tarafların bunu siyasi malzeme olarak bahis yapmasına yol açmış, Lozan sonrası gelişen olaylar neticesinde de hilafetin kaldırılması gündeme gelmiştir.

Osmanlı Devleti, I. Dünya Harbi’nde mağlup olunca yıkılan İttihatçı idare yerine

1 Öke, s.13, 30. 2 Öke, s.125-126.

3 Satan, s.148-149, 162-163. 4 Satan, s.151-153.

gelmek hesabıyla olsa gerek Prens Sabahattin, kendine göre memlekete faydası olur diye Malta’daki İngiliz donanması Campel Paşa ile hilafetin kaldırılması karşılığında Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması pazarlığı yapması1 dikkat çekicidir. Kurtuluş mücadelesi sonrası (1924) ise İzmir mebusu Seyyit Bey, Mecliste yaptığı konuşmada “Hz. Osman’ın 6 kişilik bir komisyon tarafından halife seçilmesinin Meslisin seçme yetkisini temsil ettiği” fikrinden yola çıkarak “Meclis’in halife yerine geçtiğinden ve eskiden olduğu gibi Müslüman milletlerin Türkiye’ye muhabbet ve desteğinin devam edeceğinden” bahisle hilafete artık gerek olmadığını anlatmıştır. Tartışmalarda hilafetin kaldırılmasına yönelik öne çıkan iddialar şöyledir:

1. Halife Ordusu diye Milli mücadeleye karşı gelinmesi gibi halifeliğin siyaseten Cumhuriyet aleyhinde kullanılması tehlikesi vardır. Nitekim halife düşman elindedir. Yenisini seçmek aralarında mücadeleye sebep olacaktır.

2. Hilafet dolayısıyla Müslüman milletlerin mukadderatına karışmak, azınlıklar dolayısıyla Avrupalıların bizim iç işlerimize karışmasına sebep olmaktadır.

3. Halifelik Avrupa’da Panislam korkusu uyandırıp memleketin istiklaline engel olmalarına sebep olmaktadır.

4. Türkiye’deki bir halifenin istila altında olan ve başka bir devletin tebaası olan Müslümanlara sözünün geçmesi mümkün değildir.

5. Hilafetin birleştirme gücü olsaydı, Müslümanlar Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti aleyhine kullanılmazdı. Olmayan bir birliği muhafaza için Türkler birçok savaşta milyonlarca insanını kaybetmiştir.4

6. Hilafetin İslam birliği için kullanılması siyaseten Almanların İngilizlere karşı ortaya çıkardığı bir tez olup bize faydası olmamıştır.

7. Hilafet demek hükümet demek olduğu için, TBMM de zaten her şeyi nefsinde toplamış olduğundan ayrı bir makama gerek yoktur. Meclis zaten İslam meclisidir. Halifelik demokratikleşerek güçlenmiştir.

Türkiye’de ise kurtuluş mücadelesinin öne gelen isimlerinden Rauf, Kazım

1 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2000, s.434. Prens 1919 yılında Tribune de Geneve gazetesinde de “Hilafetin Türkiye için gereksiz”liğini anlatacaktır (age., s.446).

2 İsmail Kara, “Tanzimat’tan Cumhuriyete İslamcılık Tartışmaları”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

Türkiye Ansiklopedisi, C. 5, s. 1415.

3 Kemal Atatürk, Nutuk, (Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Zeynep Korkmaz), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2012, s.385-386, 575.

Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar halife ile görüşmeleri tedirginliğe sebep olmuş ve kurdukları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ise “dini düşünce ve inançlara saygılıdır” ifadesi irticayı hortlatmak olarak yorumlanıp “en hain kafaların eseri” olarak değerlendirilmiştir.1 Bahsi geçen tartışmalar neticesinde hilafetin sorumluluğunu kaldıramayacağı ifade edilen TBMM, son Halife Abdülmecid’in idareye muhalif kişilerle temasından da çekinmesi bahanesiyle hilafetin “hükümet ve meclis demek olduğu” için gereksizliği gerekçesiyle “Halife” makamını ilga etmiştir.

Hilafetin kaldırılması sonrası Abdülmecid’in Fransızlar tarafından çağırılması, halifeliğin Fransa güdümüne gireceği korkularına sebep olsa da bundan bir netice çıkmamıştır. İngilizler ise Şerif Hüseyin veya Kral Faruk gibi birini halife yapmaktansa, ortadan kaldırılmasını tercih etmiş, fakat İslam âleminden gelen tepkiler üzerine zahirde işe karışmıyor görüntüsü vermiştir. Şerîf Hüseyin, 1923’te Lozan görüşmeleri sırasında kendisine verilen sözü gündeme getirmiş ise de İngiltere’den gerekli desteği bulamamıştır.

Hilafetin kaldırırılması, tekke ve zaviyeler ile medreselerin kapatılmasına en büyük tepki Türkiyenin doğusundan gelmiş, Şeyh Said isyanı patlak vermiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuran ve Abdülmecid ile görüşen paşalar da hilafetin kaldırılmasına tepki göstermişlerse de kurdukları parti Şeyh Said isyanı bahane edilerek kapatılmış, kurucular idamdan zor kurtulmuşlardır.

