• Sonuç bulunamadı

II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ RESMİ İDEOLOJİSİ:

2.4. II. Abdülhamit Dönemi Osmanlı Resmi İdeolojisi: İslamcı Modernite ya da Muhafazakâr Modernleşme

2.4.1. İslamcı Siyasetin Tarihsel, Siyasal ve Sosyal Arka Planı

19. yüzyıl Osmanlı siyasal ajandasının ve II. Abdülhamit döneminin devraldığı siyasi/ideolojik fikir ortamının en önemli başlıklarından biri “ittihad” yani

“birlik” kavramıdır. Son dönem Osmanlı tarihinde, devletin varlığını sürdürebilmesi için farklı dinsel ve etnik unsurları bir arada tutacak bir siyasi kardeşlik (uhuvvet-i siyasiye) yaratmak konusunda çeşitli üst/çatı kimlik fikirleri ortaya atılmıştır. Bu süreçte meydana gelen monist ayrılıkçı hareketler, birbirleriyle çelişmeyen etnik-dinsel bir temelde kendi kimlik siyasalarını ortaya koymuştur. Ancak çok-uluslu, heterojen Osmanlı İmparatorluğu söz konusu birliğin dayanacağı temel konusunda yaşamsal bir ikilemle karşı karşıyaydı: Bu ikilemin bir tarafı ittihad-ı Osmanî (ittihad-ı anasır, imtizac-ı akvam, Osmanlı milleti veya Osmanlı milletdarlığı

142 Alkan, 2006, s. 381.

48

mesleği), diğer tarafı da ittihad-ı İslam (İslam milleti, İslam meslek-i mahsusu) fikriydi.143

19. yüzyılda etnisite ile din arasındaki etkileşim ve bu iki toplumsal kimlik arasındaki öncelik sırasında meydana gelen değişim, Osmanlı İmparatorluğu’nda büyük etnik gruplara ulusal özelliklerini vermiştir. Yeni bir kimlik edinimi ya da ulusal bilinçlenme süreci sonucunda gelişen Balkanlar’daki ayrılıkçı hareketler ve imparatorluk sınırlarının büyük ölçüde İslam coğrafyasıyla sınırlı kalması, Osmanlıcılık siyasetinin başka bir üst kimlik siyasetiyle ikame edilmesinin yolunu açmıştır. 1877 yılındaki Berlin Kongresi’nde kaybedilen coğrafyalarda144 yaşayan Türk-Müslüman halkın Osmanlı topraklarına göç etmesinin sonucunda imparatorluktaki Hıristiyan ve Müslüman dengesi Müslümanlar lehine değişmiştir.145 Bu değişimi ortaya koyan 1895-96 Osmanlı nüfus sayımına göre Balkanlar, Anadolu ve Arabistan’da yaşayan 19 milyon Osmanlı yurttaşının 14 milyonu Müslümandı; bu sayı toplam nüfusun % 73,5’ini oluşturuyordu.146 Kemal H. Karpat, yüzyıl sonundaki demografik değişimin neticesinde ortak vatandaşlık temeline dayanan çok-uluslu devlet idealinin geçerliliğini yitirdiğini ve siyasi eğilimin bir zorunluluk olarak Müslüman odaklı hale geldiğini vurgular:147

“siyasi mantık, sultanın her ne pahasına olursa olsun hâkim grubun, yani Müslümanların birliğini muhafaza etmekle yükümlü olduğunu ve devletin

143 Çetinsaya, 2006b, s. 265.

144 Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katılımıyla toplanan Berlin Kongresi’nde Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsızlıklarını kazanmış, Bosna-Hersek fiilen Osmanlı egemenliğinden çıkmış ve Bulgaristan üç parçaya bölünmüştür. Berlin Kongresi hakkında detaylı bilgi için bkz. Karal, 1988, s. 74-78.

145 Cezmi Eraslan, 1992, s. 177; Çetinsaya, 2006b, s. 270.

146 Mete Tunçay, “Sonuç Yerine”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), Ed. Mete Tunçay ve Erik J. Zürcher, İstanbul, 2004, s. 246.

