• Sonuç bulunamadı

İMÂMİYYE ŞİA’SININ FARKLILAŞMA SÜRECİ

Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin zamanında siyasi bir taraftarlık olarak ortaya çıkıp giderek Şia adıyla özel bir grup hüviyetini kazanan, Keysaniyye ve Zeydiyye'nin ayrılmasıyla Râfıza olarak da anılan fırka, Ca'fer es-Sadık'tan sonra bir ekol olma sürecine girmiştir. Mezhebin kimlik kazanmasında ve şekillenmesinde en büyük etkiye sahip imamet anlayışı; Ali’nin karizmatik kişiliği, vasilik ve onun tayini meselesi ile gaybet ve mehdilik inançları çerçevesinde temel konuma oturmuş, bununla birlikte mezhebin ayrışma noktalarını da oluşturmuştur.87

Cafer b. Sadık’a kadar imamların kimler olacağı konusunda ittifak etmiş olmasına rağmen onun ölümünden sonra oğullarından hangisinin imam olması gerektiği hususunda ayrılığa düşmüş olan İmâmiyye, birçok alt gruba ayrılarak ana grubu İsnâaşeriyye adı altında korumuştur. İmam Hasan el-Askerî ez-Zekî’nin ölümünden sonra yerine on ikinci imam Muhammed el-Kâim el-Muntazar’ın geçtiğini ve onun imamların sonuncusu olup Mehdi olarak geri döneceğine inananları temsil eden bu grup, Şia’nın günümüze ulaşan mensuplarının çoğunluğunu teşkil ettiği kolu olarak bilinmektedir.88

On iki imam inancını benimsemiş İmâmiyye mezhebine dair en erken tanımlamalar Hasan b. Musa en-Nevbahtî’nin Kitabu Fıraku’ş-Şia’sı ve Sa’d b. Abdillah el-Kummî’nin Kitab’ul Makalat ve’l-Fırak adlı eserlerinde geçmektedir. Onlar İmâmiyye fırkası mensuplarını, Hasan el-Askeri’nin öldüğüne, arkasına bir

86 Tan, “Erken Dönem İsmâîlîlik ve Temel Görüşleri”, s. 83-84.

87 Bulut, Halil İbrahim, “İlk Dönem İmâmî Kaynaklarda Gaybet Anlayışı”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 2004, VIII/ 2/ 50.

31

varis bıraktığına ve bunun belirli bir zamana kadar gaybette kalıp gelecek bir zamanda ortaya çıkacağına inanan grup olarak tanımlamaktadırlar.89

Tehlike anında imamın gaybete gidebileceğini savunan İmâmiyye,90 erken dönemde bu gaybetin bir insanın yaşama süresinden uzun olacağına dair referansta bulunmamakta ancak daha sonra İbn Bâbeveyh gibi âlimlerce, “Allah tarafından bu ömrün uzatıldığı” açıklaması yapılmaktadır. Yine erken dönemde iki gaybetin imkânına dair bir ifade olmadığı gibi imamların sayısının on iki olacağına dair bir görüş de belirtilmemektedir.91 Bu anlamda İmâmî doktrinlerin ortaya çıkma aşamasında, nazari yönün ağır bastığı ve tarihi gerçekliğin arka planda kaldığı anlaşılmaktadır.92

1. Gaybet Dönemi

İmâmiyye mezhebinin imamet doktrinini şekillendirme aşamasında Ahbârî, Usûlî ekoller olarak iki farklı çizgide kendini göstermiş olması, imamların gaybeti hususunda yaşanan tartışmaların temelinde ortaya çıkmıştır. Şia tarafından dini emirlerin yaşanması ve İslami bir toplumun devamlılığının imamların varlığına bağlanmış olması her dönemde bir imamın gerekliliğini zorunlu kılmış dolayısıyla bir önceki meşru imamın halefinin kim olacağı daima tartışma mevzusu olmuştur. İşte bu tartışmalarda ileri sürülen, halefin kim olacağı yönündeki görüşlerden biri; aslında imamın ölmediği, gaybette olduğu ve bir zaman sonra geri döneceği fikridir. Kaybolma, gizlenme anlamına gelen gaybet, İmâmiyye ekolünde on ikinci imamın insanlar arasından ayrılıp gizlendiği yönündeki inancı temsil etmektedir. Hicri 260 yılında Muhammed b. Hasan’ın, babasının ölümünden sonra evlerinin mahzenine girerek gözden kaybolmasıyla başlayan ve 329’a kadar süren dönem küçük gaybet yani Gaybet-i Sugra olarak adlandırılmaktadır. İmâmiyye’ye göre bu dönemde on iki imamla toplum arasındaki irtibatı sefir denen kişiler sağlamaktaydı. İmamlardan aldıkları emir ve tavsiyelerle irtibatta oldukları toplulukların meselelerini halletmeye çalışan sefirlerden dördüncüsü Ali b. Muhammed es-Semerrî'nin kendisinden sonra

89 Kohlberg, Etan, “İmâmiyye’den İsnaaşeriyye’ye”, trc. Cemil Hakyemez, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2005, V/ 3/ 288.

