• Sonuç bulunamadı

İnsanın kendini bilmesi Rabbini bilmesi midir?

I. BÖLÜM

1.2. İbn Hazm’da kaygı, aşk ve bencillik kavramlarının tahlili

1.2.2. İnsanın kendini bilmesi Rabbini bilmesi midir?

Bu şarın bir sultanı var, cümleye ihsanı var Sultan ile bilesen yok iken vara benzer. Yunus Emre

İbn Hazm’a göre felsefenin gayesini iki bakımdan ele almak mümkün olup, bunların ilki teorik ve ikincisi pratik gayedir. Hakikat ile erdemin gerçek niteliğini öğrenmeyi teorik bir gaye olarak tarif ederken, insanın, nefsini, hakikatin ve erdemin doğrultusunda ıslaha yönelterek mutluluğa ulaşmaya çalışmasını pratik bir gaye olarak ifade eder. Onun için felsefe, hem dünya hem de ölüm sonrası mutluluğuna katkı sağlayan bir özellik taşımaktadır123. Felsefe ve dinin birleştiği nokta temelde burası gibi gözükmektedir. Çünkü İbn Hazm’a göre dinin temel gayesi insanın (her iki dünyasının) mutluluğudur. Felsefe doğrudan ruhun terbiyesine katkıda bulunur ve teorik olan gayenin ağırlığını üstlenir. Ayrıca İbn Hazm’ın felsefeyi mutluluğa ulaştıran bir nitelikte değerlendirmesi ve nefsin eğitim ve geliştirilmesinde esas alınacak unsur olarak görmesi, felsefe tarihinde dikkat çekici bir özgünlüğü ifade etmektedir. İnsanın nefis terbiyesini ve (iki dünya) mutluluğunu sağlamakta felsefe ve din ortaktır. Yani her ikisinin de gayesi budur.

Kaygı bazen o kadar dünyaya ya da başkalarına odaklanır ki kendini unutur. İbn Hazm “Fasl fi ma'rifetü'n-nefs bi-ğayrihâ ve cehlühâ bi-z'atihâ124” isimli risalesinde insanın nesneyi, âlemi, melekleri ve Tanrı’yı bildiğini, en azından öncelikle bunları bildiğini zannettiklerini söylemektedir. İnsanın kendini bilmesi ise en sona kalmıştır. Burada bir paradoksu keşfeden İbn Hazm insanın kendisini bilmesini engelleyenin başkası olduğunu, yani dünya olduğunu söyler. Tıpkı bâlî olup âkil olamama gibi, insan da aslında âkil olmasına rağmen kendisini bilmesi ve Rabbini bilmesi gerektiği yerde başkalarına odaklanmaktadır. Yukarıda Yunus Emre’den aktardığımız beyitte anlatıldığı gibi, eğer insan bilgisini Allah ile birlikte bilmiyor ise, o var iken yoktur, Rabbini biliyor ise o zaman yok iken vara benzeyecektir. Bu bağlamda İbn Hazm’a göre

123 İbn Hazm, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâ ve’n-nihal, (Dinler ve Mezhepler tarihi), çev. Halil İbrahim Bulut, Türkiye yazma eserler kurumu başkanlığı yayınları, İstanbul 2017, Birinci baskı, cilt. 1, s. 412 124 Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zahiri İbn Hazm, Resailu İbn Hazm el-Endelüsi, thk.

İhsan Abbas, 2. Baskı, Beyrut, 1987. 1. c. “Fasl fi ma’rifeti’n-nefs bi-gayriha ve cehlühâ bi-z'atihâ, 440-448 s.

33

insanın/nefsin başkasını bilmemesi cehalet, kendini bilmemesi ise gaflettir. Halbuki insan/nefis, faal, kazanan, iyilikleri sebebiyle mükafatlandırılan ve kendisine hitap edilen bir varlıktır125. “Hani Rabbin ezelde Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demiştir. Onlar da ‘Evet, şahit olduk, Rabbimizsin!’ demişlerdi126” ayetinin yorumu İbn Hazm’ın nefisten ne anladığını daha öz bir şekilde bize sunmaktadır. Ona göre herkes bir nefse sahip olduğu için, aslında Tanrı’yı bilir.127 Fakat bunun ön şartı, öncelikle insanın kendisini bilmesidir. Nefis, akıllı, mükellef ve muhatap alınan bir varlık128 olduğu için öncelikle ve asıl bilmesi gereken kendi nefsidir.