147 Karpat, 1972, s. 272.

49

bekasını temin için onları bir arada tutmasını emrediyordu. II. Abdülhamit’in İslamcı politikasının ve bir Osmanlı pro-milletine hamlesinin tohumları bu şartlar altında ekilmişti.”148

Değişen parametrelere göre yeni bir politik tavır geliştirmek zorunda kalan II. Abdülhamit çözümü, Karpat’ın da belirttiği gibi, dinsel söylemin ağırlıkta olduğu bir yönetim sistemi kurgulamak ve İslami bir üst kimlik siyaseti uygulamakta bulmuştur. Birçok tarihçi II. Abdülhamit dönemi İslamcı siyasetin başlangıcını 1877-78 Rus Savaşı ve sonrasında toplanan Berlin Kongresi’ne tarihler,149 ancak bu ideolojik yaklaşım farklılığının gündeme gelmesi ve dönemin başat politikası halini alması iç içe geçmiş, karmaşık bir süreçtir; devlet politikasında kısa sürede kesin ayrılmalar/kırılmalar görülmemiştir. Entelektüel birikimini büyük ölçüde Tanzimat dönemi İslamcı muhalefetten, eylemselliğini ise II. Abdülhamit’in neo-patrimonyal yönetiminden alan İslamcı siyaset sosyal, ekonomik ve kültürel gerekçelerle meşru bir savunma olarak benimsenmiştir. Ayrılıkçı hareketler ya da göçler sonucunda demografik ve kültürel değişimler; Arap, Çerkez, Arnavut, Kürt gibi Müslüman halklar arasında ayrılıkçı hareketlerin önüne geçilme düşüncesi; “Müslüman kesimdeki son moral güç olan üstünlük duygusunu yıkan” Islahat Fermanı’nın yarattığı muhafazakâr tepki; Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinin bozulması, Avrupa’nın azınlıklar lehinde müdahaleleri, misyonerlik faaliyetleri ve Müslüman ülkelerin büyük oranda sömürgeleştirilmesiyle İslam dünyasında İslam birliği fikirlerinin yaygınlık kazanması gibi gelişmeler resmi ideolojideki dönüşüme fikirsel

148 Karpat, 2010, s. 338.

149 Black 2010, s. 417; Çetinsaya 2006b, s. 270; Koloğlu 2010, s. 179; Karal, 1988, s. 545 vd.

50

ve pratik zemin hazırlayan başlıca gerekçeler arasında sayılabilir.150 İslamcı siyaset imparatorluğun varlık krizine karşı geliştirdiği bir tepkidir: Avrupa’daki toprak kayıplarının yanı sıra, Kıbrıs’ın İngiliz hâkimiyetine geçmesi ve Mısır ile Tunus’un işgal edilmesi, imparatorluğun, Müslüman halka yönelik bağlayıcı politikalar üretmek dışında bir seçeneğinin kalmadığını gösteriyordu.151 Bu gerekçelerin savunmacı konumun getirdiği pragmatist yaklaşımlar olduğu açıkça görülmektedir.

Söz konusu yaklaşımın, aynı gerekçelerle toplumsal tabakada da karşılık bulması ve İslamcı bir düşünsel potansiyelin hâlihazırda mevcut olması152 yeni politik tasarımda Osmanlı yönetiminin elini güçlendirmiş ve bu yeni kurguya toplumsal bir meşruiyet tabanı sağlamıştır.

İslami bir “uhuvvet”i referans alan yeni siyasete göre, devlet artık iç politikada, sınırları içinde yaşayan gayrimüslimler yerine, o güne kadar ihmal ettiği ve milliyetçi kıpırdanmaların başladığı Müslüman unsurları esas alacaktı. Osmanlı milleti ortak bir ideoloji, ortak bir kimlik etrafına şekillenmeliydi; bu harç İslam’ın Sünni-Hanefi inancıydı. Yani II. Abdülhamit rejimi tarafından İslam ortak bir kimlik, sosyal ya da milli dayanışma temeli, ortak vatandaşlığın bir unsuru, devlet-tebaa ilişkilerinde bir referans noktası, farklı Müslüman unsurları bir araya getirebilecek bir sosyal çimento olarak görülmüştür.153 Kemal H. Karpat bu entegrasyon projesini teritoryal amaçlar üzerinden yorumlar:

150 Çetinsaya, 2006b, s. 266; Somel, 2010, s. 92; Karal, 1988, s. 540; Alkan, 2006, s. 390; Karpat, 1972, s. 272; Eraslan 1992, s. 37. Alıntılanan ifade Eraslan’a aittir.