90 Kummî/Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s. 265.

91 Kohlberg, Etan, “İmâmiyye’den İsnaaşeriyye’ye”, s. 288.

92 Kohlberg, Etan, Gaybet Öncesi Şîa’da İmam ve Toplum, trc. Mazlum Uyar, Dinî Araştırmalar,

32

halef bırakmayarak 329 yılında ölmesi üzerine küçük gaybet dönemi sona ermiş ve bu tarihten günümüze kadar olan süre Gaybet-i Kübra yani büyük gaybet olarak isimlendirilmiştir. Böylece on ikinci imamın gizlenmesinden itibaren başlayan yaklaşık bir asırlık süreçte İmâmiyye Şia’sının temel inanç esasları da belirlenmiş olmaktadır. İmamların sayısının on iki olduğu, son imamın önce küçük gaybet dönemine sonra da kendisiyle irtibat kurulamayan büyük gaybet dönemine girmesi, onun hala sağ olduğu ve Mehdi olarak geri döneceği düşüncesi bu dönemde oluşan inançlardır.93

Gaybet inancının ne zamanda ortaya çıktığı hususu, ilk dönemlerde ortaya konan eserlerde bir açıklığın olmaması nedeniyle bizzat İmâmî âlimler arasında dahi ihtilaf konusu olmuştur. Azınlıkta olmakla birlikte bir kısmı bu inancın büyük gaybetten sonra ortaya çıktığını ileri sürerken, çoğunluk kısım bunun çok daha önceden bilindiğini iddia etmektedir.94

Özellikle Hasan el-Askeri’nin ölümü döneminde on iki imam Şiî doktrinlerinin henüz olmadığı İmâmî kaynakların kendisinden anlaşılabilmektedir. Örneğin Kummî (329/941) imamların faziletleri ile ilgili rivayetleri bir araya topladığı Besâiru’d-Derecât adlı eserinde gaybet veya on iki imamla ilgili herhangi bir rivayet aktarmamaktadır. Onun hocalarından olup özellikle Kitabu’l-Mehâsin adlı eseriyle tanınan Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Halid el-Berkî’de (274/887 veya 280/893) de bu esaslara ilişkin rivayetler yer almamaktadır. İki eser de küçük gaybetin başlamasından önce yahut kısa bir süre sonra derlenmiş olduğundan bu çalışmalarda on iki imam inancının bulunmadığı tespit edilebilir bir durumdur. Bu da on iki imamı kapsayan düşüncenin henüz bir İmâmî prensip olarak formüle edilmemiş olduğunu göstermektedir. Buna karşın gaybet inancının ortaya konup şekillenmesinde ve İmâmî doktrinlere temel oluşturmasında Ahbâr geleneği âlimlerinin etkisi fazlaca hissedilmektedir. Erken dönem eserlerinde kesinlik arz etmeyen bu doktrinler sonraki dönemlerde rivayetlerle delillendirilmeye çalışılmıştır. Nitekim İbn Bâbaveyh’in Kitabu’l-Hisâl’i özellikle on iki imamla ilgili temel rivayetleri kapsayan uzun bir bölüme sahiptir. Bunun dışında yukarıda adı geçen ilk

93 Bulut, Halil İbrahim, “İlk Dönem İmâmî Kaynaklarda Gaybet Anlayışı”, s. 51.

94 Uyar, Mazlum, İmâmiyye Şia’sında Düşünce Ekolleri: Ahbârîlik, Ayışığıkitapları, İstanbul 2000, s.

33

dönem âlimlerinden El-Berkî, Hızır’ın Ali, Hasan ve Hüseyin ile karşılaşıp onlara imamların isimlerini verdiği meşhur Îmamî rivayeti aktarırken imamların isimlerinden bahsetmediği halde İbrahim el-Kummî’nin Tefsiri’nde (307/ 919) bu isimlerin hepsini zikrettiği görülmektedir. Bu süreç, eserinde İsnaaşerî Şiî teorisiyle ilgili tüm temel malzemelere ulaşılabilen Kuleynî’nin Usûlü’l-Kâfi’si ile zirveye ulaşmış bulunmaktadır.95

