• Sonuç bulunamadı

II – DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE İSKÂNA YÖNELİK UYGULAMALAR

A – BÖLGEYE YÖNELİK İSKÂN POLİTİKASINI ŞEKİLLENDİREN

UNSURLAR

1 - Ülkeyi Biçimlendiren Düşünce Yapısı

Türkiye’nin çağdaş bir yapıya kavuşturulabilmesi için Osmanlı Devleti’nden kalma kurumlar yıkılırken, Türk devrimcileri tarafından çağdaş değerler üzerinde şekillenen yeni bir devlet yapısının ortaya çıkartılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda belirlenen ilkeler, devletin her alanda izlemiş olduğu politikaları da yönlendirmiştir. Çünkü, yeni rejimle gelen yeniliğin yerleşebilmesi ancak o toplumda egemen olan toplumsal değerlerin değiştirebilmesi ile mümkündür. Her toplumsal yapının varlığını devam ettirebilmesi, bireylere arzulanan bir hayat standardı sağlaması ve fertlerin genelinde ortak duygu ve düşünceler uyandırabilmesi ile mümkündür. Toplumu meydana getiren fertlere ulaşmayan ve onlar tarafından kabul görmeyen hiçbir hareket veya düşünce, istenilen sonuca ulaşamaz.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine hakim olan sosyal hayatın içine kapalı bir yapıda olması ve merkezi otoritenin buralarda tam anlamıyla bir hakimiyet kuramamasından dolayı toplum kendi içerisinde kendi teşkilatlanmasını doğurmuş ve yaşatmıştır. Bu durum kurumsal açıdan diğer bölgelerde olmayan bazı unsurların bu bölgelerde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bölgedeki toplulukları oluşturan unsurlar, kendi işlerini kendi aralarında çözüme kavuşturacak şekilde teşkilatlanmışlardır. Bu yapılanma, yerine getirilen göreve göre değişik tanımlamalarla adlandırılmıştır. Bu tanımlamaları şu şekilde sıralayabiliriz: ağalık, aşiret reisliği ve şeyhlik. Bu tanımlamalar aynı zamanda bu bölgelerdeki sosyal yapının bir yansımasıdır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde en fazla saygı gören kurumlardan birisi ağalık teşkilatıdır. Var olan küçük toplulukların özellikle de maddi ve ekonomik sahadaki ihtiyaçlarının karşılandığı tek merkez olan ağalık, devlet elinin uzanamadığı veya uzanmakta geciktiği yerleşim alanlarında etkisini daha da artmıştır. Bu coğrafyada devletin görevini belirli alanlarda ağalar üstlenmiştir. Cumhuriyet’e gelene kadar da bu durum kendini daha çok hissettirmiştir207.

Ağalık, daha çok ekonomik bir kurum kabul edilmekle birlikte, toprak mülkiyetinden doğan bir toplumsal ve siyasal güç merkezidir; ağalık toplumsal olarak farklı bir otoritedir. Ağalığın toprağında çalışan ortakçı köylüler olmak üzere, mülkiyetini denetlediği köyler ve halkı üzerinde güçlü bir toplumsal otoritesi vardır208.

Doğu Anadolu’nun sahip olduğu coğrafi ve iklim özellikleri, bölgede yaşama biçimi açısından kısmen de olsa konar- göçer bir yapıyı hakim kılmıştır. Zamanla devletin bu alanlarda yaptığı çalışmalar ve şehir hayatının da etkisi ile bu yaşam biçiminde bir değişim olmuştur. Bu değişimle insanlar ortak yaşama noktasında oldukça yol almışlardır. Fakat yine de henüz şehir hayatının tam anlamı ile hakim olmadığı bu yaşam tarzında insanlar, aralarındaki ilişkileri düzenlemek amacı ile içlerindeki bir kişiyi “aşiret lideri” olarak seçmişlerdir.

