• Sonuç bulunamadı

1.4. Cahiliyye Döneminde İlim

1.5.1. İlme Dair Âyetler

Daha önce de ifâde edildiği gibi Kur'ân-ı Kerim'de ilimle ilgili birçok âyet bulunmaktadır. Amacımız âyetleri tek tek sıralamak ve onların ilimle irtibatlarını ortaya koymak olmamakla birlikte bu konuda öne çıkan ve ilim dendiğinde ilk akla gelen bazı âyetleri burada zikretmeye çalışacağız.

1. "De ki: Rabbim! Benim ilmimi artır."174

İlimle ilgisi apaçık olan bu âyette Allah, Resûlü'nden kendisine çoğaltması için dua etmesini istediği tek şeyin sadece bu olduğu görülmektedir. Zira Allah, elçisinden ilmin haricinde herhangi bir şeyi arttırması için kendisine dua etmesini emretmemiştir. Bu da göstermektedir ki, ilim bitmek tükenmek bilmeyen en büyük bir hazinedir. En üstün rütbe ilim rütbesidir. Onun bu değeri ve faydası sadece kişiye değil, herkese ve hatta bütün varlıklara da şâmildir. Bu âyet, Allah Resûlü'nün şahsında onun ümmetine yapılan bir hitaptır. Onun şahsı Allah'ın bildirmesiyle her konuda bilgi sahibiydi. Ama bundan asıl maksadın, her yönüyle ümmetine örnek olan Hz. Peygamberin şahsında ümmetini ilme teşvik edip onlara ilim öğrenmeyi tavsiye etmektir. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü tefrik etmenin en belirgin aracı ilimdir. İlmin artması insana bir külfet gereksiz bir ağırlık değil, tersine onun değer ve kıymetini arttıran bir fazîlettir. Gerçekte insanın ilmi ve bilgisi çoğaldıkça mütevaziliği daha da çoğalır; insan bu sayede gereksiz bazı vehim ve vesvelerden de arınır; gerçeği anlar, doğruyu görür ve iyi bir kimse olmaya büyük bir çaba gösterir. Şüphesiz ilmin tersi olan bilgisizlik ve cahillik şiddetle kınanır.175

Bu âyette Yüce Allah insanlığa büyük bir hikmet dersi de vermektedir. Şöyle ki, her insan kendisine tebliğ edilen bir hakikatı samimiyetle dinlemeli ve hiç bir kimse ilmine güvenip ilmini arttırmaya çalışmadan geri durmamalıdır. Vahyi ilâhîyeye mazhar

172 Bakara, 2/ 44. 173 En'âm, 6/ 148. 174 Tâhâ, 20/ 114.

olan bir Peygamber dahi ilminin artmasını niyaz etmekle mükellef oluyorsa ümmetin herhangi bir ferdi kendi ilmine kıymet vererek kendisini ilim tahsil etmekten bilgisini arttırmaktan nasıl müstağni görebilir?176

2. "De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"177

Şüphesiz ilim dendiğinde ilk akla gelen âyetlerden biri de budur. Yüce Allah burada ilmi methetmekte, onun fazîlet ve üstünlüğünü bize açıklamaktadır. Aynı zamanda cahilliği kötüleyerek, onun bir eksiklik olduğunu haber vermektedir. Gerçek manâda ilim sahibi olan kimse Allah'ın emirlerine uyar; gerek kendi yapısı ve gerekse evrende var olan eşsiz güzelliklerin sahibinin Allah olduğunu bildiğinden O'na karşı saygısızlık yapmaz ve emirlerine itaat eder. Câhil kimse ise böyle değildir, o Allah'ın emirlerine karşı gelir, yasakladıklarından kaçınmaz. Cahilliğin her çeşidi dinimizde kötü görülmüştür. Câhiliye döneminin bu isimle anılmasının sebebi, toplumun büyük çoğunluğunun Allah'a şirk koşarak, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmış olmaları sebebiyledir.

Elbette ki ilim insanı Allah'a eş ve ortak koşmaktan korur. Kişi sahip olduğu ilim sayesinde hayatı ve etrafındaki varlıkları anlamaya çalışır. Sahip olduğu ilimle Allah'a karşı kulluk görevini hakkıyla yerine getirir. Gerçekte durum böyle değilse, yani ilmi arttığı halde Allah'a inancı ve ibadeti artmıyorsa; bu durum o kimsenin elde etmiş olduğu ilmin eksikliğine bağlanır. Bazı kimselerin düşündüğü gibi, câhil okuma yazma bilmeyen değil, Allah'a karşı inkarda kesin kararlı olandır. Bununla beraber ilim ve irfandan hisse almamış, mektep ve medrese görmemiş kimseler de âlim kabul edilmezler.