151 Azmi Özcan, Pan-Islamism: Indian Muslims, the Ottomans and Britain 1877-1924, Leiden ve New York, 1997, s. 71.

152 Eraslan, 1992, s. 387.

153 Çetinsaya, 2006b, s. 271.

51

“Abdülhamit’in başlıca hedefi Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü muhafaza etmek oldu. Bu hedefe ulaşmanın yolunun iç birlikten geçtiğini gören sultan, Müslümanların müşterek inancına dayanan yeni bir siyasi dayanışma duygusu yaratmaya çalıştı. Merkezi otoritesini kullanarak ve dini ideolojik bir alet yaparak dini toplumu birleştirmeye ve siyasi bir topluma, yani bir Osmanlı-Müslüman birliğine veya proto-milletine dönüştürmeye çalıştı.”154

II. Abdülhamit rejiminin İslamcılıkla özdeşleştiğini söyleyen Enver Ziya Karal da, söz konusu İslamcı siyasetin, yukarıda sözü edilen amaçlar göz önüne alındığında, teolojik olmaktan çok siyasi bir karakter taşıdığını ifade eder.155

II. Abdülhamit’in İslam siyaseti bir bakımdan Osmanlıcılık düşüncesinin sınırlı ve dışlayıcı bir yorumu olarak kabul edilebilir. Müslüman unsurun öne çıktığı bu üst kimlik, doğal olarak hâlihazırda hukuken Osmanlı’ya bağlı diğer halkların geri plana itilmesine yol açmıştır. II. Abdülhamit dönemi Osmanlıcı siyasetin İslami karakterine vurgu yapan Selim Deringil, “resmi milliyetçilik” ya da “imparatorluk milliyetçiliği”156 kavramının bu dönemki İslamcı siyasetin gerisinde kaldığını ve

154 Karpat, 2010, s. 344.

155 Karal, 1988, s. 540.

156 “Resmi milliyetçilik” ya da “imparatorluk milliyetçiliği” kavramı eğitim, resmi dil vb. yollarla imparatorluk halkları arasında bir ortak kimlik oluşturmayı ve farklı grupların toplumsal bir erime potasında aynı siyasal bütünlüğe bağlı olmalarını ifade eder. Bkz. Benedict Anderson, Imagined Communities. Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Londra, 2006, s. 83-113. Selim Deringil, Osmanlı yönetici sınıfının Osmanlıcı ideolojiyi bir ulusal monarşi tasarısı çerçevesinde gündeme aldığını belirtir. Bkz. Selim Deringil, “The Invention of Tradition as Public Image in the Late Ottoman Empire, 1808 to 1909”, Comparative Studies in Society and History, C. 35, Sa. 1, Haziran 1993, s. 5.

52

II. Abdülhamit’in Osmanlıcılık düşüncesinin İslam’a dayanan birleştirici bir politika olduğunu söyler.157

II. Abdülhamit dönemi İslamcı ideolojinin bir diğer önemli niteliği, bir çelişki oluşturabilecek ölçüde seküler bir altyapıya ve seküler amaçlara sahip olmasıdır. Bu dönemde devlet ideolojisi söylem ve semboller anlamında İslami olsa da, politikaların çoğu devletin içinde bulunduğu zor koşullardan kurtulması için gerekli olan seküler uygulamalara dayanıyordu.158 Ancak paradoksal bir görünüm arzeden bu durumun “laikleşme” olarak algılanması yanıltıcı olabilir.159 Selim Deringil de, semantik bir kutsallık atfedilen seküler modernleşmeyi vurgulayarak “dönemin vesikaları incelendiğinde, bu ideolojik tasarımda kullanılan dil İslami bir kelime haznesi ve kavram dünyasına dayanmasına rağmen, aslında son derece dünyevi ve rasyonel bir modern toplum hedeflendiği açıktır”160 saptamasını yapar.