Hilafetin ilgasına Türkiye haricindeki Müslümanlardan da tepkiler gelmiştir. Hilafetin ilgasına “Berlin İslam Cemaati Şurası” sert tepki gösterecek, Mısır ve Hindistan uleması protesto telgrafları yollayacak, Ezher uleması Ankara’nın icraatlerini reddedecek; Taşkent müftüsü ise ilgayı olumlu karşılayacaktır. Hint Müslümanları ise hilafetin ilgasına inanamamışlardır. Enver- Cemal- Talat Paşaların vurulması, Hind Müslümanlarından aktif olan liderlerin tutuklanması, halifeliğin bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nce kaldırılıp, İngiliz taraftarı Emir Ali ve Ağa Han tarafından hiafetin kaldırılması protesto ediliyor görüntüsü verilmesi sonucu başta hayal kırıklığı yaşayan Güney Asya Müslümanları, M. Kemal Paşa’nın “her milletin kendi bağımsızlığını kazanması sonrası İslamî ülkelerle bir ittifak kurulacağı” fikrine

1 Atatürk, s. 601-604. 2 Öke, s.180.

yanaşmışlardır.1 İlk baştaki şaşkınlık ardından bunlardan bazıları “halifeliğin meclise devredildiği, Türklerin dine hizmete devam edecekleri” gibi tevillerle bunu kabullenmişler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kötülenmesi için İngilizlerin bir oyun çevirdikleri kanaati oluşmasıyla da sessiz kalıp Türkiye’ye tepki göstermemeyi tercih etmişlerdir. Hilafet için yoğun çaba sarfeden Orta Asya Müslümanları, bundan sonra gayretlerini Hindulardan ayrı bir Müslüman devlet kurmak üzerine yoğunlaştırmışlardır. Balkanlar ve Kırım ve Kafkaslar halkı esaret altında kendi derdinde olmaları, Arapve Afrika ülkelerinde yarı esaret ve Avrupalı devletlerin tasallutu altında hareket edenlerce idare edilmeleri cihetiyle buralardan hilafetin kaldırılmasına bir tepki beklemek zordur. Gösterilen tepkiler varsa da şahsi ve hususi olmuştur.

20. yy.da İslam coğrafyasındaki devletlerin ekseri başka devletlerin istilası veya güdümüne düşmesi, halifeliğin mirasını taşıyan yeni Türkiye ise, hilafet kurumunun gereğini yapmanın düşman kazanmamıza sebep olacağı vb. sebeplerle hilafeti lağvetmesiyle halifelik meselesi ortada kalmıştır. Sonradan bağımsız olan Müslüman nüfuslu devletler de, idarecilerinin ya laik bir idare taraftarı olmaları, ya da gayrimüslim devletlerin desteğine dayanmaları cihetiyle hilafet meselesini gündeme almamışlardır.

Şerif Hüseyin’in I. Dünya Harbi sırasında Osmanlı Devleti’ne isyanı sadece İngilizlerin işini kolaylaştırmıştır. Kendisine hilafet değil, İngilizlerin vadettikleri Arap krallığı dahi verilmemiştir. 7 Mart’ta 1924’te Şerif Hüseyin kendini halife ilan etmiş, Temmuz 1924’de ise Mekke’de Hilafet Kongresi toplayarak hilafetine onay almak istemiş ise de kendisine hain nazarıyla bakılması sebebiyle Araplar haricinde kabul görmemiştir. Şerif Hüseyin’in bu girişimi İngilizleri telaşlandırmış olmalı ki hemen sonrasında Suudiler tarafından tahtından edilmiştir. Ezher önderliğinde Vehhabi, Zeydi, İbadi, Şiilerden Ağa Han’a kadar çok kesimlerin katılımıyla 1926’da Kahire’de Hilafet kongresi toplanmışsa da ne Şerif Hüseyin, ne Suudiler, ne de Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın son temsilcisi Kıral Faruk’un halife olmak istekleri onaylanmamıştır. Sünniler ise bu toplantıya her kesimin katılmasına tepki göstermişlerdir. Bu hadise aslında halife’nin kim olacağı fikrinden ziyade İngilizlerin “halifeliğin artık olamayacağı”nı Müslümanlara benimsetmesi olarak da

değerlendirilmiştir.1 Güney Asya Müslümanları ise (Cemiyet-ül Ulema, Bütün Hindistan Müslümanları Birliğ, Hilafet Kongresi) ise bu konferansı protesto etmiştir. Suudîlerin Arabistan’ı istilası sonrası, tekrar hilafet kongresi toplamışlarsa da Vahhâbî olmaları hasebiyle kendilerine sıcak bakılmamıştır. 1931’de Kudüs’te toplanan İslam Konferansı Yahudi Muhacereti konulu iken Şerif Hüseyin’in halife olmak için bahis açmasıyla hilafet meselesi de konuşulmasına ve “kendisinin Hilafet

Benzer Belgeler