• Sonuç bulunamadı

II BÖLÜM: ÇOK PARTİLİ DÖNEM (1946-1960) II 1-) İnönü Menderes Dönemi (1946-1950)

7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla birlikte tek partili yaşamdan çok partili düzene geçilir. Bu dönemi işleyen romanlarda Demokrat Parti’nin ülkedeki teşkilâtlanma çabaları, çok partili sistemin ve siyasî kamplaşmaların bireye yansımaları üzerinde durulur. İktidar partisi CHP’nin ve Millî Şef’in baskılarının kuvvetle hissedildiği 1946 yılı başlarında DP’ye karşı Serbest Fırka başarısızlığının yarattığı bir çekingenlik söz konusudur. Ekonomik sıkıntı içindeki halkın yeni partiden beklentileri, kurtuluş yolu olarak DP’yi görmesi, coşkulu DP mitingleri ve DP’ye artan ilgi; romanlarda ele alınır.

21 Temmuz 1946’da DP’nin de katıldığı erken genel seçimler gerçekleştirilir. “Açık oy, gizli tasnif” sistemiyle yapılan seçimlere yönelik şaibe iddialarına rağmen CHP, Meclis’te çoğunluğu kazanır. DP de 66 milletvekili ile Meclis’e girer. Artık ülkede bir DP gerçeği mevcuttur. Siyasî ikilik, demokrasiye alışık olmayan halkın günlük yaşamını ve ilişkilerini etkiler. Bu durum ve halkın DP’ye bakışı romanımıza ayrıntılı biçimde yansır.

DP’nin Meclis’e girmesinden sonra CHP-DP gerginliği artar. DP gurubu; “sine-i millete dönme” kararı alır, demokrasi isteklerini vurgulayan “Hürriyet Misakı”nı yayımlar. İktidar ve muhalefet arasındaki kriz, Cumhurbaşkanı İnönü’nün DP’nin varlığını teminat altına alan 12 Temmuz Beyannamesi’yle aşılır. DP-CHP ilişkilerinin yumuşaması üzerine bunu güdümlü demokrasi olarak gören bir grup DP’den ayrılarak Millet Partisi’ni kurar.

Şubat 1950’de yeni seçim yasası Meclis’ten geçer. “Gizli oy, açık tasnif” yöntemiyle yapılan 14 Mayıs 1950 seçimlerini DP kazanır. 1946-1950 arasındaki tüm bu siyasî gelişmeler, dönemi anlatan romanlarda geniş biçimde ele alınır.

Yazarlarımızın değindikleri en önemli noktalardan biri, DP’yi iktidara taşıyan yanlış CHP politikalarının eleştirilmesidir. Hemen hemen bütün yazarlar; halkın CHP iktidarında yoksullaşması nedeniyle DP’ye umut bağladığı, sırtını hükümete dayayarak halkı sömürenlere DP ile “dur” deneceğine inandığı için DP’yi iktidara taşıdığı inancındadır. Bazı yazarlar CHP’nin laiklik, batılılaşma ve devrimler konusundaki tutumunun da Cumhuriyet’i benimseyemeyen çevreleri DP’ye

183

yönelttiği fikrindedir. Yine bazı yazarlar; 1946 seçimleri sonrası CHP’nin kendini toplayıp taze bir inkılâp hamlesiyle kuruluş prensiplerine sarılacağı, öncü kadrolarını gerçek idealistlerle dolduracağı yerde, okullara din dersi koyarak, yeni seçim kanunu hazırlayarak büyük bir zaaf içine girdiğini, bu yüzden seçim yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu vurgularlar.

Bu dönemi konu alan pek çok romanda din-devlet-toplum ilişkilerindeki sınırlamaların gevşetildiği ve dinin özellikle DP tarafından kitlelerle iletişim kurma aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. DP, dinin oy toplamadaki işlevini keşfeder ve dinî alandaki vaatleriyle halkın oylarını elde etmeye çalışır.

