• Sonuç bulunamadı

3. ANADOLU ALEVİ-BEKTAŞİ İNANCININ TARİHSEL SÜRECİNDE

3.2. Anadolu Alevî-Bektâşî İnancının Tarihi Gelişimi ve Sosyo-Kültürel

3.2.2. Sosyo-kültürel Yapı, İnanç ve İbadetler

3.2.2.2. İnanç ve İbadetler

İnanç içinde üçlemenin temel anlatımı; Allah81

-Muhammed-Ali olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz. Muhammed’in hakka yürümesinden sonra hilafet makamı Hz Ali’ye verilmediği, bu konuda ona haksızlık yapıldığı ve gerçekler gizlendiği için Alevî-Bektâşî inancında Hak-Muhammed-Ali inancı olarak adlandırılır. Ancak buradaki Hak-Muhammed-Ali inancı birçoklarının sandığı ve özellikle Hıristiyan araştırmacılarının çok hoşuna giden ve bu yüzde onların görmek ve göstermek istedikleri gibi Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesindeki gibi, birbirine denk öğeler değildir. Buradaki sıralama hiyerarşik ve kronolojik bir sıralamadır. Hak- Muhammed-Ali’deki öğeler birbirine denk olsaydı, Alevîlikte çok önemli kavramlardan biri olan tevhid kavramı olmazdı. Hak-Muhammed-Ali sıralaması, ilk üç halifenin Alevî ve Bektâşîlerce tanınmadığının dolaylı yönden bir anlatımıdır (Engin, 2004, s.29).

İnanç içinde önemli bir yere oturtulan Hak-Muhammed-Ali söylemi, dinsel ibadetlerin yapıldığı cemlerin bütününde zikredilen öğelerdendir. Söz konusu üçlemenin yanı sıra yalnız Muhammed-Ali ve yalnız Hz. Ali’ye ait şiirin olduğuna daha evvel de bahsetmiştik. Burada Hz. Ali’ye duyulan içten sevgi ve saygının ayrı bir önemi vardır. Özellikle nevruz kutlamalarıyla, Hz. Ali’nin doğum gününün özdeşleşmesi, sıklıkla karşılaştığımız durumlardandır.

Hz. Ali’nin doğduğu gün (21 Mart), nevruz82

bayramı olarak kutlanmakta ve kutlandıkları toplumlar arasında değişik isimlerle adlandırılmaktadır. Anadolu ve Rumeli’de yaşayan daha çok şehir ve kasaba kültürü ile yazılı kültürün etkisinde kalan Bektâşîlerce nevruzun büyük bir kutlama olduğunu ve “Kırklar Bayramı” olarak anıldığını söyleyen Rabia Uçkun, bu tabirin daha ziyade Hacı Bektaş yoluna

81 Birçok Alevî-Bektâşî deyiş ve nefeslerinde bu üçlemede “Allah” yerine “Hak/k” tabiri de

kullanılagelmiştir. Şiîrler incelendiğinde, bu çok rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Örneğin bkz.; “Abdulbaki Gölpınarlı, 1992: Alevî Bektâşî Nefesleri, İnkılâp Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul” ve “Hasan Salman (Âşık Selmanî), 2008: Batın İlmi Divânı, Barış Matbbası, İstanbul”.

82

Genel olarak Mart ayının 21’inde kutlanan ve anılan “Nevruz”; Farsça bir terim olup, “yeni gün” anlamına gelmektedir. Bu gün, güneşin koç burcuna girdiği gün olup, Miladi 22 Mart’a, Rûmi 9 Mart’a rastlamaktadır. Bu sebeple Nevruz, kimi yerlerde 9 Mart’ta kutlanmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Rabia Uçkun, 2005: “Alevî-Bektâşî Geleneğinde Nevruz Kutlamaları”, Uluslararası Alevîlîk Sempozyumu-I, Isparta, Türkiye.

ve Balım Sultan Erkannamesine bağlı olan kişilerce kullanıldığını ifade etmektedir. Uçkun, Alevî-Bektâşî Geleneğinde Nevruz Kutlamaları adlı bildirisinde şu tanımlamalara yer vermiştir (Uçkun, 2005, s.161):