Her toplumun sosyal yaşantısında, birlik ve beraberliği sağlayan, ortak değerler oluşturmasında temel olan ve sosyal rahatsızlıklarını gidermesinde esas unsurları kapsayan değerler mekanizması vardır. Bu mekanizmayı şekillendiren en önemli faktörlerin başında, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin, dini özellikleri gelmektedir. Sosyal hayatın hemen her noktasında, İslam dininin temel dinamiklerini bulunduran bu bölgede, dinin sosyal düzeni sağlamadaki rolü oldukça büyüktür. Bu bölgelerin toplum ve fert olarak iç dinamiklerinde din olgusu küçümsenemeyecek bir öneme sahiptir. İşte; dini bir tanımlama olan şeyhlik, sosyal yapı içerisinde bu fonksiyonu yerine getirmektedir. Ağalık kurumu nasıl ekonomik hayatın belirleyici faktörü ise, şeyhlik de sosyal alanın temsilcisidir. Etki gücü ve kapsadığı alan düşünüldüğünde; şeyhlik, ağalığa oranla daha fazla bir etki alanına sahiptir. İnsanların üzerinde şeyhlerin etkisi hissedilir derecede fazladır.

207

Mustafa Erkal, Bölgeler Arası Dengesizlik Doğu Kalkınması, İstanbul, 1972, s. 117. 208

Şeyhlik kurumunun toplumda sahip olduğu bu güç, zamanla manevi bir yükümlülüğün çok ötesinde, bir toplumsal ve siyasal nüfuz kaynağı haline gelmiştir. Şeyhlik makamı, halkın toplumsal ilişkilerinden siyasal tercihlerine kadar geniş bir sahada temel başvuru odaklarından biri olmuştur209.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun bu feodal yapısında egemenlik, tamamen şeyh, ağa ve beylerin elinde bulunmaktaydı. Hukuki ve sosyal sorunların büyük çoğunluğu resmi kurumların dışında bunların müdahalesiyle çözüme kavuşturuluyordu. Halk ekonomik açıdan oldukça zor bir durumdaydı. Birinci Dünya Savaşı, toplumsal ve ekonomik açısından var olan olumsuzlukları artırmış ve bir felakete neden olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ilkel ve bitme noktasına gelmiş bir tarım hakimdi. Sanayi yok denecek kadar azdı. Toprağa yerleşik olanların sayısı savaş öncesi ile kıyaslandığında fazla değildi. Toprak daha çok belirli ellerde toplanmış, topraksız ve az topraklı köylüler çoğunluktaydı. Çevre illerle ve dış dünya ile ilişkiler, düzenli bir yol ağının bulunmaması yüzünden yok denecek kadar azdı. Yine ulaşım yetersizliğinden kaynaklanan kapalı bir ekonomi egemen olup, hayvan ve hayvan ürünleri ticareti söz konusuydu210.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvvetlerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı, belirli bir kesimin vermiş olduğu bir özgürlük mücadelesinden çok tüm halkın iradesi ile verilmiş bir savaştı. Zaferin kazanılmasından sonra ulusal temeller üzerinde yeni bir devlet kurulmuştu. Genç Cumhuriyet ile Osmanlı Devleti’nin her alandaki mirası yıkılarak yerine yeni bir ideoloji doğrultusunda değerler yerleştirilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Devleti’ni oluşturan tüm kurumsal örgütlenmeler değişmiştir. Din ideolojisi yerine milli değerlerle şekillendirilmiş ulusal ve laik ideoloji, Halifelik ve saltanat yerine Cumhuriyet gelmiştir. Atatürk tarafından temeli atılan yeni toplumda eğitim ve yaşamda en büyük gerçeğin bulunmasının tek yolu ilim ve fen olduğu kabul edilmiştir. Doğrunun dini kurallar çerçevesinde tespit edildiği bir toplumda “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” prensibi yerleştirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca “Milli Mücadeleden” şekillenerek temel ilkelerden biri haline gelen “Halkçılık” ideolojisi ile sınıflaşma olmadan, ekonomik olarak geri olan halkın her türlü baskıdan kurtulması ve