Din de felsefe de insanı saadete ulaştırmak için iki yöntem kullanmıştır. Bunların ilki insanın kendisini bilmesi, bu kaygıdan yola çıkarak peygamber ahlâkına benzeme sonucunda, teklifi kabul etmekle elde edilir. İkincisi ise insanın Rabbini bilmesidir ki, bu evvelî bir bilgi olarak insanda bulunmaktadır İbn Hazm’a göre. İnsanda Tanrı fikri evvelî olarak bulunuyor ise ve insanın kendini bilmesi de akılla biliniyor ise burada bir paradoks vardır. İnsan, kendini bilmediği vakitlerde Rabbini biliyor muydu?129

Yukarıda sözünü ettiğimiz risalesinde İbn Hazm bu soruya bir yanıt aramaktadır. İnsan davranışlarını şekillendirecek olan kaygı kavramından yola çıkarak, nefsten başka her şeyin bilgisine ulaşmaya çalışır. Her ne zaman bu kaygı bir bilgi haline gelse, bu sefer bildiklerinin zan olduğunu anlar ve nefsini/kendini burada keşfeder. Şeriatın ve peygamber ahlâkının sınırlarını belirlediği ilkeler, insanın dünyaya dair kaygılarının reddiyesi olarak kendini göstermektedir. Çünkü son bölümde de ele alacağımız gibi

125 el-Fasl, c. 3, s. 884 126 A’râf, 7/172

127 İnsanın kendisini bilmesinin Rabbini bilmesiyle eşitleyen görüş, İslam düşüncesinin klasik ve sonraki dönemlerinde de yaygınlığını muhafaza etmiştir. Mesela İbnü’l Arabi ve onun Fusus’l Hikem kitabının şarihleri bu anlayışı sürdürmüşlerdir. Sadredin Konevi, Davud el-Kayseri, Abdürrezzak Kaşanı, Müeyyidüddin el-Cendi ve Ahmet Avni Konuk gibi Fususu’l Hikem şarihleri “Kendini bilen, Rabbini bilir” ilkesini ayrıntılı bir şekilde tartışmışlar ve bunu günümüze kadar mütemadiyen sürdürmüşlerdir. Bkz: İbnü’l-Arabi, Fusûsu’l Hikem, Çev. Ekrem Demirli, Alfa yayınları, İstanbul, Ekim-2017, s. 135-139

128 el-Fasl, c. 3, s. 838

129 Platon’a göre bu çok önemli bir sorun olup, Platon felsefesinde bu anamnesis/hatırlama kavramıyla kendini açıklamaya çalışmıştır. İkincisi ise İbnü’l-Arabi’de bu Hz. Muhammed peygamber örmneği üzerinde ele alınmıştır. Peygamberimizin son peygamber olması ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Adem için: “Dedemiz Adem su ile toprak arasındayken ben peygamberdim” demesi öncelik ve sonralık meselesini paradoksal bir şekilde ifade etmektedir.

34

ister dünyaya dair olsun, ister ahirete dair olsun kaygımız dengeyi aşıyorsa, bu insanda kibir ve bencilik doğurur. Peki dini nasıl anlayacağız? Herkes dinden aynı şeyi mi anlamalı yoksa herkes farklı anlayabilir mi? Bu kadar farklı anlayışlar ortaya çıkınca denge/itidal nasıl sağlanacak?

İbn Hazm’a göre dinde ya icmâ’ olabilir ya da ihtilaf. Allah, ihtilafın kendi katından bir durum olmadığını söyler. “Eğer O, Allah’tan başkasının katından gelseydi,

onda çok ihtilaf bulacaklardı130.” Şu halde icmâ’ katında yalnız hakkın bulunduğu Allah’tandır. Dünyada ya icmâ’ vardır ya da ihtilaf. İhtilaf Allah katında olmadığı için sadece icmâ’ kalıyor geriye131. Bunun için din icmâ’ ile anlaşılır. İbn Hazm için insanın Tanrı’yı, eşyayı ve başkalarını bilmesi bir sorun değildir. İnsan bunlar ile zorunlu olarak muhataptır ve Tanrı’yı kendiyle/nefsiyle evvelde olan akdiyle (bezm-i elest) bilmektedir. Bu sorunun ayrıntıları ayrıca tartışılmalı ve yorumlanmalıdır. Asıl olan insanın kendisini bilmesi ve bunu aklını kullanarak yapmasıdır.

İnsan kendini/nefsini iki şekilde keşfeder İbn Hazm’a göre. Bunların ilki (özellikle bu bölümde anlatmaya çalıştığımız gibi) akıl yoluyla, dünyevi kaygılardan kurtulup, asıl olan kaygılara, yani her şeyin aslına yönelmekle olur132. Bu, nefis terbiyesi ve peygamberin ahlâkına benzeme çabası sonucunda elde edilir. İkincisi ise insanın ihtiyarından kaynaklanmayıp, başına gelen aşk/muhabbet sayesinde gerçekleşir.