• Sonuç bulunamadı

İnsan Hakları Antlaşmalarının Değerlendirmesi

BÖLÜM 1: ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE İNSAN HAKLARI VE SAVAŞ

1.2. Savaş ve İnsancıl Hukuk

1.2.3. İnsan Hakları Antlaşmalarının Değerlendirmesi

İnsan hakları, resmi statüde milattan öncesine dayanmakla birlikte, belirgin olarak Batı’da 1776 Virginia Haklar Bildirisi ve Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’yle harekete geçmiştir. Bu antlaşmalarda, yaşama hak ve özgürlükleri ve mülkiyet hakları belirtilmiştir. Buna göre devletin üzerine düşen, vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini güvence altına almak ve bu hakların uygulanmasını sağlamaktır. 1787 senesinde hazırlanmış olan ABD Anayasası’na tüm bu temel hak ve özgürlükleri ele alan maddelerin ilk on tanesi 1789’da eklenmiştir. Böylece insan hak ve özgürlükleri ilk defa

59 Selami Kuran-F. Ş. T. Kahraman, “Silahlı Çatışmalarda Kültürel Varlıkların Korunması Hukuki

Rejiminde Bir İstisna Olarak “Askeri Gereklilik”: Antlaşmalarla Getirilen Düzenlemeler”, MUHF-HAD, 23/1 (2017), 110-115 89-158.

anayasalarda yer almaya başlamıştır. ABD Anayasası, 1865 tarihinde köleliği yasaklamış ayrıca 1870 senesinde de zencilere oy hakkı tanımıştır.60

Öte yandan Avrupa’da 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ilan edilmiş burada, insanların doğuştan sahip olduğu doğal haklar yanında, halkın seçme ve seçilme hakkı sağlanmıştır. Fransa’da başlayan bu gelişme, Avrupa’nın tüm ülkelerine yayılmıştır.61

İnsan haklarıyla ilgili bir başka gelişme de, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. Birinci ve ikinci dünya savaşı arasında ortaya çıkan hukukçu, diplomat ve aktivistlerin bireysel girişimleri ve bazı sivil toplum kuruluşları gibi devlet harici aktörler tarafından gündeme getirilmiştir. Bu süreçte azınlık hakları, işçi ve kadın hakları gibi kolektif haklar çerçevesinde ele alınan insan hakları fikri gittikçe yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu süreçteki insan hakları savunması, 1945 yılında San Francisco’da kurulan Birleşmiş Milletler ‘in gündeminde yer almıştır. Bu doğrultuda İnsan Hakları Bildirgesi, 10 Aralık 1948 yılında tüm ulusları kapsayacak şekilde ilan edilmiştir. 1899 ve 1907 yıllarında toplanan ve dünyanın önde gelen devletlerinin katıldığı Lahey Barış Konferansları İkinci Dünya Savaşı sonrasında hayata geçirilen uluslararası insan hakları ilkelerinin belirlenmesinde önemli bir adım olmuştur. 1899 yılında düzenlenen ilk Lahey Barış Konferansında, kara ve deniz savaşına İlişkin düzenleme yapılmış ve burada sivillerin, yaralı ve esirlerin hakları belirtilmiştir. Ancak askeri teknolojinin sınırlandırılması ve savaşlarda sivillerin korunmasına yönelik Lahey Konferanslarının kararları, uygulama aşamasına yeterli şekilde yansımamıştır.

Lahey’de alınan kararların yeterince etki gösterememesi, Paris Barış Konferansı’nın netice vermiş ve burada, ABD Başkanı Wilson tarafından 1917 yılında dile getirilen ve Wilson ilkeleri olarak da adlandırılan Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına yol açmıştır. Milletler Cemiyeti’nin amacı, uluslararasında iş birliğini geliştirmek, barış ve güvenlik için savaşa başvurmamak amacıyla ön tedbirler almak, samimi, adaletli ve onurlu bir şekilde uluslararası ilişkilerde bulunmak ve bunu da sürdürmek olarak belirtilmiştir.62

60 Gemalmaz, Ulusalüstü insan hakları hukukunun genel teorisine giriş, 65; Şeref Ünal, Temel Hak ve

Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 1997, 32-33.

61 Ünal, Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, 34.

62 Görkem Birinci, “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kısa Tarihi 1: Milletler Cemiyeti’nden

Cenevre sözleşmeleri, başladığı günden itibaren savaş hukukunun kurallarını içermektedir. Bu sözleşmeye göre seyyar ve sabit askerî hastaneler tarafsızdır, tabiiyet ve milliyet gözetilmeksizin yaralı hastalar da dâhil olmak üzere onlara zarar verilemez. Savaşan taraflar onları himaye etmekle yükümlüdür. İlk Cenevre sözleşmesinde, kara savaşında yaralıların ve hastaların durumunun ıslahı ele alınmıştır (1864). İkincisi olan 1906 Cenevre Sözleşmesi’nde deniz savaşları usul ve kuralları işlenmiştir (18 Ekim 1907). Üçüncüsünde ise, Harp esirlerine yapılacak tutum ve davranışlar ele alınmıştır (27 Temmuz 1929).

Söz konusu sözleşmeler, tamamen savaş ve sonrası alana yöneliktir. Sözgelimi Cenevre Sözleşmesinin 6. Maddesine göre, “Yaralı ve hastalara, sağlık ve din mensuplarına, sözleşmenin aksine herhangi bir başka kayıt bulunmadığı sürece, dokunulmayacak, zarar verilmeyecek ve mensup oldukları yerlere geri gönderilecektir”.63

Batı dünyasında gelişen İnsan hakları girişimleri, insanlık tarihindeki savaşların vermiş olduğu tahribatın, zararların ve ölümlerin önünü kesmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda savaştan her iki taraf zarar gördüğüne göre, acısı da ortaktır. İnsani düzeyde öncelikle bireysel girişimler ve sivil toplum kuruluşlarının mücadelesiyle harekete geçirilen insan hakları çabaları, hemen hemen tüm kesimler tarafından kabul görmüştür. Ancak alınan kararların uygulanabilme imkânı tartışılmaktadır. Bununla birlikte tüm insanların iyiliğine yönelik girişimler olması hasebiyle insanlık adına takdire şayandır. Bu tür oluşum ve gelişmelerin, insanlık tarihinin ilerleyen zamanlarında daha da gelişmesi ve de uygulanması umut edilmektedir.

Uluslararası insancıl hukuk kuralları doğrultusunda 1907 senesinde Uluslararası Lahey Sözleşmedeki 23. maddenin 2. Fıkrasına ve sonrasında 1977 yılında düzenlenen birinci ek protokolün 37. maddesinde yer alan veriye göre, aldatmak suretiyle düşmanın öldürülmesi, yaralanması ve esir edilmesinin kabul edilemeyeceği kaydedilmiştir. Sözü geçen birinci ek protokolün 37. Maddesi: “ Riayet edilmeyeceği önceden planlanmakla birlikte düşmanın güvenini sağlamaya ve silahlı çatışmada uluslararası insancıl hukukun kuralları gereğince korunma hakkı ve görevi olduğuna yol açan eylemlerde, söze riayet etmeme kapsamında yer almaktadır.

BÖLÜM 2: ULUSLARARASI İNSANCIL HUKUKUN TEMEL