“İslâmiyet öncesi bahar kutlamaları yapan Türkler, İslâmiyet’in kabulü ile birlikte bunları İslâmi bir kimlikle sürdürmüşlerdir. Türk dünyasında çok zengin ve köklü bir nevruz geleneği yaşamaktadır. Nevruz ortak kültürel değer olması yönüyle önemli bir yere sahiptir. Bütün Türk toplulukları ile Anadolu’da ‘Navnz’, ‘Nooruz’, ‘Ergenekon’, ‘Bozkurt’, ‘Çağan’, ‘Yeni-gün’, ‘Ulusun Ulu Günü’, ‘Sultan Navrız’, ‘Nevriz’, ‘Mart Bozumu’, ‘Mart Dokuzu’, ‘Yörük Bayramı’, ‘Kış Bitti’, ‘Yıl Yenilendi’, ‘İlkyaz Yortusu’ gibi anılmaktadır”.

İslâmiyet’ten öncesine dayandırılan ve Hz. Ali’nin doğumuyla özdeş hale dönüştürülen nevruz, Alevî-Bektâşî ozanlarının vazgeçilmez esin kaynağı olmuştur. Yoksul Derviş mahlaslı Şemsettin Kubat, Hz. Ali için yazdığı Mevlüd’de bu konuyu söyle dile getirmektedir:

“Navruz günü Ali gedi huzura, Cümle alem cemaline yüz süre, Her dü âlem ol Veli’yi er göre, Hazreti Ali’nin mevlüdüne gel. Ali’nin doğduğu navruz günüdür, Şevk veren aleme şahın nurudur. Bu gece Navruzu bayram yapalar,

Sultanın navruzunu kutlayalar (Uçkun, 2005, s.162-163)”.

Bahsi geçen üçleme ile ilgili birçok araştırmacının ortaya koyduğu olaylar bütünlüğü ve diğer dinlerle örtüştürdüğünü ortaya koyan yaklaşımlar vardır. Bunların en başında yaygın olarak dile getirilenlerden biri, Hıristiyanlıktaki üçlemedir. Yukarıda da işaret ettiğimiz ve açıklamaya çalıştığımız, birbirinden farklı savları görmek mümkündür. Bu fikirleri ve bağdaştırmacı olasılıkları kabul etmeyen araştırmacılar da bir hayli fazladır. Bu yazarlardan biri olan Haydar Kaya, Alevî-Bektâşî Erkânı, Evrâd’ı ve Edebiyatı adlı çalışmasında, üçlemeyi açıklarken öncelikle İslâmın beş temel koşulu olarak tanımladığı; Tevhid, Adalet, Nübüvvet, İmâmet ve Mead’ı açıkladıktan sonra şu bilgileri vermektedir (Kaya, 1993, s.66-71):

“Koşullar incelendiği zaman, üçünün makam ve varlık olduğunu görmekteyiz. Diğer ikisi ise; birisinin (adaletin) yasa, Mead’in ise yasanın uygulanması sonucunda meydana gelen eylemler için verilen karar olduğunu ve kararın uygulanması olduğunu görürüz. Makam ve varlık olarak görülen bu üç koşul: Tevhid, Nübüvvet ve İmamet’tir. Bunlardan Tevhid,

Allah’tır. Nübüvvet, Hz. Muhamed’dir. İmamet ise imamların atası Hz. Ali’dir. Kul Himmet’in deyişi ile

Her sabah her sabah ötüşür kuşlar Allah bir Muhammed Ali diyerek Bülbüller gül için figana başlar Allah bir Muhammed Ali diyerek”. Kırklar:

Hz. Muhammed’in, Cebrail tarafından miraca çağrılışını ve sonrasında kırklar diye tabir edilen, içerisinde Hz. Ali’nin de bulunduğu yerde geçen inanışın anlatımıdır. Cemin oluşumu ve ritüellerden yalnızca biri olan semah’ın, yeryüzündeki uygulanışının temelinde kırklar inancı yatmaktadır.