Yüce Allah'ın "Hiç bilgi sahibi olanlarla, bilgiden yoksun olanlar bir olur mu?" ifâdesindeki "bilgi sahibi olma"dan maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle her zaman ve her yerde Allah'ı bilip tanımayı (ma'rifatullah) ifâde eder. Kişi sadece zorda kaldığı, başı derde girdiği zaman değil her hâlükarda Rabbini bilmelidir. İnsan bu ilimle varlığa kul olmaktan kurtulur ve Allah'a kul olmanın önemini idrâk eder. Bununla birlikte "hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu" ifâdesi, daha kapsamlı olarak -hangi konuyla ilgili

176 Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yay., İst., trs., c. IV, s. 2110.

olursa olsun- ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Aslında îmân da ilim sayesinde elde edilmiştir.178

3. "Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle

yükseltsin."179

Allah kendisine îmân ederek, îmânlarının gereğini yerine getirenlerin derecelerini yükseltir. Allah katında insanların derecelerin yükseltilmesi mal- mülk, şan- şöhret ile değil îmân ve ilim ile olmaktadır. Allah, mü'minleri dünya işlerinde muvaffak eder, âhirette ise mertebelerini yükseltir. İlim öğrenen ve öğrendikleriyle amel eden âlimleri de yüksek mertebelere ulaştırır. Cenab-ı Hak sadece dört kimse için derecelerden bahsetmiştir. Bunlar; Bedir'de savaşan mü'minler, mücahidler, salih kullar ve âlimlerdir. Yani Allah Bedir'de savaşan mü'minleri diğer mü'minlere; mücahidleri savaştan geri duranlara; salihleri diğer iki sınıfa, âlimleri de bütün bu sınıflara derece bakımından üstün kılmıştır.180 Bu âyet, ilmin ve aynı zamanda ilim sahibi olan

kimselerin (âlimlerin) değer ve üstünlüğünü açıkça ortaya koyan delillerden biridir.

4. "Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan (gereğince) korkar."181

Âlimler, Yüce Allah'ı nasıl bilip tanımak gerekirse öylece bilip tanıyan kimselerdir. İlim sahibi olanlar devamlı olarak kalplerinde Allah sevgi ve saygısını hissederler. Âyette zikredilen ilim, şüphesiz îmânla birleşen ilimdir. Çünkü îmân, ahiret hayatını da garanti altına alır; içerisinde îmân olmayan bir ilim ise insanlara sadece geçici dünya hayatında fayda sağlar. Bu sebeple diyebiliriz ki, ilim insanı Allah'a îmâna ve O'na saygı göstermeye götürmelidir. Önemli olan, insanı bilgilendirmek, bilgili insan yetiştirmek ve bilgiyi îmân ve saygıya gidecek şekilde kullanabilmektir.

Herhangi bir konudaki saygı ve sevgi, onunla ilgili zihinde mevcut olan bilgi ve o bilginin derecesiyle doğru orantılı olarak artar. Bir müslümanın Allah hakkındaki bilgisi, marifeti ne kadar çok ve doğru olursa, Allah'a karşı saygısı da bağlılığı da o kadar kuvvetli ve güzel olur. Belirtmek gerekir ki buradaki Allah'tan korkma, doğadaki vahşi hayvanlardan korkmada var olan korku gibi olmamalıdır. Tam aksine sevgiden kaynaklanan bir korku olmalıdır. Şüphesiz insan en çok sevdiğinden korkar yani

178 Karaman, Hayreddin, vd., Kur'an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİB Yay., Ank., 2008, c. VI, s. 603. 179 Mücâdele, 58/ 11.