209

Aynı yerde. 210

refahı amaçlanmıştır. CHP’nin 1935 yılında program ve tüzüğünde yapılacak değişikliklerle ilgili olarak Parti Genel Sekreteri Recep Peker’in yapmış olduğu konuşmada “Halkçılık” esaslarını belirtirken:“...Türkiye’de sınıf yoktur, cins yoktur, imtiyaz yoktur. Mıntıka menfaati, derebeylik, ağalık, aile, cemaat imtiyazı fikirleri yoktur. Türkiye’de değer ancak bilgi üstünlüğü, kapasite ve çalışma ile yükselebilir.” 211 sözleri oldukça anlamlıdır. Türk inkılâbının fikir gücü ve dayandığı esas prensipler olan Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Lâiklik, Devletçilik, İnkılâpçılık ilkeleri toplumu şekillendirmeye yönelik yapılan çalışmaların dinamizmi ve belirleyicisi olmuştur212.

Getirilmek istenilen yeni düzene Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine hakim olan toplumsal yapı tamamen aykırıydı. Falih Rıfkı bu durum için “...Birkaç vilayet daha doğru tabirle, geniş bir alan tasavvur ediniz ki halkı birbiriyle mü’tefik (ters dönmüş) bir “efendi”ler şapkasının pençesi altındadır. Ahali esirdir, esiri devlet müesseselerinden hiç biri bu şapka ile çarpışarak uyuz beğlerce vatandaşa insanlık hukukunu ve zevkini tattıramaz. Müessir olmak iddiasında bulunan bir devlet haritası üzerinde bu manzara kadar utandırıcı ve haysiyet şeka (rezillik) ne olabilir? Bu şapka dağıtıldığı vakit bütün ülke halkı zincirleri çözülmüş köleler gibi mesud ve ser-âzâde (hür) olacaklardır...”213 Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yapının, ulusal cumhuriyete hakim olan yeni ideolojiyi oluşturan; Milliyetçilik, laiklik, halkçılık gibi ilkeler doğrultusunda Cumhuriyete hakim olan yeni ideoloji şekillendirilmeliydi. “Yeni Türk Devleti Osmanlı Devleti’nin dayandığı tüm değerleri yıkarak, kendisinin ortaya koyduğu değerler üzerine kuruluyordu. Bu, Türk ulusunun çağdaş uygarlığa geçişin köklü bir yapı değişimi oluyordu.” 214

Zaferden sonra başlatılan devrim hareketleriyle de “sınıfsız bir milli yapı” amaçlanmıştır. Kemal Atatürk’ün deyimiyle; “Bizim bakış açımız ki Halkçılıktır, kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın

211

“Partinin Yeni Programı İçin Kurultayda R, Peker’in Söylevi”, Ülkü, V/28 (Haziran 1935); Ayın Tarihi, Sayı: 18 (Ağustos 1935), s. 48.

212

Türk toplumunun üzerinde şekillendiği ilkelerin açılımı için bkz. Ergün Aybars, Atatürk Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi, Yay. Haz.: Erkan Serçe, İleri Kitabevi, İzmir 1994.

213

Falih Rıfkı, “Tenkil”, Hâkimiyet-i Milliye, 3 Nisan 1926. 214

elinde bulundurulmasıdır.” 215 Bu yüzden toplumsal yapıda sınıflaşmayı reddeden ve bunu olanaksız kılan önlemler alınmaya çalışılmıştır.

İskân politikaları belirlenirken, bölge halkının istenilen şekilde düzenlenebilmesi için bu bölgelerde hakim olan kapalı toplum yapısını ortadan kaldıracak ve değişim için gerekli olan etkileşimi sağlayacak şekilde nüfus yerleştirme politikaları oluşturulmuştur.