Zâkirin, cem esnasında icra ettiği Miraçlama örneğinde genel olarak “Geldi Cebrail Buyurdu” dizeleriyle başlayan Şah Hatayî’nin veya “Kün Dedi Karar eyledi” dizeleriyle Hasretî’ye ait olan sözler kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra, Tokat’tan İstanbul’a göçmüş ve zâkirlik hizmetini uzun bir süre devam ettirmiş olan Âşık Selmanî’den aldğımız bir miraçlama örneği daha vardır.

Şah Hatayî’ye ait olan miraçlamada, zâkirin söylemine göre cemaat yönlenim almaktadır. Bir nevi zâkir, ibadette sırası gelen veya gelecek olan hareketin önceden işaretini vermektedir. Bu durum, cemin başından sonuna kadar geçerli olan bir olgudur. Miraçlamada, “Muhammed Ayağa Kalktı” dizesi okunduğunda, cemaatin hep beraber ayağa katlığını görmekteyiz. “Hakk’a Bağladı Özünü-Turaba Sürdü Yüzünü” dizesinde cemaatin yere eğildiği izlenmektedir. “Cümlesi de Secde Kıldı” dizesinde ise cemaatin oldukları yerde secde ettiklerini görmekteyiz. Kırlar Semahı’nın habercisi olarak zâkir, “Mümin Müslüm Üryan Büryan” diyerek semah dönecek olan kişilere işaret vermiş olur ve semahçılar dede huzurunda ayağa kalkarlar.

Kırklar inancı ile yukarıda saydığımız birtakım açıklama ve bu inancın oluşumuna yönelik bilgilerin dışında; araştırmacıların yaklaşımlarının nereye dayandırdıkları veya nasıl ele aldıklarına göz atmak, konunun algılama yönünü zenginleştirecektir. Alevîlik-Bektâşîlikle ilgili birçok ritüel, dinsel olgu ve inanç unsurlarını İslâm öncesi inanışlar çerçevesinde yorumlayan ve o dönemden günümüze senkretik83

bir yapı

içinde inançların yoğrulduğunu söyleyen Mélikoff, konuya “İslâmlaşmış Şaman” kavramıyla farklı bir bakış açısı sunar. Diğer bir adının da “Halk İslâmlığı” olduğunu ve şaman kalıntılarının incelişi olarak tanımladığı “şaman ruhlar”ın varlığı ile Alevî inançları içerisinde kırklar olgusunun var olduğunu belirtmektedir. Günümüzde Hz. Muhammed’in miraçta kırklara uğramasının bir tasviri olarak görülen ve bundan ötürü Alevîlikte önemli bir sayı olarak karşımıza çıkan kırk/kırklar, simgesel bir yaklaşımdır. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman geleneklerinde var olan kırklar, Alevîlikte inanç ritüelinin temelini oluşturuken diğerleri için bir simgesel yaklaşım olabilmektedir. Kırkların görünmez olduğunu söyleyen Mélikoff, bu yüzden onlara Gayb Erenleri, gayip erenler gibi isimler verildiğini söyler (Mélikoff, 1998, s.48-49). Miraç dönüşü Hz. Muhammed’in karşılaştığı bir güruh olarak da karşımıza çıkan kırkların kimler olduğunu ve isimlerinin ne olduğunu açıklayan bir belge yoktur. Kırkları, hiçbir baskı görmeden, içten gelerek Müslüman olan ve bu uğurda tüm varlığını, ailesini terk ederek Hz. Muhammed’e bağlanan kişiler olarak açıklayan Haydar Kaya; bu kişilerin sayılarının kırk oluşundan ötürü bu ismi aldıklarını söylemektedir. Ayrıca Kaya, bu kişilerin bakım ve dinî eğitimlerinin Hz. Ali tarafından yapıldığını söyler (Kaya, 1993, s.319).