180 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c. II, s. 272. 181 Fâtır, 35/ 28.

sevdiğini incitmekten ve onun gönlünü kazanamamktan korkar. Tıpkı bunun gibi, mü'min bir kişi en çok sevdiği sevmesi gerektiği Allah'tan, onun sevgisini kazanamama, rahmetine nail olamama düşüncesinden korkmalıdır. Allah Resûlü: "Ben sizin

Allah'tan en çok korkanınız ve en ileri takvâ sahibi olanınızım"182 buyurur. Bu da

gösteriyor ki Allah'tan hakkıyla korkan ilim sahiblerinin bu konudaki saygısı, korkusu ve sevgisi ne kadar çok olursa, aynı zamanda ümitleri de o kadar çok olur. Bu sebeple, Allah'ın en çok sevdiği kişiler de şüphesiz ilim sahibi olanlardır. Onlar sadece ilmin teorik yönü ile değil, pratik yönü ile de en önde gelirler. Bundan dolayı ilim mertebesi bütün mertebelerin üstündedir. Çünkü âlimler öncelikle sahibi oldukları o bilgiyi hayatlarına uygularlar; sonra da başkalarına öğretmeye vesile olurlar ve böylece büyük ecir ve mükafat kazanırlar.

Bu âyette geçen ve "bilenler" şeklinde tercüme edilen ulemâ sözcüğünün manaları arasında, bir şeyi en ince ayrıntısıyla tanıyarak onun niteliğini idrâk etme, bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme manalarının bulunduğu göz önüne alınırsa, burada zikredilen ve Allah'a karşı saygı gösterme konusunda ön plana çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler veya bir takım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar değil, zihnî çıkarımlarını Allah'ın evrendeki kudret delillerinden sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltmiş kimseler olduğu anlaşılmıştır. Zaten sahabe ve tabiîn büyüklerinden bir çoğundan yapılan rivâyetlerde ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar Allah'a saygı yolunda mesafe alamamış kimselerin âlim olarak nitelenemeyecekleri belirtilmiştir.183

Bu âyetle ilgili olarak Ömer Nasuhi Bilmen şu açıklamayı yapmıştır: "Âlimler bu kâinatı bir nazarı dikkatle temaşa ederler, onların yaratılışındaki letâifî hikmeti idrâke, mülâhazaya muvaffak olurlar, bunları öyle acib, garib, faideli bir surette yaratmış olan Yüce Allah'ın kudret ve azametini güzelce düşünerek kalplerinde bir haşyeti ilâhiye, bir zevki manevi tecelli eder ve O Yüce Allah'ı vecd ile tevhide takdis ve tebcile çalışırlar.184

Bununla beraber bu ayetin hemen devamında Yüce Allah (c.c.): "Allah'ın

kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için)

182 Buhârî, Nikâh,1, nr. 4776; Müslim, Sıyâm, 74, nr. 1108. 183 Karaman, vd., Kur'an Yolu, c. IV, s. 466.

gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler"185

buyurmaktadır.

Demek ki, o ilim ile, o Allah korkusuyle vasıflanmış kimseler öyle kimselerdir ki onlar, Allah'ın kitabı olan Kur'ân'ı her dâim okurlar, onu okumayı aksatmamaya çalışırlar ve namazı dosdoğru kılarlar, adabına ve şartlarına riayetle eda etmeye büyük önem verirler ve bizim kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, kendilerine ihsan buyurduğumuz mallarından gizli ve açık olarak harcamada bulunurlar, zekatlarını açık bir şekilde insanlara örnek olmak üzere verdikleri gibi diğer sünnet olan sadakalarını gizli olarak muhtaç olanlara verirler, işte onlar hiç bitmeyecek, yok olmayacak bir kazanç umarlar, onlar böyle samîmâne amellerinden dolayı böyle bir sevaba aday bulunurlar, hiç kesilmeyecek, kıymetsiz kalmayacak bir mükâfata kavuşurlar.