Ancak ilim adamlarının Kuleynî’nin bu eseri derlemesinden sonra bile İsnaaşerî Şiî prensiplerine yönelik kendi içlerinden gelen direnmelerle uğraşmak zorunda kaldığı görülmektedir.96 Ahbârîlerin delil olarak getirdiği rivayetler konusunda İmâmî âlimlere kaşı gelen itirazlara, Mu’tezile’den etkilenmiş olan Şiî müellif Müfîd, usûlî bir farklılaşma geliştirerek cevaplar verme yoluna gitmektedir. İmâmiyye içerisinde, Hasan el-Askeri’nin yerine bırakacak olan evladını dost ve düşmanlarından gizlemiş olduğu iddiasını doğru bulmayıp bu sebeple mezhepten ayrılan insanlar bulunmaktaydı. Müfîd ise gaybet meselesini açıklarken bu iddiayı kendinden önceki İmâmî âlimlerin yaptığı gibi nakli rivayetlerle delillendirme teşebbüsünde bulunmamıştır. O, bu rivayete gelen itirazları sosyal gerçeklikten hareketle cevaplandırma yoluna gitmiştir. Nitekim Mehdî’nin gizlenmesi onun düşmanlarının varlığına binaen kabul edilir bir durumdur. Müfîd’e göre buna benzer haller bazı kral ve yöneticilerin uygulamalarında karşılanabilecek şeylerdir.97

2. Ahbârî - Usûlî Farklılaşma

Şiî-İmâmî düşünce yapısında Ahbârî ve Usûlî anlayışın ortaya çıkışı çeşitli faktörlerin etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle belirli bir olaya dayandırılamamaktadır. Bununla birlikte bu iki ekol, imamın gaybeti sonrasında Şiî inancı benimseyen kimselerin karşılaştıkları sorunları gidermeye ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap vermeye yönelik iki farklı bakış açısının geliştirdiği tezahürler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda gaybette olan imamın devam eden kuşatıcı fonksiyonunun (otoritesinin), aklî çıkarımlara gereksinim bırakmadan, dinin canlılığını sürdürebileceği kabulü Ahbârî anlayışı temsil etmektedir. Toplumun ihtiyaçlarını gidermek için imamlardan gelen ahbârın yeterli görülmesi yani nakil ve

95 Kohlberg, Etan, “İmâmiyye’den İsnaaşeriyye’ye”, s. 289-290. 96 Kohlberg, Etan, “İmâmiyye’den İsnaaşeriyye’ye”, s. 290.

97 Bulut, Halil İbrahim, “Şeyh Müfîd ve İmâmiyye Ekolünde Gaybet İnancının Aklîleşmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas 2005, IX/ 1/ 185.

34

rivayetlere bağlanma diyebileceğimiz Ahbârîlik akla karşı sergilediği menfi tutumla ön plana çıkmaktadır. Özellikle ilk dönem Ahbârî âlimleri ulemanın otoritesini dahi inkâr eden konumdadır. Böyle bir tutum sergilemelerinde imamın gaybetinin ilk yıllarında olması sebebiyle yokluğunun uzun sürmeyeceği kanaati ön plana çıkmaktadır.98 Bu süreçte İmâmiyye ulemasının neredeyse hepsinin en önemli hedefi, on iki imamdan gelen ahbârı doğru bir şekilde kaydedip doktrin ve uygulamada ortaya çıkan meselelere dayanak olması açısından bunların isnatlarını tespit etmeye çalıştığı görülmektedir. Zayıf, mürsel, ve şâz olanına dikkat etmeksizin ahbârdan faydalanıp, bundan zahir mananın dışında bir mana çıkarmanın olanaksızlığını ve Kitab’ın zahirinin huccet olmadığını onu sadece imamların anlayabileceğini ileri süren bir anlayışla hareket etme amacı gütmektedirler. İşte sadece ahbârla ilgilenmelerinden ve akla karşı bir tutum sergilemelerinden dolayı bu gruba ahbâriyye denilmektedir.99

IV/X. yüzyılın sonlarına kadar Kuleynî, Mes’ûdî, Nu’manî ve Sadûk gibi âlimler tarafından gaybet mevzuuna dair ahbâra dayalı gösterilen izahlar yeterli görülmemiş bunun üzerine bazı İmâmî âlimler Mu’tezile ’nin akılcı metotlarından istifade ederek akılcı yöntemlere sarılmışlar ve kendilerini savunabilmek için kelam ilminden faydalanmışlardır. Bu konuda öncülüğü Şiî müellif Şeyh Müfîd

üstlenmiştir. Ancak Nevbahtî ailesinin katkıları ile birlikte Müfîd’den önce İbnü’l Cüneyd ve İbn Ebû Akîl Usûlî anlayışın ilk temsilcileri olarak kabul edilmektedir. Karmaşık problemlere aklî yöntemlerle cevap arayan bu ekol Şeyh Müfîd’le birlikte şekillenerek sistematik bir hale bürünmüş ve hicri beşinci asırdan itibaren Şiî-İmâmî gelenekte hâkim düşünce olarak varlığını sürdürmüştür.100

Benzer Belgeler