Ehl-i Beyt ve Oniki İmam:

Alevî-Bektâşî yazılı kaynaklarının çoğunda, Hz. Peygamberden ötürü onun evlatları olan Ehl-i Beyti sevmenin gerekliliği önemle vurgulanmaktadır. Özellikle “buyruk”larda Hz. Peygamberi ve evlatlarını sevip saygı duyulmasının gerekliliği, birtakım sebeplerle anlatılmıştır. “Hz. Muhammed’i sevmek, evlatlarını sevmeyi de zorunlu kılar. Zira yüce Allah, İzzet-i celalim ve azametim hakkı için; ‘Ya Muhammed! Her kim seni ve evladını sevip muhabbet eylerse, yerler ve gökler kadar günahı olsa bağışladım ve ona rahmeti has kıldım. Ve her kimse seni ve evladını sevmezse; yerler ve gökler kadar ibadet-taat etmiş olsa da onun yeri tamudur, edebi çıkmaya’ demiştir (Kaplan, 2010, s.154)”.

Ehl-i Beyt için halk arasında ev halkı, Al-i Abâ, Pençe-i Al-i Abâ gibi tabirler ifade olunmaktadır.

Cem esnasında dede tarafından dile getirilen birçok özdeyiş ve inanca yönelik konuşmalar ve hatta zaman zaman söylediği deyişler, Alevî-Bektâşî edebiyatının

temel yaratıcıları ve bu yaratıların geleceğe aktarılmasındaki önemli şahsiyetler olma şansını vermiştir.

“Onikiler fırkasının tanıdığı Oniki İmam, şunlardır;  Aliyy-al Murtaza (öl. 661)

 Hasan –al Mucteba (öl. 667)

 Hüsayn-al Şehid (öl. 680)

 Hüseyn oğlu Ali Zeyn-al Abidin-al-Seccad (öl. 712)

 Ali oğlu Muhammed-al-Bakır (öl. 733)

 Muhammed oğlu Ca’fer-al-Sadık (öl. 765)

 Ca’fer oğlu Musa-l-Kazım (öl. 799)

 Musa oğlu Aliyy-al-Rıza (öl. 816)

 Ali oğlu Muhammed-al-Takıyy-al-Cevad (öl. 826)

 Muhammed oğlu Aliyy-al-Nakıyy-al-Hadi (öl. 868)

 Ali oğlu Hasan-al-Askeriyy-al-Zeki (öl. 873)

 Hasan oğlu Muhammed-al-Mehdi (öl. ?)

İçinde Oniki İmam’ın adı geçen şiirlere ‘Düvaz-deh İmam’ veya halk deyimiyle ‘Düvaz-İmam’ ya da kısaca ‘Düvaz’ denir” (Gölpınarlı 1992, s.46).

Alevî inancında din ve inanç ulularına duyulan sevgi, farklı ve zıt görüşü yansıtacak anlayışların da çıkmasına neden olmuştur. Sevgi, bağlılık ve saygının ululaştığı ve hatta kutsal bir yere oturtulduğu simgelerin en başında gelen Oniki İmam ve Ehl-i Beyt sevgisi, teberra ve tevella inancını ortaya çıkarmıştır. Deyişlerin çoğunda konu olan sevgi veya sevgisizlikle açıklanan bu iki görüş; aynı zamanda toplumların ötekileştirilmesi mantığını gizliden de olsa bünyesinde barındırmaktadır. Ali Yaman bu görüşlere dayanarak, Alevîlik Nedir adlı eserinde ehl-i beyt ve oniki imam konularıyla ilgili şu bilgileri aktarır (Yaman, yty, s.98):

“Alevîlere göre Müslümanlar Hz. Muhammed’den sonra 73 fırkaya ayrılacaklar ve Ehl-i Beyt’in, Oniki İmamlar’ın yolundan gidenler doğru yolda olacaklardır. Ehl-i Beyt’in, Oniki İmamlar’ın yolunda gidenler Fırka-yı Naciye veya Güruh-u Naci olarak adlandırılır. Demek ki Ehl-i Beyt sevgisi Alevîliğin esasını oluşturur. Tevella ve teberra anlayışı da bu sevgiden kaynaklanır. Tevella Ehl-i Beyt’i, Oniki İmamları, Ondört Masumları, Onyedi Kemerbestleri ve onların yolundan gidenleri, sevenleri sevmek, teberra ise onları sevmeyenleri sevmektir”.