Bu dönemi işleyen yazarlar arasında Kemalist inkılâbın henüz tamamlanamadığı, milleti kutuplara ayıracak, şahsî ihtiras ve kinlere yol açacak çok partili sistem için erken olduğu fikrine yakın duranlar da bulunmaktadır. Ayrıca bazı yazarlar için CHP ve DP birbirini kötülemekten memleket ve inkılâp davasını unutmuştur, bu durum da ülkenin geleceği için büyük tehlike anlamına gelmektedir.

Bu dönemle ilgili meselelerin romanlarımıza yansıması şöyledir:

Reşat Enis, Ağlama Duvarı113 adlı romanında II. Dünya Savaşı, halkın ekonomik darbağaz nedeniyle CHP’ye tepkisi, 1946’da DP’nin kurulması, CHP-DP taraftarları arasındaki çekişmeler üzerinde durur.

Roman,114 II. Dünya Savaşı yıllarında her sınıf ve tabakadan insanı ile İstanbul halkının hayatına ışık tutmaktadır. Romanın kahramanı Selâmi, edebiyat fakültesindeki öğrenimini ilk sınıfta bırakmak zorunda kalır. Bir köyde altı yıl öğretmenlik yapar, sonra İstanbul’da Halk gazetesinde çalışır. On yıllık gazetecilik serüveninin ardından işsiz kalır. Hikâye yazarak geçimini sağlamaya çalışırken bir yandan da Düşkünler Pansiyonu adında bütün bir ömrünün sefalet ve ıstırabını anlatan bir roman kaleme almaktadır. Maliye memurluğu, gemide amelelik gibi işlerden sonra bir tesadüfle hayatı değişir. Selâmi artık zengin bir müteahhittir.

Romanın kahramanını değişik meslek ve çevrelerde izlerken, bu çevrelerdeki yaşantıyı, insanları ve çeşitli sorunları da öğreniriz. II. Dünya Savaşı’nın sıkıntıları, devlet dairelerinin durumu, mahalle kahvelerindeki parti ve savaş dedikoduları, fakir

113 İnkılâp Kitabevi, İst., 1949, 290 s. (Alıntılar bu baskıdandır.)

114 Alev Sınar UĞURLU, Yahudilerin her Cuma önünde toplaşıp Kudüs’ün yıkılışını anarak ağlaştıkları ağlama duvarından hareketle II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de yaşanan maddî ve manevî sefaletin bir ağlama duvarı manzarası çizdiğini işaret etmek için yazarın romanına bu ismi verdiğini belirtir. (Türk Roman ve Hikâyesinde İkinci Dünya Savaşı, s. 61)

184

halkın veremle savaşı, İstanbul’daki Rumların yaşamlarından kesitler, yozlaşmış İstanbul sosyetesi eserde ayrıntılı olarak gözler önüne serilmektedir.

Romanda, 1946 sonrasındaki döneme yer verilir. Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti’ye ilişkin değerlendirmeler işlenir. Olaylar daha çok ilginç bir hayat hikâyesine sahip olan Selâmi’nin gözünden aktarılır.

II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulanan ekonomi politikaları halkı daha da fakirleştirdiğinden Demokrat Parti’nin kurulmasıyla pek çok kişi bu yeni oluşuma umutlarını bağlar. Artık ülkede Halkçılar ve Demokratlar şeklinde iki cephe mevcuttur. İki partinin taraftarları arasındaki ayrımı en basit insan ilişkilerinde dahi görmek mümkündür. Selâmi, bir kasap dükkânında bu ayrıma bizzat tanık olur. Kasap, dükkânına sürekli gelen müşterisine 1 kg kıymayı yarısı keçi eti olarak vermektedir. “Demirkıratız çok şükür” diye övünen kasap için Halk Partili müşteriye keçi etini “yutturmak sevaptır”. Selâmi, bu olay üzerine öğretmenlik yaptığı Tellikavak köyünde de halkın yeni partinin kurulmasıyla nasıl ikiye bölündüğünü hatırlar. Köyde partilerin kahvelerinin dahi ayrıldığını, Demokrat Partili Memiş’in kahvesinin müşteriyle dolup taştığını ve burada Halk Partililere çay verilmediğini düşünür. Memiş’in kahvesi artık siyasetin konuşulduğu bir mekân olmuştur:

“İskambili, tavlayı bitirip, bir kürdana batırılmış lâtilokumu yutmağa uğraşırken kasabadaki hovardalığını birbirine anlatan delikanlılar şimdi Demokrat Partisi liderlerinin adını tespih tanesi gibi sıralıyordu: Bayar, Menderes, Koraltan, Köprülü, İnce vesaire vesaire…

‘Halkçılara veriştirirken kalkıp kalkıp oturuyorlardı.”(s. 16)

Selâmi, parti meselesinin köyde insanları iki kutba ayırdığını üzülerek görür. Daha önceden kendisini gördüğünde hemen çayını getiren kahveci Memiş, Halkçı olduğu için Selâmi’ye mesafeli davranmakta, “Kusura bakma muallim bey,

Mestan’ın kahvesinde de Demirkıratlara çay vermiyorlar.”(s. 17) diyerek parti ayrımını vurgulamaktadır. Selâmi, Memiş’e “Demirkıratsın, Halkçısın diye bugün

birbirine çay vermiyenler yarın kız da vermemeğe kalkarlar mı dersin?” şeklinde takılır. Memiş’in ona verdiği cevap ise halkın Demokrat Parti’yi ne denli benimsediğini gösterir: “Onun orasını Bayar bilir gayrik, muallim bey…”(s. 17)

Köyden demiryolu istasyonuna kestirme bir yol inmektedir. İki tarla arasındaki iki metrelik bu yolun yarısı, bir gün hendek haline getirilir. Hendeği açtıran, tarlalardan birinin sahibidir. Adam Demokrat Partili olunca sırf “Halkçılara

185

eziyet çıkarmak” için istasyona geçit veren yolun yarısını ortadan kaldırır. Yolun diğer tarafındaki tarla ise bir Halkçınındır. Halk Partili tarla sahibi de yolun tamamını hendeğe dönüştürür. Selâmi, köylülerin parti çekişmeleri yüzünden istasyona inebilmek için koskoca bir dağı dolaşmalarını şaşırarak izler.

Halk gazetesinde on yıl çalışan Selâmi, yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselirse de “Devlet Memuru ve Rüşvet” başlıklı bir makalesi yüzünden

“yukarıdan” gelen emirle gazetedeki işine son verilir. Selâmi, uzun süre sefalet içinde bir yaşam sürer, Rum Angeliki ile evlenir, günün birinde ilginç bir tesadüfle bir piyango bileti sayesinde büyük servete kavuşur.

Romanın üçüncü bölümünde Selâmi, zengin bir müteahhittir. Ayrıca Hür

Adam adlı bir gazete kurarak yeniden Babıâli’ye döner. Çıkardığı gazete, Selâmi’nin umduğu sonucu kısa sürede verir. Halk Partisi ileri gelenleri, muhalefet partisini tutmaması için Selâmi’ye açıktan açığa kur yapmaktadır. Selâmi, iktidarın desteğiyle bir doğu ilindeki zengin madenlerin işletme imtiyazını almak niyetindedir. Servetini artıracak maden işi nedeniyle gazetesinde iktidara yönelik eleştirilerini durdurur. Parti müfettişi de eleştiride bulunmadığı takdirde bu işi Selâmi’nin alacağını belirtir. Selâmi’nin gazetesi, artık iktidarın emrindedir.

Karısı Angeliki ile beraber davetten davete koşan ve lüks içinde yaşayan Selâmi için eski yoksulluk günleri çoktan unutulmuştur. Selâmi, maden imtiyazını elde ederek daha da zenginleşmenin hayalini kurmaktadır. İktidar partisinin mensubu Burhan Tahir Bey ile tanışır. Önemli bakanlıklardan biri için Burhan Tahir Bey’in adı geçtiğinden maden işini almak amacıyla bu kişiye büyük ilgi gösterir.