2 – Çağın getirdiği Zorunluluk: Milliyetçilik

1789 Fransız Devrimi, bir taraftan bireysel hürriyetleri savunarak, baskıcı devlet otoritelerinin temellerini sarsarken, aynı zamanda da, bir ulus olmaya uygun toplulukların bağlı bulundukları devlet idaresinden ayrılıp kendi ulus devletlerini kurmaya teşvik ederek, var olan imparatorlukların devamını tehlikeye atmıştır216. Bu süreç sonunda, Osmanlı Devleti’nden ayrılarak kurulan ve ulus devletler sonrasında sınırları içerisinde yaşayan değişik unsurlara karşı izlemiş olduğu politikalar tüm ulus devletlerin geçirdiği ortak aşamaları ortaya koymaktadır.

Osmanlı Devletinin, idaresi altında olan unsurlara yönelik uyguladığı “Millet Sistemi”, gayrimüslim azınlıklara tüzel kişiliklerini kazanma ve koruma imkanı vermiştir. Önderleri konumunda olanları kendi topluluklarını yönetme, temsil etme ve onlardan vergi toplama ile yetkili kılmıştır. Bu durum 19. yüzyıl başlarında Balkan burjuvazisinin artık kendi sınırlarını belirleyecek, yani milliyetçilik siyaseti izleyecek kadar güçlenmelerine neden olmuştur. Bu tarihlerde Fransız Devrimi’nin fikirleri Osmanlı Devleti’ne çeşitli yollarla ulaştığında, bu kesim zaten çok büyük olanaklara sahipti. Ortodoks Kiliseleri “Millet Sistemi” sayesinde güçlerini tarih boyunca muhafaza ettiklerinden, başlayan milliyetçilik hareketlerinin en büyük destekçisi olmuşlardı217. İlk etapta Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında yaşayan Müslüman unsurlar arasında milliyetçilik fikirleri her ne kadar fazla yaygınlaşmamışsa da Balkanlar’daki Hıristiyan unsurlar arasında hızla yaygınlaşarak, kendi ulus devletlerini kurmak istemişlerdir. İlk olarak Yunanlılar 1829’da, ulus devletlerini kurmayı

215

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, Ankara, 1945, s. 87. 216

Burhan Belge, “Türk Milliyetçiliği”, Siyasi İlimler Mecmuası, 149 (Ağustos 1943), s. 249. 217

Baskın Oran, “Balkan Müslümanlarında Dinsel ve Ulusal Kimlik (Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Kosova Üzerinde Karşılaştırmalı Bir İnceleme)”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, IIC/1- 4 ( Ocak - Aralık 1993), s. 110.

başarmıştır. Diğer Hıristiyan azınlıklar Yunanlıları izlemiş, kendi ulus devletlerini kurmak için hiçbir fırsatı kaçırmadan, mücadelelerini sürdürerek amaçlarını gerçekleştirmişlerdir.

1914 yılında, Osmanlı Devleti Balkanlar, Kuzey Afrika, Kırım ve Kafkasları terk etmek zorunda kalmış ve “idari denetim” olarak buralarla herhangi bir ilişkisi kalmamıştı. Bu alanların her ne kadar Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıp, sınırlarımıza doğru büyük göç hadiseleri yaşanmışsa da geride büyük oranda Türk ve Müslüman nüfus kalmıştı. Özellikle Balkanlar, Kırım ve Kafkaslardaki Türk ve Müslüman unsurlar kendilerini Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak görürken, Osmanlı Devleti, antlaşmalar sonucu elde ettiği kazanımlarla bu halkların sorunları ile ilgilenmeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti aynı zamanda bu unsurlara dayanarak, buralardaki etkinliğini devam ettirmek de istemiştir. Bu yüzden diplomatik açıdan ‘insan ve azınlık hakları’ statüsüne dayanarak sınırları dışında kalan Türk ve Müslüman halkların, bulundukları ülkelerde sayılarını artırarak, onları korumaya yönelik bir politika izlerken bu unsurların toplu bir halde göç ederek gelmelerine sıcak bakmamıştır 218.