Üç Sünnet Yedi Farz:

Sözlü geleneğin zamanla yazıya aktarılmasıyla oluşan belgeler ve özellikle bazı dedelerin bir miras gibi ellerinde bulundurdukları buyruklar, Anadolu’da Alevîliğin yasasını, yolun temel ilke ve esaslarını ortaya koyar. Üç sünnet yedi farz bunların başında gelen unsurlardır. Üç sünnet yedi farzın kendi kavramsal değerinden başka, bünyesinde “mürşîdlik”, “mürebbîlik”, “musâhiplik” gibi diğer önemli kavramlara yer vermesinden ötürü ayrı bir öneminin olduğunu belirten İlyas Üzüm, buyrukların bu kavramlar içinde bulunan hüküm, ilke yahut erkânın kişinin yol mensubu olmasının şartı olarak gördüğünü belirtir (Üzüm, 2001, s.126).

Alevî dedelerinin, inanç, yol ve uygulamalarla ilgili anlatılarında sıklıkla rastladığımız ilke veya esaslar, üç sünnet-yedi farz maddelerinde yazdıklarımızdan farklı değildi. İlk olarak gönül temizliği ile yaradana ulaşmak ve gönül kırmadan da gönlünün temiz olamayacağını söyleyen bu inanç önderleri, aslında geçmişten gelen öğretinin ne denli canlı tutulduğunu ve belirli esaslar çerçevesinde kendinden sonrakilere nasıl aktarıldığını göstermektedirler. Kin ve kibirin insandan uzak olmasını, kalp kırmadan doğruluk ve dürüstlükle yola bağlanılmasını ön gören bu yasa (üç sünnet), aslında kişinin süregelmiş inanışa kendini teslim etmesini konu alan yaklaşımlardan ibarettir.

Alevî-Bektâşî ozanlarınca ele alınan ve şiirlerinde Hak-Muhammed-Ali, Dört Kapı Kırk Makam, Oniki İmam, Kerbelâ gibi yolun inceliklerini anlatan konulardan sonra gelen üç sünnet yedi farz da, üzerinde en çok durulan temalardandır. Bu konular kaynak kitaplarlarda çok az bir farkla ortak işlenmiş koulardır. Aşağıda verdiğimiz örnek çizelge/lerde de bunu görmek mümkündür. İlyas Üzüm genel olarak mevcut buyrukların analizini yaparak aşağıdaki çizelgeyi vermiştir Üzüm, s.161).

Çizelge 3.1 : İlyas Üzüm’ün Buyruklara göre üç sünnet-yedi farz çizelgesi S–

F

Sıra İzmir Nüshası Alaca Nüshası Hacı Bektaş

Nüshası Bozkurt Neşri Üç S ü n n et B ir Gönülde kin-kibir bulundurmamak. Allah’ın kelamını anmak

Hakk’ı zikretmek Tanrının adını anmak

İki

Kalpte düşmanlığa yer vermemek.

Kalpte düşmanlığa yer vermemek.

Kalpte düşmanlığa yer vermemek

Kin, kibir ve düşmanlığı kalpten atmak

Üç Turâb olmak Bir gibi oturup biri söylemek Yola teslim olmak. yoluna teslimiyet Muhammed-Ali

Ye

d

i Far

z

B

ir Mürebbiye düşmek Tarikat yolunu başkasından

sakınmak

Sırrını izhar etmemek Musâhip edinmek

İki

Musâhip edinmek Candan geçip Hak’tan dönmemek

Gördüğünü örtmek Mürebbiye düşme

Üç Tac giymek Dünyaya değer vermemek

Özür ile niyaz eylemek

Rehber sahibi olmak

rt Sırdâr olmak Tövbe almak Mürebbi hakkını

gözetmek

Mürşit edinmek

B

Y’are yar olmak ve özü ulu olmak Musâhip edinmek Musâhip hakkını gözetmek Aşina bulmak

