• Sonuç bulunamadı

4. İNSAN HAKLARI: KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.İNSAN HAKLARI KAVRAMI 1.İNSAN HAKLARI KAVRAM

4.2. İNSAN HAKLARININ SINIFLANDIRILMAS

Her ne kadar insan hakları kavramı çeşitli sınıflandırmalara/ayrımlara tabi tutulsa da aslında insan hakları bir bütündür. Kişi, insan haklarının tümüne sahip olmak şartıyla özgür olabilir. Buna “hakların monizmi” 10 denmektedir (Gözler, 2004: 101).

9 20. Yüzyılın başlarında bazı Amerikalı kültür antropologları sivil toplum kuruluşları, insan haklarının

hiçbir fark gözetmeksizin bütün insanlara verili haklar olarak algılanmasına (insan haklarının evrenselliğine) karşı ciddi eleştiriler yöneltmişlerdir. Lévi-Strauss, 1951 yılında UNESCO için kaleme aldığı raporunda : “ ‘soyut manada insanlığın eşitliği’ düşüncesinin ırksal ve kültürel farkları dikkate almamasını entelektüel bir hayal kırıklığı olarak nitelemekte ve ‘ halkların kültürel farklılığını’ ” öne alan görüşlere vurgu yapmaktaydı. Strauss, rapornun özünde, bütün dünyada geçerli olacak bir insan hakları anlayışını savunmanın kültürel emperyalizmi savunmak olduğunu vurgulamaktaydı. İnsan hakları esas olarak bireyleşmenin yaşandığı üretilen değerlerdir. Bundan dolayı bu değerleri Batı’lı olmayan toplumlara aktarmak zordur. Bu zorlukta ısrar etmek ise bir kültür emperyalizmidir. İnan haklarının evrenselliğine karşı görüşler ileri süren kültür antropologlarının görüşleri konusnda ayrıntılı bilgiye: Doğan, İ. (2006), Parçalayan Küreselleşme, Yetkin Yayınları, Ankara, s.220-224’ten ulaşılabilir.

10 Temel hak ve hürriyetlerin tamamı birbirine bağlıdır. Biri diğeri ile tamamlanmadıkça tam bir

özgürlükten bahsetmek güç olur. Negatif statü hakları olmadan kişinin özgür olması mümkün değildir. Ancak aç, evsiz, sağlık güvencesi olmayan, temel insani ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun olan bir insan için de negatif statü haklarının fazla bir anlamı olmaz. Aynı şekilde aktif statü haklarından faydalanamayan bir insanın devlet yönetimine katılamadığı için temel hak ve özgürlüklerini despot

Ancak doktrinde yine de insan hakları ile ilgili olarak çeşitli sınıflandırmalar yapılmaktadır. Bunlardan en çok kabul gören ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1961 ve 1982 anayasalarına hâkim olan sınıflandırma, Jellinek’in yaptığı sınıflandırmadır. Bu sınıflandırmaya göre temel hak ve hürriyetler: negatif statü hakları, pozitif statü hakları ve aktif statü hakları olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır (Gözler, 2004: 100).

Negatif statü hakları, kişinin devlet tarafından dokunulamayacak, özel alanını çizen haklardır. Devletin, burada negatif bir tutum takınması ve müdahale etmemesi esastır. Örneğin kişi güvenliği, düşünce ve ifade hürriyeti, konut dokunulmazlığı, din özgürlüğü gibi haklar negatif statü haklarındandır (Kapani, 1976: 6). Bu tür haklar esasen, bireyin hür olduğu ve devletten önce de bu haklara sahip olduğu fikrine dayandığı ve böylece bireyi devlete karşı koruduğu için bu haklara, “koruyucu haklar” da denilmektedir (Gözübüyük, 1995: 148). Bu haklar, aynı zamanda, kişisel “haklar” olarak da bilinmektedir (Gözler, 2004: 100).

Hakkın gerçekleşmesi için devletin, olumlu bir davranışta bulunması gerekiyorsa bu tür haklara, pozitif statü hakları denilmektedir. Burada birey, haktan istifade edebilmek için devletten olumlu bir davranış beklemektedir. Örneğin; sosyal güvenlik hakkı, çalışma hakkı, konut hakkı, eğitim hakkı gibi haklar bu türden haklardır (Kapani, 1976: 6). Bu haklar, sosyal devlet anlayışının bir tezahürü olduğu için bu tür haklara sosyal haklar da denilmektedir (Gözler, 2004: 101). Pozitif statü hakları, kişiye, devletten, bir şey talep etme hakkı verdiği için bu haklar aynı zamanda “isteme hakları” olarak da isimlendirilmektedirler (Gözübüyük, 1995: 149).

iktidarlar karşısında kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır. Görüldüğü üzere hürriyet çeşitli yönleriyle bir bütündür. Biri olmadan diğerinin tam anlamıyla gerçekleşmesi zordur. İşte buna hürriyetin bütünlüğü ya da monizm’i denmektedir. Kapani, M. (1976). Kamu Hürriyetleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları (AÜHFY), Ankara, s.7.