Osmanlı Devleti’nin bu politikasına karşılık, çevresinde, özellikle de Balkanlarda bir Balkanlaşma süreci yaşanıyor birçok küçük “ulus devlet” kuruluyordu. Bu yeni devletler Türk ve Müslüman unsurlara uyguladıkları baskıyla toplu göç hareketleri başlatıyorlardı. Uygulanan bu baskının çeşitli nedenleri vardı. Söz konusu ulusal devletler ulusalcılık ideolojisinin de etkisiyle uniter devletlerini kurmak ve toprakları üzerinde tam anlamıyla bir hâkimiyet sağlamak istiyorlar ve farklı etnik ve dini gruplara hoşgörü ile bakamıyorlardı. Yeni bağımsızlıklarını elde eden bu uluslar, milli hâkimiyetlerinin pekiştirilmesinin yolunu ülke nüfuslarının homojenleştirilmesinde gördüklerinden Türk ve Müslüman unsurları, sınırları dışına atarken Osmanlı’nın bu bölgelere getirdiği medeniyetin izlerini silmeye çalışıyorlardı219.

Balkan Savaşları, büyük sınır değişikliklerine yol açmış ve bunların neticesinde de yeni azınlıkların ortaya çıkmıştır. Balkanlar’da kurulan ulus - devletler, etnik birlikteliği sağlamak için bir taraftan kendi sınırları içindeki azınlıklardan kurtulmaya

218

Nedim İpek, “Göçmen Köylerine Dair”, Tarih ve Toplum, S. 50 ( Haziran 1996 ), s. 341. 219

İlhan Tekeli, “Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskân sorunu”, Toplum ve Bilim, S. 50 (Yaz 1990), s. 54.

çalışırken, diğer taraftan da dışarıdaki kendileriyle aynı ırktan olanları getirterek nüfuslarını arttırmak istemişlerdir. Bu durum Balkan ülkeleri arasında mübadele anlaşmalarının bir çözüm olarak gündeme gelmesini sağlamıştır220.

Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti yıkılarak tarih sahnesinden çekilirken, onun yerini ulus devletlerin alma süreci önemli oranda tamamlanmıştır. Bu ülkeler, çağa uygun olarak, milliyetçi olup, Fransa’dan ve Fransız Devrimi’nden etkilenmişlerdi. Sınırları içinde bulunan nüfusun arındırılması konusunda benzer bir irade ortaya koymuşlardır. İmzalanan barış anlaşmalarıyla bu ulus devletlerin nüfus bakımından homojenleşmesini sağlayacak şekilde halkın görüşlerini dikkate almadan mübadeleye girişilmiştir. Bu şekilde zorunlu yer değiştirmeler dünyada ilk olarak ülkeler arasındaki anlaşmalarda yer almıştır221.

Ulus devletlerde, azınlıklar siyasal alanda etkisizleştirilerek ekonomik yaşamda hakim unsuru etkin kılma sureci yaşanır. Bunun yanı sıra yer adları da değiştirilmek suretiyle yaşanılan coğrafya üzerinden azınlıklardan kalan izler de silinmeye çalışılmıştır. Azınlıklardan geriye kalan pek çok şey gibi azınlık karşıtı bir anlayış ile yer adları da değiştirilmiştir. Bu sadece tek bir ülkeye özgü bir durum değildir. Balkanlarda kurulmuş olan tüm ulusal devletler, bu süreçten geçmişlerdir.222