Alt

ı Beli berk olmak Hırka giymek Tövbe almak Peşine olmak

Yedi

Hak’la sohbet kılmak

Tac giymek Tac giyip özünü üstada teslim etmek

Çeğildeşi olmak

Şeyh Safî Buyruğu’nun içeriğini yorumlayarak kitap haline dönüştürmüş olan Mehmet Yaman, üç sünnet-yedi farzı özümseyememiş kişinin sofu olarak adlandırmaması gerektiğini söylemektedir. Aynı şekilde bu sünnet ve farz kabul edilenlere uymayanların dermanı olmadığını, sürgün ve yüzünün kara olacağını dile getiren Yaman, Erdebilli Şeyh Safî ve Buyruğu adlı kitapta Şah Hatayî’nin şu dizelerine yer vermektedir (Yaman, 1994, s.97-98):

“Dervişliğin on babı vardır mümin Arif isen gel dinle evelinden Evvel budur La İlahe İllallah Kelam-ı Tevhid okuya dilinden İkincisi budur adavet etme Hırsa uyup şeytana gönül katma Mümin isen gönlünde küsü tutma Geçe gör fikir fi’linden

Üçüncü budur ki nutku Hak ola Siline gönlü ayinesi pak ola Kudretten can kulağı sak ola Hakikat gevheri sıza halinden

Dördüncü budur ki seyr-dar ola Gire dost bahçesine gülzar ola Asıla Mansur gibi berdar ola Bir kez ölen ayrık ölmez ölümden Beşinci budur ki bin bir otura Özün uğrusunu ele getire Hem Resulullah’ın kavlin yetüre Geçmiş ola şeriatın kaalinden Altıncı budur ki özür eyleye Özrünü mevlası kabul eyleye Türlü türlü fersadı terk eyleye Nasip ola ona rahmet balından Yedinci budur ki mürebbisine Derd ile düşmüş ola hevasına Kondura gönül kuşun yuvasına Bahir olmuş gevher olur gölünden Sekizinci budur kuşak kuşana Türab olup inip yere döşene Erenler bu dervişliğe nişane Emir budur böyle geldi Ali’mden Dokuzuncu budur ki taç vuruna Boyana kalbi ol Hakk’ın nuruna İhlas ile gire cennet şarına Hulle giye ol İdris’in elinden Onuncusu budur müsahip bula Onun ile özge ameller kıla Edeb ile hakkına teslim ola Geçmiş ola sıratından kılından Dervişliğin bir babı dahi vardır Özün mürebbiye yetiren erdir

Hatayî hakikat bir gizli sırdır

Dört Kapı Kırk Makam:

Alevî-Bektâşî öğretisinde insân-ı kâmil olma düşüncesi temel kavramlardandır. Bütün toplumlarda belli ilkeler doğrultusunda ahlaki değerler ve kavramlar yaratılır, uygulanır ve geleceğe kanıksatma yöntemiyle bırakılır. Alevî-Bektâşî toplumunda bu değerlerin öne çıkması temel alınan prensiplerdendir ve bu yaklaşıma “insân-ı kâmil” olma veya “kişinin olgunlaşması” adı verilir. Kişinin olgunlaşması ve her açıdan topluma uyum sağlaması için “edeb” sahibi olması ve onu kavraması gerekmektedir. Edeb kelimesi; eline, beline, diline sahip olmak deyimleriyle bütünleşir ve erkan içerisinde önemsenen bir konudur. “Bu özdeyişi kısaltarak, el-dil-bel sözcüklerini Arap alfabesiyle alt alta yazıp ve baş harflerinden bir sözcük oluşturacak olunursa, yine “edeb” sözcüğü elde edilmiş olur (Engin, 2004, s.25)”. Talibin, bir dedeye bağlanması ve ondan inanç kavramlarıyla ilgili bilgileri, uygulamaları öğrenmesi her ne kadar birebir veya toplu sohbetlerde olanaklı olsa da; olgunlaşma ve insan-ı kâmil olabilmesi için yeterli değildir. Alevî-Bektâşî inancında en önemli yeri teşkil eden ve sözlü müzik kültürünün de vazgeçilmez temalarından olan “dört kapı-kırk makam” inancı; kişinin olgunlaşması için şeriattan84

geçmesi, tarikatı tanıması, marifet sahibi olması ve son olarak hakikati bilmesi, hakikate ulaşması gibi kavramları ele alan bir inançtır.