Maden ihalesine kısa bir zaman kala Selâmi, ihaleyi kazanmasını sağlayacak kişilerin kendisine yüz çevirdiğini üzülerek görür. Bunun nedeninin iktidara yönelik hücumlarını durdurması olduğunu kavrar. İktidarın “Silâhını elinden bırakan bir

düşman artık korkulacak bir düşman olamaz.” düşüncesiyle kendisine eskisi gibi ilgi göstermediği inancındadır.

Selâmi, CHP’nin bir parti kongresine katılır. Delegeler arasında bile ülkede rüşvet ve suiistimalin alıp yürüdüğü, din, iman ve ahlâkın kalmadığı konuşulmaktadır. Muhalefet partisi DP ise her geçen gün daha da güçlenmektedir. Muhalefetin her toplantısı, her mitingi iktidardan bunalan kitleleri coşturmaktadır.

Romanın sonunda Angeliki’nin Selâmi’nin maden ihalesini kazanması uğruna kendisini feda ettiğini görürüz. Angeliki, kocasının işini halledecek olan

186

iktidar partisi müfettişinin, Burhan Tahir’in ve milletvekili Vasıf’ın kucağına kendini bırakır. Artık Selâmi’nin ihaleyi alacağı kesinleşmiştir.

Reşat Enis bu romanda basın-siyaset ilişkisini ve şahsî çıkarların politik anlayışı nasıl yönlendirdiğini ortaya koymaktadır.

Orhan Kemal’in Murtaza romanında siyasî gelişmelerin bireylerin hayatını nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini gösteren çok canlı sahneler vardır. Eserin üçüncü bölümü, 1946-1947 yıllarındaki çok partili döneme geçiş sürecini işlemektedir. Artık ülkede bir Demokrat Parti gerçeği mevcuttur. İşçilerin çoğu, hatta Fen Müdürü bile Demokrat Parti saflarına katılır. Murtaza, fabrikada disiplinin kalmadığını, Fen Müdürü’nün de eskisi gibi kendisini tutmadığını düşünüp bunun nedenini Demokrat Parti’nin ülkede estirdiği havaya bağlar:

“Bütün bunların nedeni, ‘Demokratçılık’tı. Vazife bir sırasında millet işini gücünü bırakıyor, birtakım meydanlarda bayraklar, çiçekler, dallarla donatılmış kürsülerden İsmet Paşa’ya, onun partisine sövüp sayanlara alkış tutuyor, avazı çıktığınca ‘Yaşaa!’ diye bağırıyordu; hem de gırtlaklarını yırta yırta, avuçlarını patlata patlata.”(s. 295)

Murtaza, bütün bu gösterilere ve Demokrat Partililere karşı son derece öfkelidir. “Ne çabuk unutulmuştu Serbest Fırka’nın çanına ot tıkanması”(s. 295) diye düşünür. Çok sevdiği İsmet Paşa hakkında kahvede ileri geri konuşulmasına dayanamaz. “Abe neler söylersiniz İsmet Paşamıza? İsmet Paşa o be yahu! Yunan’ın

elinden kim kurtarıp getirdi bizi anayurda? Haminneleriniz mi, yoksa İsmet Paşa mı? Yüce İsmet Paşa için reva mıdır bu işlem?”(s. 295) diyerek tek başına Demokrat Partililere kafa tutar.

Fabrikada Murtaza dışındaki herkesin DP’ye üye olması, Murtaza’nın, otoritesini iyiden iyiye sarsmaya başlar. Eskiden Murtaza’dan çekinenler, artık ona kafa tutmaktadır. Kontrolör Nuh da varlığından rahatsızlık duyduğu Murtaza’ya inat Demokrat Partililerin çoğalmasından çok memnundur: “On elli olsa ısıramaz bizi

gayri. Değil mi ki Fen Müdürü de bizim partiye yazıldı.”(s. 297)

CHP iktidarının karşısında artık her geçen gün taraftar sayısı daha da artan DP vardır. Yeni kurulan partinin vaatleri, Nuh’un ağzından şöyle aktarılır:

Benzer Belgeler