Yunanistan; ülkedeki Sefarad Yahudiler ve Katolikler, Müslüman Türkler, Pomaklar, Çamurya Arnavutları ve Romanlar gibi Ortodoks olmayan azınlıklara karşı sürekli olarak olumsuz bir tavır takınmıştır. Dini ve etnik olarak farklı olan bu halklardan kurtulmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışmıştır. Ayrıca, iki dünya savaşı arasındaki dönemde Yunan Devleti; Bulgarlar, Ulahlar, Arnavutlar ve Makedonlar gibi azınlıktaki Ortodoks topluluklarını farklı etnik gruplar olarak tanımayı reddetmiştir. Pomaklara yönelik “Siz Büyük İskender’in zorla Müslümanlaştırılmış torunlarısınız” sözünü benimsetmeye çalışarak, yaptıkları “yuvarlak tepsi ekmeğini dörde bölmelerini haç biçimine benzeterek ve pencerelerine haç biçimi demir koymaları” düşüncesinin Hıristiyanlık döneminden geldiğini iddia ederek, Pomakların

220

Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913 - 1918), İletişim Yay., İstanbul, 2001, s. 66.

221

İlhan Tekeli, a.g.m., s. 59. 222

Genel anlamda bakınız Murat Koraltürk, “Milliyetçi Bir Refleks Yer Adlarının Türkleştirilmesi”, Toplumsal Tarih, S. 117 (Eylül 2003).

Türk değil, Yunan kanı taşıdığını tıbbi yöntemlerle kanıtlamaya çalışmışlardır223. Ayrıca Yunan Hükümeti resmi ifadelerinde, Makedonları “Slavofon Yunanlar” olarak tanımlamaktadır. Yine, hem kamusal hem de özel alanlarda Makedon dilinin kullanılmasını yasaklamıştır. Ortodoks veya Grekofon olmayanlar 1928’de ülke nüfusunun yalnızca yüzde 6.20’sini teşkil etmelerine rağmen, bunların belirli şehir ve bölgelerde yoğunlaşmaları yüzünden, Yunan Devleti, iskân politikalarını bu durumu dikkate alarak hazırlamıştır. Örneğin, Türk - Yunan mübadelesinden sonra ülkeye gelen Anadolu Rumları; Makedonya, Trakya ve Kuzey Yunanistan’daki Selanik gibi azınlıkların çoğunlukta bulunduğu yerlere yerleştirilmiştir224.

Özellikle Bulgarlar da kendi ulus devletlerini kurduktan sonra yakın döneme kadar, Türkleri asimle etmek için çalışmalar yaparak, onların Türk olmayıp aslında öz benliklerini tarihi süreç içerisinde kaybeden Müslüman Bulgar olduklarına dair propagandalara ağırlık vermişlerdir: “...Tarihi okuyacak olursanız, anlayacaksınız ki, siz ne Türk ne Arapsınız. Öyle ise, lisanınız Bulgar kavminden olduğunuzu gösterdiği halde, niçin Türk tesmiye olunasınız? Bir ecnebi ismi ile yad edilmeniz doğru değildir. Kendinizi nisbet ettikleriniz bile sizi tanımıyorlar, zira onlar da uyandılar ve kendi milliyetlerine sarıldılar. Sizin dininiz İslâmdır. Ona sıkı sıkıya sarılınız. Milliyetiniz Bulgar’dır, buna da sağlam tutununuz.” 225

Bu durum basınımızda oldukça yer bularak tepki görmüştür226. Hüseyin Cahit Bey bu tepkiyi gösterenlerin başında gelmektedir: “ Bulgaristan’da bir kısım Türkler vardır ki Bulgarlar onları Türk diye kabul etmezler ve bütün şiddet ve tazyiklerini onların üzerinde toplayarak bu zavallılara Türklüklerini unutturmak ve inkar ettirmek isterler Pomaklardan bahsediyoruz. Bulgarlara göre, bunlar falan tarihte Hıristiyan Bulgar imişler de sonradan Müslüman olmuşlar, binaenaleyh Türk değilmişler!

...Pomaklar kendilerini ne hissediyorlarsa odurlar. Eğer kendilerini Bulgar hissetselerdi onların üzerinde tazyik icra etmeğe, müftülerinin bile Türk ve Müslüman

223

Dr. N. I. Ksirotiri, Pomaklarda Kan Gruplarının Sıklık Tasnifi Üzerinde Bulgular, Doktora tezi (Yunanca), Selanik, 1971, aktaran; Baskın Oran, a.g.m, s. 113.