Dört kapı-kırk makam inancı, Anadolu Alevî-Bektâşî topluluklarında olduğu gibi, Bektâşîliğin yayılmış olduğu Balkan coğrafyasında da önemle ele alınan konulardan biridir. Alanda yaptığımız birçok din önderi (dede) ve konuya hakim kişilerin görüşlerinden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda, dört kapı-kırk makam inancını şöyle sıralayabiliriz;  Şeriat Kapısı  Tarikat Kapısı  Marifet Kapısı  Hakikat Kapısı

84 “Dört makam-kırk kapı” üzerine kurulu Alevîlik-Bektâşîlikte, ilk kapı ve buna bağlı on makam,

şeriat ya da şeriat kapısıdır. Ancak buradaki şeriatın, Ortodoks İslâmlıktaki şeriatla hiç bir ilgisi yoktur. Öncelikle şeriatın kaynaklarını yorumlayış farklıdır. Ortodoks İslâmlıkta Hz. Muhammed, Tanrı buyruklarını Cebrail aracılığıyla insanlara ileten bir aracıdır. Alevîlik-Bektâşîlikte ise şeriatın tanrısal kaynakları, doğrudan doğruya insan olarak Muhammet’in içgüdüsel zekâsının, sezgisel aklının ürünleridir. Detaylı bilgi için bkz. Esat korkmaz, Anadolu Alevîliği (Felsefesi-İnancı-Öğretisi-Erkânı), Berfin Yayınları, 2. Basım, s. 150, Ankara.

İnançla ilgili temel kural ve kaidelerin öğrenildiği şeriat kapısına, yorum olarak “üzerinden şerri at” gibi yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Tarikat kapısı, daha ziyade ibadet ve ibadetin içeriğiyle ilgili yorumlanan bilgilerin öğrenildiği yerdir. Zira, Tokat yöresi Alevîlerinin sıkça cem tabiri yerine kullandıkları bir kelimedir. Marifet kapısında ise kişi, zahirî dünyadan değil batîni dünyadan bir şeyleri öğrenir ve özünde onu yoğurur. Öze inmek, dünya malına ve şehvetine inanmamak; ahlaki ve toplumsal değerler anlamında kendini yetiştirmek anlamındadır. Artık kişi, hakikati anlayabilecek ve onunla bir olacak, özünü ona teslim edecektir85

.

Başka bir kaynakta, dört kapı kırk makam esaslarının, Ahmet Yesevî ile Anadolu Alevî-Bektâşî topluluklarına geçişi vurgulanmakta86

ayrıca, ehl-i beyt sevgisinin Turûk-ı Aliye ile özümsendiği kaydedilmektedir. Dört kapı ve her birinin on makamı, Alevî inancında erişilmesi ve izlenmesi gereken yolun temelidir. Hangi mevkide olunursa olunsun (pir, talip, dede, mürşid…) doğumdan ölüme dek bu dört kapı-kırk makam özümsenmeli ve uygulanmalıdır. Ancak hakikat kapısına87 (mertebesine) ulaşan kişi, sırra ermiş olur. Dört kapı kadar önemli olan ve bu mertebelerin her birini önemli kılan şubeleri yani makamları, Fuat Bozkurt’un İmam Cafer Buyruğu adlı çalışmasında şu şekilde açıklanmıştır (Bozkurt, 2005, s.169):

85 Burada, cem esnasında dedenin “sizi size, özünüzü Hakk’a teslim ediyorum” söyleminin bir

yansımasını görmekteyiz. Cemde cemaatin kişisel olarak Hakk’a ermesi ve hakikati görmesi, yaşaması anlamları çıkmaktadır.

86

Geniş bilgi için bkz. Halit Özdüzen, Tasavvuf yolcusu: tarikatlar ve Alevîlik, Ötüken Yayınları, s. 85, İstanbul 2006.

Çizelge 3.2 : Fuat Bozkurt’un İmam Cafer Buyruğunda ele aldığı Dört Kapı-Kırk Makam.

Şeriatın On Makamı Tarikatın On Makamı Marifetin On

Makamı

Hakikatın On Makamı

İman getirmek Mürşitten el alıp tövbe