Aktif statü hakları ise esas olarak, kişinin devlet yönetimine çeşitli yollarla katılmasını sağlayan haklardır (Kapani, 1976: 6). Devlet yönetimine katılmayı sağladığı için bu haklara “katılma hakları” da denilmektedir (Gözübüyük, 1995 150). Seçme ve seçilme hakkı, siyasi faaliyette bulunma hakkı, dilekçe hakkı, kamu hizmetine girme hakkı bu haklardandır. Bu haklar aynı zamanda “siyasi haklar” olarak da bilinmektedirler (Gözler, 2004: 101).

İnsan haklarının sınıflandırılmasıyla ilgili olarak yapılan diğer önemli bir sınıflandırma ise insan haklarının tarihsel süreçte ortaya çıkış zamanına ve sırasına göre yapılan sınıflandırmadır. Bu sınıflandırmaya göre insan hakları: birinci kuşak haklar, ikinci kuşak haklar ve üçüncü kuşak haklar olmak üzere üçe ayrılmaktadır (Gözler, 2004: 101).

Birinci kuşak haklar, tarihsel süreçte, kendisinden ilk kez bahsedilen insan haklarıdır (Gözler, 2004: 101, Kaboğlu, 1989: 25-26 ‘dan alıntı). Bu haklar, medeni ve siyasal hakları içermektedir. Birinci kuşak haklar, yukarıda bahsi geçen negatif statü hakları ve aktif statü haklarının karşımıdır da denilebilir.

İkinci kuşak haklar, tarihsel süreç açısından, birinci kuşak haklardan sonra ortaya çıkan haklardır. Sanayi devriminin etkisiyle Avrupa’da, 1848 devrimlerinden sonraki anayasalarda bahsi geçmeye başlayan ancak esas olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonraki anayasalarla yürürlük kazanan ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan anayasaların temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinin, vazgeçilmez bir parçası haline gelen haklardır. Bu haklar daha çok sosyal ve ekonomik içerikli olduğundan bunlara; “sosyal, ekonomik ve kültürel haklar” da denilmektedir. Bu hakların kapsamı yukarıda bahsi geçen pozitif statü hakları ile örtüşmektedir.

Üçüncü kuşak haklar ise küreselleşme sürecinde, dünyada yaşanan uluslararası eşitsizlikçi ve çatışmacı ortama bir tepki olarak doğmuş haklardır. Örneğin; çevre hakkı, barış hakkı, insanlığın ortak mirasına sahip olma hakkı, gelişme hakkı bu haklardandır. Bu haklar, devlet sınırlarını aşan bir insanlık dayanışması felsefesine dayandığı için bu haklara, “dayanışma hakları” da denilmektedir (Erdoğan, 1999: 181).

Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinden itibaren özellikle 1990’lı yıllardan sonra alt kimlikler, etnik haklar ve dinsel kimlikler dördüncü kuşak hak talepleri olarak gündeme gelmektedir (Çeçen, 2000: 3).

Bunların dışında insan haklarıyla ilgili daha pek çok sınıflandırma yapılmaktadır. Örneğin hak ve hürriyetler, kullanılış biçimlerine göre, bireysel özgürlükler ve kolektif özgürlükler; konularına göre, kişinin fizik özgürlükleri, düşünce özgürlükleri ve kolektif özgürlükler gibi tasniflere de tabi tutulmaktadır (Gözler, 2004: 101) Ancak günümüzde insan hakları literatüründe en çok kullanılan tasnifin, negatif haklar ve pozitif haklar tasnifi olduğu görülmektedir.

İnsan haklarını, esas olarak “medeni ve siyasal haklar ve özgürlükler” ile “ekonomik, sosyal ve kültürel” haklar olarak ikiye ayıran ve bunun yaşadığı dönemdeki insan haklarını ifade etmek için yeterli olduğunu söyleyen Paul Seighart (1984: 125) insan haklarının dinamik bir süreci oluşturduğunu, sürekli bir ilerleme içerisinde olan insan haklarına, yeni haklar eklenebileceğini ve ileride yeni insan hakları kategorilerinin ortaya çıkabileceğini belirtmektedir. Seighart’ın, bu düşüncesinin, bugün için olduğu kadar yarın için de geçerli olduğu yadsınamaz bir gerçektir.