224

Soner Çağaptay, “Kemalist Dönemde Göç ve İskân Politikaları”, Çev: Defne Orhun, Toplum ve Bilim, CXCIII (Yaz 2002), s. 238.

225

“Pomaklar meselesi”, Hakimiyet-i Milliye, 16 İkincikânun 1934. 226

Bkz.; Galip Pekel, “Muhaceret ve İskân II”, Siyasî İlimler Mecmuası, 94 ( İkinci Kanun 1939), s. 12; Hüseyin Cahit Yalçın , “Bulgaristan Türklerinin Hakları”, Tanin, 2 Ocak 1945.

isimlerini değiştirip kendilerine zorla Bulgar ismi vermeğe lüzum kalır mıydı? Eğer Pomaklar kendilerini Türk hissediyorlarsa onların serbest bırakıldıklarını görmek isteriz.

...Yalnız, orada büyük bir Türk kütlesinin zorla Bulgarlaştırılmak istendiğini görürsek buna lakayt kalamayız.” 227

Rusya tarafından da bu yönde yürütülen çalışmalar basınımızda eleştiri konusu olmuştur: ...Orta Asya’da Ana Türkiye Büyük Türkiye usulü dairesinde resmi ellerle tatbik edilen bir iskân ve temsil siyaseti neticesi ağır; fakat emin bir surette Ruslaştırılıyor. Kıpçak, Kazan, Astrahan, Kırım bu siyasete kurban olmuş ve yalnız en şimali kısım yani Kazan, eski hüviyetinden biraz bir şey muhafaza etmekle beraber, diğer kısımlar devlet ve millet olarak büsbütün imha edilmiştir.”228 ... masum kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, hastalar, her türlü zavallılar dahil olduğu halde sayısı bir buçuk milyona varan insanları asırlardan beri oturdukları yurtlarından zorla kaldırıp başka yerlere nakletmek, hakikatte bunları sadece... Türk oldukları için ölüme mahkum etmek demek değil midir?” 229

3 – Ulus - Homojen Bir Devlet projesi

Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde, kurucu ve yönetici unsur Türk olmasına rağmen, bir “millet” olma ideali ve düşüncesi yoktu. Millet tanımlanması Osmanlı devletinde bugün kullanılan manada değil, dini bir topluluk olan Hıristiyan ve Musevi toplulukları tanımlamak için kullanılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde, özellikle 1453’te İstanbul’un ele geçirilmesi milli bilincin gerilemesinde bir kırılma noktası olmuştur. Bu tarihten sonra birçok etnik toplulukları içerisinde barındıran yapıda, Türk unsuru özellikle geri plana çekilmeye başlanmış ve “devşirme sistemi” önem kazanmıştır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in Türk asıllı Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmesi, yerine bilinçli bir tercih olarak devşirme Zağnos Paşa’yı getirtmesi milli bilincin gerilemesinde bir dönüm noktası olarak kendisini

227

Hüseyin Cahit Yalçın , “Yeni Bulgar Sefirinin Beyanatı...”, Tanin, 7 Ekim 1946. 228

Hamdullah Suphi Tanrıöver, “Tekrar Toplanıyoruz...”, Tasvir, 27 Mart 1948. 229

gösterir. Bu olaydan sonra 200 yıl gibi uzun bir süre sadrazamlık makamında hiçbir Türk’e görev verilmemiştir. Bunun başlıca nedeni, Osmanlı Devleti’nin denetimi altında bulunan pek çok unsurdan ancak Türklerin iktidarı denetleyip, sınırlandırabilecek bir konumda bulunmasıdır230.

Osmanlı Devleti’nde milli bilincin arka plana itilmesindeki diğer bir etken ise; bünyesinde ırk ve din olarak birbirinden farklı unsurları barındırdığından, bu unsurlar

Benzer Belgeler