İnsanoğlu, Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarını yeterince kavrayamadığında O'ndan layıkıyla korkmaz. Fakat Allah'ın güç ve kuvveti hakkında, O'nun ilim, hikmet, cebbâr gibi değer sıfatları hakkında ne kadar bilgi sahibi olursa Allah'tan o kadar korkar. Demek ki ilimden, sadece matematik gibi pozitif bilimler anlaşılmamalıdır. Buradaki ilimden maksat, kişiyi Allah'ın isim ve sıfatlarını en iyi bir şekilde bilmeye ulaştıran ilimdir. Bir kimse eğitim görmüş olsa da, olmasa da Allah'ın varlığından, birliğinden ve sıfatlarından habersizse eğer, o kimse cahildir. Tam aksine bir kişi hiçbir eğitim görmemiş olduğu halde Allah'ı ve sıfatlarını biliyorsa, gönlünde Allah korkusu var ise, o kimse âlim sayılır. Demek ki, bir kimse dinî bilgiye vakıf olduğu nisbette, içinde Allah korkusu taşıyorsa, ancak o zaman âyette bahsedilen "âlim" sınıfına girer. Abdullah b. Mes'ud'un (r.a.) naklettiği bir söz bu hususu doğrulamaktadır. "İlim sadece çok sayıda hadîs bilmek değildir. İlim Allah'dan çok korkmaktır." Hasan Basri (r.a.): "Âlim, Allah'ı görmediği halde korkan, Allah'ın sevdiğini seven ve Allah'ın sevmediğinden uzak kalan kimsedir" diye buyurmuştur. Bu âyet böyle kimselere işaret etmektedir.186

Başka bir âyette, "De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için derya mürekkep

olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir."187

185 Fâtır, 35/ 29.

186 Mevdudî, Ebû 'l Ala, Tefhîmu'l-Kur'an, (Çev.Ali Ünal, Hamdi Aktaş, Nazife Şişman), İnsan Yay., İst., 1991, c. IV, s. 557.

Yine, "Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa,

arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allahın kelimeleri (yazmakla) yine de tükemez. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."188

gibi âyetler de teşbih yoluyla Allah'ın ilminin şumûlünü ifâde etmektedir.

Kur'ân'a göre insanoğlunu diğer canlılardan seçkin va ayrıcalıklı kılan özelliklerin başında ilim kabiliyeti gelir. Dolayısıyla da insanı diğer varlıklardan ayıran ve sorumlu kılan yönü, bilme yetisidir. İnsana bahşedilen bu özellik, ilk insan Hz. Âdem (a.s.)'a, varlıkların isimlerini öğretme ile başlamıştır. İnsanın özünde var olan bilme ve bilgi üretme kabiliyeti ile diğer varlıklara karşı elde ettiği üstünlüğünden Kur'ân 'da şu şekilde bahsedilir. Allah, meleklere yeryüzünde kendisine halife olacak bir varlık yaratacağını bildirdiğinde melekler bundan hoşlanmadıklarını belirttiler. Allah da, yaratacağı varlığın bu işe layık olduğunu belirterek,

"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler. (Bunun üzerine:) Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi."189

Bu âyetten şu anlaşılmalıdır: Allah, insanoğluna geniş bir ilim yeteneği vermek suretiyle kendisinin isim ve sıfatlarının tecellisi olan bu uçsuz kâinat üzerinde her türlü tasarruf yetkisi vermiş ve kâinatı insanoğlunun emrine musahhar kılmıştır. Hz. Âdem'e ve onun neslinden dünyanın sonuna kadar gelecek olan bütün insanlığa verilen şey ise ilim kabiliyetidir. İnsanlar bu ilim sayesinde evrene ve evrendeki varlıklara karşı üstünlük sağlayabilirler.

188 Lokmân, 31/27. 189 Bakara, 2/30-34.

Bu âyet, aynı zaman da ilmin fazîletine de delâlet eder. Çünkü Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem'i yaratmasındaki hikmetinin kemâlini, ancak onun ilmini izhâr etmek suretiyle göstermiştir. Şayet, herhangi bir şeyin ilimden daha şerefli olması imkan dâhilinde olsaydı, Allah'ın ilim ile değil de, bu şey ile onun üstünlüğünü izhâr etmesi gerekirdi.190

Bu âyetler insanın 'bilen varlık' oluşunu vurgulamasının yanında, onun sahip olduğu bilginin kaynağına da işaret etmektedir. Bilginin kaynağı, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten, her şeyi bilen Allah'tır. İnsan ancak Allah'ın dilemesi sonucu derin anlayış ve bilgiye ulaşabilir. İbn Abbas'ın naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah her kimin iyiliğini dilerse, dinin

inceliklerini anlama konusunda ona kabiliyet verir."191 Bundan dolayıdır ki, Kur'ân'da ilim, doğrudan insana nispet edilmemiş, "kendilerine ilim verilenler"192 şeklinde ya da

Hz.Yusuf193, Hz.Lut194ve diğer peygamberlerle ile ilgili olarak kullanıldığı gibi "ilim ve hikmet verdik" şeklinde Allah'a izafe edilmiştir.